iSLAMDA EVLiLiK ve AİLE HAYATI
ÂDET GÖRME (HAYIZ)
ADET HALİNDE OLAN BİR KADIN ARAFAT VAKFESİNİ YAPABİLİR Mİ?
ÂDETLE İLGİLİ NADİR KONULAR
ÂDETLİ İLE SEVİŞME
ÂDETLİ KARISI İLE CİNSEL İLİŞKİDE BULUNANIN NE YAPMASI GEREKIR?
ÂDETTE DÜZENSİZLİK
ÂDETLİ İLE İLGİLİ HÜKÜMLER
AKRABA İLE EVLENMENİN DİNEN HERHANGİ BİR SAKINCASI VAR MIDIR?
AMCA-DAYI HANIMLARI VE KAYINVALİDENİN MAHREMLİĞİ
ANNENİN ÇOCUĞUNU EMZİRME ZORUNLULUĞU
AVRET KONUSUNDA MUHTELIF KONULAR
AVRET VE ÖRTÜNME EMRİ
AVRETE BAKAN GÖZ
Babanın Erkek Çocuğa Bakma Yükümlülüğünün Şartları
Başlık Parası
Başlık Parası Almak,Yada Bunun Yerine Eşya Vermenin Hükmü Nedir
Başörtüsünün Keyfiyeti
Bazı kimseler fazla çocuk yapmamak için tedbir alıp,birtakım çarelere başvuruyorlar..Bunun önlemini almak caiz midir?
Bir çiftin nikahı kıyılmış,yalnız zifaf vaki olmadan evvel harhangi bir sebeble bir talak ile boşanmaları halinde..
Bir grup genç kız,turistik bir gaye ile,mesela kıbrıs'a gidebilirler mi?İçlerinden birinin yanında hareminin bulunmas�
Aşk üzere ölen şehit olur mu?
Bir kadın yalnız olarak yolculuk yapmasi
Bir kimse baldızıyla veya kardeşinin hanımı ile yolculuk yapar veya yalnız kalabilir mi?
Bir kimse hanımını boşarsa küçük çocukları kime bırakılacaktır?
Bir kimse nişanlandığı kızla oturup kalkabilirmi?Nişan,nikah yerine geçermi?
Bir kimse şehvet ile kayın validesinin elini tutarsa eşi ona ebediyen haram olur diye söyleniyor..
Boşadığı eşine dönmek
Boşama (TALAK)
Boşanma yetkisini hanıma vermek:
Boşanmada pişmanlık
Boşanmanın 3 talakla olması:
bülûğa erme
Çarşaf
Cilbab Nedir?
Cimada İnzal Olmaması
Cima'nın Edepleri
Cinsel İlişkide Haramlar-Helaller
Cünüb Olan Kimseye Yasak Olan Şeyler Nelerdir?
Cünüb Olan İnsanın Yemek Yemesi,Su İçmesi Caiz Midir?
Çocuk Olmadı Diye Evlenmek
Çocuk İsteme (iSTİLAD)
Dayı,Teyze,Amcaoğlu Gibi Akrabalarımızla Ailecek Oturabilir miyiz?
Doğum Kontrolü Caiz Midir?
Doğum Kontrolü
Doğumun tehlikeli olması gibi bir durumda anne KÜRTAJ yaptırabilirmi?
Düğün Öncesi Nikah
Düğünde Aşırıya Kaçmadan Oyun Oynamak Caiz midir?
Düğünde Erkeklerin Ve Kadınların Ayrı Ayrı Kendi Aralarında Şarkılı Ve Türkülü Olarak Oynamaları Caiz Midir?
Düğün Yapılması İçin Dinimice Teşvik Edilen Belirli Bir Ay Yada Gün Varmıdır,Yoksa Bütün Günler Düğün İçin
Düşük Yapma
Düşük
Edeb Mahalli
Ehli kitabla evlenmek
Erkek elbisesi için söylenebilecekler
Erkeğin Süslenmesi
Erkek,doktor yanında doğum yapmak sakıncalı mıdır?
Estetik Ameliyat
Evlat Edinme
Evlenmeden Boşanma
Evlenmek istediği kadına bakmanın sınırı
Evli bir kadına aşık olmak
Evli kadının nafakası
Evlilikte denklik(KEFAET)
Evlenmeleri ebedi yasak olanlar(hürmet-i müebbede)
Fahişe ve Fahişelik
Feminizim Ve Kadın
Flört
Fuhuş
Geçici Evlenme Engelleri
Gelinin Kayınpederle Halveti
Gelinin Saçını Yaptırması
GELİNLİK GİYMEK GÜNAHMIDIR?İSRAF OLMASI,ÖDÜNÇ ALINMASININ MAHSURU OLABİLİRMİ?
GENELEVLERİN LÜZUMLU OLUP OLMAMASI:
GERDEK GECESİ
GUSLÜ GEREKTİRMEYEN HALLER
GUSLÜN ADABI
GUSÜL,BOY ABDESTİ
GÜZEL VEYA ÇİRKİN GÖRÜNEN İŞLER
HAMİLELİK ÇİLLERİ VE ESTETİK AMELİYATI
HAREMLİK,SELAMLIK
HAREMLİK SELAMLIK HAKKINDA
HAREMLİK VE SELÂMLIK'IN MENŞEİ
HASTALIK KANI (İSTİHAZA)
HASTALIK KANIYLA İLGİLİ HÜKÜMLER
HUKÛKU'L-İBÂD ( KUL HAKLARI)
HUL' NE DEMEKTİR?
HUL' BEDEL KARŞILIĞI KADININ KOCASINI BOŞAMAK İSTEMESİ
HÜRMET-I MUSÂHARE
İKİNCİ EVLİLİK İÇİN İZİN
İKTİDARSIZLIK
İSLAM DİNİ, KADINA AİLE VE TOPLUM İÇİNDE NASİL BİR YER TAYİN ETMİŞTİR? ERKEĞİN YANINDA YERİ NEDİR?
İSLAM'A HİZMET ETMEK GAYESİYLE OKUDUĞUNU SÖYLEYEN BİR BAYAN BAŞÖRTÜSÜNÜ ÇIKARTARAK OKUYA BİLİR Mİ?
İSLÂMA HAS BİR ÂİLE TİPİ VAR MIDIR? İSLÂMÎ ÂİLENİN ÖZELLİKLERİ NELERDİR?
İSLÂMDA "KEFÂET" (DENKLİK)
İSLAMDA EVLENMENİN HÜKMÜ NEDİR?
İSTİMNA (MASTURBASYON
İZÂR (ÖRTÜ)
KAÇARAK EVLENMEK
KADIN DÖVME HAKKI(!)
KADIN ELBİSESİNİN BELİRLENEBİLEN ÖZELLİKLERİ
KADIN ERKEK EŞİTLİĞİ
KADIN LA ERKEĞIN EŞİT OLMADIKLARI KONULAR
KADIN VE HAMAM:
KADIN, KOCANIN KESİN İZİN VERECEĞİ KOMŞUSUNA KOCASINDAN İZİN ALMADAN GİDEBİLİR Mİ?
KADININ EV İÇİ KIYAFETİ
KADININ HAKLARI
KADININ HELÂL VE HARAM OLAN DİĞER DAVRANIŞLARI
KADININ KOCANIN SOYADINI ALMASI
KADININ KOCANIN KOLUNA GİRMESİ
KADININ KOCASIYLA OYNAŞMASI
KADININ ÖRTÜNMESİNİ EMİR EDEN AYET-İ KERİMEDE ZİKR EDİLEN CİLHAB NE DEMEKTİR, MANTO GİYMEK HARAM MIDIR?
KADININ PANTOLON GİYMESİ
KADININ SAÇ KESTİRMESİ:
KADININ SESİ:
KADININ SORUMLULUKLARI
KADININ TENASÜL UZVUNA TIBBI BİR PARÇA YERLEŞTİRİLEREK HAMİLE KALMASININ ÖNLENMESİ
KADININ YAKINLARINI ZİYARET HAKKI
KADINLA MUSAFAHA
KADINLARLA İLGİLİ BAZI GENEL BİLGİLER
KARI - KOCA ARASINDA HUKUK
KARISINI DÖVME HAKKI
KARISININ GAYR-I MEŞRU OLARAK YAŞADIĞINI BİLEN KİMSE NE YAPMALIDIR, ONU BOŞAMAK MI YOKSA ONU ÖLDÜRMEK Mİ İCAB EDER
KARMA OTURMA
KAŞLARI ALDIRMA:
KAYIN PEDERE HİTAP TARZI
KINA YAKMAK
KIZ VE ERKEK İÇİN EN MÜNASİP EVLENME YAŞI NE OLMALIDIR? EVLENİLMEK İSTENEN KIZDA VE ERKEKTE HANGİ ŞARTLAR ARANMALI
KOCANIN AMCASININ MAHREMLİK DÜZEYİ
KÖTÜ AKRABA İLE İLİŞKİ
KÜRTAJ (ÇOCUK ALDIRMA)
KÜRTAJIN DÎNÎ HÜKMÜ:
LOHUSALIK (NİFAS)
LEBEN-İ FAHL(SÜT BABA)
LİÂN(ZİNA SEBEBİYLE EVLİLİĞİ SONA ERDİRME)
LİVÂTA
MAKYAJ (SÜSLENME VE KOKULANMA):
MATEM
MASADA YEMEK YEME
MEHİR
MEHİR MESELELERİ
MEHİR TAKILARI
MEHİR VE ALTIN
MİRAS
MİRASTAKİ ORAN
MİSVÂK
MODA
MUT'A NİKAHI NE DEMEKTİR. İSLAM DİNİNDE YERİ NEDİR?
MÜZİK DİNLEMEK VE TELEVİZYON SEYRETMEK HAKKINDA BİLGİ VERİR MİSİNİZ?
NAFAKA
NAZARLIK VE MUSKA :
NİKAH MERASİMİNİ TERTİP ETMEK MAKSADIYLE DÜĞÜN SALONU KİRALAYARAK DOST VE AKRABALARI TOPLAYIP ŞENLİK YAPMAK CAİZ
NIKÂH SÖZÜ (VÂ'Dİ)
NIKÂH TAZELEMEK
NİKÂH, SÜT, NAFAKA V.S. ILE ALÂKALI HÜKÜMLER
NORMAL ŞEKILDE ÇOCUK SAHİBİ OLMAYAN KARI-KOCANIN KENDİLERİ ARASINDA TÜP BEBEK UYGULAMASI CAİZ MİDİR?
NÜŞÛZ(KADININ KOCASINA İTAAT ETMEMESİ)
ÖFKE İLE BOŞAMAK
RECM
RECM CEZASI
RECM CEZASI UYGULANMASI İÇİN GEREKLİ ŞARTLAR:
REFES VE CİDÂL
RESULULLAH (A.S.)'IN GİYİM - KUSAM BİÇİMİ
SARHOŞLUK
ŞART OLSUN" DEMEKLE NİKÂHA ZARAR GELİR Mİ?
ŞARTA BAĞLI BOŞANMADA ÇÂRE (HÎLE)
SEVICILIK
SİNN-İ BÜLUĞ(ERGİNLİK YAŞI)
SİNN-İ İYÂS(KADIN İÇİN HAYIZDAN KESİLME DEVRESİ)
SPIRAL VE ÂDET DÜZENSIZLIĞI
SPIRALLER
SÜNNET DÜĞÜNÜ
SÜNNI BIR HANIM ALEVI BIR KİMSE ILE EVLENEBILIR MI?
SÜRME ÇEKMEK
SÜSLENME
SÜSLENMENIN ÜÇ ŞARTI:
SAÇ BOYAMA
TAADDÜD (COK EVLILIK)
TALAK VE RESMÎ BOŞAMA
TÜP BEBEK
TÜY DÖKÜCÜ KREM KULLANMAK
TÜY TEMIZLIĞI VE GUSÜL
TÜYLERI ALMAK İÇİN EPILÂSYON CÂIZ MIDIR?
VÂRIS
VASIYET
VASIYET ÇEŞİTLERİ
VASIYETIN HUKUKI HÜKÜMLERI
VÜCUDUN RENGİNİ GÖSTERECEK ŞEKİLDE NAYLON VEYA ÇOK İNCE BİR ŞEY GİYİP NAMAZ KILMAK,DIŞARIDA DOLAŞMAK CAİZ M�
VELISI OLMAYAN BIR KADIN HACCA GİDEBİLİR MI?
YABANCI ERKEĞE BAKMAK
YAKIN AKRABA EVLILIĞI
YAKIN AKRABA EVLILIKLERI:
YAKINLAR VE MAHREMLIK
YAKINLARI ZIYARET
ZINA CEZASI (HADD-I ZINA):
ZINA IFTIRASI CEZASI (HADD-I KAZF):
ZINA IFTIRASI CEZASINDA (KAZF) ZAMAN AŞIMI
ZINADAN DOĞAN ÇOCUĞUN NE SUÇU VARDIR KI, TAHKIR EDILIYOR VE BAZI HAKLARI KIŞITLANIYOR?
ZINÂDAN DOLAYI BOŞANMAK
ZİNA SEBEBİYLE EVLİLİĞİ SONA ERDİRME
www.zehirliok.net e tsk ederiz....cok Güzel bilgiler hepimiz istifade edelim.....
islami konular, soru cevaplar, güncel hutbeler,almanca hutbe, türkce hutbe, mübarek gün ve geceler hakkinda.
2 Kasım 2010 Salı
Doğum Kontrolü Caiz Midir?
Doğum Kontrolü Caiz Midir?
1. Günümüzde insanlar, fakirlik gibi ekonomik gerekçelerle çocuk sahibi olmaktan alıkonulmak isteniyor. Dinimiz açısından biz bu konûya nasıl yaklaşabiliriz?
Önce son cümlenizden başlamama izin verin lütfen. Bizim zaten "dinimiz açısından" başka bir açımız yoktur. İslamın kapsamlılığını iyi kavrarsak, bu açının herşeye bakılabilecek kadar geniş olduğunu görürüz. Aksi, çifte standardın doğmasına sebep olur ki, bunun da ne demek olduğu açıktır. Şimdi sorunun esasına gelelim: Ali Efendimizin "batıl için söylenmiş hak bir söz" diye bir ifadesi vardır. Yani doğru olan bir hüküm, bâtılı ve yanlışı desteklemek için de söylenmiş olabilir. Batı, kendi doğal kaynaklarını bitirmek üzere. Yüzyıllardır .sömürmekte olduğu doğuya uzanan hortumları, çogalan nüfus sebebiyle kesilme tehlikesiyle karşı karşıya gelince, doğudaki nüfus artışını önlemek istiyor. Özellikle Türkiye için bir başka sebep de, yarın Avrupa Topluluğunda temsilcilerin nüfusa göre tesbit edileceği gerçeği. Onlar kendi içlerinde nüfusu çoğaltıcı tedbirler alıyor, bir yönden de on milyonlarca insanı bir anda öldürebilecek nükler silâhlar geliştiriyorlar, sonra da "biz gelecekte insanları açlıktan öleceğinden korkuyoruz" diyerek, bizdeki ağızlarıyla nüfus planlaması edebiyatı yaptırıyor ve aç insanımıza prezervatif dağıtıyorlar. Bize de "Islâm şöyle demiş, böyle demiş" dedirtilerek buna çanak tutuluyor. Tıpkı, plajların haram yönleri söz konusu edilmeden, "denize girmek orucu bozar mı" diye sorulduğu gibi. Halbuki, doğum kontrolü câiz olsa dahî, böyle bir durumda: "Islâmda, aslında caîz olan bir şeyi Islâm düşmanları istismar etmeye kalkarlarsa ne yapmak gerekir?" diye sormalıdır. Şimdi bu noktayı hep göz önünde bulundurarak diyebiliriz ki: Islâm fıtrat dinidir. Fıtrat, kadını erkeğe, erkeği kadına çeker. Birleşmelerinin zorunlu sonucu ise, neslin türemesidir. Dolayısıyla tabii ve fitrî bir olguyu genel anlamda engellemek (devlet politikası olarak demek istiyorum) insâni ;ve Islâmî değildir. Rızkın kısalacağı korkusunun şeytandan kaynaklandığını, Allah'ın her canlının rızkını vereceğini Kur'ân-ı Kerîm haber verir. Bu konuda çok âyet-i kerîme ve hadîs-i şerifler vardır. Işin fert düzeyinde olması ise ayrı bir konudur.
2. Doğum kontrol metodlarını ve bunların fıkhî hükûmlerini tek tek ele almadan, genel olarak "çocuk sahibi olmamaya çalışmanın"hükmünü sorabilir miyiz?
Dediğimiz gibi Islâm fıtrat dinidir. Bu noktayı her halükârda göz önünde bulundurmak gerekir. Fıtrîliğin tabiî sonucu çocukların doğmasıdır ve fıtrata (doğal oluşa) müdahale ise hoş karşılanmamış, ancak "kimse çocuk yapmâyı engelleyici davranışlarda bulunmayacak" diye de tenbih edilmemiş, hatta. "azıl"e, hoş görünmese dahi, müsaade edilmiştir. Azılde aslolan korunmadır. Dolayısıyla bunun su ya da bu yöntemle olması, tıbbî sakınca ve başka haramlar içermedikçe, birşey değiştirmez. Yani onlar da azıl gibidirler. Ancak bu fertler için söylenebilecek bir olaydır. Bir "azîmet" (yani zor olmakla birlikte işin en iyisi, en uygunu) değil, bir "ruhsat" (yani bir tolerans, zayıflara bir izin)tır. Korunmanın hiçbir şekli zararsız değildir. Bu bile tek başına onun hoş bir şey olmâdığını gösterir. Hattâ materyalist bir tıp doktorunun şu ifadeleri ilginçtir. "Çocuk olmaması yolunda alınan tedbirlerin hemen hiçbiri tehlikesiz değil gibidir. Herhalde bu, çocuk istemeyenlerden tabiatın öç almasıdır." Bu yüzden fıkıhçıların bazıları; meşru bir mazeret olmaksızın korunmanın, yani doğum kontrolününün câiz görülemeyeceği kanaatindedirler. Mazeretler arasında da "salt aç kalma endişesi" bulunmamaktadır. Ancak dediğimiz gibi, mazeret olmaksızın korunmanın, hoş olmamakla birlikte, câiz olduğunu söyleyenler de vardır.
3. Kullanılan metodlardan ikisi de spiral gibi rahim içi âletler ve haplar. Bunların zararlı yönlerinin bulunduğunu da düşünürsek, fıkhî hükümleri ne olabilir?
Bunların birer korunma yöntemi olmaları açısından bir önceki soruda söylediklerimizi tekrarlamış olalım. Tıbben zararlı oluşları, Islâmi açıdan en azından teşvik edilen ve "lekesiz helâl ve hoş" bir şey olmadıklarını gösterir. Çünkü hakkında nas olmayan konularda islâm "âdil tıb"bı hakem sayar. Ancak hoş olmasalar dahî, açıkça haram ilan kılınmamışlardır. Hatta Ibn Âbidîn: "Kocanın izni ile kadının, rahminin ağzını kapatma hakkıvardır" diye bir ifade nâkleder ki bu, spiralden başka bir şey değildir. Ancak bir mazeret olmadan spiral taktırmak için kadın, avretini bir başka kadına dahî gösteremez.
4. Azlin hükmü nedir?
Genellikle câiz görülmüştür: Mazeret olmadan câiz olmaz diyenler de vardır. Ancak câiz diyenler de bir ruhsat olduğunu, iyi olanın azıl dahi yapmamak olduğunu ve kadının izni olmazsa câiz olmayacağını da kabul ederler.
5. Sözünü ettiğiniz mazeretler, ya da doğum kontrolünü câiz kılan haller nelerdir?
Özet olarak söylersek: Kadın emzikli olup yeniden hamile kalmasıyla bebeğine zarar gelecekse, ortam kesinlikle edepli bir çocuğun yetiştirilemeyeceği kadar bozuksa, hamile kalması tıbben sakıncalı görülürse, hattâ Gazâli'ye göre erkek; eşinin formasyonunun ve güzelliğinin bozulmasından endişe ederse, helâl olan korunma yolları uygulayabilir. Ama bu sonuncusunu herhalde sadece kadına düşkün ve bu yüzden fitneye düsebilecek erkekler için söylemek gerekir.
1. Günümüzde insanlar, fakirlik gibi ekonomik gerekçelerle çocuk sahibi olmaktan alıkonulmak isteniyor. Dinimiz açısından biz bu konûya nasıl yaklaşabiliriz?
Önce son cümlenizden başlamama izin verin lütfen. Bizim zaten "dinimiz açısından" başka bir açımız yoktur. İslamın kapsamlılığını iyi kavrarsak, bu açının herşeye bakılabilecek kadar geniş olduğunu görürüz. Aksi, çifte standardın doğmasına sebep olur ki, bunun da ne demek olduğu açıktır. Şimdi sorunun esasına gelelim: Ali Efendimizin "batıl için söylenmiş hak bir söz" diye bir ifadesi vardır. Yani doğru olan bir hüküm, bâtılı ve yanlışı desteklemek için de söylenmiş olabilir. Batı, kendi doğal kaynaklarını bitirmek üzere. Yüzyıllardır .sömürmekte olduğu doğuya uzanan hortumları, çogalan nüfus sebebiyle kesilme tehlikesiyle karşı karşıya gelince, doğudaki nüfus artışını önlemek istiyor. Özellikle Türkiye için bir başka sebep de, yarın Avrupa Topluluğunda temsilcilerin nüfusa göre tesbit edileceği gerçeği. Onlar kendi içlerinde nüfusu çoğaltıcı tedbirler alıyor, bir yönden de on milyonlarca insanı bir anda öldürebilecek nükler silâhlar geliştiriyorlar, sonra da "biz gelecekte insanları açlıktan öleceğinden korkuyoruz" diyerek, bizdeki ağızlarıyla nüfus planlaması edebiyatı yaptırıyor ve aç insanımıza prezervatif dağıtıyorlar. Bize de "Islâm şöyle demiş, böyle demiş" dedirtilerek buna çanak tutuluyor. Tıpkı, plajların haram yönleri söz konusu edilmeden, "denize girmek orucu bozar mı" diye sorulduğu gibi. Halbuki, doğum kontrolü câiz olsa dahî, böyle bir durumda: "Islâmda, aslında caîz olan bir şeyi Islâm düşmanları istismar etmeye kalkarlarsa ne yapmak gerekir?" diye sormalıdır. Şimdi bu noktayı hep göz önünde bulundurarak diyebiliriz ki: Islâm fıtrat dinidir. Fıtrat, kadını erkeğe, erkeği kadına çeker. Birleşmelerinin zorunlu sonucu ise, neslin türemesidir. Dolayısıyla tabii ve fitrî bir olguyu genel anlamda engellemek (devlet politikası olarak demek istiyorum) insâni ;ve Islâmî değildir. Rızkın kısalacağı korkusunun şeytandan kaynaklandığını, Allah'ın her canlının rızkını vereceğini Kur'ân-ı Kerîm haber verir. Bu konuda çok âyet-i kerîme ve hadîs-i şerifler vardır. Işin fert düzeyinde olması ise ayrı bir konudur.
2. Doğum kontrol metodlarını ve bunların fıkhî hükûmlerini tek tek ele almadan, genel olarak "çocuk sahibi olmamaya çalışmanın"hükmünü sorabilir miyiz?
Dediğimiz gibi Islâm fıtrat dinidir. Bu noktayı her halükârda göz önünde bulundurmak gerekir. Fıtrîliğin tabiî sonucu çocukların doğmasıdır ve fıtrata (doğal oluşa) müdahale ise hoş karşılanmamış, ancak "kimse çocuk yapmâyı engelleyici davranışlarda bulunmayacak" diye de tenbih edilmemiş, hatta. "azıl"e, hoş görünmese dahi, müsaade edilmiştir. Azılde aslolan korunmadır. Dolayısıyla bunun su ya da bu yöntemle olması, tıbbî sakınca ve başka haramlar içermedikçe, birşey değiştirmez. Yani onlar da azıl gibidirler. Ancak bu fertler için söylenebilecek bir olaydır. Bir "azîmet" (yani zor olmakla birlikte işin en iyisi, en uygunu) değil, bir "ruhsat" (yani bir tolerans, zayıflara bir izin)tır. Korunmanın hiçbir şekli zararsız değildir. Bu bile tek başına onun hoş bir şey olmâdığını gösterir. Hattâ materyalist bir tıp doktorunun şu ifadeleri ilginçtir. "Çocuk olmaması yolunda alınan tedbirlerin hemen hiçbiri tehlikesiz değil gibidir. Herhalde bu, çocuk istemeyenlerden tabiatın öç almasıdır." Bu yüzden fıkıhçıların bazıları; meşru bir mazeret olmaksızın korunmanın, yani doğum kontrolününün câiz görülemeyeceği kanaatindedirler. Mazeretler arasında da "salt aç kalma endişesi" bulunmamaktadır. Ancak dediğimiz gibi, mazeret olmaksızın korunmanın, hoş olmamakla birlikte, câiz olduğunu söyleyenler de vardır.
3. Kullanılan metodlardan ikisi de spiral gibi rahim içi âletler ve haplar. Bunların zararlı yönlerinin bulunduğunu da düşünürsek, fıkhî hükümleri ne olabilir?
Bunların birer korunma yöntemi olmaları açısından bir önceki soruda söylediklerimizi tekrarlamış olalım. Tıbben zararlı oluşları, Islâmi açıdan en azından teşvik edilen ve "lekesiz helâl ve hoş" bir şey olmadıklarını gösterir. Çünkü hakkında nas olmayan konularda islâm "âdil tıb"bı hakem sayar. Ancak hoş olmasalar dahî, açıkça haram ilan kılınmamışlardır. Hatta Ibn Âbidîn: "Kocanın izni ile kadının, rahminin ağzını kapatma hakkıvardır" diye bir ifade nâkleder ki bu, spiralden başka bir şey değildir. Ancak bir mazeret olmadan spiral taktırmak için kadın, avretini bir başka kadına dahî gösteremez.
4. Azlin hükmü nedir?
Genellikle câiz görülmüştür: Mazeret olmadan câiz olmaz diyenler de vardır. Ancak câiz diyenler de bir ruhsat olduğunu, iyi olanın azıl dahi yapmamak olduğunu ve kadının izni olmazsa câiz olmayacağını da kabul ederler.
5. Sözünü ettiğiniz mazeretler, ya da doğum kontrolünü câiz kılan haller nelerdir?
Özet olarak söylersek: Kadın emzikli olup yeniden hamile kalmasıyla bebeğine zarar gelecekse, ortam kesinlikle edepli bir çocuğun yetiştirilemeyeceği kadar bozuksa, hamile kalması tıbben sakıncalı görülürse, hattâ Gazâli'ye göre erkek; eşinin formasyonunun ve güzelliğinin bozulmasından endişe ederse, helâl olan korunma yolları uygulayabilir. Ama bu sonuncusunu herhalde sadece kadına düşkün ve bu yüzden fitneye düsebilecek erkekler için söylemek gerekir.
EROTİZMİN TESİRİNDE KALAN ÇOCUKLAR
EROTİZMİN TESİRİNDE KALAN ÇOCUKLAR
Hâkim Ben Lindsey Denver adalet divanında "çocuk suçları" dairesinin başkanıydı. Mesleği icabı yeni yetişen neslin, gençlerin ve yaşı ilerlemiş çocuklafın haller vâkıf bulunuyordu. "Revplt of Modern Youth" (Modern Gençliğin İsyanı) isimli eserinde şöyle-yazar:
"Amerika'da çocuklar, normal zamandan çok evvel bulûğa ermektedir. Bu sebeple küçük yaştaki çocuklar arasında cereyan eden cinsî faaliyet, bu memleket için, başlı başına bir problemdir."
Bahsi geçen zat, bu mevzuda 313 kız çocuğu üzerinde geniş araştırmalar yapmıştır. Neticede vardığı kanaat şudur:
"Bunlardan 255'i, henüz 12-13 yaşlarındayken herşeyi anlamaktadır. Hatta cinsî istekleri sadece idrak etmekle kalmıyorlar, üstelik bu hislere temayül de göstermektedirler. Ve vücûd organlarında cinsî arzulara karşı aşırı derecede bir hassasiyet vardır. Normal olarak 18 yaşından büyük olan kızların anlayabileceği şeyleri mükemmel hissediyor ve bu yaştaki kızların bildiklerinden daha fazlasını biliyorlar. Yetişkin kızların hislerine paralel bir ruh hali belirtmektedirler." (s. 82-86)
Dr. Edith Hooker, "Laws of Sex" (Sexin Kanunları) isimli kitabında şöyle der:
"Elit tabakaya mensup ve zengin ailelerde şayan-ı hayret bir husus müşahede edilmektedir:
"Bu ailelerin yedi veya sekiz yaşlarındaki kız çocukları, kendi yaşıtları bulunan oğlanlarla sevişmekte, aşk ve muhabbet oyunlarına teşebbüs etmektedir. Hatta çok defa bu çocuklar arasında cinsî münasebetler de vuku bulunmaktadır."
Müellifin beyanı devam ediyor:
"Yedi yaşında ufacık bir kız çocuğu... Asil bir ailenin tek evlâdı... Kendisinden biraz büyük bir erkek kardeşi ile arkadaşları tarafından kirletilmişti."
Başka bir vak'a:
"Beş çocuktan müteşekkil bir grup... Üçü erkek, ikisi kız... Hepsi de aynı mahallede oturmaktadır. Birbirleriyle şehevî münasebetler kurmuşlardır. Hatta yaşıtları olan diğer çocukları da uyarıyorlardı. En küçükleri ise on yaşında..."
Bir vak'a daha :
"Gayet mutaassıp ve muhafazakâr bir ailenin kız çocuğu.,, Henüz dokuz yaşında... Bir de bakmışlar ki, bir yığın 'sevgilisi' vardır. Bu çocuk, sevgililerinin çokluğuyla övünmekteydi." (t, 328)
Baltimore'lu bir doktorun raporundan:
"Bu şehirde, bir yıi içinde, binden fazla dâvanın muhakemesine bakıldı. Hepsi de oniki yaşından küçük kız çocuklarının cinsî münasebette bulunmaları neticesinde açılan dâvalardı" (s. 177)
İşte bunlar, heyecan verici hadiselerin, cinsî cazibelerin açığa vurulmasının, bu gibi mevzulara ait vesilelerin kolaylaştı-rılmasının ilk neticeleridir.
Amerikalı bir müellif diyor ki:
"Halkımızın büyük çoğunluğu o şekilde yaşıyor ki, erkek veya kız çocukları henüz on veya onbeş yaşındayken birbirleriyle sevişmekte ve aşk maceraları geçirmektedir. Çok müessif bir hadise... Zira vaktinden evvel cinsî mevzulara bağlanmak,
■ bilhassa yeni nesiller için, çok kötü neticeler doğurmaktadır.
,.' Bunun en zararlı taraflarından biri, küçük yaştaki kızların, sevgilileriyle birlikte, evden kaçmaları yahut da bu yaşta gayrimeşru şekilde evlenmeleridir. Daha feci olanı ise, sevgiliden yüz bulamadıkları takdirde intihara sürüklenmeleri hadisesidir."
sevişme hikâyeleri, sanat ismi verilen cinsî hisleri tahrik edici uçkur edebiyatı ve daha binlerce pis neşriyat... Hatta doğuma mani olucu bilgiler... İşte mektep ve kolej talebelerinin okuduğu kitaplar bu tip şeylerdir...
Meşhur Amerikalı müellif, Hendrich von Loain şöyle yazar:
"Bu gibi eserlerin en büyük müşterileri Amerikan üniversiteleridir. İğrenç fuhuş edebiyatı, başıboşluğun ve serseriliğin en bariz numunesi olan bu gibi eserler nasıl da serbestçe basılıp satılmaktadır?"
"Bahsi geçen kitaplardan elde edilen bilgiler, her iki cinse mensup çocukların ve genç neslin serbestçe, hiç çekinmeden konuştuğu mevzular haline gelmiştir. Ve çocuklar, okuduklarını derhal tatbik etmeyi tercih ediyorlar. Kız ve erkek çocuklar bîr araya gelerek partiler tertipliyor; buralarda, serbestçe, alenen içki ve sigara kullanarak, dansederek, cinsî bakımdan birbirlerinden istifadeye çalışıyorlar." (How I Can Get Married?, "Ben nasıl evlenebilirim?") (S. 172).
Bu gidişin neticesi şudur ki, okul ve kolej talebelerinin arasından % 45'i daha mektep sıralarındayken bozulmaktadır. Elbette sonraki tahsil kademelerinde, hele yüksek okullardaki dejenerasyonun yüzde nisbeti çok daha fazladır.
"High School" (ortaokul) talebeleri arasında, erkeklerden fazla kız çocuklar cinsî hususlarda gelişme göstermekte, erkeklerden çok kızların cinsiyetle ilgili bilgileri daha ileride olmaktadır. Erkekleri, daha önce, umumiyet itibariyle kızlar baştan çıkarmaktadır.
Hâkim Ben Lindsey Denver adalet divanında "çocuk suçları" dairesinin başkanıydı. Mesleği icabı yeni yetişen neslin, gençlerin ve yaşı ilerlemiş çocuklafın haller vâkıf bulunuyordu. "Revplt of Modern Youth" (Modern Gençliğin İsyanı) isimli eserinde şöyle-yazar:
"Amerika'da çocuklar, normal zamandan çok evvel bulûğa ermektedir. Bu sebeple küçük yaştaki çocuklar arasında cereyan eden cinsî faaliyet, bu memleket için, başlı başına bir problemdir."
Bahsi geçen zat, bu mevzuda 313 kız çocuğu üzerinde geniş araştırmalar yapmıştır. Neticede vardığı kanaat şudur:
"Bunlardan 255'i, henüz 12-13 yaşlarındayken herşeyi anlamaktadır. Hatta cinsî istekleri sadece idrak etmekle kalmıyorlar, üstelik bu hislere temayül de göstermektedirler. Ve vücûd organlarında cinsî arzulara karşı aşırı derecede bir hassasiyet vardır. Normal olarak 18 yaşından büyük olan kızların anlayabileceği şeyleri mükemmel hissediyor ve bu yaştaki kızların bildiklerinden daha fazlasını biliyorlar. Yetişkin kızların hislerine paralel bir ruh hali belirtmektedirler." (s. 82-86)
Dr. Edith Hooker, "Laws of Sex" (Sexin Kanunları) isimli kitabında şöyle der:
"Elit tabakaya mensup ve zengin ailelerde şayan-ı hayret bir husus müşahede edilmektedir:
"Bu ailelerin yedi veya sekiz yaşlarındaki kız çocukları, kendi yaşıtları bulunan oğlanlarla sevişmekte, aşk ve muhabbet oyunlarına teşebbüs etmektedir. Hatta çok defa bu çocuklar arasında cinsî münasebetler de vuku bulunmaktadır."
Müellifin beyanı devam ediyor:
"Yedi yaşında ufacık bir kız çocuğu... Asil bir ailenin tek evlâdı... Kendisinden biraz büyük bir erkek kardeşi ile arkadaşları tarafından kirletilmişti."
Başka bir vak'a:
"Beş çocuktan müteşekkil bir grup... Üçü erkek, ikisi kız... Hepsi de aynı mahallede oturmaktadır. Birbirleriyle şehevî münasebetler kurmuşlardır. Hatta yaşıtları olan diğer çocukları da uyarıyorlardı. En küçükleri ise on yaşında..."
Bir vak'a daha :
"Gayet mutaassıp ve muhafazakâr bir ailenin kız çocuğu.,, Henüz dokuz yaşında... Bir de bakmışlar ki, bir yığın 'sevgilisi' vardır. Bu çocuk, sevgililerinin çokluğuyla övünmekteydi." (t, 328)
Baltimore'lu bir doktorun raporundan:
"Bu şehirde, bir yıi içinde, binden fazla dâvanın muhakemesine bakıldı. Hepsi de oniki yaşından küçük kız çocuklarının cinsî münasebette bulunmaları neticesinde açılan dâvalardı" (s. 177)
İşte bunlar, heyecan verici hadiselerin, cinsî cazibelerin açığa vurulmasının, bu gibi mevzulara ait vesilelerin kolaylaştı-rılmasının ilk neticeleridir.
Amerikalı bir müellif diyor ki:
"Halkımızın büyük çoğunluğu o şekilde yaşıyor ki, erkek veya kız çocukları henüz on veya onbeş yaşındayken birbirleriyle sevişmekte ve aşk maceraları geçirmektedir. Çok müessif bir hadise... Zira vaktinden evvel cinsî mevzulara bağlanmak,
■ bilhassa yeni nesiller için, çok kötü neticeler doğurmaktadır.
,.' Bunun en zararlı taraflarından biri, küçük yaştaki kızların, sevgilileriyle birlikte, evden kaçmaları yahut da bu yaşta gayrimeşru şekilde evlenmeleridir. Daha feci olanı ise, sevgiliden yüz bulamadıkları takdirde intihara sürüklenmeleri hadisesidir."
sevişme hikâyeleri, sanat ismi verilen cinsî hisleri tahrik edici uçkur edebiyatı ve daha binlerce pis neşriyat... Hatta doğuma mani olucu bilgiler... İşte mektep ve kolej talebelerinin okuduğu kitaplar bu tip şeylerdir...
