islami konular, soru cevaplar, güncel hutbeler,almanca hutbe, türkce hutbe, mübarek gün ve geceler hakkinda.
30 Nisan 2016 Cumartesi
Tasavvuf Nedir?
Tasavvuf Nedir?
Tasavvuf, kalbi saf yapmak, kötü huylardan temizlemek ve iyi huylarla doldurmak demektir. Tasavvuf hâl işi olduğu için, yaşayan bilir, tarif ile anlaşılmaz.
Tasavvuf ilmi, kalb ile yapılması ve sakınılması gereken şeyleri ve kalbin, ruhun temizlenmesi yollarını öğretir. Buna (Ahlak ilmi) de denir.
Tasavvuf ehli, kendi derecesine göre, tasavvufu tarif etmiştir. Birkaçı şöyle:
Tasavvuf, dinin emirlerine uyup, yasaklarından kaçarak kalbi kötü huylardan temizleyip, iyi huylarla doldurmak demektir.
Tasavvuf, sünnet-i seniyyeye yapışmak ve bid’atlerden kaçmaktır.
Tasavvuf, nefsin iman ve itaat etmesi, bütün ibadetlerin ve bütün hayırlı işlerin hakiki ve kusursuz olmasıdır. Allahü teâlânın lütuf ve ihsanı ile daha yükseklere çıkanlar da olur.
Tasavvuf, fâni olan her şeyden yüz çevirip, baki olana bağlanmaktır.
Tasavvuf, İslam ahlakı ile süslenmektir.
Tasavvuf, ölmeden önce ölmektir.
Tasavvuf, baştan başa edeptir, tamamen edepten ibarettir.
Tasavvuf, kadere rızadır.
Tasavvuf, Hak teâlâya inkıyaddır, kayıtsız şartsız teslimiyettir.
Tasavvuf, emeli bırakıp amele devam etmektir.
Tasavvuf, kalbi kötü huylardan temizlemek ve iyi huylarla doldurmaktır.
Tasavvuf, insanı, ibadetlerde gereken ihlasa ve insanlara karşı gereken güzel ahlaka kavuşturan yoldur. İnsana bu yolu mürşid-i kâmil öğretir.
Tasavvuf, her sözünde, her işinde, dine yapışmaktır.
Tasavvuf, ızdırap çekmektir. Sükun ve rahatlıkta, tasavvuf olmaz. Yani, aşıkın maşuku aramaya çalışması, maşuktan başkası ile rahat etmemesi gerekir.
Tasavvuf, Resulullahın mübarek kalbinden çıkıp, evliyanın kalblerine gelen bilgilerdir.
Tasavvuf, kendi nefsinin ayıplarını, kusurlarını anlamaktır ve dine uymakta kolaylık ve lezzet hasıl olmaktır ve gizli olan şirkten, küfürden kurtulmaktır.
Tasavvuf, Allahü teâlâyı, görür gibi ibadet etmektir. Hadis-i şerifde buyuruldu ki:
(Allahü teâlâyı görür gibi ibadet et! Sen Onu görmüyorsan da, O seni görüyor.) [Buhari]
Şerife Şevval Kardelen
KUDÜS’ÜN FETHİ
KUDÜS’ÜN FETHİ (H. 15-M. 636)
Hazret-i Ömer’in (r.a.) Filistin valisi Amr bin Âs (r.a.), Arab dâhîlerinden ve harp ilminde mâhir zâtlardandı. Rum İmparatoru Hirakl’in Filistin kumandanı Artebon da hilebaz bir adamdı. Artebon, Remle ve Kudüs-i Şerif’ten topladığı askerle Ecnadin tarafında bulunuyordu.
Amr bin Âs (r.a.) ordusunu hazırlayıp Artebon üzerine yürüdü. O da inatla savaştı. Şiddetli bir muhârebe oldu. Nihâyet Artebon ordusu bozuldu ve bozgun askeriyle Kudüs’e gitti. Hemen arkasından Amr bin Âs, Gazze, Sebastıyye, Nablus, Yafa beldelerini ve civarlarını feth ettikten sonra Kudüs’ün teslimi için haber gönderdi.
Kudüs’ün ileri gelenleri, Halîfe Hazretleri bizzat gelip de söz ve af temînâtı verirse o vakit beldeyi teslim edecekleri cevâbını verdiler. Keyfiyet Medîne-i Münevvere’ye arz olundu.