Meşhur Amerikalı müellif, Hendrich von Loain şöyle yazar:
"Bu gibi eserlerin en büyük müşterileri Amerikan üniversiteleridir. İğrenç fuhuş edebiyatı, başıboşluğun ve serseriliğin en bariz numunesi olan bu gibi eserler nasıl da serbestçe basılıp satılmaktadır?"
"Bahsi geçen kitaplardan elde edilen bilgiler, her iki cinse mensup çocukların ve genç neslin serbestçe, hiç çekinmeden konuştuğu mevzular haline gelmiştir. Ve çocuklar, okuduklarını derhal tatbik etmeyi tercih ediyorlar. Kız ve erkek çocuklar bîr araya gelerek partiler tertipliyor; buralarda, serbestçe, alenen içki ve sigara kullanarak, dansederek, cinsî bakımdan birbirlerinden istifadeye çalışıyorlar." (How I Can Get Married?, "Ben nasıl evlenebilirim?") (S. 172).
Bu gidişin neticesi şudur ki, okul ve kolej talebelerinin arasından % 45'i daha mektep sıralarındayken bozulmaktadır. Elbette sonraki tahsil kademelerinde, hele yüksek okullardaki dejenerasyonun yüzde nisbeti çok daha fazladır.
"High School" (ortaokul) talebeleri arasında, erkeklerden fazla kız çocuklar cinsî hususlarda gelişme göstermekte, erkeklerden çok kızların cinsiyetle ilgili bilgileri daha ileride olmaktadır. Erkekleri, daha önce, umumiyet itibariyle kızlar baştan çıkarmaktadır.
Sanal aşk
Sanal aşk
Çok uzun süre sevgilisi olmadan yaşayanlar, ailesinin baskısı yüzünden kimseyle flört edemeyenler, çok uzun, kötü ve heyecansız bir evliliği yeni bitirmiş olanlar... Böyle yaşamış kişiler mutlaka bir aşka ihtiyaç duyar. Uzun süre heyecandan uzak kalmak insanın doğasına aykırıdır ve en çok aranan heyecan da aşktır.
Temel ihtiyaçların en önemlileri nasıl yemek içmekse, beğenilmek, sevilmek, iltifat görmek, cilveleşmek, bakışmak, öpüşmek, el ele tutuşmak, aramak, aranmak, özlemek, aşk ilan etmek ve ilan-ı aşkın muhatabı olmak da öyle önemli temel ihtiyaçlardandır. Bir kadının, beğendiği erkeğin bakışı, iltifatları karşısında mahcup mahcup başını eğip, hafifçe gülümsemesi kadar keyifli bir başka durum olabilir mi? Ya da bir kadının bir erkeğe iltifat edişi, özlediğini söylemesi diğerinden az keyifli bir durum mudur?
Ancak bu aşki meşki durumlarda insanı üzecek bir yan var ve buna çok dikkat etmek gerekiyor. Okurlarımın bana anlattıkları hayat öykülerinde zaman zaman "sanal aşk"lar yaşadıklarını görüp, üzülüyorum. Şunu demek istiyorum; şu veya bu nedenle aşk ihtiyacı olan kimseler, aslında aşk olmayan bir durumu, kendi yarattıkları senaryolar içinde aşk diye yorumlayıp, buna göre davranıyorlar. Hani böyle davranıp da eğlenseler, diyecek bir şey yok elbette. Ama karşı taraf bir aşk ve bir aşk senaryosu içinde olmadığından, sanal aşkları bu kez acı veren aşk şekline dönüşüyor. Yani karşılığını alamıyorlar, alamayınca da yanlış üstüne yanlış yapıp üzülüyorlar.
Aşk ihtiyacı içinde olanların yanılgıları, ilişkinin hayallerine uymayan biçimi kadar karşısındaki kişilerle de ilgili oluyor. Bir de bakıyorsunuz, çok hoş, çok akıllı, kariyer sahibi bir kadın, hiç de kendisine denk olmayan birine kaptırıyor aklını. Adam belki kaba saba, belki sevimsiz, belki karacahil, belki eciş bücüş... Kadın önce bunların hiçbirini görmüyor, çünkü o adamın ilgisinden etkilenmiş yalnızca. O ilgiyi bir aşka dönüştürmüş, kafasında şekillendirmiş, çünkü kadın aşka âşık, o adama filan değil. Ama aşkı o adamda gördüğünü sandığından ve ne yazık ki adam da kadının kafasındaki aşk meleğine hiç benzemediğinden; yaptıklarıyla, söyledikleriyle kadının aşk senaryosuna hiç uymadığından, yavaş yavaş mutsuzluklar, acılar başlıyor.
Ve işin kötüsü kadın bunun aşk olmadığını, tamamen aşk ihtiyacından doğan bir sanal gerçek olduğunu anlayıncaya kadar epey vakit geçmiş oluyor...
Adamın kusurlarını anlayıncaya kadar, bir de ilişkinin kusurları var elbette can sıkan. Adam, gerektiği gibi kadını aramıyor, kadın gibi coşkulu değil, özlemiyor, aşkını dile getirmiyor, onunla gezmiyor, ona iltifat etmiyor, onu okşamıyor, elini tutmuyor, kırk yılda bir yapacak bir işi yokken buluşuyor... Eh, bunlar da adama âşık olduğunu sanan kadını üzüyor.
Onun için ben de diyorum ki, karşınızdakinde aynı elektriği bulamıyorsanız hemen önleminizi alın, duruma el koyun, hiçbir şeyi ciddiye almayın.
Biliyorum, bu aşk meşk konularında söylenenlere hak verse de, pek kolay uygulayamaz insan. Ama en azından başkalarının yazdıkları, söyledikleri bir kulaktan girip ötekinden çıkmamalı... Biz de kafadan atmıyoruz bütün bu yazdıklarınız herhalde değil mi? Bir şeyleri gördük, duyduk, yaşadık da öyle yazıyoruz!...
En azından böyle bir durumdaysanız, üzülmemek için bazı şeyleri yapmayı deneyin... Ben de zor durumda kaldığımda ilk size başvuracağım elbette... O zaman siz de bana yardım edersiniz herhalde değil mi?
Kim Dergisi
duygu asena
Çok uzun süre sevgilisi olmadan yaşayanlar, ailesinin baskısı yüzünden kimseyle flört edemeyenler, çok uzun, kötü ve heyecansız bir evliliği yeni bitirmiş olanlar... Böyle yaşamış kişiler mutlaka bir aşka ihtiyaç duyar. Uzun süre heyecandan uzak kalmak insanın doğasına aykırıdır ve en çok aranan heyecan da aşktır.
Temel ihtiyaçların en önemlileri nasıl yemek içmekse, beğenilmek, sevilmek, iltifat görmek, cilveleşmek, bakışmak, öpüşmek, el ele tutuşmak, aramak, aranmak, özlemek, aşk ilan etmek ve ilan-ı aşkın muhatabı olmak da öyle önemli temel ihtiyaçlardandır. Bir kadının, beğendiği erkeğin bakışı, iltifatları karşısında mahcup mahcup başını eğip, hafifçe gülümsemesi kadar keyifli bir başka durum olabilir mi? Ya da bir kadının bir erkeğe iltifat edişi, özlediğini söylemesi diğerinden az keyifli bir durum mudur?
Ancak bu aşki meşki durumlarda insanı üzecek bir yan var ve buna çok dikkat etmek gerekiyor. Okurlarımın bana anlattıkları hayat öykülerinde zaman zaman "sanal aşk"lar yaşadıklarını görüp, üzülüyorum. Şunu demek istiyorum; şu veya bu nedenle aşk ihtiyacı olan kimseler, aslında aşk olmayan bir durumu, kendi yarattıkları senaryolar içinde aşk diye yorumlayıp, buna göre davranıyorlar. Hani böyle davranıp da eğlenseler, diyecek bir şey yok elbette. Ama karşı taraf bir aşk ve bir aşk senaryosu içinde olmadığından, sanal aşkları bu kez acı veren aşk şekline dönüşüyor. Yani karşılığını alamıyorlar, alamayınca da yanlış üstüne yanlış yapıp üzülüyorlar.
Aşk ihtiyacı içinde olanların yanılgıları, ilişkinin hayallerine uymayan biçimi kadar karşısındaki kişilerle de ilgili oluyor. Bir de bakıyorsunuz, çok hoş, çok akıllı, kariyer sahibi bir kadın, hiç de kendisine denk olmayan birine kaptırıyor aklını. Adam belki kaba saba, belki sevimsiz, belki karacahil, belki eciş bücüş... Kadın önce bunların hiçbirini görmüyor, çünkü o adamın ilgisinden etkilenmiş yalnızca. O ilgiyi bir aşka dönüştürmüş, kafasında şekillendirmiş, çünkü kadın aşka âşık, o adama filan değil. Ama aşkı o adamda gördüğünü sandığından ve ne yazık ki adam da kadının kafasındaki aşk meleğine hiç benzemediğinden; yaptıklarıyla, söyledikleriyle kadının aşk senaryosuna hiç uymadığından, yavaş yavaş mutsuzluklar, acılar başlıyor.
Ve işin kötüsü kadın bunun aşk olmadığını, tamamen aşk ihtiyacından doğan bir sanal gerçek olduğunu anlayıncaya kadar epey vakit geçmiş oluyor...
Adamın kusurlarını anlayıncaya kadar, bir de ilişkinin kusurları var elbette can sıkan. Adam, gerektiği gibi kadını aramıyor, kadın gibi coşkulu değil, özlemiyor, aşkını dile getirmiyor, onunla gezmiyor, ona iltifat etmiyor, onu okşamıyor, elini tutmuyor, kırk yılda bir yapacak bir işi yokken buluşuyor... Eh, bunlar da adama âşık olduğunu sanan kadını üzüyor.
Onun için ben de diyorum ki, karşınızdakinde aynı elektriği bulamıyorsanız hemen önleminizi alın, duruma el koyun, hiçbir şeyi ciddiye almayın.
Biliyorum, bu aşk meşk konularında söylenenlere hak verse de, pek kolay uygulayamaz insan. Ama en azından başkalarının yazdıkları, söyledikleri bir kulaktan girip ötekinden çıkmamalı... Biz de kafadan atmıyoruz bütün bu yazdıklarınız herhalde değil mi? Bir şeyleri gördük, duyduk, yaşadık da öyle yazıyoruz!...
En azından böyle bir durumdaysanız, üzülmemek için bazı şeyleri yapmayı deneyin... Ben de zor durumda kaldığımda ilk size başvuracağım elbette... O zaman siz de bana yardım edersiniz herhalde değil mi?
Kim Dergisi
duygu asena
Masturbasyon (El ile Boşalma), Sebebleri ve Zararları
Masturbasyon (El ile Boşalma), Sebebleri ve Zararları
El ile boşalma, aslında bekarlık döneminde bile zarurî görülemeyecek bir işlemdir. Çünkü Yüce Allah, insanda atılmayan veya atılamayan fazla birikimleri giderecek bir düzen yaratmıştır. Gerektiğinde, bu düzen (rüyalanmak) devreye girmekte, insanı rahatlatmakta ve zarar görmekten kurtarmaktadır. Diğer meşru yol ise evliliktir.
Mastürbasyon Haram mıdır?
1- Kocasının karısı eliyle veya kadının kocasının yardımıyla boşalması helaldir.(İhya Terc. Ali Aslan, 3/420. İbn-i Abidin, 4/27.)
2- Kadın veya erkek kişinin kendi eliyle boşalması ise müctehidlerimizin değerlendirmelerine göre şöyle açıklanabilir.
a- Mutlak haramdır,
b- Mubahdır,
c- Vacibtir.
Mutlak Haramdır Diyenler: Şafiî mezhebi müctehitleri mastürbasyonun mutlak haram olduğu görüşündedirler.
Mubahtır Diyenler; Kişinin eşi yoksa, evlenmeye de maddî gücü müsaid değilse zinaya düşmemek veya vücudundaki -rüyalanma yoluyla da atılamayan- zararlı birikimi gidermek için mastürbasyon yapması mubahtır.
Hanefî ve Hanbelî mezhebi müctehitleri bu görüştedir.
Vacibtir Diyenler: Eğer mastürbasyon yapmaksızın zinadan korunulamayacağına kanaat hasıl olursa, bu durumda yapılması vacib olur. Çünkü iki şerden daha az zararlı olanın tercihi İslamî bir kuraldır.
Bu durumda böyle yapan bir denklem kurmuş sayılır; kendisine ne sevap, ne de günah vardır; ne mükafat görür, ne de azaba uğratılır.
Esasen mastürbasyon, büyük günahlardan sayılmaz. Bir mukayese yapacak olursak mesela; yabancı kadınların bakılması haram olan yerlerine bakmak mastürbasyondan daha günah, yabancı kadınla kucaklaşıp öpüşmek ona bakmaktan daha çok günah, zina etmek ise onlardan çok büyük günahtır... Şu var ki, mastürbasyon küçük günahlardan sayılsa bile, özürsüz olarak sık sık tekrarlanıp devam ettiği takdirde -zararları büyüdüğü gibi günahları da büyüyerek gitgide büyük günahlara dahil olabilir. Zira küçük günahlar da ısrarla tekrarlanırsa, büyük günaha dönüşür. Yeri gelmişken, günde beş vakit namaz kılmanın, küçük günahların affına sebep olduğunu da hatırlatalım...
Oruçlu iken, oruçlu olduğunu bile bile mastürbasyon yapan kimse, inzal olup meni gelirse orucu bozulur; sadece gününe gün kazası gerekir. Bu durumda kefaret gerekmeyeceği gibi, mastürbasyon halinde inzal vaki olmamış yani şehvetle meni akmamışsa -"mezi"denilen ince sızıntı gelse bile- bununla oruç bozulmaz, gusül de gerekmez. Bunu alışkanlık haline getirmemişse fetva böyle ise de takva açısından bunları yapmamak daha uygundur.
Kadınların masturbasyonunun hükmü erkeklerin masturbasyonunun hükmü gibidir.
Yapılan açıklamalardan anlaşılacağı üzere mastürbasyon mutlak haram olarak görülemeyeceği gibi, şartsız helal olarak da görülemez.
Mastürbasyon Sebepleri ve Zararları:
Erkeklerin hemen hemen hepsine yakın bir kısmı, kadınların da yarısı kadarı gençlik devrelerinde az çok bu işe başvururlar. Bu da en çok 14-20 yaşları arasında cereyan eder. Bir kısmı sadece cinsi baskının hafifletilmesi için arasıra seyrek olarak yapar. Bazısı da bir zevk vasıtası yaparak alışkanlık halinde, her fırsatta sık sık mastürbasyonu tekrarlar.
Mastürbasyon Sebeplerini Şöyle Özetleyebiliriz:
1- Normal cinsi münasebetten uzak kalmak,
2- Mastürbasyonu alışılmış bir zevk vasıtası haline getirmek ,
3- Cinsi münasebetten çeşitli sebeplerden dolayı nefret etmek,
4- Cinsi münasebetten yeteri kadar zevk alamamak, (evliler için),
5- Cinsi isteğin fazla artması,
6- Mastürbasyonu teşvik eden, şahısların tesirinde kalmak,
7- Açık-saçık manzaralar, şehveti tahrik edici söz ve yazılar,
8- Cinsel organlarında temizlik noksanlığıyla meydana gelen kaşınmalar,
9- Cinsi arzuların çocuklarda erken uyanması,
10- Bazı çocukların küçük yaşta merak ve görmesiyle cinsel organıyla oynamayı alışkanlık yapmaları... vs.
Zararlı Yönüne Gelince:
Seksolog ve hekimlerin bu konudaki görüşleri çeşitlidir. Bu görüşleri üç maddede toplayabiliriz:
1) Mastürbasyonun zararsız olduğunu savunanlar,
2) Zararlı olduğunu söyleyenler,
3) Çok zararlı olduğunu iddia edenler,
Bunların içinde, çoğunluğun kabul ettiği ve hakikate en uygun olanı ikinci görüştür. Şüphesiz ki, fazla mastürbasyonun ruhi, bedeni, cinsi, manevi...birçok zararları mevcuttur. Fakat, mastürbasyonun tamamen zararsız olduğunu ileri sürmek gerçeğe pek uzak olduğu gibi, onu son derece tehlikeli göstererek, gençleri korku ve karamsarlığa düşürmek de yersizdir. Mütehassısların bazıları, bir-iki haftada bir yapılan mastürbasyonun vücuda pek zararlı olmadığı görüşündedir. Şu kadar ki, bu durumdaki mastürbasyonun da uzun zaman devam etmesinin, zararlı olacağını bilmelidir. Hemen hemen bütün fikirler, aşırı mastürbasyonun gençleri tahrip edici bir illet olduğu noktasında toplanmaktadır.
Gerçekten gençlerin büyük derdi olan mastürbasyon, geniş açıdan ele alındığı zaman, bunun birçok yönleriyle zararlı bir illet olduğu görülür.
Acaba Mastürbasyon Kaç Günde Bir Yapılırsa Zararlıdır?
Buna verilecek cevap şudur: "...Bu, her insana göre değişir. Nasıl ki normal cinsi münasebetlerin sayısı da her insan için değişiktir. Bir kaide tespit etmek lazım gelirse şöyle söyleyebiliriz: Kendinizi çok bunalmış hissetmedikçe mastürbasyon yapmayınız. Sırf mastürbasyonun zevkini tatmak için, kendi kendinizi suni olarak tahrik eder ve iradenizi tam bir gevşekliğe uğrattıktan sonra masturbasyon yapmaya kalkışırsanız, işte o zaman ifrat yolunu tutmuşsunuz demektir"
Mastürbasyon ne kadar çok veya az yapılırsa, zarar nispeti de ona göre çok veya az olur. Yani "çoğu çok zarar, azı az zarar" demek uygun olur.
Halbuki ihtilam (uyku ve rüyada meni boşanması), dolan kabın taşması gibi fazla olan meninin kendiliğinden boşalmasıdır. Cinsel temastan uzak olanlar için, bu bir ihtiyaçtır ve bir mahzuru da yoktur. Mastürbasyon ise, zoraki bir boşalma olduğundan, ihtilamdan çok farklı ve zararlı bir özelliği vardır.
İlk gençlik devrelerinde ara-sıra yapılan mastürbasyonlar, psikolojik yönüyle normal sayılabilir. Fakat olgunluk çağında, alışkanlık halinde sık sık buna başvurmak, bir nev'i cinsi sapıklık konusuna girer.
Mastürbasyondan korunma çareleri de vardır. Bundan korunmanın en iyi çaresi, şehvet hislerini kontrol altına almaktır. Bunun için de ilmi, ameli, ailevi, manevi.. cihetten çeşitli önleme imkanları bulunabilir. Bununla beraber bu alışkanlığın tamamen, birden bırakılması pek kolay değildir, lakin, yavaş yavaş vazgeçilmesi daha kolay ve mümkündür. Şunu da önemle belirtelim ki, mastürbasyon ne kadar çok yapılırsa, bu arzu inadına körüklenir. Mastürbasyonun çok kötü bir özelliği de budur.
Yaygın olduğu yerler ise: Yatılı okullar, kışlalar, hastaneler, hapishaneler, iş kampları, gemi tayfalarında... bekar kalmış, boşanmış vb. kimseler arasındadır. Bu tatmin şekli, genellikle gençler arasında yaygın olmakla beraber, gençlik çağını arkada bırakmış birçok kimseler de bu illete bağımlıdır. Bir de, gençlerden yalnız ve avare kimseler için, bu illet pusuda hazırdır! Kadın-erkek karışıklığının mevcut olduğu, çeşitli genç kitleler arasında ve daha ziyade sıcak mevsimlerde mastürbasyon nisbeti daha çok yaygındır.
Bir hadiste: "Elini nikahlayan mel'undur" buyurulmuştur. Saîd b. Cübeyr'in rivayet ettiği bir hadiste: "Zekerleriyle oynayan bir ümmete Allah azab etmiştir", Ata'nın bir rivayetinde: "Elleri hamile olarak haşredilecek bir kavim duydum" bunların elleriyle mastürbasyon yapanlar olduğunu sanıyorum" demiştir.
Ayrıca Allah (c.c.), evlenme imkanı bulamayanların, imkan buluncaya kadar iffetlerini korumalarını emretmiş böyle bir yöntem uygulasınlar dememiştir. Rasulüllah Ef'endimiz de: "Gençler! İmkan bulanlarınız evlensin, çünkü bu, gözü ve iffeti daha iyi korur. Bunu yapamayan oruç tutsun, çünkü orucun bunu sağlayacak bir kamçısı vardır" buyurmuş ve bekarlara çare olarak orucu göstermiştir. Eğer mastürbasyon mubah olsaydı, çare olarak o gösterilirdi. Çünkü o daha kolay bir yoldur, denmiştir.
Ancak bu konudaki hadislerin bir kısmının zayıf oluşu sebebiyle, çoğunluğun haram görmesine karşılık, mastürbasyonu mahzursuz gören alimler de vardır.
Mesela Ahmed b. Hanbel bunu, tıpkı kan aldırmaya benzetmiş ve ihtiyaç duyulduğunda, vücuttaki fazlalıkları dışarı atmaktan ibaret olduğu için caiz olduğunu söylemiştir.
Hanefîlerce genel olarak haram görülmüş, ancak; kişi bekarsa, ya da hanımdan uzakta ise ve de şehvet kafasını aşırı meşgul ediyorsa, ya da zinaya düşme endişesi varsa ve bunu kendisini teskin için yaparsa bunda günah olmayacağı umulur. Ama zevlenmek ve şehvetlenmek için yaparsa günahkardır, denmiştir.
İmam-ı Şafiî önceki görüşünde caiz olduğunu söylerken, sonraki görüşünde haram olduğu kanaatına varmıştır.
Mesele Resulüllah'ın amcaoğlu İbn Abbas'a sorulduğunda:
"Zina yapmaktansa bu iyidir" cevabını vermiştir. Bütün bunlara göre; mastürbasyon genellikle hoş görülmemiş, fıtrata (normal yaratılışın gereğine) zıt bir eylem kabul edilmiş, cinsel sapma halini alması, psikolojik hastalık oluşturması gibi olumsuz yönleri hesaba katılarak, haram, ya da mekruhtur denmiştir. Ancak daha büyük zaarlara düşme endişesi olduğu yerde; "iki zarardan başka alternatif yoksa, küçük olan zarar tercih edilir", "zaruretler haram şeyleri mubah kılar" kurallarınca yapılması caiz görülmüş, hatta zina endişesi kesin ise, vacip bile olur denmiştir. Alışkanlık oluşturması ve zevk için yapılması ise ittifakla haramdır. Hanımının eli vs. azaları ile yapılması ise her halukarda caizdir, helaldir. (Dr. Faruk Beşer: Hanımlara Özel Fetvalar, Cilt 1, Seha Neşriyat)
Bu kötü adet, daha çok ergenlik çağına yeni girenlerle gençler arasında oldukça yaygındır. Baş sebebi ise, kadınların yarı çıplak kırıtarak, süs yerlerini teşhir ederek, erkeklerin iştihasını çekecek kıyafet ve davranışlar göstererek sokaklarda dolaşmalarıdır.
Kadınların bu tahrik edici halleri hemen birçok eğlence ve mesire yerlerinde göze çarpmaktadır. Aynı şekilde kadınları tahrik eden unsurlar da toplumda çokça yaygındır.
Sözünü ettiğimiz tahrik sebebi umumi yerlerde cereyan edenidir. Bir de temsillerde, filmlerde gösterilenler var ki, bunlar daha tehlikeli ve daha acıdır.
Bir de gençlerin devamlı okudukları fotoromanlar, cinsel kıssalar vardır ki, bunlar gençlerin nefsi ve aklı, aynı zamanda ahlakı üzerinde, fiziksel ve ruhsal yapılarında kötü te'sirler meydana getirmektedir.
İşte bu kabil şeyler, kız olsun, erkek olsun gençleri yavaş yavaş zinaya, hayasızlığa, bozguna ve rezil bir hayata itmeğe yetiyor. Başka bir şey düşünmeye gerek bırakmıyor.
Ergenlik çağındaki bir genç, kendisini kötü yollardan alıkoyacak ilahi kontrol inancı taşımıyorsa, işlediği günahlarda Allah'tan korkmuyorsa, ileride bir hesap vereceğini düşünmüyorsa, çok sürmez şu iki durum arasında kalır ki bunun bir üçüncüsü yoktur.
a) Ya cinsel duygu ve isteğini haram yollardan karşılar bununla kendini tatmin etmeye çalışır.
b) Ya da şehvetinin hiddetini hafifletmek için mastürbasyon yapar.
Aşırı mastürbasyonun temel sebebi, hormon bozukluğu da olabilir. Tedavi için ilgili hekime müracaat etmelidir.
AŞIRI MASTÜRBASYONUN ZARARLARI
1) Psikolojik Yönden:
1- Aşırı mastürbasyon düşkünlerinde üzüntü, dalgınlık ve aşağılık duygusu meydana gelir. Her mastürbasyondan sonra umumiyetle bir pişmanlık ve ruh sıkıntısı kendini gösterir. Yapılan bu işin de olgunluktan uzak bir durum arz ettiği hatıra geldikçe bu işi yapanlar, bir aşağılık ve suçluluk duygusuna kapılarak, moral kırıklığına uğrarlar.
2- Mastürbasyon alışkanlığı, bir kısım sinir bozukluklarına yol açar. Fazla sinirlenmeler, el ve kol titremesi, baş dönmesi, uykusuzluk, kalça ve bacaklarda dermansızlık, yorgunluk hasıl olur.
3- Mastürbasyon alışkanlığı, insanı aşk ve sevgiden mahrum eder. Sevgi, insan için bir ihtiyaç olduğu gibi, eşler arasındaki cinsi münasebetlerin başarılı ve neşeli olması da, her ikisinde müşterek sevgi ve anlaşmanın varlığına bağlıdır. Evlilikteki saadet temelleri, sevgi bağları üzerinde kurulur. Evlenen çiftçilerin, sadece bedenlerinin birleşmesi evlilik saadetini meydana getiremez; bedenle birlikte her iki ruhun aşk ve sevgiyle birleşip kaynaşmaları lazımdır. Masturbasyona çok düşkün olanlar ise, ruhun derinliklerinden fışkıran bu sevgi pınarından, gereken hisseyi alamazlar. Mastürbasyon, sevgi cevherini köreltmektedir.
4- Fazla mastürbasyon, hafıza zayıflığı, dikkatsizlik ve unutkanlık yapar. Buna düşkün kimselerin, bir şeyi ezberlemeleri güçleşir. Ezberlediklerim de çabuk unuturlar. Bir konuyu okurken, bütün dikkatlerini toplayamazlar. Dikkat dağınıklığı meydana gelir. Okuduklarını da kolay anlayamazlar. Bunun için, fazla masturbasyona düşkün olan talebeler derslerinde zorluk çekerler. Henüz buluğa ermemiş çocuklarda, mastürbasyon ile meni gelmediğinden, diğer zararlara pek hedef olmazlarsa da, aşırı mastürbasyon bu çocuklarda, beyin ve sinir sarsıntısı yapar, zihni gelişmeye mani olur.
5- Mastürbasyonla meşgul olanların, şehvet hayalleri ve şehevi düşünceleri artar. Masturbasyoncu genç, gece yatağına girdiği zaman, körü körüne bir sürü şehvet hayalleriyle zihnini meşgul eder. Aklı fikri bu duygularla meşguldür. Bu suretle hem masturbasyona daha fazla müptela olur, hem de iyi şeyler düşünmeye fırsat bulamaz.
2- Aşırı Mastürbasyonun Bedensel, Cinsel ve Sosyal Zararları:
Erkekler, genellikle bu işi elle görürler. Seyrek olarak yastık ve yatağa sürtme şeklinde de yaparlar. Batıda pornografinin serbestlik kazanması sonucu seks shoplarda değişik aletler satışa sunulmuştur. Dünyadaki porno pazarı 59 milyar S'dır. İnsanı maddi yönden sömürmeye yönelik bu tür gereçler, bunları kullanan erkeklerde ruhsal çöküntülere neden olmaktadırlar. Tıbbi seksoloji açısından bu tür alışkanlıklardan kaçınılması önerilmektedir.
Mastürbasyon, insanı ölçüsüzlüğe sevk keder. Aslında masturbasyon insanı tatmin etmez; doygunluk ve rahatlık meydana getirmez. İnsanın cinsi zevk ve hislerini tatmin edilmemiş bırakarak, daha fazla tahrik eder, azdırır. Bundan dolayıdır ki masturbasyona devam edenlerin, bu arzuları gittikçe şiddetlenerek bu işi fazla ileri götürürler. Bu da zararı arttırır. Haddinden fazla cinsi münasebetler de zararlıdır; fakat mastürbasyonun fazlası çok daha zararlıdır.
Fazla mastürbasyonlar, çeşitli hastalıklara ve rahatsızlıklara sebep olabilir. Mastürbasyon, doğrudan doğruya hastalık yapıcı değil ise de, dolayısıyla buna sebep olur. Çünkü ölçüsüz mastürbasyonlarla, vücut kuvvetten düşerek bünyedeki kan tabii kudretini kaybettiğinden, bazı rahatsızlık ve hastalıklara yol açar.
Mastürbasyon müptelaları, cinsel münasebetten gereken zevki alamazlar. Bu işi mutlak alışkanlık haline getiren kimseler, cinsi münasebetlere -aile hayatında- önem vermezler. Bundan pek zevklenmezler. Bu hal, mastürbasyon düşkünü kadın ve erkeklerin her iki cinsinde görülebilir. İkisi de kendilerini tatsız zevk (!) alışkanlığına kaptırdığından, eşleriyle yaptıkları münasebetten tatmin olamazlar. Böyle kimseler için, mastürbasyon daha cazip görünür. Cinsi münasebetten sonra ayrıca masturbasyona el atmaktan çekinmezler.
Mastürbasyon, asla cinsi temas zevkine -onda birine dahi- ulaşamaz; fakat gençler için adatıcı bir illet kesilir. Mastürbasyon ile cinsel ilişki zevki arasında, gübrelik ve gülistan misali fark vardır. Kadın ve erkeği yaratan büyük San'atkar, onları öyle bir san'at ve ustalıkla yoğurmuş ki onların cinsel birleşme esnasındaki zevk alışverişi, başka hiçbir yapmacık usullerle elde edilemez...
Mastürbasyon neticesinde vücut yorulur, ruh sıkılır. Halbuki başarılı bir cinsel münasebette vücut dinlenir, ruh ferahlanır. Çünkü olgun bir cimada, karşılıklı olarak sevgi, heyecan ve hararetle, bir takım kimyevi elektrik alış-verişi vardır. Mastürbasyonda ise bunların hiçbiri olmadığı gibi, kıymetli kimyevi maddeler zorla kapı dışarı edilmektedir. Bunun neticesinde, insanda ferahlıktan uzak bir çöküntü ve yorgunluk oluşmaktadır.
Mastürbasyon alışkanlığı, bel gevşekliğine (erken boşalmaya ve idrar yolları da dahil olmak üzere diğer rahatsızlıklara) yol açar. Evlilik hayatında, erkeklerin şikayetlerinden en çok görüleni de bel gevşekliğidir. Yani erken inzal; cinsi münasebete başlar başlamaz, meninin hemen boşalmasıdır. Erkeğin böyle çabucak münasebeti bitirmesi, bilhassa kadını doyumsuz bırakır. Bu hallerin devamı ise, eşler arası huzursuzluğa yol açar. Bel gevşekliğinin çeşitli sebepleri olabilir ama, mastürbasyon da başta gelen sebenlerdendir. Bu ıztıraptan kurtulmanın bir çaresi de, mastürbasyonu terk etmektir.
Aşırı mastürbasyon alışkanlığı, kadınlarda cinsel soğukluğa da sebep olur. Cinsel soğukluk: Kadının cinsi münasebetten zevk duymaması, hissen soğuk ve isteksiz olmasıdır. Bu his soğukiuğunun çeşitli sebeplerinden biri de, alışkanlık haline getirilen aşırı mastürbasyondur.
İşin garip tarafı, bu tip bazı kimseler, evlendikten sonra da bu illeti devam ettirirler. Çok mühim bir evlilik vazifesi olan cinsel münasebet faaliyetlerinde, eşleriyle pek ilgilenmezler. Neticede eşler birbirlerinden uzaklaşırlar. "Cinsel isteklerini' kendi kendine dindirmekten zevk alanlar, tenha yerleri sever, hep yalnız kalmak ister, fırsat buldukça bu kötü oyunu oynar.
Vajinaya bir takım cisimler sokarak mastürbasyon yapan kızların, "kızlık" nişanı olan bekaretlerine bir zarar gelebilir. Bu durumda bazı cisimlerin içeride kalarak, ameliyatı lüzum etmiş muhtelif vak'alarına, tıp tarihinde çok rastlanmıştır.
Mastürbasyon tiryakilerinden bazı gençler, bu fena işe başkalarını da alıştırırlar. Sadece kendi yaptıklarıyla kalmayıp, cemiyetin birçok çocukları ve gençleri arasında, bu kötü illetin yayılmasına sebep olurlar.
Bir diğer zararı da, çiftlerin birbirinden nefret etmesi, cinsel duygu duymamasıdır. Çünkü masturbasyoncu kişi, başka bir yoldan şehvetini tatmin ederek doygun kalmaktadır. Bunun manası, eşlerin birbirinden beklediğini bulamaması ve ümitlerinin kırılmasıdır. Sonunda eşler birbirinden uzaklaşır ve başka tatmin yolları ararlar. Gayri meşru yollara giderler.
Uzman ilim adamlarının mastürbasyon konusunda araştırma neticesi ortaya koydukları gerçek şudur: Aşırı masturbasyona devam edenler, çok tehlikeli akla yönelik hastalıklara maruz kalır. Bunları şöyle sıralıyabiliriz:
Zühul ve nisyan (unutma, geçiştirme), irade zayıflığı, hafızada gerileme, yalnızlığa heves, çabuk unutma, korku ve gevşeme, üzüntü ve sıkıntı, birtakım suçları işlemeyi tasarlama, intihar.
Buna benzer birtakım düşünceyi alt-üst eden, iradeyi iyice zayıflatıp şaşkınlaştıran, kişiliğin zedelenmesi gibi arazlar, illetler.
İslam hukukunun aşırı mastürbasyonun doğuracağı kötülükleri nazara alarak koyduğu hükümlere gelince, aşağıdaki deliller bunu yansıtmaktadır:
a) Allah (c.c.) buyuruyor:
"Onlar ki namus ve iffetlerini (haramdan ve şüpheden) korurlar. Ancak eşlerine ve sahip oldukları cariyelerine karşı (cinsel arzu duyarlar da) bu yüzden kınanmazlar. Artık kimler bu meşru sınırı geçerse, işte onlar haddi aşanlardır." (Kur'an-ı Kerim, Mü'minun: 6-7)
Bu ayetin genel mana ve hükmüne giren şudur: "Artık kim bu meşru sınırı aşar veya geçerse, işte onlar haddi aşanlardır."
O halde evlilik yolundan başka bir yolda şehveti boşaltmak, zina, livata, el ile mastürbasyon gibi, ölçüsüzlük ve aşırılık haddi aşmak demektir.
El ile boşalma, aslında bekarlık döneminde bile zarurî görülemeyecek bir işlemdir. Çünkü Yüce Allah, insanda atılmayan veya atılamayan fazla birikimleri giderecek bir düzen yaratmıştır. Gerektiğinde, bu düzen (rüyalanmak) devreye girmekte, insanı rahatlatmakta ve zarar görmekten kurtarmaktadır. Diğer meşru yol ise evliliktir.
Mastürbasyon Haram mıdır?
1- Kocasının karısı eliyle veya kadının kocasının yardımıyla boşalması helaldir.(İhya Terc. Ali Aslan, 3/420. İbn-i Abidin, 4/27.)
2- Kadın veya erkek kişinin kendi eliyle boşalması ise müctehidlerimizin değerlendirmelerine göre şöyle açıklanabilir.
a- Mutlak haramdır,
b- Mubahdır,
c- Vacibtir.
Mutlak Haramdır Diyenler: Şafiî mezhebi müctehitleri mastürbasyonun mutlak haram olduğu görüşündedirler.
Mubahtır Diyenler; Kişinin eşi yoksa, evlenmeye de maddî gücü müsaid değilse zinaya düşmemek veya vücudundaki -rüyalanma yoluyla da atılamayan- zararlı birikimi gidermek için mastürbasyon yapması mubahtır.
Hanefî ve Hanbelî mezhebi müctehitleri bu görüştedir.
Vacibtir Diyenler: Eğer mastürbasyon yapmaksızın zinadan korunulamayacağına kanaat hasıl olursa, bu durumda yapılması vacib olur. Çünkü iki şerden daha az zararlı olanın tercihi İslamî bir kuraldır.
Bu durumda böyle yapan bir denklem kurmuş sayılır; kendisine ne sevap, ne de günah vardır; ne mükafat görür, ne de azaba uğratılır.
Esasen mastürbasyon, büyük günahlardan sayılmaz. Bir mukayese yapacak olursak mesela; yabancı kadınların bakılması haram olan yerlerine bakmak mastürbasyondan daha günah, yabancı kadınla kucaklaşıp öpüşmek ona bakmaktan daha çok günah, zina etmek ise onlardan çok büyük günahtır... Şu var ki, mastürbasyon küçük günahlardan sayılsa bile, özürsüz olarak sık sık tekrarlanıp devam ettiği takdirde -zararları büyüdüğü gibi günahları da büyüyerek gitgide büyük günahlara dahil olabilir. Zira küçük günahlar da ısrarla tekrarlanırsa, büyük günaha dönüşür. Yeri gelmişken, günde beş vakit namaz kılmanın, küçük günahların affına sebep olduğunu da hatırlatalım...
Oruçlu iken, oruçlu olduğunu bile bile mastürbasyon yapan kimse, inzal olup meni gelirse orucu bozulur; sadece gününe gün kazası gerekir. Bu durumda kefaret gerekmeyeceği gibi, mastürbasyon halinde inzal vaki olmamış yani şehvetle meni akmamışsa -"mezi"denilen ince sızıntı gelse bile- bununla oruç bozulmaz, gusül de gerekmez. Bunu alışkanlık haline getirmemişse fetva böyle ise de takva açısından bunları yapmamak daha uygundur.
Kadınların masturbasyonunun hükmü erkeklerin masturbasyonunun hükmü gibidir.
Yapılan açıklamalardan anlaşılacağı üzere mastürbasyon mutlak haram olarak görülemeyeceği gibi, şartsız helal olarak da görülemez.
Mastürbasyon Sebepleri ve Zararları:
Erkeklerin hemen hemen hepsine yakın bir kısmı, kadınların da yarısı kadarı gençlik devrelerinde az çok bu işe başvururlar. Bu da en çok 14-20 yaşları arasında cereyan eder. Bir kısmı sadece cinsi baskının hafifletilmesi için arasıra seyrek olarak yapar. Bazısı da bir zevk vasıtası yaparak alışkanlık halinde, her fırsatta sık sık mastürbasyonu tekrarlar.
Mastürbasyon Sebeplerini Şöyle Özetleyebiliriz:
1- Normal cinsi münasebetten uzak kalmak,
2- Mastürbasyonu alışılmış bir zevk vasıtası haline getirmek ,
3- Cinsi münasebetten çeşitli sebeplerden dolayı nefret etmek,
4- Cinsi münasebetten yeteri kadar zevk alamamak, (evliler için),
5- Cinsi isteğin fazla artması,
6- Mastürbasyonu teşvik eden, şahısların tesirinde kalmak,
7- Açık-saçık manzaralar, şehveti tahrik edici söz ve yazılar,
8- Cinsel organlarında temizlik noksanlığıyla meydana gelen kaşınmalar,
9- Cinsi arzuların çocuklarda erken uyanması,
10- Bazı çocukların küçük yaşta merak ve görmesiyle cinsel organıyla oynamayı alışkanlık yapmaları... vs.
Zararlı Yönüne Gelince:
Seksolog ve hekimlerin bu konudaki görüşleri çeşitlidir. Bu görüşleri üç maddede toplayabiliriz:
1) Mastürbasyonun zararsız olduğunu savunanlar,
2) Zararlı olduğunu söyleyenler,
3) Çok zararlı olduğunu iddia edenler,
Bunların içinde, çoğunluğun kabul ettiği ve hakikate en uygun olanı ikinci görüştür. Şüphesiz ki, fazla mastürbasyonun ruhi, bedeni, cinsi, manevi...birçok zararları mevcuttur. Fakat, mastürbasyonun tamamen zararsız olduğunu ileri sürmek gerçeğe pek uzak olduğu gibi, onu son derece tehlikeli göstererek, gençleri korku ve karamsarlığa düşürmek de yersizdir. Mütehassısların bazıları, bir-iki haftada bir yapılan mastürbasyonun vücuda pek zararlı olmadığı görüşündedir. Şu kadar ki, bu durumdaki mastürbasyonun da uzun zaman devam etmesinin, zararlı olacağını bilmelidir. Hemen hemen bütün fikirler, aşırı mastürbasyonun gençleri tahrip edici bir illet olduğu noktasında toplanmaktadır.
Gerçekten gençlerin büyük derdi olan mastürbasyon, geniş açıdan ele alındığı zaman, bunun birçok yönleriyle zararlı bir illet olduğu görülür.
Acaba Mastürbasyon Kaç Günde Bir Yapılırsa Zararlıdır?
Buna verilecek cevap şudur: "...Bu, her insana göre değişir. Nasıl ki normal cinsi münasebetlerin sayısı da her insan için değişiktir. Bir kaide tespit etmek lazım gelirse şöyle söyleyebiliriz: Kendinizi çok bunalmış hissetmedikçe mastürbasyon yapmayınız. Sırf mastürbasyonun zevkini tatmak için, kendi kendinizi suni olarak tahrik eder ve iradenizi tam bir gevşekliğe uğrattıktan sonra masturbasyon yapmaya kalkışırsanız, işte o zaman ifrat yolunu tutmuşsunuz demektir"
Mastürbasyon ne kadar çok veya az yapılırsa, zarar nispeti de ona göre çok veya az olur. Yani "çoğu çok zarar, azı az zarar" demek uygun olur.
Halbuki ihtilam (uyku ve rüyada meni boşanması), dolan kabın taşması gibi fazla olan meninin kendiliğinden boşalmasıdır. Cinsel temastan uzak olanlar için, bu bir ihtiyaçtır ve bir mahzuru da yoktur. Mastürbasyon ise, zoraki bir boşalma olduğundan, ihtilamdan çok farklı ve zararlı bir özelliği vardır.
İlk gençlik devrelerinde ara-sıra yapılan mastürbasyonlar, psikolojik yönüyle normal sayılabilir. Fakat olgunluk çağında, alışkanlık halinde sık sık buna başvurmak, bir nev'i cinsi sapıklık konusuna girer.
Mastürbasyondan korunma çareleri de vardır. Bundan korunmanın en iyi çaresi, şehvet hislerini kontrol altına almaktır. Bunun için de ilmi, ameli, ailevi, manevi.. cihetten çeşitli önleme imkanları bulunabilir. Bununla beraber bu alışkanlığın tamamen, birden bırakılması pek kolay değildir, lakin, yavaş yavaş vazgeçilmesi daha kolay ve mümkündür. Şunu da önemle belirtelim ki, mastürbasyon ne kadar çok yapılırsa, bu arzu inadına körüklenir. Mastürbasyonun çok kötü bir özelliği de budur.
Yaygın olduğu yerler ise: Yatılı okullar, kışlalar, hastaneler, hapishaneler, iş kampları, gemi tayfalarında... bekar kalmış, boşanmış vb. kimseler arasındadır. Bu tatmin şekli, genellikle gençler arasında yaygın olmakla beraber, gençlik çağını arkada bırakmış birçok kimseler de bu illete bağımlıdır. Bir de, gençlerden yalnız ve avare kimseler için, bu illet pusuda hazırdır! Kadın-erkek karışıklığının mevcut olduğu, çeşitli genç kitleler arasında ve daha ziyade sıcak mevsimlerde mastürbasyon nisbeti daha çok yaygındır.
Bir hadiste: "Elini nikahlayan mel'undur" buyurulmuştur. Saîd b. Cübeyr'in rivayet ettiği bir hadiste: "Zekerleriyle oynayan bir ümmete Allah azab etmiştir", Ata'nın bir rivayetinde: "Elleri hamile olarak haşredilecek bir kavim duydum" bunların elleriyle mastürbasyon yapanlar olduğunu sanıyorum" demiştir.
Ayrıca Allah (c.c.), evlenme imkanı bulamayanların, imkan buluncaya kadar iffetlerini korumalarını emretmiş böyle bir yöntem uygulasınlar dememiştir. Rasulüllah Ef'endimiz de: "Gençler! İmkan bulanlarınız evlensin, çünkü bu, gözü ve iffeti daha iyi korur. Bunu yapamayan oruç tutsun, çünkü orucun bunu sağlayacak bir kamçısı vardır" buyurmuş ve bekarlara çare olarak orucu göstermiştir. Eğer mastürbasyon mubah olsaydı, çare olarak o gösterilirdi. Çünkü o daha kolay bir yoldur, denmiştir.
Ancak bu konudaki hadislerin bir kısmının zayıf oluşu sebebiyle, çoğunluğun haram görmesine karşılık, mastürbasyonu mahzursuz gören alimler de vardır.
Mesela Ahmed b. Hanbel bunu, tıpkı kan aldırmaya benzetmiş ve ihtiyaç duyulduğunda, vücuttaki fazlalıkları dışarı atmaktan ibaret olduğu için caiz olduğunu söylemiştir.
Hanefîlerce genel olarak haram görülmüş, ancak; kişi bekarsa, ya da hanımdan uzakta ise ve de şehvet kafasını aşırı meşgul ediyorsa, ya da zinaya düşme endişesi varsa ve bunu kendisini teskin için yaparsa bunda günah olmayacağı umulur. Ama zevlenmek ve şehvetlenmek için yaparsa günahkardır, denmiştir.
İmam-ı Şafiî önceki görüşünde caiz olduğunu söylerken, sonraki görüşünde haram olduğu kanaatına varmıştır.
Mesele Resulüllah'ın amcaoğlu İbn Abbas'a sorulduğunda:
"Zina yapmaktansa bu iyidir" cevabını vermiştir. Bütün bunlara göre; mastürbasyon genellikle hoş görülmemiş, fıtrata (normal yaratılışın gereğine) zıt bir eylem kabul edilmiş, cinsel sapma halini alması, psikolojik hastalık oluşturması gibi olumsuz yönleri hesaba katılarak, haram, ya da mekruhtur denmiştir. Ancak daha büyük zaarlara düşme endişesi olduğu yerde; "iki zarardan başka alternatif yoksa, küçük olan zarar tercih edilir", "zaruretler haram şeyleri mubah kılar" kurallarınca yapılması caiz görülmüş, hatta zina endişesi kesin ise, vacip bile olur denmiştir. Alışkanlık oluşturması ve zevk için yapılması ise ittifakla haramdır. Hanımının eli vs. azaları ile yapılması ise her halukarda caizdir, helaldir. (Dr. Faruk Beşer: Hanımlara Özel Fetvalar, Cilt 1, Seha Neşriyat)
Bu kötü adet, daha çok ergenlik çağına yeni girenlerle gençler arasında oldukça yaygındır. Baş sebebi ise, kadınların yarı çıplak kırıtarak, süs yerlerini teşhir ederek, erkeklerin iştihasını çekecek kıyafet ve davranışlar göstererek sokaklarda dolaşmalarıdır.
Kadınların bu tahrik edici halleri hemen birçok eğlence ve mesire yerlerinde göze çarpmaktadır. Aynı şekilde kadınları tahrik eden unsurlar da toplumda çokça yaygındır.
Sözünü ettiğimiz tahrik sebebi umumi yerlerde cereyan edenidir. Bir de temsillerde, filmlerde gösterilenler var ki, bunlar daha tehlikeli ve daha acıdır.
Bir de gençlerin devamlı okudukları fotoromanlar, cinsel kıssalar vardır ki, bunlar gençlerin nefsi ve aklı, aynı zamanda ahlakı üzerinde, fiziksel ve ruhsal yapılarında kötü te'sirler meydana getirmektedir.
İşte bu kabil şeyler, kız olsun, erkek olsun gençleri yavaş yavaş zinaya, hayasızlığa, bozguna ve rezil bir hayata itmeğe yetiyor. Başka bir şey düşünmeye gerek bırakmıyor.
Ergenlik çağındaki bir genç, kendisini kötü yollardan alıkoyacak ilahi kontrol inancı taşımıyorsa, işlediği günahlarda Allah'tan korkmuyorsa, ileride bir hesap vereceğini düşünmüyorsa, çok sürmez şu iki durum arasında kalır ki bunun bir üçüncüsü yoktur.
a) Ya cinsel duygu ve isteğini haram yollardan karşılar bununla kendini tatmin etmeye çalışır.
b) Ya da şehvetinin hiddetini hafifletmek için mastürbasyon yapar.
Aşırı mastürbasyonun temel sebebi, hormon bozukluğu da olabilir. Tedavi için ilgili hekime müracaat etmelidir.
AŞIRI MASTÜRBASYONUN ZARARLARI
1) Psikolojik Yönden:
1- Aşırı mastürbasyon düşkünlerinde üzüntü, dalgınlık ve aşağılık duygusu meydana gelir. Her mastürbasyondan sonra umumiyetle bir pişmanlık ve ruh sıkıntısı kendini gösterir. Yapılan bu işin de olgunluktan uzak bir durum arz ettiği hatıra geldikçe bu işi yapanlar, bir aşağılık ve suçluluk duygusuna kapılarak, moral kırıklığına uğrarlar.
2- Mastürbasyon alışkanlığı, bir kısım sinir bozukluklarına yol açar. Fazla sinirlenmeler, el ve kol titremesi, baş dönmesi, uykusuzluk, kalça ve bacaklarda dermansızlık, yorgunluk hasıl olur.
3- Mastürbasyon alışkanlığı, insanı aşk ve sevgiden mahrum eder. Sevgi, insan için bir ihtiyaç olduğu gibi, eşler arasındaki cinsi münasebetlerin başarılı ve neşeli olması da, her ikisinde müşterek sevgi ve anlaşmanın varlığına bağlıdır. Evlilikteki saadet temelleri, sevgi bağları üzerinde kurulur. Evlenen çiftçilerin, sadece bedenlerinin birleşmesi evlilik saadetini meydana getiremez; bedenle birlikte her iki ruhun aşk ve sevgiyle birleşip kaynaşmaları lazımdır. Masturbasyona çok düşkün olanlar ise, ruhun derinliklerinden fışkıran bu sevgi pınarından, gereken hisseyi alamazlar. Mastürbasyon, sevgi cevherini köreltmektedir.
4- Fazla mastürbasyon, hafıza zayıflığı, dikkatsizlik ve unutkanlık yapar. Buna düşkün kimselerin, bir şeyi ezberlemeleri güçleşir. Ezberlediklerim de çabuk unuturlar. Bir konuyu okurken, bütün dikkatlerini toplayamazlar. Dikkat dağınıklığı meydana gelir. Okuduklarını da kolay anlayamazlar. Bunun için, fazla masturbasyona düşkün olan talebeler derslerinde zorluk çekerler. Henüz buluğa ermemiş çocuklarda, mastürbasyon ile meni gelmediğinden, diğer zararlara pek hedef olmazlarsa da, aşırı mastürbasyon bu çocuklarda, beyin ve sinir sarsıntısı yapar, zihni gelişmeye mani olur.
5- Mastürbasyonla meşgul olanların, şehvet hayalleri ve şehevi düşünceleri artar. Masturbasyoncu genç, gece yatağına girdiği zaman, körü körüne bir sürü şehvet hayalleriyle zihnini meşgul eder. Aklı fikri bu duygularla meşguldür. Bu suretle hem masturbasyona daha fazla müptela olur, hem de iyi şeyler düşünmeye fırsat bulamaz.
2- Aşırı Mastürbasyonun Bedensel, Cinsel ve Sosyal Zararları:
Erkekler, genellikle bu işi elle görürler. Seyrek olarak yastık ve yatağa sürtme şeklinde de yaparlar. Batıda pornografinin serbestlik kazanması sonucu seks shoplarda değişik aletler satışa sunulmuştur. Dünyadaki porno pazarı 59 milyar S'dır. İnsanı maddi yönden sömürmeye yönelik bu tür gereçler, bunları kullanan erkeklerde ruhsal çöküntülere neden olmaktadırlar. Tıbbi seksoloji açısından bu tür alışkanlıklardan kaçınılması önerilmektedir.
Mastürbasyon, insanı ölçüsüzlüğe sevk keder. Aslında masturbasyon insanı tatmin etmez; doygunluk ve rahatlık meydana getirmez. İnsanın cinsi zevk ve hislerini tatmin edilmemiş bırakarak, daha fazla tahrik eder, azdırır. Bundan dolayıdır ki masturbasyona devam edenlerin, bu arzuları gittikçe şiddetlenerek bu işi fazla ileri götürürler. Bu da zararı arttırır. Haddinden fazla cinsi münasebetler de zararlıdır; fakat mastürbasyonun fazlası çok daha zararlıdır.
Fazla mastürbasyonlar, çeşitli hastalıklara ve rahatsızlıklara sebep olabilir. Mastürbasyon, doğrudan doğruya hastalık yapıcı değil ise de, dolayısıyla buna sebep olur. Çünkü ölçüsüz mastürbasyonlarla, vücut kuvvetten düşerek bünyedeki kan tabii kudretini kaybettiğinden, bazı rahatsızlık ve hastalıklara yol açar.
Mastürbasyon müptelaları, cinsel münasebetten gereken zevki alamazlar. Bu işi mutlak alışkanlık haline getiren kimseler, cinsi münasebetlere -aile hayatında- önem vermezler. Bundan pek zevklenmezler. Bu hal, mastürbasyon düşkünü kadın ve erkeklerin her iki cinsinde görülebilir. İkisi de kendilerini tatsız zevk (!) alışkanlığına kaptırdığından, eşleriyle yaptıkları münasebetten tatmin olamazlar. Böyle kimseler için, mastürbasyon daha cazip görünür. Cinsi münasebetten sonra ayrıca masturbasyona el atmaktan çekinmezler.
Mastürbasyon, asla cinsi temas zevkine -onda birine dahi- ulaşamaz; fakat gençler için adatıcı bir illet kesilir. Mastürbasyon ile cinsel ilişki zevki arasında, gübrelik ve gülistan misali fark vardır. Kadın ve erkeği yaratan büyük San'atkar, onları öyle bir san'at ve ustalıkla yoğurmuş ki onların cinsel birleşme esnasındaki zevk alışverişi, başka hiçbir yapmacık usullerle elde edilemez...
Mastürbasyon neticesinde vücut yorulur, ruh sıkılır. Halbuki başarılı bir cinsel münasebette vücut dinlenir, ruh ferahlanır. Çünkü olgun bir cimada, karşılıklı olarak sevgi, heyecan ve hararetle, bir takım kimyevi elektrik alış-verişi vardır. Mastürbasyonda ise bunların hiçbiri olmadığı gibi, kıymetli kimyevi maddeler zorla kapı dışarı edilmektedir. Bunun neticesinde, insanda ferahlıktan uzak bir çöküntü ve yorgunluk oluşmaktadır.
Mastürbasyon alışkanlığı, bel gevşekliğine (erken boşalmaya ve idrar yolları da dahil olmak üzere diğer rahatsızlıklara) yol açar. Evlilik hayatında, erkeklerin şikayetlerinden en çok görüleni de bel gevşekliğidir. Yani erken inzal; cinsi münasebete başlar başlamaz, meninin hemen boşalmasıdır. Erkeğin böyle çabucak münasebeti bitirmesi, bilhassa kadını doyumsuz bırakır. Bu hallerin devamı ise, eşler arası huzursuzluğa yol açar. Bel gevşekliğinin çeşitli sebepleri olabilir ama, mastürbasyon da başta gelen sebenlerdendir. Bu ıztıraptan kurtulmanın bir çaresi de, mastürbasyonu terk etmektir.
Aşırı mastürbasyon alışkanlığı, kadınlarda cinsel soğukluğa da sebep olur. Cinsel soğukluk: Kadının cinsi münasebetten zevk duymaması, hissen soğuk ve isteksiz olmasıdır. Bu his soğukiuğunun çeşitli sebeplerinden biri de, alışkanlık haline getirilen aşırı mastürbasyondur.
İşin garip tarafı, bu tip bazı kimseler, evlendikten sonra da bu illeti devam ettirirler. Çok mühim bir evlilik vazifesi olan cinsel münasebet faaliyetlerinde, eşleriyle pek ilgilenmezler. Neticede eşler birbirlerinden uzaklaşırlar. "Cinsel isteklerini' kendi kendine dindirmekten zevk alanlar, tenha yerleri sever, hep yalnız kalmak ister, fırsat buldukça bu kötü oyunu oynar.
Vajinaya bir takım cisimler sokarak mastürbasyon yapan kızların, "kızlık" nişanı olan bekaretlerine bir zarar gelebilir. Bu durumda bazı cisimlerin içeride kalarak, ameliyatı lüzum etmiş muhtelif vak'alarına, tıp tarihinde çok rastlanmıştır.
Mastürbasyon tiryakilerinden bazı gençler, bu fena işe başkalarını da alıştırırlar. Sadece kendi yaptıklarıyla kalmayıp, cemiyetin birçok çocukları ve gençleri arasında, bu kötü illetin yayılmasına sebep olurlar.
Bir diğer zararı da, çiftlerin birbirinden nefret etmesi, cinsel duygu duymamasıdır. Çünkü masturbasyoncu kişi, başka bir yoldan şehvetini tatmin ederek doygun kalmaktadır. Bunun manası, eşlerin birbirinden beklediğini bulamaması ve ümitlerinin kırılmasıdır. Sonunda eşler birbirinden uzaklaşır ve başka tatmin yolları ararlar. Gayri meşru yollara giderler.
Uzman ilim adamlarının mastürbasyon konusunda araştırma neticesi ortaya koydukları gerçek şudur: Aşırı masturbasyona devam edenler, çok tehlikeli akla yönelik hastalıklara maruz kalır. Bunları şöyle sıralıyabiliriz:
Zühul ve nisyan (unutma, geçiştirme), irade zayıflığı, hafızada gerileme, yalnızlığa heves, çabuk unutma, korku ve gevşeme, üzüntü ve sıkıntı, birtakım suçları işlemeyi tasarlama, intihar.
Buna benzer birtakım düşünceyi alt-üst eden, iradeyi iyice zayıflatıp şaşkınlaştıran, kişiliğin zedelenmesi gibi arazlar, illetler.
İslam hukukunun aşırı mastürbasyonun doğuracağı kötülükleri nazara alarak koyduğu hükümlere gelince, aşağıdaki deliller bunu yansıtmaktadır:
a) Allah (c.c.) buyuruyor:
"Onlar ki namus ve iffetlerini (haramdan ve şüpheden) korurlar. Ancak eşlerine ve sahip oldukları cariyelerine karşı (cinsel arzu duyarlar da) bu yüzden kınanmazlar. Artık kimler bu meşru sınırı geçerse, işte onlar haddi aşanlardır." (Kur'an-ı Kerim, Mü'minun: 6-7)
Bu ayetin genel mana ve hükmüne giren şudur: "Artık kim bu meşru sınırı aşar veya geçerse, işte onlar haddi aşanlardır."
O halde evlilik yolundan başka bir yolda şehveti boşaltmak, zina, livata, el ile mastürbasyon gibi, ölçüsüzlük ve aşırılık haddi aşmak demektir.
Cinsel İlişkide Haramlar-Helaller
Cinsel İlişkide Haramlar-Helaller
Bu konu başlıbaşına bir kitap ve araştırma konusu olduğundan, biz bu mevzuda söylenmesi gerekenlerin tümünü söylemeye çalışmayacak, bazı tereddütlü ya da önemli noktalara deginmekle yetinecegiz.
Bu konuda hiç unutulmaması gereken en önemli nokta, insanın yaradılış gayesidir. Insan Allah'ın yüceligi karşısında kendi güçsüzlügünü kabullenmesi ve her hareketini Allah'a kulluk olarak yapması için yaratılmış bir varlıktır. Öyleyse yemesi, giymesi yatması ve kalkması gibi, cinsel ilişkisi de ibâdet olarak yapılmalıdır. Haramdan sakınmak, Allah'ın nimetinden helâl olarak yararlanmak, yapacağı hayırlı işler için fikrini meşgul eden cinsel arzuyu, sağlam düşünebilmek için gidermek, koca karının, karı da kocanın hakkını ödemek ve en önemlisi müslüman nesli yetiştirmek amacıyla yapılan meşru bir cinsel ilişki ibâdettir ve insana aldığı zevkler yanında sevap da kazandırır. "Kişinin zevkini yaşamasında hiç sevap olur mu ?" diye soran sahabiye Allah Rasûlü Efendimiz; "O suyu haram bir yere akıtsaydı, günah olmayacak mı idi? Öyleyse helâlından akıtması da sevaptır" buyurmuştur.(Müslim, zekât 52; Ebû Dâvûd, tatavvu' 12; edep 160; Müsned V/167,168.)
Öbür yönüyle insan, arzu ve şehvetinin esiri olup, sırf zevki için yaşar hale gelmemelidir. Bu, ondaki hayvanî güçleri geliştirir, melekî güçleri zayıflatır ve insanı alçaltır. Halbuki, bütün zevkler gibi cinsel ilişki zevki de bir gaye değildir, bir gaye için yaratılmış insana Allah'ın bir hediyesidir. Insandan, neslini sürdürmesini istemiş ve bunu Allah'ın istediği doğrultuda yapması halinde kendisine cennet vadedilmiştir. Ise cinsel ilişki zevki gibi peşin bir avans da verilmiş ve sanki öbür âlemde alabildiğine tadacağı zevklerden, daha dünyada iken ona parmak ucuyla hafifçe tattırılmıştır. Ya da yorucu çabalarla yüce bir gayeye ulaşması istenen insana, gönül eglendirme türünden çerez takdim edilmiş ve asıl ziyafetin sonda olduğu bildirilmiştir. Tıpkı zor birise kosulan çocuklara, işi sonuna kadar götürmeleri için verilen oyuncaklar gibi. O çocuğun verilen işi bırakıp bu oyuncakla eglenmesi, oyuncağın veriliş amacına ne derece zitsa, insanın cinsel zevklerini gaye olarak görüp, sırf onlarla meşgul olması da yaratılış gayesine o derece zittir.
Şimdi vereceğimiz bilgilerde bu açınin gözönünde bulunduiulması gerekir.
Tutma ve bakma konusunda karrkoca arasında avret olan bölge yoktur.(Ibn >bidin VI/367) Hz. Ömer'in oğlunun; "bana göre birbirinin organlarına bakmaları daha iyidir, çünkü bu cinsel ilişkinin tadıni artırır," dediği nakledilir. Fakat Aynî; "bu sözün, onun sözü olduğu kesin değildir" der. Tutma konusunda câiz değildir diyen yoktur. Ebû Yûsuf; "Ebû Hanife'ye sordum ki, erkek karısının organını tutsa, kadın da kendisine karşı tahrik etmek için kocasının organını ellese, bunda bir sakınca var mıdır2 O da bana; hayır, yoktur. Hattâ bu sevaptır ve ecrin büyük olmasını sağlar dedi".
Hanımı ile ilişkide bulunurken, onu tanıdığı güzel bir kadın diye hayâl edip, onunla sevişiyor gibi cima yapmasının haram olmadığını söyleyenler vardır. Ancak Ibn Âbidîn; bizim kurallarımıza göre bunun helâl olmaması gerekir, çünkü bu, suyu şarap olarak düşünüp içmeye benzer. Onun haram olduğu açıktır. Öyleyse öbürü de helâl olmamalıdır" der. ( Ibn ilbidin VI/372.) Doğru olan da bu olsa gerektir.
Cinsel ilişkide kullanılan kremler, ya da yağlandırıcıların, domuz yağı gibi haram madde içermedikten sonra, helâl olmadığını gösteren bir delil yoktur. Ancak bu normal eşlere tavsiye edilmeyecek bir durumdur. Allah bu iş için tabi nemlendirici yaratmayı ihmal etmemiştir.
Cinsel ilişkinin yasaklanan, ya da tavsiye edilen bir şekli yoktur. Ne var ki, tabiîlik dinî olan İslam'ın, bu konuda da tabiî olanı tercih edeceği açıktır. Üreme organından olmak üzere, karı ile koca hangi tür ilişkiden zevk alıyorlarsa onu uygularlar. Ayakta, otururken, yatarken, arkadan, önden, altta, üstte; hangisini isterlerse öyle yaparlar. Ancak üzerlerinin örtülü olması Islâmî bir edep ve emirdir." Allah ise utanmaya en lâyık olandır"(Fetâvây-i Hindiyye'de: "Oda küçük olursa (5-10) zira' yani yaklaşık(3 x 6 m2) koca böyle bir odada cima maksadıyla karısını soyabilir. Bir kısım ulema karı kocanın bir odada tek başlarına soyunmalarında mahzur olmadığını söylemişlerdir." (Ibn Âbidîn, Kunye'den, V/288). Ama bu, elbette cima ederken açık olabilecekleri anlamına gelmez. Hadîs için bk. Buhârî, ilm 15, edep 68.)
Karısına dübüründen yaklaşmak çok çirkin bir hareket ve haramdır. Insanın tabiatina, şeref ve onuruna aykırıdır.
Erkeğin, şehvetini uyandırmak ve zevk duymak için, eliyle ya da butlarıyla kendi kendini tatmin etmesi helâl görülmemiştir. (Bu konuda Mü'minûn (23) 7 ve Me'âric (70) 31 âyetleri ve tefsirlerine bakılabilir.) Haramlığını bazıları hafif, bazıları da kaba olarak nitelemişlerdir. Ancak erkeğin yanında karısı yoksa, ya da evli değilse, kalbi bununla meşgul oluyorsa ve harama düşme endişesi varsa, kendisini boşaltmanın, bunu âdet haline getirmemek şartıyla câiz olduğunu söyleyenler vardır. Hattâ, ciddî olarak harama düşme endişesi varsa ve bu yolla buna engel olunacaksa, bunun vâcip olduğunu söyleyenler de vardır. (Geniş bilgi için bk. Mahlûf, Fetâvâ I/117,118.) Ancak Peygamberimizin bu konudaki tavsiyesinin, şehveti oruç tutmakla yatıştırmak olduğu unutulmamalıdır. (Söz konusu hadîslerinde Rasûlüllah Efendimiz: "Gençler! Evlilik külfetine hanginizin gücü yetiyorsa evlensin." Yapamayan oruç tutmalıdır. Çünkü onun (nefsi dizginleyici) kamçısı vardır" Buhârî, savm 10, nikâh 2, 3; Müslim, nikâh 1, 3; Ebû Dâvûd, nikâh 1) Bu yolla hem haramdan kurtulacak hem de sevap kazanacaktır.
Erkeğin eli vb. şeylerle kendini tatmin etmesi caiz olmadığı gibi, kadının da bu yolla tatmin araması câiz değildir. Ancak koca, karısının eli ile ya da vücudunun diğer yerleri ile tatmin olabileceği gibi, karısını da bu yolla tatmin edebilir. (Serahsî, Mebsût X/159.)
Hastalık, zayıflık ve güçsüzlük gibi sebeple cinsel ilişkiye dayanamayan ve bu yüzden istemeyen kadınla cima etmek haramdır. (Ibn Âbidîn, el-Ukûdü'd-dürriyye I/26.)
Evlendiğinde karısıyla ilişkiye güç yetiremeyen erkek bir yıl beklenir. Bir yıl boyunca da, bir defa olsun, güç yetiremezse, karısı, istemesi halinde ayrılır, erkeği beklemeye zorlanamaz. (Ibn Âbidîn, el-Ukûdü'd-dürriyye I/30.)
Mushaf bulunan odada cima etmenin sakıncası yoktur. Çünkü müslümanlann evlerinde ve odalarında genellikle Mushaf bulunur. Ancak Allah'ın kelâmına karşı saygı duyulduğunu göstermek için Mushafin örtülmesi gerekir. (Ibn Âbidîn, I/266, el-Hediyyetü'l-Alâiyye 268.)
Mescidlerin üzerinde cinsel ilişkide bulunmak mekruhtur. Çünkü mescidler semâya kadar mesciddirler. (Alâuddîn Âbidîn, el-Hediyyetü'l-Alâ'iyye 283.)
Cimaya başlarken "besmele" çekerek,hadîste geçen "Bismillâh, Allahümme cennibnâ'ş-Şeytâne ve cennibi'ş-Şeytâne mâ-razektenâ" duasını okuması müstehaptır ve cimanın edeplerindendir. (Örnek olarak bk. Buhârî, bed'ul-halk 11; Müslim, talak 6, nikâh18)
Kocası kendisini cimaya çağırdığında, karısının bunu özürsüz olarak reddetmesi, câiz değildir. Hattâ âdetli olması da bir özür değildir. Çünkü kocası onun, âdetli iken haram olan bölgesi dışında bir yerinden yararlanabilir. (Fetâvây-i Hindiyye (yazma) 611/45 Müslim, hayz 16, Nesâî, taharet 180; Ibn Mâce, taharet 124) Bu konuda özellikle kadının sözkonusu edilmesi, cimada erkeğin, kadından daha sabırsız olduğundandır. Yoksa kadının, kocasından cima isteme hakkıyok demek değildir.
Karıkocanın, zaruret olmadıkça cinsel ilişki biçimlerini başkalarına anlatmaları haramdır. Peygamberimiz (s.a.s.) : "Şüphesiz ki, Kıyâmet Gününde, Allah'ın katında, emanete hiyanetin en büyüklerinden biri, karıkoca beraber düşüp-kalktıktan sonra, kocasının kadının sırrını yaymasıdır" buyurmuştur. (Müslim, nikâh 21; Davûdoğlu age VN/327 vd.)
Emzikli kadınla cimada bulunmak câizdir. (bk. Müslim, nikâh 24; Davûdoğlu age VN/342 vd.) Bir kadını görerek şehveti harekete gelen kimsenin, derhal karısı ile cima etmesi ve nefsini yatıştırması müstehaptır. (bk. Müslim, nikâh, 2; Davûdoğlu age VN/221.)
Cimada özellikle dikkat edilmesi gereken noktalardan birisi de, temizliğe olabildiğince dikkat etmektir. Mümkünse ilişkiden önce eşlerin dış organlarını sabunla yıkamaları müslümanca bir davranış olur. Çünkü temizlik müslümanlığın ana temellerindendir. Kasıklarda yuvalanıp üreyen mikropların, ilişki yoluyla kadının rahmine ulaşıp, çeşitli rahim hastalıklarına sebep olabileceği, ya da mevcut hastalıkları artırabileceği hiç unutulmamalıdır. Peygamberimizin (s.a.s.) cima edeceklere abdest almayı tavsiye etmesi (bk. Ibn Kudâme, el-Mugni VN/26) bundan olsa gerektir.
Cima gücünü artıracak besinler yemek sakıncalı değildir. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) kına sürünmeyi tavsiye ederken; çünkü o, cildi güzelleştirir, cima gücünü artırır(Zehebî, et-Tibbu'n-Nebevî 25), buyurmuştur. "Tıbbı Nebevî" kitaplarında buna benzer hadisler nakledilir ve cima gücünü artıracak gıda rejimi verilir. (agk)
Ilişkinin ne olduğunu bilecek kadar büyük çocukların bulunduğu odada, onlar uyurken bile cima etmek câiz değildir. (Nemenkânî, el-Fethu'r-Rahmanî N/2l3
Bu konu başlıbaşına bir kitap ve araştırma konusu olduğundan, biz bu mevzuda söylenmesi gerekenlerin tümünü söylemeye çalışmayacak, bazı tereddütlü ya da önemli noktalara deginmekle yetinecegiz.
Bu konuda hiç unutulmaması gereken en önemli nokta, insanın yaradılış gayesidir. Insan Allah'ın yüceligi karşısında kendi güçsüzlügünü kabullenmesi ve her hareketini Allah'a kulluk olarak yapması için yaratılmış bir varlıktır. Öyleyse yemesi, giymesi yatması ve kalkması gibi, cinsel ilişkisi de ibâdet olarak yapılmalıdır. Haramdan sakınmak, Allah'ın nimetinden helâl olarak yararlanmak, yapacağı hayırlı işler için fikrini meşgul eden cinsel arzuyu, sağlam düşünebilmek için gidermek, koca karının, karı da kocanın hakkını ödemek ve en önemlisi müslüman nesli yetiştirmek amacıyla yapılan meşru bir cinsel ilişki ibâdettir ve insana aldığı zevkler yanında sevap da kazandırır. "Kişinin zevkini yaşamasında hiç sevap olur mu ?" diye soran sahabiye Allah Rasûlü Efendimiz; "O suyu haram bir yere akıtsaydı, günah olmayacak mı idi? Öyleyse helâlından akıtması da sevaptır" buyurmuştur.(Müslim, zekât 52; Ebû Dâvûd, tatavvu' 12; edep 160; Müsned V/167,168.)