Hazret-i Ömer (r.a.), Medîne-i Münevvere’de yerine Hazret-i Ali’yi (r.a.) vekil bırakıp kendisi Kudüs-i Şerif’e doğru yola çıktı, Câbiye’ye vardı. Şam tarafının emirleri kendisini karşıladılar. Orada iken Kudüs-i Şerif’in ileri gelenleri onunla görüştüler. O da onlara eman verdi ve cizye vermek üzere onlarla antlaşma yaptı. Filistin’i iki sancağa taksim etti. Birini merkezi Remle olmak üzere Alkame bin Hakîm’e, diğerini merkezi Kudüs-i Şerif olmak üzere Alkame bin Meczir’e verdi ve sonra Kudüs’e gitti.
Artebon ile ona tâbî olanlar, antlaşmayı kabul etmeyip Mısır’a kaçmış olduklarından ahali, Kudüs-i Şerif’i Hazret-i Ömer’e teslim ettiler. Kudüs şehri muhâsara olunduğu zaman şehir ahalisi: “Burayı fethedecek kumandan şöyle şöyle sıfatlara sâhip olmalı.” demişler ve Hz. Ömer’i görmek istemişlerdi. Ahâli, şehre giren Hz. Ömer’in evsâf ve ahlâkını görünce Kudüs’ü teslîm etmiştir.
Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Hazretleri, Şâm beldelerinin feth olunacağını Ashâbına haber vermişti. Hazret-i Ömer (r.a.) bu mûcizenin kendi zamanında meydana gelmesinden dolayı pek ziyade memnun oldu. Pek çok Ashâb-ı Kirâm ile birlikte büyük bir neşe ile Kudüs-i Şerîf şehrine girdi. Sahratullâh’ı süpürüp temizledi ve oraya bir Mescid-i Şerîf inşâ edilip ibâdete açılmasını emrederek Medîne-i Münevvere’ye geri döndü.
Yediğin Lokmaya Dikkat Et!
Yediğin Lokmaya Dikkat Et!
Şâh-ı Nakşibend (k.s.) hazretleri, tasavvufdaki hallerinni kaybolduğunu söyleyen bir talebesine; “yediğin lokmaların helâlden olup olmadığını araştır” buyurmuştur. Talebesi araştırdığında, yemeğini pişirirken ocakta helâl olup olmadığı şüpheli bir odun yakmış olduğunu tesbit ederek tevbe etmiştir.
“Namazda hudû ve huşû nasıl elde edilir?” diye sorulunca da cevaben buyurdu ki:
“- Huzurlu bir halde hâlal lokma yiyeceksiniz. Huzur ile abdest alacaksınız ve namaza başlarken iftitah tekbirini kimin huzuruna durduğunuzu bilerek, düşünerek söyleyeceksiniz.”
Hâce Hazretleri, kendisine karşı edepsizlik yapan bir kimseye kızmayıp, tebessümle karşıladı. Fakat edepsizlik yapan kimse büyük bir derde düşüp, helâk olacak hâle geldi. Hatasını anlayıp tevbe etti. Şâh-ı Nakşibend hazretleri bir ara o adamın evinin önünden geçerken, içeri girip hâlini sordu:
“- Allah Teâlâ şifâ vericidir., korkma iyileşirsin” dedi. O kimse bu söz üzerine kalkıp:
” – Efendim size karşı edepsizlik ettim, hatırınızı incilttim, beni affediniz.” dedi. Şâh-ı Nakişbend hazretleri buyurdu ki:
“- Kalbimiz o zaman incindi. Fakat şu anda gönül aynası tertemiz. İyi bil ki, mürşidlerin kılıcı kınından çıkmış yalın bir kılıçtır. Ama mürşid merhamet sâhibidir. Kimseye kılıç vurmaz. İnsanlar (belâsını arayanlar) gelip kendilerini o kılıca vururlar..
Şerife Şevval Kardelen
29 Nisan 2016 Cuma
“İŞİN ASLI ALLAH’IN EMRİNE TÂZÎM MAHLUKÂTINA DA ŞEFKATTİR”
“İŞİN ASLI ALLAH’IN EMRİNE TÂZÎM MAHLUKÂTINA DA ŞEFKATTİR”
Eski hükümdarlar birbirlerine karşı adâletleri ve ihsanlarının çokluğu ile övünürlerdi. Her ne vakit biri diğerine bir elçi gönderecek olsa onunla birlikte hikmetli sözler, cevabı kolay olmayan suâller gönderirlerdi. Nitekim Ashâb-ı Kirâm zamanında Rum Kayseri’nden böyle sualler gelmiş, Halîfe Ömer (r.a.) Hazretleri tarafından cevaplandırılmıştır. Bu âdet Gazneli Mahmud zamanına kadar devam etti.
Gazneli Mahmûd, Mâverâünnehr hakanı Buğra Han’a bir mektup gönderdi: İnsanlar için cehâlet ve ilim azlığından daha ayıp şey yoktur. Kurân-ı Kerîm bunu bildirip (meâlen) “Allah, sizden îmân etmiş olanları yükseltir ve kendilerine ilim verilmiş olanları ise dereceler ile yükseltir.” buyurdu (Mücâdele sûresi, âyet 11).