Öbür yönüyle insan, arzu ve şehvetinin esiri olup, sırf zevki için yaşar hale gelmemelidir. Bu, ondaki hayvanî güçleri geliştirir, melekî güçleri zayıflatır ve insanı alçaltır. Halbuki, bütün zevkler gibi cinsel ilişki zevki de bir gaye değildir, bir gaye için yaratılmış insana Allah'ın bir hediyesidir. Insandan, neslini sürdürmesini istemiş ve bunu Allah'ın istediği doğrultuda yapması halinde kendisine cennet vadedilmiştir. Ise cinsel ilişki zevki gibi peşin bir avans da verilmiş ve sanki öbür âlemde alabildiğine tadacağı zevklerden, daha dünyada iken ona parmak ucuyla hafifçe tattırılmıştır. Ya da yorucu çabalarla yüce bir gayeye ulaşması istenen insana, gönül eglendirme türünden çerez takdim edilmiş ve asıl ziyafetin sonda olduğu bildirilmiştir. Tıpkı zor birise kosulan çocuklara, işi sonuna kadar götürmeleri için verilen oyuncaklar gibi. O çocuğun verilen işi bırakıp bu oyuncakla eglenmesi, oyuncağın veriliş amacına ne derece zitsa, insanın cinsel zevklerini gaye olarak görüp, sırf onlarla meşgul olması da yaratılış gayesine o derece zittir.
Şimdi vereceğimiz bilgilerde bu açınin gözönünde bulunduiulması gerekir.
Tutma ve bakma konusunda karrkoca arasında avret olan bölge yoktur.(Ibn >bidin VI/367) Hz. Ömer'in oğlunun; "bana göre birbirinin organlarına bakmaları daha iyidir, çünkü bu cinsel ilişkinin tadıni artırır," dediği nakledilir. Fakat Aynî; "bu sözün, onun sözü olduğu kesin değildir" der. Tutma konusunda câiz değildir diyen yoktur. Ebû Yûsuf; "Ebû Hanife'ye sordum ki, erkek karısının organını tutsa, kadın da kendisine karşı tahrik etmek için kocasının organını ellese, bunda bir sakınca var mıdır2 O da bana; hayır, yoktur. Hattâ bu sevaptır ve ecrin büyük olmasını sağlar dedi".
Hanımı ile ilişkide bulunurken, onu tanıdığı güzel bir kadın diye hayâl edip, onunla sevişiyor gibi cima yapmasının haram olmadığını söyleyenler vardır. Ancak Ibn Âbidîn; bizim kurallarımıza göre bunun helâl olmaması gerekir, çünkü bu, suyu şarap olarak düşünüp içmeye benzer. Onun haram olduğu açıktır. Öyleyse öbürü de helâl olmamalıdır" der. ( Ibn ilbidin VI/372.) Doğru olan da bu olsa gerektir.
Cinsel ilişkide kullanılan kremler, ya da yağlandırıcıların, domuz yağı gibi haram madde içermedikten sonra, helâl olmadığını gösteren bir delil yoktur. Ancak bu normal eşlere tavsiye edilmeyecek bir durumdur. Allah bu iş için tabi nemlendirici yaratmayı ihmal etmemiştir.
Cinsel ilişkinin yasaklanan, ya da tavsiye edilen bir şekli yoktur. Ne var ki, tabiîlik dinî olan İslam'ın, bu konuda da tabiî olanı tercih edeceği açıktır. Üreme organından olmak üzere, karı ile koca hangi tür ilişkiden zevk alıyorlarsa onu uygularlar. Ayakta, otururken, yatarken, arkadan, önden, altta, üstte; hangisini isterlerse öyle yaparlar. Ancak üzerlerinin örtülü olması Islâmî bir edep ve emirdir." Allah ise utanmaya en lâyık olandır"(Fetâvây-i Hindiyye'de: "Oda küçük olursa (5-10) zira' yani yaklaşık(3 x 6 m2) koca böyle bir odada cima maksadıyla karısını soyabilir. Bir kısım ulema karı kocanın bir odada tek başlarına soyunmalarında mahzur olmadığını söylemişlerdir." (Ibn Âbidîn, Kunye'den, V/288). Ama bu, elbette cima ederken açık olabilecekleri anlamına gelmez. Hadîs için bk. Buhârî, ilm 15, edep 68.)
Karısına dübüründen yaklaşmak çok çirkin bir hareket ve haramdır. Insanın tabiatina, şeref ve onuruna aykırıdır.
Erkeğin, şehvetini uyandırmak ve zevk duymak için, eliyle ya da butlarıyla kendi kendini tatmin etmesi helâl görülmemiştir. (Bu konuda Mü'minûn (23) 7 ve Me'âric (70) 31 âyetleri ve tefsirlerine bakılabilir.) Haramlığını bazıları hafif, bazıları da kaba olarak nitelemişlerdir. Ancak erkeğin yanında karısı yoksa, ya da evli değilse, kalbi bununla meşgul oluyorsa ve harama düşme endişesi varsa, kendisini boşaltmanın, bunu âdet haline getirmemek şartıyla câiz olduğunu söyleyenler vardır. Hattâ, ciddî olarak harama düşme endişesi varsa ve bu yolla buna engel olunacaksa, bunun vâcip olduğunu söyleyenler de vardır. (Geniş bilgi için bk. Mahlûf, Fetâvâ I/117,118.) Ancak Peygamberimizin bu konudaki tavsiyesinin, şehveti oruç tutmakla yatıştırmak olduğu unutulmamalıdır. (Söz konusu hadîslerinde Rasûlüllah Efendimiz: "Gençler! Evlilik külfetine hanginizin gücü yetiyorsa evlensin." Yapamayan oruç tutmalıdır. Çünkü onun (nefsi dizginleyici) kamçısı vardır" Buhârî, savm 10, nikâh 2, 3; Müslim, nikâh 1, 3; Ebû Dâvûd, nikâh 1) Bu yolla hem haramdan kurtulacak hem de sevap kazanacaktır.
Erkeğin eli vb. şeylerle kendini tatmin etmesi caiz olmadığı gibi, kadının da bu yolla tatmin araması câiz değildir. Ancak koca, karısının eli ile ya da vücudunun diğer yerleri ile tatmin olabileceği gibi, karısını da bu yolla tatmin edebilir. (Serahsî, Mebsût X/159.)
Hastalık, zayıflık ve güçsüzlük gibi sebeple cinsel ilişkiye dayanamayan ve bu yüzden istemeyen kadınla cima etmek haramdır. (Ibn Âbidîn, el-Ukûdü'd-dürriyye I/26.)
Evlendiğinde karısıyla ilişkiye güç yetiremeyen erkek bir yıl beklenir. Bir yıl boyunca da, bir defa olsun, güç yetiremezse, karısı, istemesi halinde ayrılır, erkeği beklemeye zorlanamaz. (Ibn Âbidîn, el-Ukûdü'd-dürriyye I/30.)
Mushaf bulunan odada cima etmenin sakıncası yoktur. Çünkü müslümanlann evlerinde ve odalarında genellikle Mushaf bulunur. Ancak Allah'ın kelâmına karşı saygı duyulduğunu göstermek için Mushafin örtülmesi gerekir. (Ibn Âbidîn, I/266, el-Hediyyetü'l-Alâiyye 268.)
Mescidlerin üzerinde cinsel ilişkide bulunmak mekruhtur. Çünkü mescidler semâya kadar mesciddirler. (Alâuddîn Âbidîn, el-Hediyyetü'l-Alâ'iyye 283.)
Cimaya başlarken "besmele" çekerek,hadîste geçen "Bismillâh, Allahümme cennibnâ'ş-Şeytâne ve cennibi'ş-Şeytâne mâ-razektenâ" duasını okuması müstehaptır ve cimanın edeplerindendir. (Örnek olarak bk. Buhârî, bed'ul-halk 11; Müslim, talak 6, nikâh18)
Kocası kendisini cimaya çağırdığında, karısının bunu özürsüz olarak reddetmesi, câiz değildir. Hattâ âdetli olması da bir özür değildir. Çünkü kocası onun, âdetli iken haram olan bölgesi dışında bir yerinden yararlanabilir. (Fetâvây-i Hindiyye (yazma) 611/45 Müslim, hayz 16, Nesâî, taharet 180; Ibn Mâce, taharet 124) Bu konuda özellikle kadının sözkonusu edilmesi, cimada erkeğin, kadından daha sabırsız olduğundandır. Yoksa kadının, kocasından cima isteme hakkıyok demek değildir.
Karıkocanın, zaruret olmadıkça cinsel ilişki biçimlerini başkalarına anlatmaları haramdır. Peygamberimiz (s.a.s.) : "Şüphesiz ki, Kıyâmet Gününde, Allah'ın katında, emanete hiyanetin en büyüklerinden biri, karıkoca beraber düşüp-kalktıktan sonra, kocasının kadının sırrını yaymasıdır" buyurmuştur. (Müslim, nikâh 21; Davûdoğlu age VN/327 vd.)
Emzikli kadınla cimada bulunmak câizdir. (bk. Müslim, nikâh 24; Davûdoğlu age VN/342 vd.) Bir kadını görerek şehveti harekete gelen kimsenin, derhal karısı ile cima etmesi ve nefsini yatıştırması müstehaptır. (bk. Müslim, nikâh, 2; Davûdoğlu age VN/221.)
Cimada özellikle dikkat edilmesi gereken noktalardan birisi de, temizliğe olabildiğince dikkat etmektir. Mümkünse ilişkiden önce eşlerin dış organlarını sabunla yıkamaları müslümanca bir davranış olur. Çünkü temizlik müslümanlığın ana temellerindendir. Kasıklarda yuvalanıp üreyen mikropların, ilişki yoluyla kadının rahmine ulaşıp, çeşitli rahim hastalıklarına sebep olabileceği, ya da mevcut hastalıkları artırabileceği hiç unutulmamalıdır. Peygamberimizin (s.a.s.) cima edeceklere abdest almayı tavsiye etmesi (bk. Ibn Kudâme, el-Mugni VN/26) bundan olsa gerektir.
Cima gücünü artıracak besinler yemek sakıncalı değildir. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) kına sürünmeyi tavsiye ederken; çünkü o, cildi güzelleştirir, cima gücünü artırır(Zehebî, et-Tibbu'n-Nebevî 25), buyurmuştur. "Tıbbı Nebevî" kitaplarında buna benzer hadisler nakledilir ve cima gücünü artıracak gıda rejimi verilir. (agk)
Ilişkinin ne olduğunu bilecek kadar büyük çocukların bulunduğu odada, onlar uyurken bile cima etmek câiz değildir. (Nemenkânî, el-Fethu'r-Rahmanî N/2l3
ÜÇ BÜYÜK TAHRİK SEBEBİ
ÜÇ BÜYÜK TAHRİK SEBEBİ
Eskiden mektep ve kolejlerde belli bir disiplin vardı. Çocuklar tamamiye başıboş bırakılmamıştı. Serbestliklerinin de muayyen bir ölçüsü mevcuttu. Bu disiplin ve hudutlar ortadan kalkınca cinsî arzular ve şehevî heyecanlarla dopdolu bir gençlik, eğitim kuruluşlarından çıktıktan sonra, her türlü kaydı zapt-ü
raptı ayaklar altına almış ve ipini koparan hayvanlar gibi cemiyetin öz değerlerine kudurmuşcasına saldırmıştır. Sanki bu gençlerin içinde yanan şehvet ateşi alevlenmiş bir fırındı. Onu söndürmek için her çareye başvuruluyor, her türlü tedbir ve vesileler nazarlarında meşru addediliyordu.
Bu meseleyi, sebepleriyle birlikte izah eden bir Amerikan dergisi diyor ki:
"Zamanımızın üç şeytanî kuvveti birleşerek dünyamızı yağma etmektedir. Ve hatta bu dünyada bize cehennem hayatı yaşatmaktadır.
1. Fuhuş edebiyatı
Birinci Dünya Savaşından sonra, fuhuş edebiyatı, son süratle yayılmıştır. Hayasızlık mahsulü aşağının bayağısı eserler basılıp neşredilmektedir.
2. Şehevî arzuları tahrik eden hareketli resimler (sinemalar).
Bunların vazifeleri sadece tahrik değildir. Aynı zamanda bu işin dersini de vermektedirler.
3- Kadınlardaki düşük ahlâk
Elbise ve çamaşırların şeklinden tutun, çıplaklığa kadar varan bir gelişme... Sigara, laubali şekilde erkeklerle düşüp kalkmalar ve senli-benli münasebetlerin tesisi ve bunların yaygın kesafeti... '
İşte felâketimizi hazırlayan üç unsur.
Neticede Hıristiyan medeniyeti, hıristiyan cemiyeti ve hıristiyan içtimaî hayatı son bulmak üzereydi. Eğer bu tesirleri ortadan kaldırıcı ciddî tedbirler alınmazsa Roma medeniyetinin veya tarih sahnesinden silinen diğer milletlerin başına gelen felâketler bizim de kaderimiz olacaktır. Nitekim, sayılan medeniyetlerin yok oluşunun en büyük sebebi kadınların şehvet, içki, dans veya benzeri içtimaî âfetlere son derece müptelâ oluşları-dır.
Beşer medeniyetini ve içtimaî hayatımızı bir örümcek ağı gibi saran, genç erkek ve kadınları arkasından sürükleyen şehevî unsurlar...
Bunlar, arkada gizlenmiş bulunan "fuhuş meselesi"ne nazaran yine de basit problemlerdir. Fakat şu kadarı var ki, bu mesele de, yukarıda bahsettiğimiz hastalıkların zarurî neticesi olarak ortaya çıkmış bulunmaktadır.
Eskiden mektep ve kolejlerde belli bir disiplin vardı. Çocuklar tamamiye başıboş bırakılmamıştı. Serbestliklerinin de muayyen bir ölçüsü mevcuttu. Bu disiplin ve hudutlar ortadan kalkınca cinsî arzular ve şehevî heyecanlarla dopdolu bir gençlik, eğitim kuruluşlarından çıktıktan sonra, her türlü kaydı zapt-ü
raptı ayaklar altına almış ve ipini koparan hayvanlar gibi cemiyetin öz değerlerine kudurmuşcasına saldırmıştır. Sanki bu gençlerin içinde yanan şehvet ateşi alevlenmiş bir fırındı. Onu söndürmek için her çareye başvuruluyor, her türlü tedbir ve vesileler nazarlarında meşru addediliyordu.
Bu meseleyi, sebepleriyle birlikte izah eden bir Amerikan dergisi diyor ki:
"Zamanımızın üç şeytanî kuvveti birleşerek dünyamızı yağma etmektedir. Ve hatta bu dünyada bize cehennem hayatı yaşatmaktadır.
1. Fuhuş edebiyatı
Birinci Dünya Savaşından sonra, fuhuş edebiyatı, son süratle yayılmıştır. Hayasızlık mahsulü aşağının bayağısı eserler basılıp neşredilmektedir.
2. Şehevî arzuları tahrik eden hareketli resimler (sinemalar).
Bunların vazifeleri sadece tahrik değildir. Aynı zamanda bu işin dersini de vermektedirler.
3- Kadınlardaki düşük ahlâk
Elbise ve çamaşırların şeklinden tutun, çıplaklığa kadar varan bir gelişme... Sigara, laubali şekilde erkeklerle düşüp kalkmalar ve senli-benli münasebetlerin tesisi ve bunların yaygın kesafeti... '
İşte felâketimizi hazırlayan üç unsur.
Neticede Hıristiyan medeniyeti, hıristiyan cemiyeti ve hıristiyan içtimaî hayatı son bulmak üzereydi. Eğer bu tesirleri ortadan kaldırıcı ciddî tedbirler alınmazsa Roma medeniyetinin veya tarih sahnesinden silinen diğer milletlerin başına gelen felâketler bizim de kaderimiz olacaktır. Nitekim, sayılan medeniyetlerin yok oluşunun en büyük sebebi kadınların şehvet, içki, dans veya benzeri içtimaî âfetlere son derece müptelâ oluşları-dır.
Beşer medeniyetini ve içtimaî hayatımızı bir örümcek ağı gibi saran, genç erkek ve kadınları arkasından sürükleyen şehevî unsurlar...
Bunlar, arkada gizlenmiş bulunan "fuhuş meselesi"ne nazaran yine de basit problemlerdir. Fakat şu kadarı var ki, bu mesele de, yukarıda bahsettiğimiz hastalıkların zarurî neticesi olarak ortaya çıkmış bulunmaktadır.
Cinsel Birleşme Şekillerinin Mutluluktaki Yeri
Cinsel Birleşme Şekillerinin Mutluluktaki Yeri
Sadece insan denen yaratığın, cinsel temas sırasında değişik pozisyon uygulama yeteneği vardır. Eğer erkek ve kadın, sadece bir veya sınırlı sayıda pozisyon bilirlerse, cinsel hayatları zevksiz geçer. Değişik birleşme pozisyonları uzun evlilik hayatında bir zevk, bir değişiklik, canlandırıcı bir dinlenmedir.
Karşılıklı olarak birbirlerini cinsel bakımdan tatmin edemeyen kadın ve erkeğin evlilik hayatı hiçbir zaman için tam değildir.
Eşlerin şişmanlık veya hamilelik gibi sebepler yüzünden karı kocayı tatmin edici şekilde cinsel ilişkide bulunamamaları çok kere duyulmuştur.
Klasik Kadının Altta Olduğu Şekil:
Cinsel birleşme şekillerini öğrenmemiş ve ilk defa cinsel ilişkide bulunacak bir kadın, düşünmeden içten gelen bir davranışla sırt üstü yatacak ve kocasının üstüne çıkmasını bekleyecektir. Bu ilişki şekline normal ve erkek üstte adları da verilmektedir.
Daha önce gerdek konusunda genişçe izah edildiği gibi ön sevişme ve aşk fısıltılarından sonra birleşmeye hazır hale gelinince yani cinsel organlardan birleşmeyi kolaylaştırıcı sıvılar geldikten sonra birleşilmelidir. Erkek, vücut ağırlığını dizleri ve dirsekleri ile korumalı ve tamamen kadının üstüne yüklenmemelidir.
Bu birleşme şekli çocuk isteyen çiftler için önemlidir. Bu şekilde erkeğin spermleri vajinanın, yani dölyolunun dibinde birikir. Kısırlık tedavisi gören çitler bu şekilde birleşmeli. Cinsel birleşmeden sonra kadın yataktan kalkmamalı ve hatta kalçasının altına bir yastık yerleştirerek kalçasının yükselmesi sağlamalıdır. Bu şekilde dölyolunun dibinde biriken spermlerin döl yatağına girmeleri kolaylaşır.
Kadının Erkek Üzerinde Olduğu Şekil:
Eğer erkek kadına göre çok kilolu ve iri ise, kadının üstte olması onlara daha rahat bir cinsel birleşme imkanı sağlar.
Her şeklin kendine göre bir avantajı vardır. Bu şeklin iki avantajı da şunlardır: Kadın penisin durumunu istediği gibi ayarlayabilir ve klitorisi ile daima temasta kalmasını sağlar. Bu şekil, erkeğin erken boşalmasını önleyen ve kadının daha çabuk orgazma ulaşmasını sağlayan şekildir.
Ayrıca bu şekilde kadın üzerinde kocanın ağırlığını hissetmediğinden hareketlerinde daha serbest olur, klitorisini istediği gibi oynatarak orgazma kolaylıkla ulaşır. Bu şekil kadının erkeğinden kilo ve boy bakımından çok fark olduğu durumlarda özellikle tavsiye edilebilir. İster erkek, ister kadın üstte olsun, bu şekildeki cinsel ilişkilerde, taraflardan hiç biri bütün vücut ağırlığını eşine hissettirmemelidir. Ağırlığını dirsek ve dizleri ile hafifletmelidir.
Yan Yana Şekiller:
Yüzyüze veya arkadan cinsel organa yan yana şekilde ilişkiler; eşlerin kilolu, göbekli veya kadının hamile olduğunda uygulanan şekillerdir.
Bu şekiller, daha çok, kadının erkeğin ağırlığını üzerinde hissetmek istemediği hamilelik devresinin başlangıç ve ota devrelerinde tavsiye edilir.
Bu şekillerde kadın ve erkek yüzlerini birbirlerine veya kadın sırtını dönük olarak ve yan yatarak aşk oyununa dalarlar.
Kadının arkasından cinsel organa girmek isteyen erkeğin cinsel organ bölgesinin tümü, kadının kalçaları ile uyarıldığından erkek için çok tatmin edicidir. Erkeğin penisinin kadının en duyarlı yerleri olan anüsle rahim arasında sürtünmesinden ve vaginaya girmesinden kadın da haz duyar fakat orgazm olmayabilir. Erkek kadının orgazm ihtiyacını unutmamalıdır.
Bu pozisyonda ve diğer tüm pozisyonlarda ancak vaginaya girilmelidir. Anüse (büyük abdest yerine) girmek haramdır ve tıbben de zararlıdır. Cinsel organdan olmak şartıyla tüm pozisyonlar mubahtır yani dînen sakıncası yoktur. Aynı sorunlar Hz. Peygamber devrinde de yaşanmış ve Hz. Peygambere sorulunca şu ayeti kerime (Bakara: 223) nazil olmuştur: "Kadınlarınız sizin tarlanızdır. O halde tarlanıza nasıl dilerseniz öyle varın."
Sadece insan denen yaratığın, cinsel temas sırasında değişik pozisyon uygulama yeteneği vardır. Eğer erkek ve kadın, sadece bir veya sınırlı sayıda pozisyon bilirlerse, cinsel hayatları zevksiz geçer. Değişik birleşme pozisyonları uzun evlilik hayatında bir zevk, bir değişiklik, canlandırıcı bir dinlenmedir.
Karşılıklı olarak birbirlerini cinsel bakımdan tatmin edemeyen kadın ve erkeğin evlilik hayatı hiçbir zaman için tam değildir.
Eşlerin şişmanlık veya hamilelik gibi sebepler yüzünden karı kocayı tatmin edici şekilde cinsel ilişkide bulunamamaları çok kere duyulmuştur.
Klasik Kadının Altta Olduğu Şekil:
Cinsel birleşme şekillerini öğrenmemiş ve ilk defa cinsel ilişkide bulunacak bir kadın, düşünmeden içten gelen bir davranışla sırt üstü yatacak ve kocasının üstüne çıkmasını bekleyecektir. Bu ilişki şekline normal ve erkek üstte adları da verilmektedir.
Daha önce gerdek konusunda genişçe izah edildiği gibi ön sevişme ve aşk fısıltılarından sonra birleşmeye hazır hale gelinince yani cinsel organlardan birleşmeyi kolaylaştırıcı sıvılar geldikten sonra birleşilmelidir. Erkek, vücut ağırlığını dizleri ve dirsekleri ile korumalı ve tamamen kadının üstüne yüklenmemelidir.
Bu birleşme şekli çocuk isteyen çiftler için önemlidir. Bu şekilde erkeğin spermleri vajinanın, yani dölyolunun dibinde birikir. Kısırlık tedavisi gören çitler bu şekilde birleşmeli. Cinsel birleşmeden sonra kadın yataktan kalkmamalı ve hatta kalçasının altına bir yastık yerleştirerek kalçasının yükselmesi sağlamalıdır. Bu şekilde dölyolunun dibinde biriken spermlerin döl yatağına girmeleri kolaylaşır.
Kadının Erkek Üzerinde Olduğu Şekil:
Eğer erkek kadına göre çok kilolu ve iri ise, kadının üstte olması onlara daha rahat bir cinsel birleşme imkanı sağlar.
Her şeklin kendine göre bir avantajı vardır. Bu şeklin iki avantajı da şunlardır: Kadın penisin durumunu istediği gibi ayarlayabilir ve klitorisi ile daima temasta kalmasını sağlar. Bu şekil, erkeğin erken boşalmasını önleyen ve kadının daha çabuk orgazma ulaşmasını sağlayan şekildir.
Ayrıca bu şekilde kadın üzerinde kocanın ağırlığını hissetmediğinden hareketlerinde daha serbest olur, klitorisini istediği gibi oynatarak orgazma kolaylıkla ulaşır. Bu şekil kadının erkeğinden kilo ve boy bakımından çok fark olduğu durumlarda özellikle tavsiye edilebilir. İster erkek, ister kadın üstte olsun, bu şekildeki cinsel ilişkilerde, taraflardan hiç biri bütün vücut ağırlığını eşine hissettirmemelidir. Ağırlığını dirsek ve dizleri ile hafifletmelidir.
Yan Yana Şekiller:
Yüzyüze veya arkadan cinsel organa yan yana şekilde ilişkiler; eşlerin kilolu, göbekli veya kadının hamile olduğunda uygulanan şekillerdir.
Bu şekiller, daha çok, kadının erkeğin ağırlığını üzerinde hissetmek istemediği hamilelik devresinin başlangıç ve ota devrelerinde tavsiye edilir.
Bu şekillerde kadın ve erkek yüzlerini birbirlerine veya kadın sırtını dönük olarak ve yan yatarak aşk oyununa dalarlar.
Kadının arkasından cinsel organa girmek isteyen erkeğin cinsel organ bölgesinin tümü, kadının kalçaları ile uyarıldığından erkek için çok tatmin edicidir. Erkeğin penisinin kadının en duyarlı yerleri olan anüsle rahim arasında sürtünmesinden ve vaginaya girmesinden kadın da haz duyar fakat orgazm olmayabilir. Erkek kadının orgazm ihtiyacını unutmamalıdır.
Bu pozisyonda ve diğer tüm pozisyonlarda ancak vaginaya girilmelidir. Anüse (büyük abdest yerine) girmek haramdır ve tıbben de zararlıdır. Cinsel organdan olmak şartıyla tüm pozisyonlar mubahtır yani dînen sakıncası yoktur. Aynı sorunlar Hz. Peygamber devrinde de yaşanmış ve Hz. Peygambere sorulunca şu ayeti kerime (Bakara: 223) nazil olmuştur: "Kadınlarınız sizin tarlanızdır. O halde tarlanıza nasıl dilerseniz öyle varın."
GERDEK GECESİ
GERDEK GECESİ
Evlenmiş karı ve kocanın ilk defa bir araya geldikleri gece. Bu buluşmanın özelliği, kadın ve erkek için daha önce bilinmesi mümkün olmayan maddî ve manevî mahremiyetin ortadan kalkmasıdır. Çünkü o geceden önce, ayrı dünyalarda yaşayan iki insan, birbirlerine yaklaşarak aynı hayatı paylaşma durumuna gelmişlerdir. Bunun da ötesinde, aile olarak belirli hak ve görevleri "fiilen yaşama" olayını başlatmışladır.
Gerdek gecesini, sadece cinsî yönden iki farklı cinsin birbirlerini tanıması olarak görmemek gerekir. Bu beraberlik aynı zamanda, manevî ve hissî bir bütünleşmenin de başlangıcı olmaktadır. Olgunluk seviyesine gelen iki gencin, ondan sonraki hayatları belirli bir ölçü ve plan dâhilinde sürecektir. Bu bakımdan gerdek gecesi; son derece ciddî ve ağır sorumluluklarla dolu bir hayatın başlangıçanıdır. Tek kelime ile bir planlama kararının verileceği zamandır. Iki çift, paylaşacakları hayatta birbirleri için düşündüklerini açıkça anlatacak ve karşılıklı olarak yekdiğerinden beklediği tavır ve davranışları konuşacaklardır.
Gerdek, Islâmî bir olaydır.
Çünkü gerdek olayında gözümüze çarpan olağanüstü durum, kadın ve erkeğin meşrû ölçüler içerisinde biraraya gelmesi ve evlilik gibi büyük bir hadisenin düşünülüp, tartışılarak gerçekleştirilmesidir.
Gerdek olayında, birbirlerini uzaktan tanıyan iki çiftin yakın bir temas ile ve ciddî bir ortamda karşısındakıni ölçülü bir şekilde değerlendirmesi sözkonusudur. Çünkü evlilik ile yeni bir hayata başlangıçta, karşıdaki insan, bütün özellikleri ile tanınmak durumundadır. Islâmî mahremiyetin olmadığı durumlarda ve günümüz gibi kadın-erkeğin birbiriyle ölçüsüz ve gayrî ciddî bir biçimde biraraya gelmesi hâli, gerdek olayına gerek duyurmamaktadır. Çünkü olayda ne bir mahremiyet, ne de geleceğe dönük ciddî bir hesap bulunmaktadır. Taraflar; ya kendilerini bekleyecek akıbetlerden habersizdirler veya biraraya gelişlerinde sadece "cinsel tatmin" ağır basmaktadır.
Dolayısıyle bazan bu tür gayrî meşrû ilişkilerde "evlilik" gibi bir müesseşeye bile ihtiyaç duymayan insanlar görülmektedir. Tabii ki bu tür ilişkilerin sonu, büyük acılar ve felâketlerle bitmektedir.
Islâm'daki evlilik, cinsî duyguların dinî bir program çerçevesinde ve beşerî aşkın en temiz özellikleri ile biçim kazanmasıdır. Elbette ki bu temiz ve saf beraberlik, gerdek gecesi gibi başkalarının malûmu olmayan ruhî ve bedenî birlikteliğe ihtiyaç duyacaktır.
Evlenmiş karı ve kocanın ilk defa bir araya geldikleri gece. Bu buluşmanın özelliği, kadın ve erkek için daha önce bilinmesi mümkün olmayan maddî ve manevî mahremiyetin ortadan kalkmasıdır. Çünkü o geceden önce, ayrı dünyalarda yaşayan iki insan, birbirlerine yaklaşarak aynı hayatı paylaşma durumuna gelmişlerdir. Bunun da ötesinde, aile olarak belirli hak ve görevleri "fiilen yaşama" olayını başlatmışladır.
Gerdek gecesini, sadece cinsî yönden iki farklı cinsin birbirlerini tanıması olarak görmemek gerekir. Bu beraberlik aynı zamanda, manevî ve hissî bir bütünleşmenin de başlangıcı olmaktadır. Olgunluk seviyesine gelen iki gencin, ondan sonraki hayatları belirli bir ölçü ve plan dâhilinde sürecektir. Bu bakımdan gerdek gecesi; son derece ciddî ve ağır sorumluluklarla dolu bir hayatın başlangıçanıdır. Tek kelime ile bir planlama kararının verileceği zamandır. Iki çift, paylaşacakları hayatta birbirleri için düşündüklerini açıkça anlatacak ve karşılıklı olarak yekdiğerinden beklediği tavır ve davranışları konuşacaklardır.
Gerdek, Islâmî bir olaydır.
Çünkü gerdek olayında gözümüze çarpan olağanüstü durum, kadın ve erkeğin meşrû ölçüler içerisinde biraraya gelmesi ve evlilik gibi büyük bir hadisenin düşünülüp, tartışılarak gerçekleştirilmesidir.
Gerdek olayında, birbirlerini uzaktan tanıyan iki çiftin yakın bir temas ile ve ciddî bir ortamda karşısındakıni ölçülü bir şekilde değerlendirmesi sözkonusudur. Çünkü evlilik ile yeni bir hayata başlangıçta, karşıdaki insan, bütün özellikleri ile tanınmak durumundadır. Islâmî mahremiyetin olmadığı durumlarda ve günümüz gibi kadın-erkeğin birbiriyle ölçüsüz ve gayrî ciddî bir biçimde biraraya gelmesi hâli, gerdek olayına gerek duyurmamaktadır. Çünkü olayda ne bir mahremiyet, ne de geleceğe dönük ciddî bir hesap bulunmaktadır. Taraflar; ya kendilerini bekleyecek akıbetlerden habersizdirler veya biraraya gelişlerinde sadece "cinsel tatmin" ağır basmaktadır.
Dolayısıyle bazan bu tür gayrî meşrû ilişkilerde "evlilik" gibi bir müesseşeye bile ihtiyaç duymayan insanlar görülmektedir. Tabii ki bu tür ilişkilerin sonu, büyük acılar ve felâketlerle bitmektedir.
Islâm'daki evlilik, cinsî duyguların dinî bir program çerçevesinde ve beşerî aşkın en temiz özellikleri ile biçim kazanmasıdır. Elbette ki bu temiz ve saf beraberlik, gerdek gecesi gibi başkalarının malûmu olmayan ruhî ve bedenî birlikteliğe ihtiyaç duyacaktır.
HAREMLİK SELAMLIK HAKKINDA
HAREMLİK SELAMLIK HAKKINDA
Kavramın Tarif ve Şumûlü
"Harem" kelimesi Arapça bir kelime olup, "kişinin özenle koruduğu ve ugrunda savaştığı şey"( el-Mu'cemül-vasît, (ha-ra-me) md.) demektir. "Harâm", "hürmet", "muhterem" ve "ihtiram" kelimeleriyle aynı köktendir. Bu türevlerinden de anlaşılacağı gibi kelimemizde "saygınlık", "saygın" "korunmaya ve savun maya değer" gibi anlamlar saklıdır. Bir hadîs-i şerîfte "Malı ugrunda öldürülen şehittir, canı ugrunda öldürülen şehittir, dini ugrunda öldürülen şehittir, ırzı ugrunda öldürülen de şehittir. "(Buhari, mezalım 33; Müslim, imhan 226; Tirmizi, diyyât 21) buyurulmuştur ki, bu hadîs bir bakıma Islâmda "özenle korunması gereken" değerleri saymaktadır. Kişinin "ırzı"da bu korunması gereken değerlerin önemlilerinden olmakla."harem" telakki edilmiş ve "kötü ellere", "kem gözlere" karşı titizlikle korunmuştur. "Hurmet" kelimesi de, saygınlığı çiğnenemeyecek zimmet, hak ve sohbet vb. manalara geldiği gibi, yine bu manayı taşıması itibari ile "kadın" anlamına da gelir.( el Mu'cemu'1-vasît agy.) "Harîm" kelimesi de aynı kökten olup yaklaşık manalar taşır.Bütün bu anlamlar göz önünde bulundurularak "harem", herkesin girmesine müsaade edilmeyen, saygıdeğer ve kutsal yer,( bk. Devellioğlu (harem) md.) diye tanımlanmıştır. Mukaddes Mekke ve Medine şehirlerini çevreleyen ve sınırları Hz. Peygamber tarafından çizilip "mü'min" olmayanların girmelerine müsaade edilmeyen bölgelerin her birine de "harem" adı verilir ve "Harem-i Mekke" (Mekke'nin kutsal bölgesi) ile "Harem-i Medîne"nin ikisine birden, iki kutsal bölge, anlamında "Haremeyn" tâbir edilir."Harem-i şerif", şerefli harem, anlamında olarak, hem Kâbe ile Hz. Peygamber Mescidi ve civar larına, hem de Devellioğlu'na göre, büyük islâm konaklarında bulunan kadınlar dairesine denir.(agy.) Ancak "Büyük Islâm Konakları" ifadesi pek yerinde görülmediğinden, onun yerine "Islâm öğretisine göre inşa edilmiş evler" denmesi daha isâbetli olduğu kanaatindeyiz.
Bu konuda Pakalın'ın tanımlaması daha güzeldir: "Harem, sarayla konakların ve evlerin kadınlara mahsus kısmına verilen addır. Bu yere "Harem Dairesi" de denilirdi. Erkeklerinkine ise "selâmlık" adı verilirdi. Harem; zevce mânasına da gelir. Arapça bir kelime olan Harem, girilmesi memnun olan yer, mukaddes ve muhterem olan şey demektir. Bundan dolayı ki, eskiden harem ve selâmlık diye ikiye ayrılan saray ve konakların girilmesi memnun olan harem kısmı, kadınların ikametine mahsustu." Türk Ansiklopedisi'nin "harem" maddesine yaptığı tarif ise daha da şumüllü ve efradını câmîdir: "Islâm toplum hayatında ve kadınların yabancı erkeklere karşı şer'an tarif edilmiş şekilde örtünme (tesettür) ye mecbur oldukları devrede, çatısının altında âileye mensup olmayan ve çeşitli hizmetler gören erkeklerin de yaşadığı, barındığı büyük evlerde, konaklarda ve saraylarda kadınlara mahsus olan daire... Sadece Harem denildiği gibi, Harem Dairesi de denilir; padısahlara mahsus köşklerde de, sahilsaray ve saraylardaki Harem dâireleri de Harem-i Hümâyun adm taşır"(Türk Ansiklopedisi (Harem) md.) Burada da "şer'an örtünmeye mecbur oldukları devrede" ifadesi hatâlıdır, zirâ Islâm gerçeğinin varolduğu her dönemde, inanan kadınların örtünmeye mecbur olacakları da bir vâkiadır.Anlaşılan "Harem" ve "Harem dâiresi" "selâmlik" la birleşerek Türkçe yapım eki olan -lik eki almış ve kadınların bulunduğu yeranlamında "Haremlik" haline gelmiştir. Buna göre, daha sonra Islâmî menşe ve kökenini araştırmaya çalışacağımız "Haremlik": Maddî imkânlarına bağlı olarak evlerini büyükçe yapabilen müslümanların, erkeklerin oturma mekânına mukabil, kadınlar için inşa ettikleri ve yabancı erkekler girmeksizin sadece kadınların bulunduğu, böylece de oturma ve sohbet sırasında üstbaşları tabiatıyla dağınık olacak kadınların "hicab" emrine uymuş olacakları ev bölmesi diye tanımlanabilir.
"Selâmlık" ise yine Arapça bir kelime olan "selâm"a, yine yapım eki olan Türkçe -lık takısı eklenerek yapılmış "selâm ve selâmlama yeri" anlamında bir terimdir. Ancak anlaşılan o ki, bunda "selâm" kelimesinin etimolojik anlamları olan "selâmet, esenlik, bariş, güven" gibi manalar gözetilmemiş, sadece bu manalarıda içine alan "selâmlama"dan hareketle "Haremlik"in mukabili mekâna "selâmlık" demiştir. Yani, "selâmlık" konaklarda erkeklere mahsus daireye verilen addır. Bunun yerine "Selâmlık Dâiresi" de kullanılırdı.."Selâmlık" tâbiri, konak sahibinin selâm ve arz-i ihtiram için gelenleri burada kabul etmesinden meydana gelmiştir. Konaklarda selamlıklar ayrı bir dâire halinde idi. Ev sahibi sabahleyin hâremden çıkar, işine gidinceye kadar misafirlerini burada kabul ettiği gibi, işinden döndükten sonra da yatma zamanına kadar yine burada oturup gelenlerle vakit geçirirdi. Orta hallilerin evlerindeki selâmlık dâireleri konaklardakilere nisbetle basit şekilde idi.(Pakalın, (selâmlık) md.) Bir başka ifade ile: "Büyük evler, konaklar ve saraylarda aile hizmetindeki yabancı erkeklerin (erkek asçılar, asçı yamakları, uşaklar, ayvazlar, kâhyalar, vekilharçlar, erkek çocuğu lalaları, kâtipler, arabacılar, kayıkçılar, seyisler, bahçıvanlar, efendi tarafından himaye altına alınmış genç erkekler, âileye intisap etmiş şeyhler, dervişler, bulûg çağını idrak etmiş köleler, günlük misafirler, gece yatışı misafirleri, diyar garibi misafirler) bulunduğu, yaşadığı kısma da selâmlık denilmiştir."(Türk Ansiklopedisi (TA) (Harem) md.)"Haremlikle selâmlık arasındaki bağlantı kısmına "Mabeyn" (arayer, arabölme) ismi verilirdi... Büyük mutfak selâmlıkta bulunurdu, fakat ekseriye Haremlik'in de ayrı mutfağı olurdu...
Konak ve saraylarda Haremlikle Selâmlıkta mutlaka iki hamam bulunurdu, büyük evlerde haremlikte mutlaka bir hamam yapılır, selâmlık halkı için civardaki bir çarsı hamamından faydalanırlardı. Uşaklardan biri külhancılık hizmeti görürdü. Binada hamam külhanları selâmlıkta olurdu. Harem lik'in ve selamlığın bahçeleri de ayrı olurdu..."(agk.)
Kavramın Tarif ve Şumûlü
"Harem" kelimesi Arapça bir kelime olup, "kişinin özenle koruduğu ve ugrunda savaştığı şey"( el-Mu'cemül-vasît, (ha-ra-me) md.) demektir. "Harâm", "hürmet", "muhterem" ve "ihtiram" kelimeleriyle aynı köktendir. Bu türevlerinden de anlaşılacağı gibi kelimemizde "saygınlık", "saygın" "korunmaya ve savun maya değer" gibi anlamlar saklıdır. Bir hadîs-i şerîfte "Malı ugrunda öldürülen şehittir, canı ugrunda öldürülen şehittir, dini ugrunda öldürülen şehittir, ırzı ugrunda öldürülen de şehittir. "(Buhari, mezalım 33; Müslim, imhan 226; Tirmizi, diyyât 21) buyurulmuştur ki, bu hadîs bir bakıma Islâmda "özenle korunması gereken" değerleri saymaktadır. Kişinin "ırzı"da bu korunması gereken değerlerin önemlilerinden olmakla."harem" telakki edilmiş ve "kötü ellere", "kem gözlere" karşı titizlikle korunmuştur. "Hurmet" kelimesi de, saygınlığı çiğnenemeyecek zimmet, hak ve sohbet vb. manalara geldiği gibi, yine bu manayı taşıması itibari ile "kadın" anlamına da gelir.( el Mu'cemu'1-vasît agy.) "Harîm" kelimesi de aynı kökten olup yaklaşık manalar taşır.Bütün bu anlamlar göz önünde bulundurularak "harem", herkesin girmesine müsaade edilmeyen, saygıdeğer ve kutsal yer,( bk. Devellioğlu (harem) md.) diye tanımlanmıştır. Mukaddes Mekke ve Medine şehirlerini çevreleyen ve sınırları Hz. Peygamber tarafından çizilip "mü'min" olmayanların girmelerine müsaade edilmeyen bölgelerin her birine de "harem" adı verilir ve "Harem-i Mekke" (Mekke'nin kutsal bölgesi) ile "Harem-i Medîne"nin ikisine birden, iki kutsal bölge, anlamında "Haremeyn" tâbir edilir."Harem-i şerif", şerefli harem, anlamında olarak, hem Kâbe ile Hz. Peygamber Mescidi ve civar larına, hem de Devellioğlu'na göre, büyük islâm konaklarında bulunan kadınlar dairesine denir.(agy.) Ancak "Büyük Islâm Konakları" ifadesi pek yerinde görülmediğinden, onun yerine "Islâm öğretisine göre inşa edilmiş evler" denmesi daha isâbetli olduğu kanaatindeyiz.
Bu konuda Pakalın'ın tanımlaması daha güzeldir: "Harem, sarayla konakların ve evlerin kadınlara mahsus kısmına verilen addır. Bu yere "Harem Dairesi" de denilirdi. Erkeklerinkine ise "selâmlık" adı verilirdi. Harem; zevce mânasına da gelir. Arapça bir kelime olan Harem, girilmesi memnun olan yer, mukaddes ve muhterem olan şey demektir. Bundan dolayı ki, eskiden harem ve selâmlık diye ikiye ayrılan saray ve konakların girilmesi memnun olan harem kısmı, kadınların ikametine mahsustu." Türk Ansiklopedisi'nin "harem" maddesine yaptığı tarif ise daha da şumüllü ve efradını câmîdir: "Islâm toplum hayatında ve kadınların yabancı erkeklere karşı şer'an tarif edilmiş şekilde örtünme (tesettür) ye mecbur oldukları devrede, çatısının altında âileye mensup olmayan ve çeşitli hizmetler gören erkeklerin de yaşadığı, barındığı büyük evlerde, konaklarda ve saraylarda kadınlara mahsus olan daire... Sadece Harem denildiği gibi, Harem Dairesi de denilir; padısahlara mahsus köşklerde de, sahilsaray ve saraylardaki Harem dâireleri de Harem-i Hümâyun adm taşır"(Türk Ansiklopedisi (Harem) md.) Burada da "şer'an örtünmeye mecbur oldukları devrede" ifadesi hatâlıdır, zirâ Islâm gerçeğinin varolduğu her dönemde, inanan kadınların örtünmeye mecbur olacakları da bir vâkiadır.Anlaşılan "Harem" ve "Harem dâiresi" "selâmlik" la birleşerek Türkçe yapım eki olan -lik eki almış ve kadınların bulunduğu yeranlamında "Haremlik" haline gelmiştir. Buna göre, daha sonra Islâmî menşe ve kökenini araştırmaya çalışacağımız "Haremlik": Maddî imkânlarına bağlı olarak evlerini büyükçe yapabilen müslümanların, erkeklerin oturma mekânına mukabil, kadınlar için inşa ettikleri ve yabancı erkekler girmeksizin sadece kadınların bulunduğu, böylece de oturma ve sohbet sırasında üstbaşları tabiatıyla dağınık olacak kadınların "hicab" emrine uymuş olacakları ev bölmesi diye tanımlanabilir.
"Selâmlık" ise yine Arapça bir kelime olan "selâm"a, yine yapım eki olan Türkçe -lık takısı eklenerek yapılmış "selâm ve selâmlama yeri" anlamında bir terimdir. Ancak anlaşılan o ki, bunda "selâm" kelimesinin etimolojik anlamları olan "selâmet, esenlik, bariş, güven" gibi manalar gözetilmemiş, sadece bu manalarıda içine alan "selâmlama"dan hareketle "Haremlik"in mukabili mekâna "selâmlık" demiştir. Yani, "selâmlık" konaklarda erkeklere mahsus daireye verilen addır. Bunun yerine "Selâmlık Dâiresi" de kullanılırdı.."Selâmlık" tâbiri, konak sahibinin selâm ve arz-i ihtiram için gelenleri burada kabul etmesinden meydana gelmiştir. Konaklarda selamlıklar ayrı bir dâire halinde idi. Ev sahibi sabahleyin hâremden çıkar, işine gidinceye kadar misafirlerini burada kabul ettiği gibi, işinden döndükten sonra da yatma zamanına kadar yine burada oturup gelenlerle vakit geçirirdi. Orta hallilerin evlerindeki selâmlık dâireleri konaklardakilere nisbetle basit şekilde idi.(Pakalın, (selâmlık) md.) Bir başka ifade ile: "Büyük evler, konaklar ve saraylarda aile hizmetindeki yabancı erkeklerin (erkek asçılar, asçı yamakları, uşaklar, ayvazlar, kâhyalar, vekilharçlar, erkek çocuğu lalaları, kâtipler, arabacılar, kayıkçılar, seyisler, bahçıvanlar, efendi tarafından himaye altına alınmış genç erkekler, âileye intisap etmiş şeyhler, dervişler, bulûg çağını idrak etmiş köleler, günlük misafirler, gece yatışı misafirleri, diyar garibi misafirler) bulunduğu, yaşadığı kısma da selâmlık denilmiştir."(Türk Ansiklopedisi (TA) (Harem) md.)"Haremlikle selâmlık arasındaki bağlantı kısmına "Mabeyn" (arayer, arabölme) ismi verilirdi... Büyük mutfak selâmlıkta bulunurdu, fakat ekseriye Haremlik'in de ayrı mutfağı olurdu...
Konak ve saraylarda Haremlikle Selâmlıkta mutlaka iki hamam bulunurdu, büyük evlerde haremlikte mutlaka bir hamam yapılır, selâmlık halkı için civardaki bir çarsı hamamından faydalanırlardı. Uşaklardan biri külhancılık hizmeti görürdü. Binada hamam külhanları selâmlıkta olurdu. Harem lik'in ve selamlığın bahçeleri de ayrı olurdu..."(agk.)
ERKEN BOŞALMA VE HAYDAR DÜMENİN MANTIK DIŞI YAKLAŞIMI......
ERKEN BOŞALMA VE HAYDAR DÜMENİN MANTIK DIŞI YAKLAŞIMI......
İngilizlerin yaptığı araştırmayla Türk erkeklerinin seks süresinin 3 dakika 7 saniye olduğunu öğrenince şok geçirmesek de, sarsıldık ve çözüm bulmak için hemen kolları sıvadık. İşte Türkiye’nin en ünlü uzmanlarından erken boşalma sorununu ortadan kaldıracak tüyolar...
SÜNNET BOŞALMAYI ÇABUKLAŞTIRIYORMUŞ(((GÜYA)))
İlk olarak soluğu cinsel meseleler duayeni Doktor Haydar Dümenin yanında aldık. Haydar Bey yapılan araştırmanın tamamen doğru olduğunu ve Türk erkeklerinin pek çoğunun; hatta yüzde 50sinin, beklenenden daha erken sürede boşaldığını söyleyince gerçek anlamda hayal kırıklığı yaşadık tabii. Peki niye, neden derken Dümenden çok çarpıcı bir cevap geldi: Sünnet! Meğer, sünnet olan erkeklerde penis açıkta olduğundan soğuk bir odadan sıcak bir odaya girmiş gibi oluyormuş. Bu da fazla uyarılmayı arttıran sebep! Oysa sünnetsiz erkeklerde penisin başı sünnet derisinin içinde olduğu için penisin başı kapalı bir kutuda duruyor gibi oluyormuş. Birleşme olduğunda o kutudan çıkıp başka bir kutuya giriyormuş. Tıpkı bir odadan çıkıp başka bir odaya girmek gibi! Dümen, sünnet konusunun ne kadar önemli olduğunu şu sözleriyle anlatmaya devam ediyor: Sünnet sırasında penis ucundaki çok ince sinirler de kesiliyor. Kesilen sinir uçlarında nodül oluşabiliyor. Bunlar da duyarlılığı artırıyor. Yani penisin kesilmesi doğru bir hareket değil diyor. Erkeğin ve kadının fizyolojisinin çok farklı olduğunu belirten Uzman Psikolog Meliha Karayay da, bunu kadın bir fırın gibidir, yavaş yavaş ısınan ve soğuyan; erkek ise çakmak gibidir, birden alev alan ve birden sönen benzetmesiyle örnekliyor. Bu örnekten de anladığımız üzere çiftlerin aynı anda senkronize şekilde uyarılması ve aynı anda boşalması mümkün değil gerçek anlamda! Karayay, uyumlu çiftlerin bu zamanlamayı çok iyi ayarladığını söylüyor. Karayay: Erkeğin ilk sevişmesindeki boşalma süresi daha kısadır ikincisinde daha geç boşalır. Bu durumda, ön sevişmede zamanı uzun tutup kadının uyarılmasını sağladığınızda erkek boşalsa bile kadın da zaten belli bir yere kadar gelmiş oluyor. İkincisi de daha uzun olacağı için zaten bir noktaya dek gelmiş olan kadın da daha uzun süre zevk alabiliyor. Yani ilk boşalmada kadın, ikinci boşalmada erkek uyarılırsa daha doğru diyerek işin sırrını veriyor.
Mastürbasyon erken boşalmaya programlıyor!
Mastürbasyon yapılması da boşalma süresinde etkili bir unsur. Çünkü alışkanlık yapıyor. Erkek mastürbasyonu zevke hemen ulaşmak için yapıyor. Bu da 1-2 dakika! Dolayısıyla bedenin biyolojik saatini erken boşalmaya programlıyor. Hattat Hastanesi Baş Hekimi Prof. Dr. Halim Hattat, erken boşalmayı alışkanlık haline getirenlere doktor olarak müdahele ettiklerini söyleyip, sürelere takılmamak gerektiğinin altını çiziyor. Hattat erkeğin psikolojik yapısını inceleyip, psikosomatik bir durum mu yoksa uyarıyı artıran özel bir sebep mi var araştırdıklarını anlatıyor. Karayay da zamanın önemi olmadığını söyleyenlerden. Sevişme ve dolayısıyla boşalma süresini uzatmak isteyen erkeklere mastürbatif çalışmalar yani durmasını, geciktirmesini ve tekrar durmasını öğreneceği çalışmalar yaptırdığını belirten Karayay, haftalık bir çizelge hazırlıyor. Buna göre haftada iki kere mastürbatif çalışmaların yapılması gerekiyor. Bu günlerin dışında dokunmak, uyarmak serbest ama ilişkiye girmek yasak! Doktor izin verene dek partneriyle beraber olamıyor erkek. Bunlar işin davranışsal boyutları, psikolojik boyutta ise erkeği negatif etkileyen noktaların bulunması ve giderilmesi gerekiyor!
ELE ELE DERGİSİNDEN ALINTIDIR
İngilizlerin yaptığı araştırmayla Türk erkeklerinin seks süresinin 3 dakika 7 saniye olduğunu öğrenince şok geçirmesek de, sarsıldık ve çözüm bulmak için hemen kolları sıvadık. İşte Türkiye’nin en ünlü uzmanlarından erken boşalma sorununu ortadan kaldıracak tüyolar...
SÜNNET BOŞALMAYI ÇABUKLAŞTIRIYORMUŞ(((GÜYA)))
İlk olarak soluğu cinsel meseleler duayeni Doktor Haydar Dümenin yanında aldık. Haydar Bey yapılan araştırmanın tamamen doğru olduğunu ve Türk erkeklerinin pek çoğunun; hatta yüzde 50sinin, beklenenden daha erken sürede boşaldığını söyleyince gerçek anlamda hayal kırıklığı yaşadık tabii. Peki niye, neden derken Dümenden çok çarpıcı bir cevap geldi: Sünnet! Meğer, sünnet olan erkeklerde penis açıkta olduğundan soğuk bir odadan sıcak bir odaya girmiş gibi oluyormuş. Bu da fazla uyarılmayı arttıran sebep! Oysa sünnetsiz erkeklerde penisin başı sünnet derisinin içinde olduğu için penisin başı kapalı bir kutuda duruyor gibi oluyormuş. Birleşme olduğunda o kutudan çıkıp başka bir kutuya giriyormuş. Tıpkı bir odadan çıkıp başka bir odaya girmek gibi! Dümen, sünnet konusunun ne kadar önemli olduğunu şu sözleriyle anlatmaya devam ediyor: Sünnet sırasında penis ucundaki çok ince sinirler de kesiliyor. Kesilen sinir uçlarında nodül oluşabiliyor. Bunlar da duyarlılığı artırıyor. Yani penisin kesilmesi doğru bir hareket değil diyor. Erkeğin ve kadının fizyolojisinin çok farklı olduğunu belirten Uzman Psikolog Meliha Karayay da, bunu kadın bir fırın gibidir, yavaş yavaş ısınan ve soğuyan; erkek ise çakmak gibidir, birden alev alan ve birden sönen benzetmesiyle örnekliyor. Bu örnekten de anladığımız üzere çiftlerin aynı anda senkronize şekilde uyarılması ve aynı anda boşalması mümkün değil gerçek anlamda! Karayay, uyumlu çiftlerin bu zamanlamayı çok iyi ayarladığını söylüyor. Karayay: Erkeğin ilk sevişmesindeki boşalma süresi daha kısadır ikincisinde daha geç boşalır. Bu durumda, ön sevişmede zamanı uzun tutup kadının uyarılmasını sağladığınızda erkek boşalsa bile kadın da zaten belli bir yere kadar gelmiş oluyor. İkincisi de daha uzun olacağı için zaten bir noktaya dek gelmiş olan kadın da daha uzun süre zevk alabiliyor. Yani ilk boşalmada kadın, ikinci boşalmada erkek uyarılırsa daha doğru diyerek işin sırrını veriyor.
Mastürbasyon erken boşalmaya programlıyor!
Mastürbasyon yapılması da boşalma süresinde etkili bir unsur. Çünkü alışkanlık yapıyor. Erkek mastürbasyonu zevke hemen ulaşmak için yapıyor. Bu da 1-2 dakika! Dolayısıyla bedenin biyolojik saatini erken boşalmaya programlıyor. Hattat Hastanesi Baş Hekimi Prof. Dr. Halim Hattat, erken boşalmayı alışkanlık haline getirenlere doktor olarak müdahele ettiklerini söyleyip, sürelere takılmamak gerektiğinin altını çiziyor. Hattat erkeğin psikolojik yapısını inceleyip, psikosomatik bir durum mu yoksa uyarıyı artıran özel bir sebep mi var araştırdıklarını anlatıyor. Karayay da zamanın önemi olmadığını söyleyenlerden. Sevişme ve dolayısıyla boşalma süresini uzatmak isteyen erkeklere mastürbatif çalışmalar yani durmasını, geciktirmesini ve tekrar durmasını öğreneceği çalışmalar yaptırdığını belirten Karayay, haftalık bir çizelge hazırlıyor. Buna göre haftada iki kere mastürbatif çalışmaların yapılması gerekiyor. Bu günlerin dışında dokunmak, uyarmak serbest ama ilişkiye girmek yasak! Doktor izin verene dek partneriyle beraber olamıyor erkek. Bunlar işin davranışsal boyutları, psikolojik boyutta ise erkeği negatif etkileyen noktaların bulunması ve giderilmesi gerekiyor!
ELE ELE DERGİSİNDEN ALINTIDIR
KADINA ARKADAN YANAŞMANIN HÜKMÜ
KADINA ARKADAN YANAŞMANIN HÜKMÜ
Kadına dübüründen yanaşmak haramdır. Dolayısıyla erkeğin kadına dübüründen yanaşması haram olup bazı imamlar bunu zina olarak değerlendirmişlerdir. Her ne kadar livata olarak isimlendirilmese de livata gibidir. Bazen kadın livatası da denilmektedir ki bununla erkeğin kadına dübüründen yaklaşması kastedilmektedir. Livata diye isimlendirildiğinde erkeğin erkeğe yanaşması anlamı kastedilir, bir başka anlamı yoktur. Bu nedenledir ki kadına dübüründen yanaşmak livata sayılmaz. Dolayısıyla kadına dübüründen yanaşmanın haram olması, zina oluşundan ya da livata oluşundan kaynaklanmamaktadır. Çünkü bu, zina olmadığı gibi livata da değildir. Ancak bu konu hakkında şer’î deliller vardır. Allahu Teâla şöyle buyurmaktadır:
"İyice temizlendikleri vakit Allah'ın size emrettiği yerden onlara varın." *
Bu ayet, kadına Allah'ın yaklaşılmasını emrettiği yerden, kadının cinsel organından yaklaşılması gerektiğini kayıt altına alan bir nasstır. Bunun anlamı şudur; Allah'ın size yaklaşmanızı emrettiği yerin dışında bir başka yerden onlara yaklaşmayın. Bu emir, nikahlanma emrindeki şu ayetler gibidir:
"...Hoşunuza giden kadınlarla evleniniz..." *
"İçinizdeki bekarları evlendiriniz." *
"...Velilerinin izniyle onlarla evlenin..." *
Bu ayetle de vurgulanan husus evliliktir. Erkeklerin kadınlara Allah'ın emrettiği yerden, cinsel organdan yaklaşmaları şer’î nassın gereğidir.
Ali b. Ebu Talha İbni Abbas'tan şunu rivayet eder:
"Allah'ın size emrettiği yerden..." * ayetinden maksat cinsel organdır. Bunun dışına çıkmayınız. Kim bunun dışına çıkarsa haddi aşmış olur." Mücahid der ki: “emrettiği yerden” ayeti cinsel organdan anlamına gelmektedir." Bu ayetin yüce Allah'ın şu ayetine atıf olduğu söylenemez: "Onun için adet halinde kadınlarınızdan ayrılın." * Çünkü ayetin tamamı şöyledir:
"Sana adet halinden soruyorlar. De ki: O, bir ezadır. Onun için adet halinde kadınlarınızdan ayrılın. Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. İyice temizlendikleri vakit, Allah'ın size emrettiği yerden onlara varın..." *
Böyle bir ifade kullanılamaz, çünkü hayız hali, mekanla değil zamanla alakalı bir husustur. Şayet mekanla alakalı bir husus olsaydı, hayız zamanının dışında onlara yaklaşınız denilirdi. Tam tersine ayet mekana delalet edecek bir şekilde gelmiştir. Bunun, hayza çevrilmesi mümkün değildir. Zira "haysü" lafzı ancak mekana delalet ettiğinden dolayı kesinlikle hayız anlamına gelmez. Allah'ın size emrettiği yerden yani cinsel organdan yaklaşınız anlamına gelir. Nikah ve evlilik ayetleri de bunu emretmektedir. Bu anlamı, bu ayetin hemen ardından gelen ve kadının, nesil için olduğunu açıklayan ayet de teyit etmektedir. Ayet adeta şu anlama gelmektedir: Neslin geldiği yerden yaklaşınız. Nesil ise ancak cinsel organdan gelmektedir. Bu nedenle ayet şöyledir:
"Allah'ın size emrettiği yerden onlara varın. Şüphesiz ki Allah hem tevbe edenleri hem de temizlenenleri çok sever. Kadınlarınız sizin için bir tarladır. O halde tarlanıza dilediğiniz yerden varın." *
Bu ayette yer alan: "Kadınlarınız sizin için bir tarladır." ifadesi, daha önce gelen: "Allah'ın size emrettiği yerden onlara varın." ayetini açıklamaktadır. Bu ifade, Allah'ın, yaklaşılmasını emrettiği yerle, cinsel organla ilgili bir açıklamadır. Yine ayette yer alan: "tarlanızdır" ifadesi ekilecek yer anlamında kullanılan bir kinayedir. "dilediğiniz yerden" ifadesi, nasıl isterseniz demektir. kelimesi nereden isterseniz değil nasıl isterseniz anlamına gelir. Çünkü kelimesi "nasıl" anlamında kullanılmaktadır. Nadiren karşılaşılabilecek durumlar haricinde "nereden" anlamında kullanılmaz. Her iki anlamda da kullanılacağını varsaysak bile; "tarlanızdır." ifadesi burada, "nereden" anlamına değil "nasıl" anlamına ait bir karinedir. Bu karine iki yerde birden gelmektedir. "Kadınlarınız sizin için bir tarladır" ifadesi, ekin anlamına geldiği ve ekin yerinden gelinmesi hususunda yeterlidir. Ancak yaklaşma konusunu anlatırken "onlara dilediğiniz yerden varın”, ifadesi kullanılmamış, tam tersine, (ekin) kelimesi kullanılarak şöyle denilmiştir: "O halde tarlanıza dilediğiniz yerden varın." Ayette; her türlü ihtimali ortadan kaldırmak ve tekid için "kadınlara dilediğiniz yerden varın" ifadesi kullanılmamıştır. Adeta Allahu Teâla şöyle demektedir: Ekin yerinden yaklaşmak kaydıyla kadınlara dilediğiniz şekilde yaklaşmanızda size bir günah yoktur. "O halde tarlanıza varın." ifadesi cinsel organdan yaklaşma hususunda kesin bir nasstır. Diğer taraftan bu ayetin nüzul sebebini oluşturan kadınlara nasıl yaklaşılması gerektiği yönündeki soru da buna delalet etmektedir. Süfyan b. Said es-Sevri'den: Muhammed b. el-Münkedir Cabir b. Abudullah'ın şöyle dediğini haber veriyor: "Yahudiler; kim karısı ile arkası dönmüş bir halde cinsi münasebette bulunursa çocuk şaşı olur, derlerdi. Bunun üzerine; "Kadınlarınız sizin için bir tarladır. O halde tarlanıza dilediğiniz yerden varın." * ayeti nazil oldu. "Bir hadiste ibni Cüreyc, Rasulullah (sav)'in: "Fercden (cinsel organdan) olduktan sonra önden ve arkadan." dediğini rivayet eder. Bu nedenledir ki; "Allah'ın size emrettiği yerden onlara varın." ayeti, Allah'ın emrettiği yerin dışından onlara varmanın haram olduğuna delalet eder. "Kadınlarınız sizin için bir tarladır." ayeti, Allah'ın yaklaşılmasını emrettiği yeri yani cinsel organı açıklayan bir ifadedir. Bunlara ilave olarak nikah ve evlilikle ilgili ayetler de buna delalet etmektedir. Bunların tamamı kadına dübüründen yaklaşmanın haram olduğuna delalet etmektedir. Öte yandan kadınla dübüründen ilişki kurmanın haram olduğuna açıkça delalet eden birçok hadis vardır.
Huzeyme b. Sabit'ten:
Rasulullah (sav) erkeğin karısıyla dübüründen temasta bulunmasını yasakladı.” *
İbni Abbas'tan: Rasulullah (sav) şöyle dedi:
"Allah Teâla bir kadınla ya da bir ekekle dübüründen temasta bulunan kimseye (kıyamet günü) rahmet nazarıyla bakmaz.” *
Amr b. Şuayb babasından onun da dedesinden rivayet ettiğine göre Rasulullah (sav) şöyle demiştir:
"Karısına dübüründen temasta bulunan kimse küçük livata yapmış olur.” *
Ali b. Talk'dan Rasulullah (sav) şöyle dedi:
"Kadınlara dübüründen temasta bulunmayın. Şüphesiz ki Allah hakkı söylemekten (açıklamaktan) utanmaz." *
Bu hadisi ayrıca Ahmed İbni Hanbel, Ebu Muaviye'den rivayet etmekte ve şöyle demektedir: Bize Abdürrezzak anlattı, Ma'mer Süheyl b. Ebu Salih'ten, el-Haris'ten, Muhlid'den o da Ebu Hüreyre'den nakletti:
"Şüphesiz ki Allah, karısına dübüründen temas kuran kimseye (kıyamet günü rahmet) nazarıyla bakmaz.” *
Yine Ahmed'den: Bize Affan, Vüheyb, Sehl Haris b. Muhalled'den onun da Ebu Hüreyre'den rivayet ettiği bir hadiste Rasulullah (sav) şöyle dedi:
"Şüphesiz ki Allah, karısı ile dübüründen cima yapan adama (kıyamet günü) bakmaz." *
Bu hadislerin tümü kadınlara dübüründen temas etmenin haram olduğu hususunda delildirler. Dolayısıyla erkeğin karısına dübüründen temas kurması haramdır. Ancak şeriat bunun için ceza olarak belli bir ceza koymadığından dolayı bu hususta verilecek olan ceza had cezaları kapsamında değerlendirilemez. Tazir cezaları kapsamına girer. Bu nedenle imam ya da hakimin bu fiili işleyen kimseye caydırıcı ve acıtıcı bir ceza vermesi gerekir. Çünkü ceza her ne kadar tazir cezası olsa da caydırıcı ve acı verici olması lazımdır. Evla olan bu hususun hakimin takdirine bırakılmasıdır.
Abdurrahman Malıkı
İslam Hukukunda Ceza
Kadına dübüründen yanaşmak haramdır. Dolayısıyla erkeğin kadına dübüründen yanaşması haram olup bazı imamlar bunu zina olarak değerlendirmişlerdir. Her ne kadar livata olarak isimlendirilmese de livata gibidir. Bazen kadın livatası da denilmektedir ki bununla erkeğin kadına dübüründen yaklaşması kastedilmektedir. Livata diye isimlendirildiğinde erkeğin erkeğe yanaşması anlamı kastedilir, bir başka anlamı yoktur. Bu nedenledir ki kadına dübüründen yanaşmak livata sayılmaz. Dolayısıyla kadına dübüründen yanaşmanın haram olması, zina oluşundan ya da livata oluşundan kaynaklanmamaktadır. Çünkü bu, zina olmadığı gibi livata da değildir. Ancak bu konu hakkında şer’î deliller vardır. Allahu Teâla şöyle buyurmaktadır:
"İyice temizlendikleri vakit Allah'ın size emrettiği yerden onlara varın." *
Bu ayet, kadına Allah'ın yaklaşılmasını emrettiği yerden, kadının cinsel organından yaklaşılması gerektiğini kayıt altına alan bir nasstır. Bunun anlamı şudur; Allah'ın size yaklaşmanızı emrettiği yerin dışında bir başka yerden onlara yaklaşmayın. Bu emir, nikahlanma emrindeki şu ayetler gibidir:
"...Hoşunuza giden kadınlarla evleniniz..." *
"İçinizdeki bekarları evlendiriniz." *
"...Velilerinin izniyle onlarla evlenin..." *
Bu ayetle de vurgulanan husus evliliktir. Erkeklerin kadınlara Allah'ın emrettiği yerden, cinsel organdan yaklaşmaları şer’î nassın gereğidir.
Ali b. Ebu Talha İbni Abbas'tan şunu rivayet eder:
"Allah'ın size emrettiği yerden..." * ayetinden maksat cinsel organdır. Bunun dışına çıkmayınız. Kim bunun dışına çıkarsa haddi aşmış olur." Mücahid der ki: “emrettiği yerden” ayeti cinsel organdan anlamına gelmektedir." Bu ayetin yüce Allah'ın şu ayetine atıf olduğu söylenemez: "Onun için adet halinde kadınlarınızdan ayrılın." * Çünkü ayetin tamamı şöyledir:
"Sana adet halinden soruyorlar. De ki: O, bir ezadır. Onun için adet halinde kadınlarınızdan ayrılın. Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. İyice temizlendikleri vakit, Allah'ın size emrettiği yerden onlara varın..." *
Böyle bir ifade kullanılamaz, çünkü hayız hali, mekanla değil zamanla alakalı bir husustur. Şayet mekanla alakalı bir husus olsaydı, hayız zamanının dışında onlara yaklaşınız denilirdi. Tam tersine ayet mekana delalet edecek bir şekilde gelmiştir. Bunun, hayza çevrilmesi mümkün değildir. Zira "haysü" lafzı ancak mekana delalet ettiğinden dolayı kesinlikle hayız anlamına gelmez. Allah'ın size emrettiği yerden yani cinsel organdan yaklaşınız anlamına gelir. Nikah ve evlilik ayetleri de bunu emretmektedir. Bu anlamı, bu ayetin hemen ardından gelen ve kadının, nesil için olduğunu açıklayan ayet de teyit etmektedir. Ayet adeta şu anlama gelmektedir: Neslin geldiği yerden yaklaşınız. Nesil ise ancak cinsel organdan gelmektedir. Bu nedenle ayet şöyledir:
"Allah'ın size emrettiği yerden onlara varın. Şüphesiz ki Allah hem tevbe edenleri hem de temizlenenleri çok sever. Kadınlarınız sizin için bir tarladır. O halde tarlanıza dilediğiniz yerden varın." *
Bu ayette yer alan: "Kadınlarınız sizin için bir tarladır." ifadesi, daha önce gelen: "Allah'ın size emrettiği yerden onlara varın." ayetini açıklamaktadır. Bu ifade, Allah'ın, yaklaşılmasını emrettiği yerle, cinsel organla ilgili bir açıklamadır. Yine ayette yer alan: "tarlanızdır" ifadesi ekilecek yer anlamında kullanılan bir kinayedir. "dilediğiniz yerden" ifadesi, nasıl isterseniz demektir. kelimesi nereden isterseniz değil nasıl isterseniz anlamına gelir. Çünkü kelimesi "nasıl" anlamında kullanılmaktadır. Nadiren karşılaşılabilecek durumlar haricinde "nereden" anlamında kullanılmaz. Her iki anlamda da kullanılacağını varsaysak bile; "tarlanızdır." ifadesi burada, "nereden" anlamına değil "nasıl" anlamına ait bir karinedir. Bu karine iki yerde birden gelmektedir. "Kadınlarınız sizin için bir tarladır" ifadesi, ekin anlamına geldiği ve ekin yerinden gelinmesi hususunda yeterlidir. Ancak yaklaşma konusunu anlatırken "onlara dilediğiniz yerden varın”, ifadesi kullanılmamış, tam tersine, (ekin) kelimesi kullanılarak şöyle denilmiştir: "O halde tarlanıza dilediğiniz yerden varın." Ayette; her türlü ihtimali ortadan kaldırmak ve tekid için "kadınlara dilediğiniz yerden varın" ifadesi kullanılmamıştır. Adeta Allahu Teâla şöyle demektedir: Ekin yerinden yaklaşmak kaydıyla kadınlara dilediğiniz şekilde yaklaşmanızda size bir günah yoktur. "O halde tarlanıza varın." ifadesi cinsel organdan yaklaşma hususunda kesin bir nasstır. Diğer taraftan bu ayetin nüzul sebebini oluşturan kadınlara nasıl yaklaşılması gerektiği yönündeki soru da buna delalet etmektedir. Süfyan b. Said es-Sevri'den: Muhammed b. el-Münkedir Cabir b. Abudullah'ın şöyle dediğini haber veriyor: "Yahudiler; kim karısı ile arkası dönmüş bir halde cinsi münasebette bulunursa çocuk şaşı olur, derlerdi. Bunun üzerine; "Kadınlarınız sizin için bir tarladır. O halde tarlanıza dilediğiniz yerden varın." * ayeti nazil oldu. "Bir hadiste ibni Cüreyc, Rasulullah (sav)'in: "Fercden (cinsel organdan) olduktan sonra önden ve arkadan." dediğini rivayet eder. Bu nedenledir ki; "Allah'ın size emrettiği yerden onlara varın." ayeti, Allah'ın emrettiği yerin dışından onlara varmanın haram olduğuna delalet eder. "Kadınlarınız sizin için bir tarladır." ayeti, Allah'ın yaklaşılmasını emrettiği yeri yani cinsel organı açıklayan bir ifadedir. Bunlara ilave olarak nikah ve evlilikle ilgili ayetler de buna delalet etmektedir. Bunların tamamı kadına dübüründen yaklaşmanın haram olduğuna delalet etmektedir. Öte yandan kadınla dübüründen ilişki kurmanın haram olduğuna açıkça delalet eden birçok hadis vardır.
Huzeyme b. Sabit'ten:
Rasulullah (sav) erkeğin karısıyla dübüründen temasta bulunmasını yasakladı.” *
İbni Abbas'tan: Rasulullah (sav) şöyle dedi:
"Allah Teâla bir kadınla ya da bir ekekle dübüründen temasta bulunan kimseye (kıyamet günü) rahmet nazarıyla bakmaz.” *
Amr b. Şuayb babasından onun da dedesinden rivayet ettiğine göre Rasulullah (sav) şöyle demiştir:
"Karısına dübüründen temasta bulunan kimse küçük livata yapmış olur.” *
Ali b. Talk'dan Rasulullah (sav) şöyle dedi:
"Kadınlara dübüründen temasta bulunmayın. Şüphesiz ki Allah hakkı söylemekten (açıklamaktan) utanmaz." *
Bu hadisi ayrıca Ahmed İbni Hanbel, Ebu Muaviye'den rivayet etmekte ve şöyle demektedir: Bize Abdürrezzak anlattı, Ma'mer Süheyl b. Ebu Salih'ten, el-Haris'ten, Muhlid'den o da Ebu Hüreyre'den nakletti:
"Şüphesiz ki Allah, karısına dübüründen temas kuran kimseye (kıyamet günü rahmet) nazarıyla bakmaz.” *
Yine Ahmed'den: Bize Affan, Vüheyb, Sehl Haris b. Muhalled'den onun da Ebu Hüreyre'den rivayet ettiği bir hadiste Rasulullah (sav) şöyle dedi:
"Şüphesiz ki Allah, karısı ile dübüründen cima yapan adama (kıyamet günü) bakmaz." *
Bu hadislerin tümü kadınlara dübüründen temas etmenin haram olduğu hususunda delildirler. Dolayısıyla erkeğin karısına dübüründen temas kurması haramdır. Ancak şeriat bunun için ceza olarak belli bir ceza koymadığından dolayı bu hususta verilecek olan ceza had cezaları kapsamında değerlendirilemez. Tazir cezaları kapsamına girer. Bu nedenle imam ya da hakimin bu fiili işleyen kimseye caydırıcı ve acıtıcı bir ceza vermesi gerekir. Çünkü ceza her ne kadar tazir cezası olsa da caydırıcı ve acı verici olması lazımdır. Evla olan bu hususun hakimin takdirine bırakılmasıdır.
Abdurrahman Malıkı
İslam Hukukunda Ceza
Kapkara Çarşaf
Sual: Tamam tesettür kadın için güzeldir ve kadının izzetini koruyup erkeklerin şehvet oyuncağı olmasını engelliyor. Ama çoğu yazınızda çarşaf vurgusu yapıyorsunuz. Bana çok itici geliyor. Ve insanın içini karartıyor. Kapkara çarşaf. Sanki günah işleyen kadınlar kendilerini gizlemek için içlerine girmişler.Belki söylediklerimde bilmediklerim vardır.Kapkara çarşafın gereği nedir.Pardeso ve başörtüsü yetmezmi.?Bana çarşaf giymek çok ağır gelir.
Cevap: Kardeşim ne garip bir hale geldik değil mi?.sizin kapkara dediğiniz çarşafa bugün Avrupalı ve batılı kadınlar sahip çıkmaya başladılar.Önceden çıplaklık, cazibe, moda ,hayvanlık onların baş tacıydı.Şimdi ise bize geçti.Önce onlar sömürüldü yıllarca sanayilerin her alanında.Her türlü materyallerin kahramanı çıplak hayasız kadınlardı.Onlar çağdaşlık laiklik altında sömürüldü,soyuldu öldürüldü,ezildi zalim kapitalizmin çarkları arasında mahvedildi..Şimdi ise bize geçti o akım.Onlar artık ezilmekten dövülmekten atılmaktan bedeni üzerinde pazarlanmaktan etinden ,derisinden ,cazibesinden faidelenilmesinden bıktılar.Onlar islama hayaya edebe iffete ahlaka namusa koşarken bizimkiler onların gittiği pis yollara heveslenmeye başladılar.Avrupa devletleri islama hamile kaldı o devleti doğurmaya başlarken İslam ülkeleri ise avrupa devletlerinin çağdaşlığını rezilliğini pisliklerini modasını kozmetiği doğurmaya başladılar.
Şimdi çarşaf onlara örtü ,onlara mis, temiz, izzetli, şerefli bir şey olarak gelmeye başlarken bizimkilere ise gerici, itici ,sıkıcı, esaret ,suçlu hali gibi gelmeye başladı.Şimdi Hz Fatmalar Aişeler sence günahkarlıkları için mi çarşafa sığındılar.Yoksa onları koruyan gözeten kollayan saklayan en güzel örtü olduğu için mi onun içerisine girip sığındılar.
Onlar o cazibelerini o çarşafla esaret altına adılar.onlar bedenlerindeki fitneyi çarşaf ile esaret altında tuttular ki toplumu fitneye sevk etmesin.
Onlar iffetlerini edeplerini şereflerini kadınlıklarını onurlarını koruyacak ve hiçbir moda ve kozmetiğe ve sömürüye satılmaya fırsat vermeyeceği için çarşafı tercih ettiler.bir kadını alıp türbanlı olarak istihdam edip sömürebilirsin.onu reklamlarda oynatıp onun yüzünden faydalanarak cazibesini kullanabilirsin ama bir çarşaflının hiçbir şekilde cazibesini sömüremezsin.
çarşaf bütün sömürülere kapalıdır.bütün nazarlara kapalıdır.bütün hain bakışlara kapalıdır.bütün erkeklere kapalıdır.bütün heveslere kapalıdır.bütün çekiciliklere kapalıdır.herkes çarşafta olsa kimin yaşlı kimin genç olduğu belli olmazsa o zaman herkes için eşinden daha güzeli olmaz.ama açılıp saçıldı mı her şey ortaya döküldü mü o zaman herkes kıyas eder.herkes birbirinin karısına kızına gizlice hisler besler aşık olur göz diker. yan bakar.
çarşaflı bir bayanı modacılar kozmetikçiler sömüremez.ticaret erbapları alıp cazibesini kullanıp tezgahtar yapamaz.onu alçaltıp zillete atamaz.onun bedeni elmaslar hazinesi değerinde oluğu için istediği gibi kullanamaz.çalamaz çırpmaz.çünkü yasaktır ve kapalıdır.
çarşaflı bir kadın hiçbir erkeğin pis hayallerinde ve hayal yataklarında gezemez.sadece eşinin özeli olup ona kendini güzelliğini cazibesini hasrı naza edip.sadece ona açar ve gösterir hazinelerini başkalarına açmaz ve teşhir etmez.pazarlamaz.yüzde yüz muhabbet ve sevgisini sadakatini eşine hasreder.
o kapkara çarşafı ile erkeklerin kızgın azgın bilenmiş şehvet ve arzularını söndürüp onların heveslerini kursaklarında koyar.bugün taciz ve tecavüzlerin yaşı 10 lara niye düştü.niye dakikalara düştü.serkeş ve sarhoş ruhlu insanların taciz ve tecavüzüne maruz kalmaz .
o kapkara çarşaf o azgın nefis ve arzuları dizginler ve tetiklemez,azdırmaz.
o kapkara çarşaflı bayan o erkeğin şehvetini karartır..
o kapkara çarşafa karşı erkek hiçbir şehveti bilemez.
o kapkara çarşaflı kadını hayal eden.başkasını haya eder.hayal ettiği kişi hiçbir zaman olamaz.
o kapkara çarşaf kadını alçakça şerefsizce sömürülerden koruyacaktır.
o kapkara çarşaf sahibi kadın filmlerin dizilerin porno kültürünün kölesi olmayacaktık.porno ve sinemanın ve defilelerin kölesi olan o kadınlar ölseler de o filmleri hayatta kalıp insanları harama günaha atıyor.insanlar ölmüş bir kadının çıplak resim ve filmleriyle şehvete gelip kuduruyorlar.işte alçak medeniyetin kadına verdiği hak.böyle alçakça zilletle yaşamak mı güzeldir yoksa kapkara çarşafla izzetli yaşamak mı iyidir.
kapkara çarşaflı kadın Hz Aişe gibi Fatıma gibi olmaktır.Şeklen onlara bezemektir.
Kapkara çarşaf kapkara zinalara girmemek için en güzel selametli yoldur.
Kapkara çarşaf kadınları kapkara genelevlerin pavyonların kölesi olmaktan kurtarır.
Kapkara çarşaf içerisindeki kadına serseriler laf atmazlar.
kapkara çarşaf cazibeyi,fitneyi engelleyen en güzel örtüdür..
kapkara çarşaflı bir kadın pardesoya uygun eşarp ona uygun ayakkabı bulma derdi çekmez.
kapkara çarşaflı kadınlar kapkara çarşafla esaret altına girmezler.kaleye ve zırha girmiş olurlar.
kapkara çarşaflı olmayan İslami modayla güzelce sömürülürler.suistimal edilirler.ve gizlice ahlaksızlaştırılırlar.bugün İslami modaya kendini kaptıran kadınların halleri ortadadır.belki diyeceksiniz başka şansı yok mu kapkara çarşaftan başka.illa kapkara çarşaf mı.derim ki örtünün en güzel en takvası en kolayı en emini çarşaftır.
kapkara çarşafı medeniyetin beşiğindeki İngiliz kadın niye giyiyor.esaret için değil.Amerikalı kadın niye giyiyor esaret için değil.kendisini ancak bununla güvende hissediyor.aklı fikri kalbi ruhu cinsellikle kirlenen bu zamanda kendini ancak bununla emniyette görüyor.ama örtünün geniş olanı ve cekici olmayan renklerdeki uygun koyu renkteki örtüleri tercih eden bayanlarda vardır.yada bölgesel giyinip örtünenlerde vardır.örtü sadece çarşaftır demeyiz.ama en güzeli iyisi güvenlisi çarşaftır deriz.çünkü büyük insanlar ve çevreleri hep bunu tercih etmektedirler.1350 senedir İslam kadınları hep çarşaftaydı.Osmanlı hanımları padişah hanımları peygamber hanımları hep çarşaf içindeydi.Geniş koyu renklerde özellikle siyah perdeso giyip üzerine siyah başörtüsü örtüldüğü zamanda örtü olmuş olur.ama oturtmalı renkli ,cazibeli olan perdesolar asla tam örtü olamazlar.Onlarda kadın boy pos endam fiziki güzelliklere tam gizlemeyemez.bir şeyler erkeğin dikkatini çeker.ya kalçalar.ya yüz güzelliği.ya eşarp.ya beden kaba etleri.ama çarşaf ise en takvası ve güzelidir.eşin özelidir.
kapkara çarşaflı bir kadın sokaktaki erkeklere havasını aldırırken onların heveslerini kursağında bırakırken evinde istediği gibi modayı takip edip eşine karşı giyinebilir.belki bu söylenenler sana uzak geliyor.ama böyle yaşanıyor.bizde ve avrupada İslamiyet..Bizler peygambere neyle benzeyeceğiz.işimize gelenle mi asla.
Kardeşim birde işin şu tarafı vardır.çarşaf giymek neden bir çok bayana ağır geliyor dersen.imanların hafifliğinden derim.Çünkü nefes ve öteki kuvvetler ağır bastığı için.çarşaf o bayana ağır geliyor.belki eşinden başka erkeklerde güzel görünme kaygısı olabilir.belki imanın zaifliği vardır.belki güneş ışınlarına dayanamıyor ama cehenneme dayanacaktır.belki nefsine zor geliyor imanı hafif olduğu için.ama sahabi hanımlar emir gelince hepsi hemen çarşafa girmişler.tereddüt etmeden.ama şimdi insanlara zor geliyor.islami cıvıl cıvıl modalar var.rengarenk giysiler var.suretperestlik denen güzelliğe tapma hastalığı var.göz önünde tutulan artistlerin mankenlerin güzelliği ile yarışma var.onlara özenme var.onlara benzeme gizlice arzusu var.fıtrattan gelen erkeklere kendini beğendirme var.bu suistimal ediliyor.o kendini beğendirme sadece eşine karşı olmalıdır.kapkara çarşaflı kadınlar işte evinde modayı eşi içi takip ederler.dışarıda öyle görünseler de evlerinde öyle değillerdir.İnşallah tatmin olmuşsunuzdur
Cevap: Kardeşim ne garip bir hale geldik değil mi?.sizin kapkara dediğiniz çarşafa bugün Avrupalı ve batılı kadınlar sahip çıkmaya başladılar.Önceden çıplaklık, cazibe, moda ,hayvanlık onların baş tacıydı.Şimdi ise bize geçti.Önce onlar sömürüldü yıllarca sanayilerin her alanında.Her türlü materyallerin kahramanı çıplak hayasız kadınlardı.Onlar çağdaşlık laiklik altında sömürüldü,soyuldu öldürüldü,ezildi zalim kapitalizmin çarkları arasında mahvedildi..Şimdi ise bize geçti o akım.Onlar artık ezilmekten dövülmekten atılmaktan bedeni üzerinde pazarlanmaktan etinden ,derisinden ,cazibesinden faidelenilmesinden bıktılar.Onlar islama hayaya edebe iffete ahlaka namusa koşarken bizimkiler onların gittiği pis yollara heveslenmeye başladılar.Avrupa devletleri islama hamile kaldı o devleti doğurmaya başlarken İslam ülkeleri ise avrupa devletlerinin çağdaşlığını rezilliğini pisliklerini modasını kozmetiği doğurmaya başladılar.
Şimdi çarşaf onlara örtü ,onlara mis, temiz, izzetli, şerefli bir şey olarak gelmeye başlarken bizimkilere ise gerici, itici ,sıkıcı, esaret ,suçlu hali gibi gelmeye başladı.Şimdi Hz Fatmalar Aişeler sence günahkarlıkları için mi çarşafa sığındılar.Yoksa onları koruyan gözeten kollayan saklayan en güzel örtü olduğu için mi onun içerisine girip sığındılar.
Onlar o cazibelerini o çarşafla esaret altına adılar.onlar bedenlerindeki fitneyi çarşaf ile esaret altında tuttular ki toplumu fitneye sevk etmesin.
Onlar iffetlerini edeplerini şereflerini kadınlıklarını onurlarını koruyacak ve hiçbir moda ve kozmetiğe ve sömürüye satılmaya fırsat vermeyeceği için çarşafı tercih ettiler.bir kadını alıp türbanlı olarak istihdam edip sömürebilirsin.onu reklamlarda oynatıp onun yüzünden faydalanarak cazibesini kullanabilirsin ama bir çarşaflının hiçbir şekilde cazibesini sömüremezsin.
çarşaf bütün sömürülere kapalıdır.bütün nazarlara kapalıdır.bütün hain bakışlara kapalıdır.bütün erkeklere kapalıdır.bütün heveslere kapalıdır.bütün çekiciliklere kapalıdır.herkes çarşafta olsa kimin yaşlı kimin genç olduğu belli olmazsa o zaman herkes için eşinden daha güzeli olmaz.ama açılıp saçıldı mı her şey ortaya döküldü mü o zaman herkes kıyas eder.herkes birbirinin karısına kızına gizlice hisler besler aşık olur göz diker. yan bakar.
çarşaflı bir bayanı modacılar kozmetikçiler sömüremez.ticaret erbapları alıp cazibesini kullanıp tezgahtar yapamaz.onu alçaltıp zillete atamaz.onun bedeni elmaslar hazinesi değerinde oluğu için istediği gibi kullanamaz.çalamaz çırpmaz.çünkü yasaktır ve kapalıdır.
çarşaflı bir kadın hiçbir erkeğin pis hayallerinde ve hayal yataklarında gezemez.sadece eşinin özeli olup ona kendini güzelliğini cazibesini hasrı naza edip.sadece ona açar ve gösterir hazinelerini başkalarına açmaz ve teşhir etmez.pazarlamaz.yüzde yüz muhabbet ve sevgisini sadakatini eşine hasreder.
o kapkara çarşafı ile erkeklerin kızgın azgın bilenmiş şehvet ve arzularını söndürüp onların heveslerini kursaklarında koyar.bugün taciz ve tecavüzlerin yaşı 10 lara niye düştü.niye dakikalara düştü.serkeş ve sarhoş ruhlu insanların taciz ve tecavüzüne maruz kalmaz .
o kapkara çarşaf o azgın nefis ve arzuları dizginler ve tetiklemez,azdırmaz.
o kapkara çarşaflı bayan o erkeğin şehvetini karartır..
o kapkara çarşafa karşı erkek hiçbir şehveti bilemez.
o kapkara çarşaflı kadını hayal eden.başkasını haya eder.hayal ettiği kişi hiçbir zaman olamaz.
o kapkara çarşaf kadını alçakça şerefsizce sömürülerden koruyacaktır.
o kapkara çarşaf sahibi kadın filmlerin dizilerin porno kültürünün kölesi olmayacaktık.porno ve sinemanın ve defilelerin kölesi olan o kadınlar ölseler de o filmleri hayatta kalıp insanları harama günaha atıyor.insanlar ölmüş bir kadının çıplak resim ve filmleriyle şehvete gelip kuduruyorlar.işte alçak medeniyetin kadına verdiği hak.böyle alçakça zilletle yaşamak mı güzeldir yoksa kapkara çarşafla izzetli yaşamak mı iyidir.
kapkara çarşaflı kadın Hz Aişe gibi Fatıma gibi olmaktır.Şeklen onlara bezemektir.
Kapkara çarşaf kapkara zinalara girmemek için en güzel selametli yoldur.
Kapkara çarşaf kadınları kapkara genelevlerin pavyonların kölesi olmaktan kurtarır.
Kapkara çarşaf içerisindeki kadına serseriler laf atmazlar.
kapkara çarşaf cazibeyi,fitneyi engelleyen en güzel örtüdür..
kapkara çarşaflı bir kadın pardesoya uygun eşarp ona uygun ayakkabı bulma derdi çekmez.
kapkara çarşaflı kadınlar kapkara çarşafla esaret altına girmezler.kaleye ve zırha girmiş olurlar.
kapkara çarşaflı olmayan İslami modayla güzelce sömürülürler.suistimal edilirler.ve gizlice ahlaksızlaştırılırlar.bugün İslami modaya kendini kaptıran kadınların halleri ortadadır.belki diyeceksiniz başka şansı yok mu kapkara çarşaftan başka.illa kapkara çarşaf mı.derim ki örtünün en güzel en takvası en kolayı en emini çarşaftır.
kapkara çarşafı medeniyetin beşiğindeki İngiliz kadın niye giyiyor.esaret için değil.Amerikalı kadın niye giyiyor esaret için değil.kendisini ancak bununla güvende hissediyor.aklı fikri kalbi ruhu cinsellikle kirlenen bu zamanda kendini ancak bununla emniyette görüyor.ama örtünün geniş olanı ve cekici olmayan renklerdeki uygun koyu renkteki örtüleri tercih eden bayanlarda vardır.yada bölgesel giyinip örtünenlerde vardır.örtü sadece çarşaftır demeyiz.ama en güzeli iyisi güvenlisi çarşaftır deriz.çünkü büyük insanlar ve çevreleri hep bunu tercih etmektedirler.1350 senedir İslam kadınları hep çarşaftaydı.Osmanlı hanımları padişah hanımları peygamber hanımları hep çarşaf içindeydi.Geniş koyu renklerde özellikle siyah perdeso giyip üzerine siyah başörtüsü örtüldüğü zamanda örtü olmuş olur.ama oturtmalı renkli ,cazibeli olan perdesolar asla tam örtü olamazlar.Onlarda kadın boy pos endam fiziki güzelliklere tam gizlemeyemez.bir şeyler erkeğin dikkatini çeker.ya kalçalar.ya yüz güzelliği.ya eşarp.ya beden kaba etleri.ama çarşaf ise en takvası ve güzelidir.eşin özelidir.
kapkara çarşaflı bir kadın sokaktaki erkeklere havasını aldırırken onların heveslerini kursağında bırakırken evinde istediği gibi modayı takip edip eşine karşı giyinebilir.belki bu söylenenler sana uzak geliyor.ama böyle yaşanıyor.bizde ve avrupada İslamiyet..Bizler peygambere neyle benzeyeceğiz.işimize gelenle mi asla.
Kardeşim birde işin şu tarafı vardır.çarşaf giymek neden bir çok bayana ağır geliyor dersen.imanların hafifliğinden derim.Çünkü nefes ve öteki kuvvetler ağır bastığı için.çarşaf o bayana ağır geliyor.belki eşinden başka erkeklerde güzel görünme kaygısı olabilir.belki imanın zaifliği vardır.belki güneş ışınlarına dayanamıyor ama cehenneme dayanacaktır.belki nefsine zor geliyor imanı hafif olduğu için.ama sahabi hanımlar emir gelince hepsi hemen çarşafa girmişler.tereddüt etmeden.ama şimdi insanlara zor geliyor.islami cıvıl cıvıl modalar var.rengarenk giysiler var.suretperestlik denen güzelliğe tapma hastalığı var.göz önünde tutulan artistlerin mankenlerin güzelliği ile yarışma var.onlara özenme var.onlara benzeme gizlice arzusu var.fıtrattan gelen erkeklere kendini beğendirme var.bu suistimal ediliyor.o kendini beğendirme sadece eşine karşı olmalıdır.kapkara çarşaflı kadınlar işte evinde modayı eşi içi takip ederler.dışarıda öyle görünseler de evlerinde öyle değillerdir.İnşallah tatmin olmuşsunuzdur
BAŞÖRTÜSÜ YASAKÇILARINI EMPATİ YAPMAYA DAVET EDİYORUZ!!!
BAŞÖRTÜSÜ YASAKÇILARINI EMPATİ YAPMAYA DAVET EDİYORUZ!!!
tahkik tarafından Per, 2010-10-21 14:20 tarihinde gönderildi.
İnsanları ve toplumları hayata ve yaşama bağlayan en önemli etken o insanların inanç ve değerleridir. En bedevi toplumlardan tutun ta en medeni insanlara kadar bütün toplumların kendi yapısına göre bir inancı ve savunduğu değerleri vardır.Kimisi için inancı onun menfaatidir.Kimisi için inanç onun hedefleridir.Kimisi için inancı dürüst ve namuslu olmaktır.Kimisi için inanç inanmamaktır.Kimisi için inanç ailesidir.Kimisi için ise inanç semavi bir ilaha tapmak ve onun gönderdikleriyle amel etmektir.Kimisi için inanç ise sınırsız ve kuralsız yaşamaktır.İnancı olan sadece insanlar değildir. İnsan cinsinden olmayan cinlerin ve insana musallat edilen şeytanların dahi bir inancı vardır. Şeytanın inancı ise insanları saptırmaktır. Demek görünür veya görünmeyen herkesin bir inancı ve tapındığı değerleri vardır..Bu inançların tezahürü ise kitaplarla, eylemlerle, sistemlerle ,fikirlerle, kanunlarla ,ideolojilerle hayat bulur.Tatbik ve hayat sahnesine indiği zaman bu inanç ve değerler toplumun her kesimi tarafından kabul görmeyebilir.Bu inanç ve değer sahipleri inandığı görüş ve fikirleri farklı şekillerde tatbik sahasına koymak için farklı yöntemlere başvurabilirler.Kimisi inancını topluma benimsetmek için kaba kuvveti,zorbalığı kullanırken kimisi ise ikna ve mantığı kullanır.Topluma kabul ettirilmeye çalışılan bu fikir ve inançlarının kabul görmeme etki ve tepkisi çoğu zaman menfi cereyanlara ,zulümlere ve anarşiye dönebiliyor.. Öyle zalim insanlar gelip geçmiştir ki tarih sahnesinden kökü yüzyıllara dayanan ve her asırda milyonlarca taraftarı olan inanç sistemlerini ve inanç sahiplerinin inançlarını değerlerini hiçe sayarak inancından dolayı cezalandırmak, kendisi gibi inanmayan ve düşünmeyen insanlara karşı yaptırım uygulamak ve o insanları toplumdan tecrit etmek ve o insanları inanç ve değerleri için aşağılamak veya ayıplamak yolunu seçmişlerdir. Bu zalim ve zorbalar tarih sahnesinden gelip geçerken geride kanlı ve zalim izlerini bırakmışlar yönetimleri ve zulümleriyle kara tarihe adlarını yazdırmışlardır.
Maalesef geçmişte olduğu gibi zamanımızda da insanların yaşama ve inanma haklarını gasp etmeye çalışan ve kendi inanç ve değer ve fikirlerine o insanları boyun eğdirmeye çalışan sistemler, liderler ve fikir sahipleri mevcut. Eski zalimlerin uygulamaları aksine zamanımızdaki sistem ve rejim sahipleri fikir ve inançlarını topluma kabul ettirip onları bu fikirlere ve değerlere inandırmak için kaba kuvvet ve zorbalık yerine kanun ve kanundaki kavramları kullanarak baskı ve zulüm metodunu tercih etmektedirler. Kavramların arkasına gizledikleri inanç ve değerleriyle çelişen ve onlara tabi olmayanlara karşı sinsi mücadele etme yolunu tercih etmektedirler. Bir yandan hak ve özgürlüklerin savunucuları görünürken öteki taraftan kanunlar perdesi altında insanların inanç ve değerlerine hedef alıp o değerleri yok etmeye çalışmaktadırlar. Kanunlarla o inanç sahiplerinin hareket alanlarını kısıtlamaya inançlarını bilim, sanat ve vb gibi şeylerle ifsat etmeye çalışmaktadırlar. Kendileri gibi düşünmeyen ve inanmayan grup ve kesimlerin inançlarını ve değerlerini gizlice ve sinsice ifsat etmek için her türlü yolu ve yöntemi mübah görmekte. Ellerinde bulundurdukları basın, yayın ve iletişim araçları vasıtasıyla inanç ve değerleri aşağılanmaktadır.
Bu zihniyetli insanların aksine vicdan medeniyeti ve insaf hoşgörüsü gereği olarak farklı inanç ve değerleri olduğu gibi kabul etmek gerekir. Hele bu inanç sistemleri sosyal ve içtimai hayata ahlak,fazilet.adalet,sükunet ,eşitlik ve özgürlük katıyorsa o değerler karşı savaşmayı bırak o sistemin yanında olmak vicdan ve akıl sahiplerinin vazifesidir. Yüzyıllardır hayata ve toplumlara hakikat,adalet,hikmet özgürlük ve sükunet getiren ve dünyada 2 milyara yakın taraftarı olan İslamiyet bu inanç sistemlerinden birisidir.Sosyal ve içtimai hayatın en esaslı düsturları olan hürmet –merhamet,yardımlaşma –dayanışma ,sevgi,saygıyı tesis eden asayiş ve ahlaki değerleri muhafaza eden bir inanç sisteminin düsturları ve yaşam tarzları bugün tatbik sahasına baskıcı ve gerici kurumlar ve kesimler yüzünden inmemektedir.Güzel ahlaktan ibaret olan bir dinin yaşam tarzı onları rahatsız etmektedir.İnandığı gibi yaşamak isteyen insanların önüne bir çok kanuni engeller çıkararak yaşam alanlarını kısıtlamaya çalışmaktadırlar.
Mesela Batı çağdaş ülkelerde laiklik din ve vicdan hürriyeti yada din ile devletin ayrılması olarak tarif edilip uygulanırken ülkemizde laiklik dini inançları baskı altında tutan ve dini değerleri tehlike gören bir kavram olarak kullanılmaktadır. Bir genelev veya meyhane laikliğe aykırı görülmezken bir medrese veya tekke laikliğe aykırı görülebiliyor. Laik bir kurum olan Diyanet İşleri Başkanlığı, başörtüsünün, Allahın kesin emri olduğunu söylemesine rağmen laikliği kendine inanç sistemi olarak kabul eden kesimler tarafından laikliğe aykırı görülebiliyor. Milyonlarca bayanın inancı gereği başını kapatması bu kesimlerin nazarında hiçbir değer ifade etmeyebiliyor. Kendi inanç, değer ve menfaatleri için tehlike görülerek yaşam ve hareket alanları kamusal alan tabirleriyle kısıtlayıp onları o alanlardan mahrum ediyorlar.Demokrasi havariliği özgürlük çığırtkanlığı yapan bu kesimler kamusal alan uygulaması ile özgürlük ve demokrasi söylemlerinde yalancı durumuna düşüyorlar.Kendisi gibi inanmayan ve düşünmeyen bu başörtülü kesimlerin inancını hiçe sayanların yaptıkları haksızlık ve zulmün büyüklüğünü görmeleri için kendi çocuklarını yada karı kızlarını o insanların yerine koymaları gerekmez mi.Yani Başkası gibi düşünmek olan empati yapmaları gerekir.Empati yapıldığı zaman yaptıkları zulmün ve haksızlığın büyüklüğünü anlayabilirler.İnsan zulüm görenin yerine kendisini haksızlığa uğrayanın yerine kendisini yada kendi aile fertlerinden birisini koymadığı sürece zulmün büyüklüğünü anlayamaz.Empati yapan ve inanan kesimler inanmayanların inançsızlıklarını tehlike görmezken inançsızların inanan kesimlerin inançlarını kendileri için tehlikeli görmesi ne kadar büyük bir zulüm ve evhamdır.Bugün empati yapmayan kurumlar ,kişiler ve fikirler yüzünden nice bayanlar mağdur olmuşlar ve olmaya devam ediyorlar.Allahın emri gereği örtüye bürünen kadınların örtüsünü siyasi ve ideolojik bir simge iddiası ile yasaklıyorlar.Kendileri için özgürlük,hak, adalet ve eşitlik vazgeçilmez değerler olarak görülürken başkaları için hak.özgürlük ve eşitlik tahammül edilemez olarak görülüyor.
Başörtülü memurları başörtülü olarak içeri sokmamak için devlet kapısında duran müdür, üniversite kapısında bekleyen rektör ve memur eşlerini kapıdan içeri sokmamak için kışla önünde dikilen asker empati yapmadığı sürece o kapıda mağdur edilen başörtülü bayanların hayallerinin, umutlarının, hayatının ve geleceğini mahvedip çalındığını anlayamayacaklar.
Mantığı ve anlamı olmayan bir yasağı uygulayanlar başörtüsü yüzünden kapıda bekleyen ve mağdur edilen acaba kendi kızı, karısı veya akrabası olsaydı aynı kararlılıkla yasağı uygulayabilirler miydi..Yada o yasakçı rektör, müdür yada askere denilseydi ki; “kızın ,karın yada kız kardeşin başını örtmediği taktirde kışlada,üniversitede ve memuriyette yeri yoktur.
Acaba böyle bir tercih karşısında o yasakçılar inançlarının zıddına olan bir hareket tarzını kabul edip itaat mi edeceklerdi? Yoksa inancını savunup başını örtmeyi red mi edecektiler. Vicdan ve insaf sahibi olan herkes bilir ki; inancının zıddına hareket etse inancıyla çelişecek. İnancının gereğini yapsa o yasak yüzünden mağdur olacaktır.
İşte bugün empati yapmayanların yaptıkları zulüm bundan ibarettir. İnancı gereği örtünen yada hareket edenlerin inançlarını hiçe sayarak inançlarının zıddına hareket etmeye zorlayarak inancıyla çeliştirmeye; inancının gereğini yaptığı takdirde ise elinden geleceğini, hayallerini ve özgürlüklerini alarak mağdur etmektedirler.. Bu empati yoksunlarına ve İnanç ve menfaat edindiği şeyleri muhafaza etmek uğruna insanlığın ve ahlakın dinamiklerini mahvetme zihniyetli bütün odaklara karşı yekvücut olmak bütün akıl ve vicdan sahibi insanların vazifesidir. Adına kanun, kamusal , devlet ne denilirse denilsin milyonlarca insanın inancına ve yaşayışına müdahale eden ve onları tehlikeli gören zihniyete karşı insanlık ittifak etmeli ve zulüm ortadan kaldırmalıdır.Her asırda milyonlarca tabisi olan ve insanlığa güzel ahlak,fazilet erdem hakikat ve adalet getiren ilahi bir dinin emirleri ve hükümleri o toplum için asla tehlikeli olamaz.iktisadi ve içtimai hayata getirdiği sükunet ve huzur ; siyasi ve idari hayata getirdiği adalet ve hakikat ortada olan bir din ve emirleri tehlikeli olamaz.Allahın emri olan örtü ne ekonomiyi batırır,ne yolsuzlukları artırır,ne hırsızlıkları çoğaltır ,ne enflasyonu artırır,ne anarşiyi azdırır nede cinayetleri kabartır.Sosyal ve içtimai hayata zararı olmayan sadece siyasi ve ideolojik kesimlerin tahammülü olmayan bir örtü onların zalim ve insafsız keyifleri için yasak edilemez.
tahkik tarafından Per, 2010-10-21 14:20 tarihinde gönderildi.
İnsanları ve toplumları hayata ve yaşama bağlayan en önemli etken o insanların inanç ve değerleridir. En bedevi toplumlardan tutun ta en medeni insanlara kadar bütün toplumların kendi yapısına göre bir inancı ve savunduğu değerleri vardır.Kimisi için inancı onun menfaatidir.Kimisi için inanç onun hedefleridir.Kimisi için inancı dürüst ve namuslu olmaktır.Kimisi için inanç inanmamaktır.Kimisi için inanç ailesidir.Kimisi için ise inanç semavi bir ilaha tapmak ve onun gönderdikleriyle amel etmektir.Kimisi için inanç ise sınırsız ve kuralsız yaşamaktır.İnancı olan sadece insanlar değildir. İnsan cinsinden olmayan cinlerin ve insana musallat edilen şeytanların dahi bir inancı vardır. Şeytanın inancı ise insanları saptırmaktır. Demek görünür veya görünmeyen herkesin bir inancı ve tapındığı değerleri vardır..Bu inançların tezahürü ise kitaplarla, eylemlerle, sistemlerle ,fikirlerle, kanunlarla ,ideolojilerle hayat bulur.Tatbik ve hayat sahnesine indiği zaman bu inanç ve değerler toplumun her kesimi tarafından kabul görmeyebilir.Bu inanç ve değer sahipleri inandığı görüş ve fikirleri farklı şekillerde tatbik sahasına koymak için farklı yöntemlere başvurabilirler.Kimisi inancını topluma benimsetmek için kaba kuvveti,zorbalığı kullanırken kimisi ise ikna ve mantığı kullanır.Topluma kabul ettirilmeye çalışılan bu fikir ve inançlarının kabul görmeme etki ve tepkisi çoğu zaman menfi cereyanlara ,zulümlere ve anarşiye dönebiliyor.. Öyle zalim insanlar gelip geçmiştir ki tarih sahnesinden kökü yüzyıllara dayanan ve her asırda milyonlarca taraftarı olan inanç sistemlerini ve inanç sahiplerinin inançlarını değerlerini hiçe sayarak inancından dolayı cezalandırmak, kendisi gibi inanmayan ve düşünmeyen insanlara karşı yaptırım uygulamak ve o insanları toplumdan tecrit etmek ve o insanları inanç ve değerleri için aşağılamak veya ayıplamak yolunu seçmişlerdir. Bu zalim ve zorbalar tarih sahnesinden gelip geçerken geride kanlı ve zalim izlerini bırakmışlar yönetimleri ve zulümleriyle kara tarihe adlarını yazdırmışlardır.
Maalesef geçmişte olduğu gibi zamanımızda da insanların yaşama ve inanma haklarını gasp etmeye çalışan ve kendi inanç ve değer ve fikirlerine o insanları boyun eğdirmeye çalışan sistemler, liderler ve fikir sahipleri mevcut. Eski zalimlerin uygulamaları aksine zamanımızdaki sistem ve rejim sahipleri fikir ve inançlarını topluma kabul ettirip onları bu fikirlere ve değerlere inandırmak için kaba kuvvet ve zorbalık yerine kanun ve kanundaki kavramları kullanarak baskı ve zulüm metodunu tercih etmektedirler. Kavramların arkasına gizledikleri inanç ve değerleriyle çelişen ve onlara tabi olmayanlara karşı sinsi mücadele etme yolunu tercih etmektedirler. Bir yandan hak ve özgürlüklerin savunucuları görünürken öteki taraftan kanunlar perdesi altında insanların inanç ve değerlerine hedef alıp o değerleri yok etmeye çalışmaktadırlar. Kanunlarla o inanç sahiplerinin hareket alanlarını kısıtlamaya inançlarını bilim, sanat ve vb gibi şeylerle ifsat etmeye çalışmaktadırlar. Kendileri gibi düşünmeyen ve inanmayan grup ve kesimlerin inançlarını ve değerlerini gizlice ve sinsice ifsat etmek için her türlü yolu ve yöntemi mübah görmekte. Ellerinde bulundurdukları basın, yayın ve iletişim araçları vasıtasıyla inanç ve değerleri aşağılanmaktadır.
Bu zihniyetli insanların aksine vicdan medeniyeti ve insaf hoşgörüsü gereği olarak farklı inanç ve değerleri olduğu gibi kabul etmek gerekir. Hele bu inanç sistemleri sosyal ve içtimai hayata ahlak,fazilet.adalet,sükunet ,eşitlik ve özgürlük katıyorsa o değerler karşı savaşmayı bırak o sistemin yanında olmak vicdan ve akıl sahiplerinin vazifesidir. Yüzyıllardır hayata ve toplumlara hakikat,adalet,hikmet özgürlük ve sükunet getiren ve dünyada 2 milyara yakın taraftarı olan İslamiyet bu inanç sistemlerinden birisidir.Sosyal ve içtimai hayatın en esaslı düsturları olan hürmet –merhamet,yardımlaşma –dayanışma ,sevgi,saygıyı tesis eden asayiş ve ahlaki değerleri muhafaza eden bir inanç sisteminin düsturları ve yaşam tarzları bugün tatbik sahasına baskıcı ve gerici kurumlar ve kesimler yüzünden inmemektedir.Güzel ahlaktan ibaret olan bir dinin yaşam tarzı onları rahatsız etmektedir.İnandığı gibi yaşamak isteyen insanların önüne bir çok kanuni engeller çıkararak yaşam alanlarını kısıtlamaya çalışmaktadırlar.
Mesela Batı çağdaş ülkelerde laiklik din ve vicdan hürriyeti yada din ile devletin ayrılması olarak tarif edilip uygulanırken ülkemizde laiklik dini inançları baskı altında tutan ve dini değerleri tehlike gören bir kavram olarak kullanılmaktadır. Bir genelev veya meyhane laikliğe aykırı görülmezken bir medrese veya tekke laikliğe aykırı görülebiliyor. Laik bir kurum olan Diyanet İşleri Başkanlığı, başörtüsünün, Allahın kesin emri olduğunu söylemesine rağmen laikliği kendine inanç sistemi olarak kabul eden kesimler tarafından laikliğe aykırı görülebiliyor. Milyonlarca bayanın inancı gereği başını kapatması bu kesimlerin nazarında hiçbir değer ifade etmeyebiliyor. Kendi inanç, değer ve menfaatleri için tehlike görülerek yaşam ve hareket alanları kamusal alan tabirleriyle kısıtlayıp onları o alanlardan mahrum ediyorlar.Demokrasi havariliği özgürlük çığırtkanlığı yapan bu kesimler kamusal alan uygulaması ile özgürlük ve demokrasi söylemlerinde yalancı durumuna düşüyorlar.Kendisi gibi inanmayan ve düşünmeyen bu başörtülü kesimlerin inancını hiçe sayanların yaptıkları haksızlık ve zulmün büyüklüğünü görmeleri için kendi çocuklarını yada karı kızlarını o insanların yerine koymaları gerekmez mi.Yani Başkası gibi düşünmek olan empati yapmaları gerekir.Empati yapıldığı zaman yaptıkları zulmün ve haksızlığın büyüklüğünü anlayabilirler.İnsan zulüm görenin yerine kendisini haksızlığa uğrayanın yerine kendisini yada kendi aile fertlerinden birisini koymadığı sürece zulmün büyüklüğünü anlayamaz.Empati yapan ve inanan kesimler inanmayanların inançsızlıklarını tehlike görmezken inançsızların inanan kesimlerin inançlarını kendileri için tehlikeli görmesi ne kadar büyük bir zulüm ve evhamdır.Bugün empati yapmayan kurumlar ,kişiler ve fikirler yüzünden nice bayanlar mağdur olmuşlar ve olmaya devam ediyorlar.Allahın emri gereği örtüye bürünen kadınların örtüsünü siyasi ve ideolojik bir simge iddiası ile yasaklıyorlar.Kendileri için özgürlük,hak, adalet ve eşitlik vazgeçilmez değerler olarak görülürken başkaları için hak.özgürlük ve eşitlik tahammül edilemez olarak görülüyor.
Başörtülü memurları başörtülü olarak içeri sokmamak için devlet kapısında duran müdür, üniversite kapısında bekleyen rektör ve memur eşlerini kapıdan içeri sokmamak için kışla önünde dikilen asker empati yapmadığı sürece o kapıda mağdur edilen başörtülü bayanların hayallerinin, umutlarının, hayatının ve geleceğini mahvedip çalındığını anlayamayacaklar.
Mantığı ve anlamı olmayan bir yasağı uygulayanlar başörtüsü yüzünden kapıda bekleyen ve mağdur edilen acaba kendi kızı, karısı veya akrabası olsaydı aynı kararlılıkla yasağı uygulayabilirler miydi..Yada o yasakçı rektör, müdür yada askere denilseydi ki; “kızın ,karın yada kız kardeşin başını örtmediği taktirde kışlada,üniversitede ve memuriyette yeri yoktur.
Acaba böyle bir tercih karşısında o yasakçılar inançlarının zıddına olan bir hareket tarzını kabul edip itaat mi edeceklerdi? Yoksa inancını savunup başını örtmeyi red mi edecektiler. Vicdan ve insaf sahibi olan herkes bilir ki; inancının zıddına hareket etse inancıyla çelişecek. İnancının gereğini yapsa o yasak yüzünden mağdur olacaktır.
İşte bugün empati yapmayanların yaptıkları zulüm bundan ibarettir. İnancı gereği örtünen yada hareket edenlerin inançlarını hiçe sayarak inançlarının zıddına hareket etmeye zorlayarak inancıyla çeliştirmeye; inancının gereğini yaptığı takdirde ise elinden geleceğini, hayallerini ve özgürlüklerini alarak mağdur etmektedirler.. Bu empati yoksunlarına ve İnanç ve menfaat edindiği şeyleri muhafaza etmek uğruna insanlığın ve ahlakın dinamiklerini mahvetme zihniyetli bütün odaklara karşı yekvücut olmak bütün akıl ve vicdan sahibi insanların vazifesidir. Adına kanun, kamusal , devlet ne denilirse denilsin milyonlarca insanın inancına ve yaşayışına müdahale eden ve onları tehlikeli gören zihniyete karşı insanlık ittifak etmeli ve zulüm ortadan kaldırmalıdır.Her asırda milyonlarca tabisi olan ve insanlığa güzel ahlak,fazilet erdem hakikat ve adalet getiren ilahi bir dinin emirleri ve hükümleri o toplum için asla tehlikeli olamaz.iktisadi ve içtimai hayata getirdiği sükunet ve huzur ; siyasi ve idari hayata getirdiği adalet ve hakikat ortada olan bir din ve emirleri tehlikeli olamaz.Allahın emri olan örtü ne ekonomiyi batırır,ne yolsuzlukları artırır,ne hırsızlıkları çoğaltır ,ne enflasyonu artırır,ne anarşiyi azdırır nede cinayetleri kabartır.Sosyal ve içtimai hayata zararı olmayan sadece siyasi ve ideolojik kesimlerin tahammülü olmayan bir örtü onların zalim ve insafsız keyifleri için yasak edilemez.
GÖZLER NASIL KORUNUR
GÖZLER NASIL KORUNUR
imdat sezer tarafından Per, 2006-06-22 20:50 tarihinde gönderildi.
Hayatın en açık gerçeklerinden biri, kuralsız yaşanmadığıdır. En başta, hayat, bir kuralın meyvesidir. İçinde yaşadığımız kâinat, her zerresiyle, bir ?kural?la birlikte vardır. En küçük zerreden en büyük galaksilere kadar her bir şey, bir düzene tâbidir. Tüm mevcudlar ve tüm canlılar, varoluşlarıyla, ?kural? denilen evrensel bir gerçeğin varlığını fısıldar.
Öte yandan, insan, sair mahlukların aksine, duygu ve tutkularına sınır konulmamış bir canlıdır. Karnı doymuş bir aslan, yanından geçen en körpe ceylana bile yan gözle bakmaz. Bir ağaç ihtiyacı kadar suyu alır, biraz daha almaya kalkmaz. Oysa insan, sınır konulmamış duygularıyla, hep daha fazlasını ister. Dünyayı da yutsa, yine tok olmaz. Karnı doysa, yarın için saklar. Yarın için saklasa, önümüzdeki hafta için biriktirir. İşi aylara, yıllara, çoluk-çocuğuna ve sonraki tüm nesillere kadar uzatır; durmaksızın yığar, durmaksızın biriktirir. Duygularına sınır konulmadığı için, sık sık, diğer insanların hakkına da göz diker. Hatta, başka bütün varlıkların hukukuna ilişir.
Dolayısıyla, bir ?kural?ın varlığı kadar küllî bir gerçek daha vardır: Duygularına fıtraten had konulmayan insan için, onu sınırlayan belli kurallar koyma zarureti.
Bunun alternatifi bazı insanların başka insanların hakkına saldırmasıdır. Hatta, şu asırda yaşanan ekolojik ve nükleer felâketlerin açıkça gösterdiği gibi, bütün canlıların ve bütünüyle kâinatın varoluşunu tehlikeye atmasıdır.
İnsan için bir ?kural? koyma gereği böylece anlaşıldığında ise, karşımıza şu soru çıkar: Kuralı kim koyacak?
İnsanlık tarihinin belki de en can alıcı sorusudur bu. İnsan, tek bir Yaratıcının varlığını anlayarak ?Hüküm O?nundur? mu diyecektir? Yoksa, o Yaratıcıya ortaklar koşmasıyla birlikte, kural koymada da ortaklar mı icad edecektir? Meselâ, tüm kâinatta geçerli kuralları ?tabiat,? ?tesadüf,? ?zaman? ve ?kuvvetler?e mi mal edecektir? Keza, beşerî hayatta ?ben,? ?toplum,? ?çağ,? ?ulusal çıkarlar,? ?devletin bekası? gibi kural koyucular mı öngörecektir? Veya, bu unsurlardan sadece birini, meselâ kendisini kural koyucu ilan ederek ?biricik ben?e mi tapacaktır? Yahut, kural koyuculuk payesini faşizm ile devlete, sosyalizm ile işçi sınıfına, kapitalizm ile sermayedar kesime, aristokrasi ile asillere, milliyetçilik ile ırka mı verecektir?
Bir bütün olarak insanlık tarihine şekil veren en can alıcı hususlardan biri, budur. Bütünüyle düşünce tarihi, baştan sona, bu eksende döner durur. Ve dönüp kendi hayatımıza baktığımızda, o kısacık ömür içinde en temel konularımızdan biri olarak karşımıza yine bu husus çıkar.
Öte yandan, bu sorunun, insan, âlem ve kâinat anlayışımız ile doğrudan bir ilgisi vardır.
İnsanı kendiliğinden var olmuş varsayan birinin, kuralı ben koyarım demesi herhalde beklenen bir durumdur. Onu var eden devlet ise, kural koyma hakkı elbette devletindir. Keza var eden ırk ise, kuralı koyan da ırk olacak; yok eğer toplum ise, kuralı toplum koyacaktır.
Bu bakımdan, ?Kuralı ben koyarım? diyen bir kişinin, bunu temellendirmesi, yani kendi kendine varolduğunu isbat etmesi gerekir. Keza, ?Kuralı toplum koyar? diyen birinin varoluşunu topluma borçlu olduğunu göstermesi kaçınılmaz bir zorunluluktur. Var eden başka, kural koyan başka ise, açık bir çelişki sözkonusudur.
En başta insan fıtratı, bu çelişkiyi berrak bir şekilde ortaya çıkarır. Bir anne, kendisi çocuğunu dövüyorsa bile, başkasının en ufak bir fiskesine razı olmaz: ?Sen benim çocuğumun terbiyesine karışamazsın.? Eşinin kendisine kulak asmayıp başkalarını dinleyerek hareket etmesini normal karşılayan bir koca yoktur. Sahibi olduğu fabrikayı, kendisinin görevlendirmediği birilerinin kendi akılları uyarınca yönetmesine ses çıkarmayan bir patron; memurlarının emri kendinden değil, başkalarından almasına izin veren bir müdür hayal bile edilemez.
İnsanlık tarihine mührünü vuran ve de gündelik hayatımızda yaşadığımız böylesi hakimiyet mücadeleleri bir gerçeğin altını çizer: ?Malikiyet kiminse, hâkimiyet onundur.? Diğer bir deyişle, birşeye ilişkin kuralı, o şeyin sahibi koyar.
İşte bu sırdan olsa gerek, Kur?ân sayfaları arasında, insana sık sık sahibi ve maliki hatırlatılır. Tesadüfen var olmadığı, onu yapan Birinin olduğu uyarısı yapılır. Meselâ Şems sûresi, güneşe, aya, gündüze, geceye, semaya ve yeryüzüne dikkat çekerek başlar ve birdenbire insanın yaratılışına geçer. Başka birçok sûrede insana ?anılmaya değer birşey değil? iken, ?değersiz bir su?dan aşama aşama insan sûretini alışı; doğumundan sonra acizler acizi bir vaziyette iken en saf gıdayla beslenişi; bizatihî yürümeye ve karnını doyurmaya bile kâdir değilken hadsiz nimetlere mazhar edilişi sık sık vurgulanır.
Ve bütün bunlar arasında, tekrar tekrar, şu soru sorulur: ?İnsan başıboş bırakılacağını mı sanır??
Cevap bellidir. En küçük bir sineği bile birçok hikmetle yaratan, insanı elbette başıboş bırakacak değildir. Kâinatı şeriksiz ve nazirsiz idare eden, elbette insanı başka ellere teslim etmeyecektir.
Mâlik-i Zülcelâl O?dur. Mülk O?nundur. O halde, hüküm de O?nun olacak; lâf olsun diye yaratmadığı ve de başıboş bırakmadığı insan için, varediş amacı uyarınca belli kurallar koyacaktır.
Nitekim, Kur?ân, bir yanda insana kâinatın mâlikini ve kendi sahibini hatırlatırken, öte yandan kurallar koyar. Bu kuralların ?şakacıktan? konulmadığı konusunda da çok net uyarılarda bulunur. Gelen emri kulak ardı eden kimi geçmiş kavimlerin akıbetine dikkat çeker sözgelimi. Yahut, ?Kuralı ben koyarım? diyen Nemrut, Kârun veya Firavun?un hüsranıyla uyarır.
Gelen her bir emir, açık bir imanî talim de taşır. Kur?ân?la gelen her bir kural, imanî bir hatırlatma da yüklüdür. Meselâ, duygularına had konulmayan insan, midesini doldurma pahasına ona buna saldırabilir. Oysa Kur?ân, o midenin ve ona giren nimetlerin Rabbi namına konuşur: ?Yiyiniz, içiniz, israf etmeyiniz.? İnsan iki ayağını sokaktan bulmuş değildir. O ayaklar adi birşey olup, başkalarınca verilmiş de değildir. Kur?ân, ayağı veren Biri namına hitap eder: ?Yeryüzünde böbürlenerek yürüme.? Kadınlara daha latif bir hal verilmiştir. Ama ola ki sahiplenir, ve nefisleri namına kullanırlar. Meselâ, sair insanları kendilerine râm edecek yürüyüşler icad ederler. Kur?ân, o latif biçimi veren Biri namına konuşur: ?Cahiliye kadınları gibi, vücudunun hatlarını belli edecek şekilde yürüme.? Keza, bir kudret harikasıdır göz. Bütün bir kâinatı küçük bir noktaya sığdırır, aklımızın önüne koyar. Ama insan o gözün malikini unutup, nefsine mal edebilir. Kur?ân, o gözün sahipsiz olmadığını, insanın da malı olmadığını hatırlatarak, o gözü veren Biri namına konuşur: ?Gözünü kaydırma.? ?Gözünü haramdan koru.?
Böylesi tüm emirler, açık bir mesaj taşır: Malikiyet kimin ise, hâkimiyet onundur. Mülk kimin ise, hüküm de onundur.
Açıkçası, böylesi âyetler bizi yaşadığımız çelişkiyi gidermeye davet eder. Çelişki, mülkü başkasına, kuralı bir başkasına vermemizdir. İnsan, gerçekten gözünün asıl sahibi ise, onu istediği gibi kullanır?burada bir çelişki yoktur. Ama o göz ona emaneten verilmiş ise, asıl sahibi başkası ise, o gözü ancak o Mâlik-i Hakikî?nin izni ve emri uyarınca kullanabilir. Emaneten verilmiş olan, asıl sahibi olmadığı gözü kendi keyfince kullanamaz?çelişki buradadır. Bu çelişkiyi aşmanın ise yalnızca bir yolu vardır: Gözü, onu verenin veriş amacına göre kullanma.
İşte Kur?ân, bütün olarak kâinatı yaratanın, kâinat içinde insanı yaratanın ve insana ?görecek gözler? verenin O olduğunu hatırlatmasıyla birlikte emirler verir: ?Gözlerini haramdan korusunlar.?
Bu emirler, bir yönüyle celâl yüklüdür. Çünkü, emre kulak asmayanlar için, çok açık tehditler de içerir. O emri veren emanet sahibinin herşeyden haberdar olan, izzetli, hesabı çabucak gören bir Rab olduğunu da bildirir; emrine uymayanları ?va?dedilen azab?la müjdeler! Ateşin azabını tadacağı gün konusunda uyarır.
Öte yandan, celâl yüklü bu emirler, bir cemal de içerir. Onlar, meselâ şu azametli gökyüzünü ürpertici ama son derece güzel bir manzara sûretinde gözümüze arzeden; dağların ve dağ gibi dalgaların azameti içinde eşsiz bir güzellik ve son derece hayatî faydalar derceden bir Rabbin emirleridir. Dolayısıyla, nefse ağır gelen bütün bu emirler, esasen insan içindir. Hatta, nefsin tüm duygular üzerindeki tahakkümünü kırdığı halde, nefsin de hayrınadır. Şefkat haddi aşmış bir hırsıza seyirci kalmayı mı gerektirir; yoksa ?Vazgeç, haddini bil, cezadan kurtul? diye uyarmayı mı?
Kur?ân?da yer alan bütün emirlerin hem celâl, hem de cemal barındıran bir muhtevası vardır.
Kur?ânî emirlerden özellikle biri ise, açık-saçıklığın kol gezdiği, çıplak bacaklar karşısında akılların baştan gittiği, hayasızca gözler önüne serilen vücut hatları karşısında kalblerin nefislere esir edildiği bir vasatta, akıl, kalb ve ruhuna rağmen gözlerini adi bir röntgenci durumuna düşüren bizler için manidar dersler taşır:
?Mü?min erkeklere söyle: Gözlerini harama kapasınlar, ırzlarını da korusunlar. Çünkü bu, kendileri için daha temiz bir davranıştır. Şüphesiz Allah onların yapmakta olduklarından haberdardır.?
Bu âyetin ardından, hanımlara yönelik bir âyet gelir. Bu âyette de, her iki emir tekrarlanır.
Her iki âyetin başlangıç hitabı manidardır: ?Mü?min erkeklere söyle...? ?Mü?mine kadınlara söyle...?
Açıkçası, iki âyet de ?iman? vurgusu taşır. Devamla gelen emre uymanın ?iman?la ilgisini açıkça gözler önüne seren bir vurgudur bu. Her iki âyet, ?gözünü haramdan koruma?nın ancak mü?min için sözkonusu olduğunu; onun da bunu imanı derecesinde başarabileceğini ihsas eder. Saniini ve Sahibini tanımayan biri, gözün kendisine Rabbi tarafından verilmiş bir emanet olduğunu hiç mi hiç tanımaz. Gözü emanet olarak tanımayan biri, elbette, onu emanet sahibinin emir ve izni dairesinde kullanma yükümlülüğünü de derketmez. Bunu derketmeyen biri, elbette, aksi halde emanete hıyanet edeceğini de düşünmez. Sonuç olarak, böyle birinin gözünü haramdan koruması sözkonusu olamaz.
Aynı şekilde, bir Yaratıcıya inandığı halde, o inancı hayatına taşımayan; yalnızca kendisini darda hissettiği anlarda bir ?emniyet sübabı? veya bir ?yedek lastik? olarak o imana müracaat eden bir gaflet ehli de bu emre kulak asmayacaktır. İstese bile, asamayacaktır. Çünkü, iç dünyasını her daim o Yaratıcının huzurunda olma şuuruyla diri ve uyanık kılmayan biri, vitesi boşalmış bir araba yahut dümensiz bir kayık misalidir. Eğime ve akıntıya uyar, nefis ve hevası onu nereye sürüklerse, oraya sapar. Vicdanı onu Yaratıcının emri ve de ahiret konusunda uyarsa bile, bunun bir faydası olmaz. Çünkü, ahiret o gaflet anında çok uzaklarda gözükür. Oysa, önünde nefsinin iştihasını kabartan bir manzara vardır. Ve nefis tam bir miyoptur; yalnız önündekini görür, ileriyi görmez, âhireti düşünmez.
Aynı şekilde, bir Yaratıcıya inanan, ama onu esma-i hüsnasıyla tanımayan biri de bu emri uygulamakta zorlukla karşılaşacaktır. Sözgelimi o Yaratıcıyı Hakîm ismiyle tanımayan; her bir mevcuda birçok hikmetler yüklediğini; meselâ bir ele veya bir ağaca binlerce vazife gördürdüğünü bilmeyen biri, o emirde de hikmet görmeyecektir. Görmediği için de, o hikmetli emre uymayacaktır.
Keza, meselâ Rahîm ve Hannân ismini tanımayan biri de bu emre uymakta zorlanacaktır. Kâinat, her bir mevcuduyla, küllî bir rahmet ve şefkat hakikatini fısıldar. Her âciz, acziyetine mukabil, eşsiz bir merhamet ve şefkatle doyurulur?herşeye ihtiyacına en uygun rızkı hazırlayan eşsiz bir Rahman-ı Rahîm?dir O. Hem, acziyetin büyüklüğü ölçüsünde, muhatap olunan merhamet ve şefkat de ziyadeleşir. Bebekler ve yavrular, bunun en açık örneğidir. Böylesi bir merhamet sahibi, elbette, eşsiz bir pırlantayı demirciler çarşısında hurda fiyatına satmaya kalkışan insanı rahmeti ve şefkati gereği uyarır. Ona verdiği gözün ne kadar da değerli olduğunu; onu harama kaydırmanın benzersiz bir elması basit bir cam parçası, eşsiz bir mücevheri bir hurda demir yerine koymak anlamına geldiğini bildirir. Oysa, o göz, haramdan uzak kılınsa, Rabbi namına bakacağı sayısız güzelliğin yanında, yine Rabbi namına kendi helâline de bakacaktır. Ama, bu helâl-haram, emir-nehiy dengesi içinde gözün Sanii ve Sahibi her zaman hatırda olacaktır. Çiçeğe de baksa, eşine de baksa, bakışını emr-i ilâhî belirlediği sürece, O?nu hatırda tutarak, O?nun namına, O?nun sanatını takdir ve tefekkür hesabına bakmış olacaktır. O göz, bütün kâinatı sayısız hikmet ve güzellikler içinde yaratan bir Rabbe nisbetle eşsiz bir değer kazanacak; otuz senede sönmeye yüz tutan basit bir et parçası hükmünde olmayacaktır. Ki, herşeye gücü yeten bir Kadîr-i Rahîm, verdiği gözü O?nun namına kullanan bir kuluna, bütün o san?atlı yaratışındaki sayısız güzelliği O?nun namına temaşa etmesi için, ebedî cennetlere lâyık gözler de verir! Buna muktedirdir.
Öte yandan, o emrin sahibini Rahman, Rahîm ve Hannân isimleriyle tanımayan biri, bütün bu anlamlardan uzak olacaktır. Emrin içerdiği rahmet ve şefkati göremediği için de ya emre zoraki uymaya çalışacak; açıkçası, pek de uyamayacaktır.
Bu bakımdan, her iki âyet, daha en başta ?mü?min erkekler? ve ?mü?mine kadınlar? tanımıyla, meselenin kilidini açmış olur. Oysa, çoğu kez bu kilit nokta kaçar gözümüzden. O yüzden, kapıyı zorlayarak açmaya çalışırız. Açamadığımız, gelen emre lâyıkınca uymayı başaramadığımız için de, içimizi hem suçluluk, hem de ümitsizlik duygusu kaplar. Oysa, daha en baştaki iman anahtarına hakkını versek, gerisi daha kolay gelecektir?tıpkı, bir emir vahyolunduğunda, tereddütsüz uyan sahabiler gibi. Sahabilerin emri duymaları ile emre uymaları arasında, bizim yaşadığımız gibi uzun zaman fasılaları olmadığı bilinen bir vâkıadır. Çünkü, onlar Kur?ân-ı Hakîm?in verdiği iman dersini, Resul-i Ekrem?in (a.s.m.) sunduğu marifetullah ve muhabbetullah talimini hakkıyla özümsemişlerdir. Vahiyle gelen her emri, bütün âlemleri ve insanı yaratan; hikmeti, rahmeti, şefkati ve kudreti sonsuz; bütün güzel isimler O?nun olan bir Rabb-ı Rahîmden bildikleri için, teslimiyette ne bir tereddüt, ne bir gevşeme, ne bir zorluk göstermişlerdir.
Hem, o emri veren, insanı bu fıtratla yaratandır. İnsan için en fıtrî ve en uygun hali, Fâtır-ı Hakîm?den başka kim bilebilir? Kim o fıtratı verenin üstünde söz söyleyebilir?
Fâtır-ı Hakîm, bu emriyle, bizi fıtratımızın gereği olan bir duruma davet eder. Gözünü haramdan sakınmama, her önüne gelene bakma, fıtratla çelişen bir durumdur. Çünkü, insana verilmiş hadsiz duyguları tek bir duygunun emrine verir. İradesini hükümsüz bırakır. Şu çağda örnekleri çok açık biçimde görüldüğü üzere, bütün hayatını, bütün dünyasını ve bütün düşüncesini uçkurunun hizmetine veren insan bozması kişilikler ortaya çıkarır. Nitekim, bugün nice göz harama bakarken, nice el, nice dil, nice akıl, nice ayak, nice hâfıza da ona eşlik etmektedir. Biraraya geldikleri anları gördükleri haram manzaraların sözünü ederek geçiren; yalnız kaldıkları zamanı da yine o haram manzaraların hayaliyle harcayan nice insan mevcuttur. Nice gözler, nice akıllar, nice ömürler bu yolda heder olup gitmektedir. O kadar ki, bu ruh hali içinde, gördüğü her insanı yalnız maddî bir sûrete indirgeyen, hatta o maddî sûretin de yalnızca belli kısımlarına bakan marazî kişilikler ortadadır. Başka bir amaçla söylenen sözlerden dahi cinsel çağrışımlar çıkaran marazî tipler mevcuttur.
Gözlerin harama kaymasının imanî bir zaafın eseri olup bu zaafı giderek beslemesinin yanısıra, insanı insanlıktan sukut ettiren böyle bir boyutu da vardır. Bütün kâinatı kapsayıp kuşatacak duygu ve kabiliyetlerle donanmış insanı uçkuruna hapsettiren; karşı cinsten olan insanları belli organlara indirgeyen; ?insan? tarifini bu denli bayağılaştıran bir boyuttur bu. Bu halin aile ve toplum hayatında getirdiği olumsuzluklar ise, işin ayrı bir yönüdür.
Peki, bu açıdan bakılırsa aslında bütün insanları ilgilendiren bu konuda Kur?ân neden yalnızca ?mü?minler?i muhatap almaktadır?
Çünkü, insan ancak imanının derecesi nisbetinde bu emrin içeriğini anlayabilir. Ancak imanı derecesinde gözünü Rabbinin yarattığı güzellikleri Rabbi namına ve Rabbinin izni uyarınca kullanma yükümlülüğünü kavrayabilir. Ancak imanı ile, gözünü nefsin elinde adi bir röntgenci kılan her tavrın emanete hıyanet anlamı taşıdığını bilebilir.
Ve ayrıca, insan ancak imanı derecesinde gözünü haramdan koruma iradesi gösterebilir.
Yoksa, imandan nasiplenmeyen en iradeli, en mert ve makamca en yüksek insanların bile gözünün önüne bir haram iliştiğinde nasıl basitleştiğine ve bayağılaştığına dair bir dizi gözlem hemen her insanın hafıza kaydında vardır.
Her iki âyetle gelen ?gözünü haramdan koruma? emrinin manidar bir veçhesi de, öncelikle içe dönük bir çabayı emrediyor olmasıdır. Gerek mü?min erkeklere, gerek mü?mine kadınlara söylenen ilk söz ?Gözünüz önüne gelen haramları ortadan kaldırın? değildir: ?Sen gözünü koru.?
Bu, Kur?ân?ın önceliği insana veren, düğümü fertlerde çözen genel üslubunun manidar bir yansımasıdır. Çünkü, problemin kökü, ?dış dünya?da değildir; içimizdedir. İç dünyası muhkem, iman kalesi sağlam olan biri, tüm dünya haram tablolarla dolu olsa bile, sarsılıp sapmayacaktır. Dış dünyada nice haram mevcut olsa bile, imanın içerdiği haya, şuur ve uyanıklık hali içinde, Rabbinin huzurunda olduğundan gafletle, kendini pazarlayan süflîlerin peşine düşmeyecektir. Hayası, edebi, sabrı ve sebatı buna izin vermeyecektir.
Nitekim, Yusuf (a.s.) kıssası, bunun bir örneğidir. Önünde kendini tüm zinetleriyle sunan birdünyalar güzeli karşısında, Yusuf?un tavrı, gözünü ve sırtını dönmek olmuştur.Yusuf aleyhisselâm, Kur?ân?da övgüyle aktarılan bu haliyle, tüm insanlığa şu dersivermektedir: İnsan, eğer ?gözünün sahibi?ni tanır ve O?nun emrini hakkıylabilirse, en ?baştan çıkartıcı? manzara bile onu baştan çıkartamaz.
Ki, Yusuf kıssasının birörneğini oluşturduğu peygamber kıssaları, gün gelip koca bir toplumu kendiyolunun yolcusu kılan nebilerin, yola tek başına koyulduklarını açık açıkortaya koymaktadır. Nebiler, fıtratların bozulduğu, Allah?ın ve ahiretinunutulduğu, insanların nefislerinin istediği gibi davrandığı bir ortamdagelmişlerdir. Ortam onları değiştirmemiş, bozulmuş bir ortamda birer imanabidesi olarak sarsılmadan kalmış; sergiledikleri imanî şuur ve irade ile onlarortamı değiştirmişlerdir.
Ortada bir ?haram? varsa,bundan uzak durmanın yolu, o haramı kaldırmaktan değil, öncelikle kendini oharama karşı korumaktan geçer. Tepeden inme halledilmiş hiçbir şer hali yoktur.O takdirde belki şer zahiren ortadan kalkmakta, yeraltına çekilmekte, ama içteniçe, alttan alta varlığını sürdürmektedir. Aslolan, sokak manzaralarına elatmak değil, gözlerimizi bu ?haram?lardan korumamızı mümkün kılan bir imanîdonanıma ulaşmaktır. Bu yol diğerine göre daha zor ve uzun gözükür. Oysa kısave kolay olan, işte bu yoldur. Diğerinde yalnızca ?görüntü? kurtarılmakta;hastalık satıh altında öylece kalmaktadır. Yusuf misali bir imanî donanımaerişip Rabbin emaneti olan gözleri Rabbin rızasına uygun bir şekilde kullanıp?haram?dan koruma cehdiyle yaşanırsa, haram tüm dünyada kol gezse dahi, gözlerondan sakınacaktır.
Kaldı ki, haram manzaralaresasen gözlerin harama bakmaya talip olduğu bir ortamda arz edilir. Züleyha?yıhidayete getiren, Yusuf?un onun sergilediği harama karşı gözünü sakınması değilmidir? Meselâ kadın çıplaklığını ele alalım: Erkekler imanî bir şuura erişipgözünü haramdan koruduğunda, hangi kadın açılıp saçılarak sokağa çıkar? Onunsokağa o vaziyette çıkışının ardındaki dürtü, gözünü haramdan korumayanerkekler tarafından zinetlerine bakılması değil midir? Demek, mü?min erkeklergözlerini haramdan koruduğunda, kadınların açılıp saçılmaması yolunda entemelli adım da atılmış olmaktadır.
Bu bakımdan, tesettüremrinin, ?mü?min erkekler?in gözlerini haramdan sakınmasını emreden âyetinardından gelmesi elbette manidardır.
Nur sûresinin 30. âyeti,mü?min erkeklere, ?gözlerini haramdan sakınma?larını emrettikten sonra, ikincibir emir daha verir: ?ferclerini [ırzlarını] koruma.? Bu da, manidar birhusustur. Zira, ferclerin zinaya düşmesinin ilk basamağı, gözlerin haramabakışıdır. Göz harama kaydığında, irade hükümsüz kalmış ve akıl nefsin çekimalanına girmiş demektir. Gözü harama kaydıran nefis, bu haram yolculuk nihayeteulaşmadan teskin olmayacaktır. Gözü Rabbinin emaneti bilip öylece kullanmaktanuzaklaşmanın varacağı yer, fercin de Rabbin emaneti olduğundan gafletle onunbir zina aleti derekesine düşürülmesidir. İsra sûresindeki ?Zinaya yaklaşmayın?emrinin de dikkat çektiği gibi, tüm şehvanî şeylerde en kritik husus,yaklaşmaktır. Nefsin hoşuna giden, şehveti kabartan hususlarda, bir eşiknoktası vardır: o geçildi mi, gerisi çorap söküğü gibi gelir. Meselâ, açıkbacaklara bakan bir göz, onunla yetinmez, daha fazlasının izini sürer. Dahafazlasına eriştikçe, teskin olmak bir yana, daha da azgınlaşır. Ardından, hayalve heves gibi duyguların da tahrikiyle, ?zina? gibi bir son durağa doğru hızlayol alır. Çünkü, ?gözü haramdan korumama? gibi eşiklerde, artık iradeyi devredışı bırakan, insanı kalben ve vicdanen istemese bile günahın son kertesinesürükleyen şeytanî bir çekim vardır. Sonuçta, bugün gözünü haramdan sakınmayan,yarın fercini de koruyamaz. Nitekim, bir bütün olarak şu çağ ve şu toplum,bunun aşikâr örnekleriyle doludur. Öte yandan, göz haramdan sakındığında, fercde harama bulaşmayacaktır.
Rabbimizin, öncelikle?gözünü haramdan sakınma?yı emredişinde, şu çağda ve şu toplumda bilfiilgözlenen bir boyut daha vardır.
Son bir asır içinde, gazeteve dergi sayfaları, sinema filmleri, TV programları ile insanların giyimleri veyaşayışları arasında, şöyle bir bağlantı karşımıza çıkar: Bütün sefahet,rezalet ve müstehcenlikler, ilk olarak dar bir kesimde kendini ifade imkânıbulmuştur. Bu kesim ya ?sosyete?dir, ya ?sanatçı?lar zümresidir yahut herikisidir. Bu dar zümre içinde dahi, herkes aynı açık saçıklığı aynı andairtikap etmez. Bir baloya o güne kadar kimsenin giymediği bir açık kıyafetlegelen bir sosyete kadını, belki ilk anda yadırganır; ama bir eşik aşılmış olur.İçinde böylesi bir meyil olanlar, ?yapılabilir? olduğunu görür ve yapmacesaretini?daha doğrusu cür?etini?bulurlar. Dar kesimde sergilenen biraşırılık, gazete ve sayfalarıyla umuma arzedilir. Diğer yandan, film karelerinede benzer dozajda bir aşırılık taşınır. Bu ?kitle iletişim araçları?ylasözkonusu aşırılığı seyreden toplum, göre göre, zaman içinde bunu ?kanıksar.?İlk anda ahlâksızlık olarak görüp tepki verdiği şey, göre göre ?normal?leşir.Normalleşince, kendisi de öyle yapar. Bu esnada, sözünü ettiğimiz dar kesimdedaha ileri bir aşırılık sergilenmekte; o, bu kez ona tepki vermektedir. Amaüç-beş yıl sonra, göre göre onu da ?normal? görür hale gelip uygulayacaktır.
Nitekim, ?gözünü haramdansakınmayan,? kural koyuculuk makamına ?çağ?ı, ?toplum?u ve ?kendi?ni de oturtaninsanların üç-beş yıl sonra nasıl giyinip nasıl dolaşacağını bugününfilmlerinden, sosyete sayfalarından, sanatçı kostümlerinden, TV sunucularınınkıyafetinden.. çıkarmak mümkündür. Bakan kanıksar, kanıksayan normal görür,normal gören uygular!
Yüzyıl önce tiyatro İslâmtopraklarına girdiğinde, artistler yalnızca boynu açıkta bırakan bir türbanlasahneye çıkmışlardır. Göre göre bu tarza alışılmış; boynun açıkta kalmasıtesettür emrine aykırı olduğu halde, ?gözü haramdan koruma? emri çiğnendiğiiçin, bu noktadaki hassasiyet aşınmıştır. Ardından türban da atılarak saçlartamamen açılmıştır. Aynı şekilde, kolu bileğine kadar örten elbiselerin yeriniyarım kollu elbiseler almış; bir adım sonra kolsuz elbiseler gelmiştir. Minieteğe giden yolun başında, topuğun yalnızca bir karış üstüne çıkılan modellervardır. Onu diz boyu modeller, onu da dizin beş parmak üstüne gelen modellerizlemiştir. Kısalma adım adım devam etmektedir.
Kısacası, hususî birhayasızlığın umumîleşmesi görme yoluyla gerçekleşir. Göz göre göre,?kural-dışı? olan ?kural? haline gelir; anormal olan ?normal?leşir. Gerekmü?min erkeklere, gerek mü?mine kadınlara yönelik ?gözlerin haramdan korunması?emri, işte bu umumî yozlaşmayı ta başından kesmektedir.
Gözlerin haramdan korunması,Allah böyle emrettiği içindir. Böyle emreden Allah ise, Hakîm ve Kerîm birRabbdir. Her emri gibi, bu emrinde de bir hikmet, rahmet, kerem ve terbiyevardır.
İçki, Allah haram kıldığıiçin haramdır. Bu haram kılmada ise, çok hikmetler ve rahmetler saklı olduğugörülür. İrademizi iptal eden, duygularımızı uyuşturan, düşüncemizi dumurauğratan, aklımızı hükümsüz kılan birşeydir içki. Bizi tüm kâinatta sergilenenilâhî sanatın nâzenin bir nâzırı olmaktan çıkarıp, aklını ve şuurunu yitirmişbir bakar kör durumuna getirmektedir. Gözlerin harama bakışında da aynı durumsözkonusudur. Nitekim, ciddi bir tefekkür içinde iken gözüne ilişen ?haram? birmanzaraya bakmayı sürdürdüğünde, o tefekkür halini devam ettiren biri varmıdır? Yolda yapıyor olduğumuz bir tesbihat, okuduğumuz bir vird, gözümüzüharam manzaralardan alıkoymadığımız ölçüde, aklımızdan kayıp gitmiyor mu?
Duyguları manen uyuşturma,bizi Allah?ın sanatını ve isimlerini tefekkürden alıkoyma noktasında, haramabakmanın, alkol veya uyuşturucudan bir farkı yoktur. Harama nazar da, onlargibi, tertemiz duyguları nefsin kirli emellerine alet etmektedir. Rabbinemuhatap olmak üzere yaratılmış insana emanet edilmiş göz gibi harika bir organıgayrimeşru tatminler peşinde heder etmektedir.
Âyet, bir sonraki cümlede,?gözün harama kapanması ve fercin korunması?nın, ?ezkâ? yani asıl temiz olan davranış olduğunu belirtir. Ki butemizlik, ?tezkiye? çağrışımıyla da düşünülürse, esasen manevî bir temizliktir;düşünce ve duygu noktasında bir temizlenme halidir. Bu temiz davranış tercihedilmezse, bütün kâinatı Rabbi adına tefekkür ve tenezzühe vesile olan eşsizbir cihaz hükmündeki göz, süflî hevesler çukuruna atılarak değersiz ve kirlikılınmaktadır.
Âyet, bir uyarıyla sonbulur: ?Muhakkak ki Allah, onların yaptıklarındançok iyi haberdardır.? Genel olarak, böylesi âyetlerin sonunda ?yaptıkları?anlamını karşılamak üzere ?ya?melûn? veya ?yef?alûn? ifadesi kullanılır. Oysabu âyette ?yesneûn? denilir. Dikkatli bir Kur?ân talebesi, bu nüanstan şöylebir anlam çıkarır: ?Yesneûn? ifadesi, gözlerin harama bakması noktasındayapılanların ?sanatla yapılan?lar cinsinden olduğuna, keza bunun bir sanayihaline geleceğine işaret eder.
Gerçekten, ilahî emre veinsanın fıtratına aykırı düşen açık saçıklık, her zaman sanat adı altındameşruiyet kazanma çabasında olmuştur. Hatta buna ?erotizm? gibi iç gıdıklayıcıama dokunulmaz bir kılıf bulunmuştur. Bugün ortalık vücudunu bir metayadönüştüren, bedeninin açık kalacağı yerin oranına göre fiyat belirleyen?sanatçı?larla doludur!
METİN KARABAŞOĞLU
imdat sezer tarafından Per, 2006-06-22 20:50 tarihinde gönderildi.
Hayatın en açık gerçeklerinden biri, kuralsız yaşanmadığıdır. En başta, hayat, bir kuralın meyvesidir. İçinde yaşadığımız kâinat, her zerresiyle, bir ?kural?la birlikte vardır. En küçük zerreden en büyük galaksilere kadar her bir şey, bir düzene tâbidir. Tüm mevcudlar ve tüm canlılar, varoluşlarıyla, ?kural? denilen evrensel bir gerçeğin varlığını fısıldar.
Öte yandan, insan, sair mahlukların aksine, duygu ve tutkularına sınır konulmamış bir canlıdır. Karnı doymuş bir aslan, yanından geçen en körpe ceylana bile yan gözle bakmaz. Bir ağaç ihtiyacı kadar suyu alır, biraz daha almaya kalkmaz. Oysa insan, sınır konulmamış duygularıyla, hep daha fazlasını ister. Dünyayı da yutsa, yine tok olmaz. Karnı doysa, yarın için saklar. Yarın için saklasa, önümüzdeki hafta için biriktirir. İşi aylara, yıllara, çoluk-çocuğuna ve sonraki tüm nesillere kadar uzatır; durmaksızın yığar, durmaksızın biriktirir. Duygularına sınır konulmadığı için, sık sık, diğer insanların hakkına da göz diker. Hatta, başka bütün varlıkların hukukuna ilişir.
Dolayısıyla, bir ?kural?ın varlığı kadar küllî bir gerçek daha vardır: Duygularına fıtraten had konulmayan insan için, onu sınırlayan belli kurallar koyma zarureti.
Bunun alternatifi bazı insanların başka insanların hakkına saldırmasıdır. Hatta, şu asırda yaşanan ekolojik ve nükleer felâketlerin açıkça gösterdiği gibi, bütün canlıların ve bütünüyle kâinatın varoluşunu tehlikeye atmasıdır.
İnsan için bir ?kural? koyma gereği böylece anlaşıldığında ise, karşımıza şu soru çıkar: Kuralı kim koyacak?
İnsanlık tarihinin belki de en can alıcı sorusudur bu. İnsan, tek bir Yaratıcının varlığını anlayarak ?Hüküm O?nundur? mu diyecektir? Yoksa, o Yaratıcıya ortaklar koşmasıyla birlikte, kural koymada da ortaklar mı icad edecektir? Meselâ, tüm kâinatta geçerli kuralları ?tabiat,? ?tesadüf,? ?zaman? ve ?kuvvetler?e mi mal edecektir? Keza, beşerî hayatta ?ben,? ?toplum,? ?çağ,? ?ulusal çıkarlar,? ?devletin bekası? gibi kural koyucular mı öngörecektir? Veya, bu unsurlardan sadece birini, meselâ kendisini kural koyucu ilan ederek ?biricik ben?e mi tapacaktır? Yahut, kural koyuculuk payesini faşizm ile devlete, sosyalizm ile işçi sınıfına, kapitalizm ile sermayedar kesime, aristokrasi ile asillere, milliyetçilik ile ırka mı verecektir?
Bir bütün olarak insanlık tarihine şekil veren en can alıcı hususlardan biri, budur. Bütünüyle düşünce tarihi, baştan sona, bu eksende döner durur. Ve dönüp kendi hayatımıza baktığımızda, o kısacık ömür içinde en temel konularımızdan biri olarak karşımıza yine bu husus çıkar.
Öte yandan, bu sorunun, insan, âlem ve kâinat anlayışımız ile doğrudan bir ilgisi vardır.
İnsanı kendiliğinden var olmuş varsayan birinin, kuralı ben koyarım demesi herhalde beklenen bir durumdur. Onu var eden devlet ise, kural koyma hakkı elbette devletindir. Keza var eden ırk ise, kuralı koyan da ırk olacak; yok eğer toplum ise, kuralı toplum koyacaktır.
Bu bakımdan, ?Kuralı ben koyarım? diyen bir kişinin, bunu temellendirmesi, yani kendi kendine varolduğunu isbat etmesi gerekir. Keza, ?Kuralı toplum koyar? diyen birinin varoluşunu topluma borçlu olduğunu göstermesi kaçınılmaz bir zorunluluktur. Var eden başka, kural koyan başka ise, açık bir çelişki sözkonusudur.
En başta insan fıtratı, bu çelişkiyi berrak bir şekilde ortaya çıkarır. Bir anne, kendisi çocuğunu dövüyorsa bile, başkasının en ufak bir fiskesine razı olmaz: ?Sen benim çocuğumun terbiyesine karışamazsın.? Eşinin kendisine kulak asmayıp başkalarını dinleyerek hareket etmesini normal karşılayan bir koca yoktur. Sahibi olduğu fabrikayı, kendisinin görevlendirmediği birilerinin kendi akılları uyarınca yönetmesine ses çıkarmayan bir patron; memurlarının emri kendinden değil, başkalarından almasına izin veren bir müdür hayal bile edilemez.
İnsanlık tarihine mührünü vuran ve de gündelik hayatımızda yaşadığımız böylesi hakimiyet mücadeleleri bir gerçeğin altını çizer: ?Malikiyet kiminse, hâkimiyet onundur.? Diğer bir deyişle, birşeye ilişkin kuralı, o şeyin sahibi koyar.
İşte bu sırdan olsa gerek, Kur?ân sayfaları arasında, insana sık sık sahibi ve maliki hatırlatılır. Tesadüfen var olmadığı, onu yapan Birinin olduğu uyarısı yapılır. Meselâ Şems sûresi, güneşe, aya, gündüze, geceye, semaya ve yeryüzüne dikkat çekerek başlar ve birdenbire insanın yaratılışına geçer. Başka birçok sûrede insana ?anılmaya değer birşey değil? iken, ?değersiz bir su?dan aşama aşama insan sûretini alışı; doğumundan sonra acizler acizi bir vaziyette iken en saf gıdayla beslenişi; bizatihî yürümeye ve karnını doyurmaya bile kâdir değilken hadsiz nimetlere mazhar edilişi sık sık vurgulanır.
Ve bütün bunlar arasında, tekrar tekrar, şu soru sorulur: ?İnsan başıboş bırakılacağını mı sanır??
Cevap bellidir. En küçük bir sineği bile birçok hikmetle yaratan, insanı elbette başıboş bırakacak değildir. Kâinatı şeriksiz ve nazirsiz idare eden, elbette insanı başka ellere teslim etmeyecektir.
Mâlik-i Zülcelâl O?dur. Mülk O?nundur. O halde, hüküm de O?nun olacak; lâf olsun diye yaratmadığı ve de başıboş bırakmadığı insan için, varediş amacı uyarınca belli kurallar koyacaktır.
Nitekim, Kur?ân, bir yanda insana kâinatın mâlikini ve kendi sahibini hatırlatırken, öte yandan kurallar koyar. Bu kuralların ?şakacıktan? konulmadığı konusunda da çok net uyarılarda bulunur. Gelen emri kulak ardı eden kimi geçmiş kavimlerin akıbetine dikkat çeker sözgelimi. Yahut, ?Kuralı ben koyarım? diyen Nemrut, Kârun veya Firavun?un hüsranıyla uyarır.
Gelen her bir emir, açık bir imanî talim de taşır. Kur?ân?la gelen her bir kural, imanî bir hatırlatma da yüklüdür. Meselâ, duygularına had konulmayan insan, midesini doldurma pahasına ona buna saldırabilir. Oysa Kur?ân, o midenin ve ona giren nimetlerin Rabbi namına konuşur: ?Yiyiniz, içiniz, israf etmeyiniz.? İnsan iki ayağını sokaktan bulmuş değildir. O ayaklar adi birşey olup, başkalarınca verilmiş de değildir. Kur?ân, ayağı veren Biri namına hitap eder: ?Yeryüzünde böbürlenerek yürüme.? Kadınlara daha latif bir hal verilmiştir. Ama ola ki sahiplenir, ve nefisleri namına kullanırlar. Meselâ, sair insanları kendilerine râm edecek yürüyüşler icad ederler. Kur?ân, o latif biçimi veren Biri namına konuşur: ?Cahiliye kadınları gibi, vücudunun hatlarını belli edecek şekilde yürüme.? Keza, bir kudret harikasıdır göz. Bütün bir kâinatı küçük bir noktaya sığdırır, aklımızın önüne koyar. Ama insan o gözün malikini unutup, nefsine mal edebilir. Kur?ân, o gözün sahipsiz olmadığını, insanın da malı olmadığını hatırlatarak, o gözü veren Biri namına konuşur: ?Gözünü kaydırma.? ?Gözünü haramdan koru.?
Böylesi tüm emirler, açık bir mesaj taşır: Malikiyet kimin ise, hâkimiyet onundur. Mülk kimin ise, hüküm de onundur.
Açıkçası, böylesi âyetler bizi yaşadığımız çelişkiyi gidermeye davet eder. Çelişki, mülkü başkasına, kuralı bir başkasına vermemizdir. İnsan, gerçekten gözünün asıl sahibi ise, onu istediği gibi kullanır?burada bir çelişki yoktur. Ama o göz ona emaneten verilmiş ise, asıl sahibi başkası ise, o gözü ancak o Mâlik-i Hakikî?nin izni ve emri uyarınca kullanabilir. Emaneten verilmiş olan, asıl sahibi olmadığı gözü kendi keyfince kullanamaz?çelişki buradadır. Bu çelişkiyi aşmanın ise yalnızca bir yolu vardır: Gözü, onu verenin veriş amacına göre kullanma.
İşte Kur?ân, bütün olarak kâinatı yaratanın, kâinat içinde insanı yaratanın ve insana ?görecek gözler? verenin O olduğunu hatırlatmasıyla birlikte emirler verir: ?Gözlerini haramdan korusunlar.?
Bu emirler, bir yönüyle celâl yüklüdür. Çünkü, emre kulak asmayanlar için, çok açık tehditler de içerir. O emri veren emanet sahibinin herşeyden haberdar olan, izzetli, hesabı çabucak gören bir Rab olduğunu da bildirir; emrine uymayanları ?va?dedilen azab?la müjdeler! Ateşin azabını tadacağı gün konusunda uyarır.
Öte yandan, celâl yüklü bu emirler, bir cemal de içerir. Onlar, meselâ şu azametli gökyüzünü ürpertici ama son derece güzel bir manzara sûretinde gözümüze arzeden; dağların ve dağ gibi dalgaların azameti içinde eşsiz bir güzellik ve son derece hayatî faydalar derceden bir Rabbin emirleridir. Dolayısıyla, nefse ağır gelen bütün bu emirler, esasen insan içindir. Hatta, nefsin tüm duygular üzerindeki tahakkümünü kırdığı halde, nefsin de hayrınadır. Şefkat haddi aşmış bir hırsıza seyirci kalmayı mı gerektirir; yoksa ?Vazgeç, haddini bil, cezadan kurtul? diye uyarmayı mı?
Kur?ân?da yer alan bütün emirlerin hem celâl, hem de cemal barındıran bir muhtevası vardır.
Kur?ânî emirlerden özellikle biri ise, açık-saçıklığın kol gezdiği, çıplak bacaklar karşısında akılların baştan gittiği, hayasızca gözler önüne serilen vücut hatları karşısında kalblerin nefislere esir edildiği bir vasatta, akıl, kalb ve ruhuna rağmen gözlerini adi bir röntgenci durumuna düşüren bizler için manidar dersler taşır:
?Mü?min erkeklere söyle: Gözlerini harama kapasınlar, ırzlarını da korusunlar. Çünkü bu, kendileri için daha temiz bir davranıştır. Şüphesiz Allah onların yapmakta olduklarından haberdardır.?
Bu âyetin ardından, hanımlara yönelik bir âyet gelir. Bu âyette de, her iki emir tekrarlanır.
Her iki âyetin başlangıç hitabı manidardır: ?Mü?min erkeklere söyle...? ?Mü?mine kadınlara söyle...?
Açıkçası, iki âyet de ?iman? vurgusu taşır. Devamla gelen emre uymanın ?iman?la ilgisini açıkça gözler önüne seren bir vurgudur bu. Her iki âyet, ?gözünü haramdan koruma?nın ancak mü?min için sözkonusu olduğunu; onun da bunu imanı derecesinde başarabileceğini ihsas eder. Saniini ve Sahibini tanımayan biri, gözün kendisine Rabbi tarafından verilmiş bir emanet olduğunu hiç mi hiç tanımaz. Gözü emanet olarak tanımayan biri, elbette, onu emanet sahibinin emir ve izni dairesinde kullanma yükümlülüğünü de derketmez. Bunu derketmeyen biri, elbette, aksi halde emanete hıyanet edeceğini de düşünmez. Sonuç olarak, böyle birinin gözünü haramdan koruması sözkonusu olamaz.
Aynı şekilde, bir Yaratıcıya inandığı halde, o inancı hayatına taşımayan; yalnızca kendisini darda hissettiği anlarda bir ?emniyet sübabı? veya bir ?yedek lastik? olarak o imana müracaat eden bir gaflet ehli de bu emre kulak asmayacaktır. İstese bile, asamayacaktır. Çünkü, iç dünyasını her daim o Yaratıcının huzurunda olma şuuruyla diri ve uyanık kılmayan biri, vitesi boşalmış bir araba yahut dümensiz bir kayık misalidir. Eğime ve akıntıya uyar, nefis ve hevası onu nereye sürüklerse, oraya sapar. Vicdanı onu Yaratıcının emri ve de ahiret konusunda uyarsa bile, bunun bir faydası olmaz. Çünkü, ahiret o gaflet anında çok uzaklarda gözükür. Oysa, önünde nefsinin iştihasını kabartan bir manzara vardır. Ve nefis tam bir miyoptur; yalnız önündekini görür, ileriyi görmez, âhireti düşünmez.
Aynı şekilde, bir Yaratıcıya inanan, ama onu esma-i hüsnasıyla tanımayan biri de bu emri uygulamakta zorlukla karşılaşacaktır. Sözgelimi o Yaratıcıyı Hakîm ismiyle tanımayan; her bir mevcuda birçok hikmetler yüklediğini; meselâ bir ele veya bir ağaca binlerce vazife gördürdüğünü bilmeyen biri, o emirde de hikmet görmeyecektir. Görmediği için de, o hikmetli emre uymayacaktır.
Keza, meselâ Rahîm ve Hannân ismini tanımayan biri de bu emre uymakta zorlanacaktır. Kâinat, her bir mevcuduyla, küllî bir rahmet ve şefkat hakikatini fısıldar. Her âciz, acziyetine mukabil, eşsiz bir merhamet ve şefkatle doyurulur?herşeye ihtiyacına en uygun rızkı hazırlayan eşsiz bir Rahman-ı Rahîm?dir O. Hem, acziyetin büyüklüğü ölçüsünde, muhatap olunan merhamet ve şefkat de ziyadeleşir. Bebekler ve yavrular, bunun en açık örneğidir. Böylesi bir merhamet sahibi, elbette, eşsiz bir pırlantayı demirciler çarşısında hurda fiyatına satmaya kalkışan insanı rahmeti ve şefkati gereği uyarır. Ona verdiği gözün ne kadar da değerli olduğunu; onu harama kaydırmanın benzersiz bir elması basit bir cam parçası, eşsiz bir mücevheri bir hurda demir yerine koymak anlamına geldiğini bildirir. Oysa, o göz, haramdan uzak kılınsa, Rabbi namına bakacağı sayısız güzelliğin yanında, yine Rabbi namına kendi helâline de bakacaktır. Ama, bu helâl-haram, emir-nehiy dengesi içinde gözün Sanii ve Sahibi her zaman hatırda olacaktır. Çiçeğe de baksa, eşine de baksa, bakışını emr-i ilâhî belirlediği sürece, O?nu hatırda tutarak, O?nun namına, O?nun sanatını takdir ve tefekkür hesabına bakmış olacaktır. O göz, bütün kâinatı sayısız hikmet ve güzellikler içinde yaratan bir Rabbe nisbetle eşsiz bir değer kazanacak; otuz senede sönmeye yüz tutan basit bir et parçası hükmünde olmayacaktır. Ki, herşeye gücü yeten bir Kadîr-i Rahîm, verdiği gözü O?nun namına kullanan bir kuluna, bütün o san?atlı yaratışındaki sayısız güzelliği O?nun namına temaşa etmesi için, ebedî cennetlere lâyık gözler de verir! Buna muktedirdir.
Öte yandan, o emrin sahibini Rahman, Rahîm ve Hannân isimleriyle tanımayan biri, bütün bu anlamlardan uzak olacaktır. Emrin içerdiği rahmet ve şefkati göremediği için de ya emre zoraki uymaya çalışacak; açıkçası, pek de uyamayacaktır.
Bu bakımdan, her iki âyet, daha en başta ?mü?min erkekler? ve ?mü?mine kadınlar? tanımıyla, meselenin kilidini açmış olur. Oysa, çoğu kez bu kilit nokta kaçar gözümüzden. O yüzden, kapıyı zorlayarak açmaya çalışırız. Açamadığımız, gelen emre lâyıkınca uymayı başaramadığımız için de, içimizi hem suçluluk, hem de ümitsizlik duygusu kaplar. Oysa, daha en baştaki iman anahtarına hakkını versek, gerisi daha kolay gelecektir?tıpkı, bir emir vahyolunduğunda, tereddütsüz uyan sahabiler gibi. Sahabilerin emri duymaları ile emre uymaları arasında, bizim yaşadığımız gibi uzun zaman fasılaları olmadığı bilinen bir vâkıadır. Çünkü, onlar Kur?ân-ı Hakîm?in verdiği iman dersini, Resul-i Ekrem?in (a.s.m.) sunduğu marifetullah ve muhabbetullah talimini hakkıyla özümsemişlerdir. Vahiyle gelen her emri, bütün âlemleri ve insanı yaratan; hikmeti, rahmeti, şefkati ve kudreti sonsuz; bütün güzel isimler O?nun olan bir Rabb-ı Rahîmden bildikleri için, teslimiyette ne bir tereddüt, ne bir gevşeme, ne bir zorluk göstermişlerdir.
Hem, o emri veren, insanı bu fıtratla yaratandır. İnsan için en fıtrî ve en uygun hali, Fâtır-ı Hakîm?den başka kim bilebilir? Kim o fıtratı verenin üstünde söz söyleyebilir?
Fâtır-ı Hakîm, bu emriyle, bizi fıtratımızın gereği olan bir duruma davet eder. Gözünü haramdan sakınmama, her önüne gelene bakma, fıtratla çelişen bir durumdur. Çünkü, insana verilmiş hadsiz duyguları tek bir duygunun emrine verir. İradesini hükümsüz bırakır. Şu çağda örnekleri çok açık biçimde görüldüğü üzere, bütün hayatını, bütün dünyasını ve bütün düşüncesini uçkurunun hizmetine veren insan bozması kişilikler ortaya çıkarır. Nitekim, bugün nice göz harama bakarken, nice el, nice dil, nice akıl, nice ayak, nice hâfıza da ona eşlik etmektedir. Biraraya geldikleri anları gördükleri haram manzaraların sözünü ederek geçiren; yalnız kaldıkları zamanı da yine o haram manzaraların hayaliyle harcayan nice insan mevcuttur. Nice gözler, nice akıllar, nice ömürler bu yolda heder olup gitmektedir. O kadar ki, bu ruh hali içinde, gördüğü her insanı yalnız maddî bir sûrete indirgeyen, hatta o maddî sûretin de yalnızca belli kısımlarına bakan marazî kişilikler ortadadır. Başka bir amaçla söylenen sözlerden dahi cinsel çağrışımlar çıkaran marazî tipler mevcuttur.
Gözlerin harama kaymasının imanî bir zaafın eseri olup bu zaafı giderek beslemesinin yanısıra, insanı insanlıktan sukut ettiren böyle bir boyutu da vardır. Bütün kâinatı kapsayıp kuşatacak duygu ve kabiliyetlerle donanmış insanı uçkuruna hapsettiren; karşı cinsten olan insanları belli organlara indirgeyen; ?insan? tarifini bu denli bayağılaştıran bir boyuttur bu. Bu halin aile ve toplum hayatında getirdiği olumsuzluklar ise, işin ayrı bir yönüdür.
Peki, bu açıdan bakılırsa aslında bütün insanları ilgilendiren bu konuda Kur?ân neden yalnızca ?mü?minler?i muhatap almaktadır?
Çünkü, insan ancak imanının derecesi nisbetinde bu emrin içeriğini anlayabilir. Ancak imanı derecesinde gözünü Rabbinin yarattığı güzellikleri Rabbi namına ve Rabbinin izni uyarınca kullanma yükümlülüğünü kavrayabilir. Ancak imanı ile, gözünü nefsin elinde adi bir röntgenci kılan her tavrın emanete hıyanet anlamı taşıdığını bilebilir.
Ve ayrıca, insan ancak imanı derecesinde gözünü haramdan koruma iradesi gösterebilir.
Yoksa, imandan nasiplenmeyen en iradeli, en mert ve makamca en yüksek insanların bile gözünün önüne bir haram iliştiğinde nasıl basitleştiğine ve bayağılaştığına dair bir dizi gözlem hemen her insanın hafıza kaydında vardır.
Her iki âyetle gelen ?gözünü haramdan koruma? emrinin manidar bir veçhesi de, öncelikle içe dönük bir çabayı emrediyor olmasıdır. Gerek mü?min erkeklere, gerek mü?mine kadınlara söylenen ilk söz ?Gözünüz önüne gelen haramları ortadan kaldırın? değildir: ?Sen gözünü koru.?
Bu, Kur?ân?ın önceliği insana veren, düğümü fertlerde çözen genel üslubunun manidar bir yansımasıdır. Çünkü, problemin kökü, ?dış dünya?da değildir; içimizdedir. İç dünyası muhkem, iman kalesi sağlam olan biri, tüm dünya haram tablolarla dolu olsa bile, sarsılıp sapmayacaktır. Dış dünyada nice haram mevcut olsa bile, imanın içerdiği haya, şuur ve uyanıklık hali içinde, Rabbinin huzurunda olduğundan gafletle, kendini pazarlayan süflîlerin peşine düşmeyecektir. Hayası, edebi, sabrı ve sebatı buna izin vermeyecektir.
Nitekim, Yusuf (a.s.) kıssası, bunun bir örneğidir. Önünde kendini tüm zinetleriyle sunan birdünyalar güzeli karşısında, Yusuf?un tavrı, gözünü ve sırtını dönmek olmuştur.Yusuf aleyhisselâm, Kur?ân?da övgüyle aktarılan bu haliyle, tüm insanlığa şu dersivermektedir: İnsan, eğer ?gözünün sahibi?ni tanır ve O?nun emrini hakkıylabilirse, en ?baştan çıkartıcı? manzara bile onu baştan çıkartamaz.
Ki, Yusuf kıssasının birörneğini oluşturduğu peygamber kıssaları, gün gelip koca bir toplumu kendiyolunun yolcusu kılan nebilerin, yola tek başına koyulduklarını açık açıkortaya koymaktadır. Nebiler, fıtratların bozulduğu, Allah?ın ve ahiretinunutulduğu, insanların nefislerinin istediği gibi davrandığı bir ortamdagelmişlerdir. Ortam onları değiştirmemiş, bozulmuş bir ortamda birer imanabidesi olarak sarsılmadan kalmış; sergiledikleri imanî şuur ve irade ile onlarortamı değiştirmişlerdir.
Ortada bir ?haram? varsa,bundan uzak durmanın yolu, o haramı kaldırmaktan değil, öncelikle kendini oharama karşı korumaktan geçer. Tepeden inme halledilmiş hiçbir şer hali yoktur.O takdirde belki şer zahiren ortadan kalkmakta, yeraltına çekilmekte, ama içteniçe, alttan alta varlığını sürdürmektedir. Aslolan, sokak manzaralarına elatmak değil, gözlerimizi bu ?haram?lardan korumamızı mümkün kılan bir imanîdonanıma ulaşmaktır. Bu yol diğerine göre daha zor ve uzun gözükür. Oysa kısave kolay olan, işte bu yoldur. Diğerinde yalnızca ?görüntü? kurtarılmakta;hastalık satıh altında öylece kalmaktadır. Yusuf misali bir imanî donanımaerişip Rabbin emaneti olan gözleri Rabbin rızasına uygun bir şekilde kullanıp?haram?dan koruma cehdiyle yaşanırsa, haram tüm dünyada kol gezse dahi, gözlerondan sakınacaktır.
Kaldı ki, haram manzaralaresasen gözlerin harama bakmaya talip olduğu bir ortamda arz edilir. Züleyha?yıhidayete getiren, Yusuf?un onun sergilediği harama karşı gözünü sakınması değilmidir? Meselâ kadın çıplaklığını ele alalım: Erkekler imanî bir şuura erişipgözünü haramdan koruduğunda, hangi kadın açılıp saçılarak sokağa çıkar? Onunsokağa o vaziyette çıkışının ardındaki dürtü, gözünü haramdan korumayanerkekler tarafından zinetlerine bakılması değil midir? Demek, mü?min erkeklergözlerini haramdan koruduğunda, kadınların açılıp saçılmaması yolunda entemelli adım da atılmış olmaktadır.
Bu bakımdan, tesettüremrinin, ?mü?min erkekler?in gözlerini haramdan sakınmasını emreden âyetinardından gelmesi elbette manidardır.
Nur sûresinin 30. âyeti,mü?min erkeklere, ?gözlerini haramdan sakınma?larını emrettikten sonra, ikincibir emir daha verir: ?ferclerini [ırzlarını] koruma.? Bu da, manidar birhusustur. Zira, ferclerin zinaya düşmesinin ilk basamağı, gözlerin haramabakışıdır. Göz harama kaydığında, irade hükümsüz kalmış ve akıl nefsin çekimalanına girmiş demektir. Gözü harama kaydıran nefis, bu haram yolculuk nihayeteulaşmadan teskin olmayacaktır. Gözü Rabbinin emaneti bilip öylece kullanmaktanuzaklaşmanın varacağı yer, fercin de Rabbin emaneti olduğundan gafletle onunbir zina aleti derekesine düşürülmesidir. İsra sûresindeki ?Zinaya yaklaşmayın?emrinin de dikkat çektiği gibi, tüm şehvanî şeylerde en kritik husus,yaklaşmaktır. Nefsin hoşuna giden, şehveti kabartan hususlarda, bir eşiknoktası vardır: o geçildi mi, gerisi çorap söküğü gibi gelir. Meselâ, açıkbacaklara bakan bir göz, onunla yetinmez, daha fazlasının izini sürer. Dahafazlasına eriştikçe, teskin olmak bir yana, daha da azgınlaşır. Ardından, hayalve heves gibi duyguların da tahrikiyle, ?zina? gibi bir son durağa doğru hızlayol alır. Çünkü, ?gözü haramdan korumama? gibi eşiklerde, artık iradeyi devredışı bırakan, insanı kalben ve vicdanen istemese bile günahın son kertesinesürükleyen şeytanî bir çekim vardır. Sonuçta, bugün gözünü haramdan sakınmayan,yarın fercini de koruyamaz. Nitekim, bir bütün olarak şu çağ ve şu toplum,bunun aşikâr örnekleriyle doludur. Öte yandan, göz haramdan sakındığında, fercde harama bulaşmayacaktır.
Rabbimizin, öncelikle?gözünü haramdan sakınma?yı emredişinde, şu çağda ve şu toplumda bilfiilgözlenen bir boyut daha vardır.
Son bir asır içinde, gazeteve dergi sayfaları, sinema filmleri, TV programları ile insanların giyimleri veyaşayışları arasında, şöyle bir bağlantı karşımıza çıkar: Bütün sefahet,rezalet ve müstehcenlikler, ilk olarak dar bir kesimde kendini ifade imkânıbulmuştur. Bu kesim ya ?sosyete?dir, ya ?sanatçı?lar zümresidir yahut herikisidir. Bu dar zümre içinde dahi, herkes aynı açık saçıklığı aynı andairtikap etmez. Bir baloya o güne kadar kimsenin giymediği bir açık kıyafetlegelen bir sosyete kadını, belki ilk anda yadırganır; ama bir eşik aşılmış olur.İçinde böylesi bir meyil olanlar, ?yapılabilir? olduğunu görür ve yapmacesaretini?daha doğrusu cür?etini?bulurlar. Dar kesimde sergilenen biraşırılık, gazete ve sayfalarıyla umuma arzedilir. Diğer yandan, film karelerinede benzer dozajda bir aşırılık taşınır. Bu ?kitle iletişim araçları?ylasözkonusu aşırılığı seyreden toplum, göre göre, zaman içinde bunu ?kanıksar.?İlk anda ahlâksızlık olarak görüp tepki verdiği şey, göre göre ?normal?leşir.Normalleşince, kendisi de öyle yapar. Bu esnada, sözünü ettiğimiz dar kesimdedaha ileri bir aşırılık sergilenmekte; o, bu kez ona tepki vermektedir. Amaüç-beş yıl sonra, göre göre onu da ?normal? görür hale gelip uygulayacaktır.
Nitekim, ?gözünü haramdansakınmayan,? kural koyuculuk makamına ?çağ?ı, ?toplum?u ve ?kendi?ni de oturtaninsanların üç-beş yıl sonra nasıl giyinip nasıl dolaşacağını bugününfilmlerinden, sosyete sayfalarından, sanatçı kostümlerinden, TV sunucularınınkıyafetinden.. çıkarmak mümkündür. Bakan kanıksar, kanıksayan normal görür,normal gören uygular!
Yüzyıl önce tiyatro İslâmtopraklarına girdiğinde, artistler yalnızca boynu açıkta bırakan bir türbanlasahneye çıkmışlardır. Göre göre bu tarza alışılmış; boynun açıkta kalmasıtesettür emrine aykırı olduğu halde, ?gözü haramdan koruma? emri çiğnendiğiiçin, bu noktadaki hassasiyet aşınmıştır. Ardından türban da atılarak saçlartamamen açılmıştır. Aynı şekilde, kolu bileğine kadar örten elbiselerin yeriniyarım kollu elbiseler almış; bir adım sonra kolsuz elbiseler gelmiştir. Minieteğe giden yolun başında, topuğun yalnızca bir karış üstüne çıkılan modellervardır. Onu diz boyu modeller, onu da dizin beş parmak üstüne gelen modellerizlemiştir. Kısalma adım adım devam etmektedir.
Kısacası, hususî birhayasızlığın umumîleşmesi görme yoluyla gerçekleşir. Göz göre göre,?kural-dışı? olan ?kural? haline gelir; anormal olan ?normal?leşir. Gerekmü?min erkeklere, gerek mü?mine kadınlara yönelik ?gözlerin haramdan korunması?emri, işte bu umumî yozlaşmayı ta başından kesmektedir.
Gözlerin haramdan korunması,Allah böyle emrettiği içindir. Böyle emreden Allah ise, Hakîm ve Kerîm birRabbdir. Her emri gibi, bu emrinde de bir hikmet, rahmet, kerem ve terbiyevardır.
İçki, Allah haram kıldığıiçin haramdır. Bu haram kılmada ise, çok hikmetler ve rahmetler saklı olduğugörülür. İrademizi iptal eden, duygularımızı uyuşturan, düşüncemizi dumurauğratan, aklımızı hükümsüz kılan birşeydir içki. Bizi tüm kâinatta sergilenenilâhî sanatın nâzenin bir nâzırı olmaktan çıkarıp, aklını ve şuurunu yitirmişbir bakar kör durumuna getirmektedir. Gözlerin harama bakışında da aynı durumsözkonusudur. Nitekim, ciddi bir tefekkür içinde iken gözüne ilişen ?haram? birmanzaraya bakmayı sürdürdüğünde, o tefekkür halini devam ettiren biri varmıdır? Yolda yapıyor olduğumuz bir tesbihat, okuduğumuz bir vird, gözümüzüharam manzaralardan alıkoymadığımız ölçüde, aklımızdan kayıp gitmiyor mu?
Duyguları manen uyuşturma,bizi Allah?ın sanatını ve isimlerini tefekkürden alıkoyma noktasında, haramabakmanın, alkol veya uyuşturucudan bir farkı yoktur. Harama nazar da, onlargibi, tertemiz duyguları nefsin kirli emellerine alet etmektedir. Rabbinemuhatap olmak üzere yaratılmış insana emanet edilmiş göz gibi harika bir organıgayrimeşru tatminler peşinde heder etmektedir.
Âyet, bir sonraki cümlede,?gözün harama kapanması ve fercin korunması?nın, ?ezkâ? yani asıl temiz olan davranış olduğunu belirtir. Ki butemizlik, ?tezkiye? çağrışımıyla da düşünülürse, esasen manevî bir temizliktir;düşünce ve duygu noktasında bir temizlenme halidir. Bu temiz davranış tercihedilmezse, bütün kâinatı Rabbi adına tefekkür ve tenezzühe vesile olan eşsizbir cihaz hükmündeki göz, süflî hevesler çukuruna atılarak değersiz ve kirlikılınmaktadır.
Âyet, bir uyarıyla sonbulur: ?Muhakkak ki Allah, onların yaptıklarındançok iyi haberdardır.? Genel olarak, böylesi âyetlerin sonunda ?yaptıkları?anlamını karşılamak üzere ?ya?melûn? veya ?yef?alûn? ifadesi kullanılır. Oysabu âyette ?yesneûn? denilir. Dikkatli bir Kur?ân talebesi, bu nüanstan şöylebir anlam çıkarır: ?Yesneûn? ifadesi, gözlerin harama bakması noktasındayapılanların ?sanatla yapılan?lar cinsinden olduğuna, keza bunun bir sanayihaline geleceğine işaret eder.
Gerçekten, ilahî emre veinsanın fıtratına aykırı düşen açık saçıklık, her zaman sanat adı altındameşruiyet kazanma çabasında olmuştur. Hatta buna ?erotizm? gibi iç gıdıklayıcıama dokunulmaz bir kılıf bulunmuştur. Bugün ortalık vücudunu bir metayadönüştüren, bedeninin açık kalacağı yerin oranına göre fiyat belirleyen?sanatçı?larla doludur!
METİN KARABAŞOĞLU
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)