Mâverâünnehr âlimlerinden şu suâle vecîz (çok kısa) cevap vermelerini istiyorum: “Peygamberlik, evliyâlık, din, İslâm, îmân, ihsân, takvâ, emr-i bi’l-ma’rûf, nehyi ani’l-münker, sırât, mîzân, rahmet, şefkat, adâlet, fazîlet nedir?”
Buğra Han bu mektubu alınca bütün âlimlerini topladı ve bu suâli onlara havale etti. Tam dört ay uğraştılar; her biri bunları ayrı ayrı beyân eden kitaplar yazmaya başladılar. Buğra Han’ın başkâtibi Muhammed bin Abduh, âlim ve fâzıl bir zât idi. Sultana, herkesin râzı olacağı bir cevap verebileceğini beyân etti, suâli yazdı ve altına:
“Re’sü’l-emri et-ta‘zîmü li-emrillâh ve’ş-şefekatü alâ-halkıllâh” diye yazdı ki tercümesi şudur: Resûlullâh Efendimiz (s.a.v) buyurdular: “İşin aslı (başı) Allâh’ın emrine ta‘zîm (hürmet), Allâh’ın mahlûkâtına şefkat etmektir.” (Âlûsî Tefsîri).
Mâverâünnehir âlimleri parmak ısırdılar ve “Bu kâmil ve şâmil yani mükemmel bir cevaptır” dediler.
Buğra Han bu cevabı çok beğendi ve cevâbı Sultan Mahmud’a gönderdi. Gazne âlimleri de cevâbın güzelliğinde ittifâk ettiler. (Mecmau’n-Nevâdir, Arûzî)
قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: أَحَبُّ الْأَسْمَاءِ إِلَى اللهِ تَعَالَى عَبْدُ اللهِ وَعَبْدُ الرَّحْمَنِ. (د)
Peygamber Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdular: “Allâhü Teâlâ’ya en sevimli olan isimler, Abdullah ve Abdurrahmân’dır.” (Hadîs-i Şerîf, Sünen-i Ebû Dâvud)
HARAM YİYENİN İBÂDETİ KABUL OLMAZ
HARAM YİYENİN İBÂDETİ KABUL OLMAZ
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)
“Kıyâmet günü, Tihâme dağları kadar sevapları olan topluluklar gelecek. Onlar Allâh’ın huzûruna getirildiğinde, Allâhü Teâlâ onların sevaplarını heder edecek ve onları cehenneme atacaktır.” buyurdu.
Ebû Huzeyfe’nin (r.a.) âzâtlısı Sâlim (r.a.):
‘Anam babam sana fedâ olsun, yâ Resûlallâh! Bu toplulukların kim olduğunu bize bildir, biz de bilelim. Seni hak peygamber olarak gönderen Allâh’a yemin ederim ki, ben onlardan olmaktan korkuyorum,’ dedi.
Resûlullâh (s.a.v):
‘Ey Sâlim! Onlar namaz kılarlar ve oruç tutarlardı. Ancak kendilerine haramdan bir şey verildiği zaman hemen atılıp onu alırlardı. Bundan dolayı Allah onların amellerini kabul etmedi’ buyurdu. (Hilyetü’l-Evliyâ)
HAZRET-İ EBÛBEKR’İN BİR NASÎHATİ
Resûlullâh’ın halîfesi Sıddîk-ı Ekber Hazretleri vefât etmek üzere iken bir ara Selmân-ı Fârisî hazretleri ve diğer bazı Ashâb-ı Kirâm onun huzûruna girdiler.
“Ey Resûlullâh’ın halîfesi! Bize bir nasîhatte bulunun da onunla amel edelim” dediler.
Hazret-i Ebûbekir buyurdular ki:
“Yakında size pek çok rızık kapıları açılacak. Birkaç günlük ömre aldanıp da yarın Allâh’ın huzurunda mahcûb olmayınız.” (Kısas-ı Enbiyâ, Cevdet Paşa)
FIKRA: Hırsızın Hiç mi Suçu Yok!
Bir sipahinin atını çalmışlar. Arkadaşlarından kimi,
“Suç senin! Muhafazasına dikkat etmemişsin!” demiş, kimi de, “Kabahat seyisindir! Ahırı açık bırakmıştır!” diye kusuru sipahi ile seyisine bulmuşlar.
Sipahi dinledikten sonra:
“Sübhanallah! Suç hep bizim de atı çalan hırsızın hiç mi suçu yok?” demiş.
قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: يَا سَعْدُ أَطِبْ مَطْعَمَكَ تَكُنْ مُسْتَجَابَ الدَّعْوَةِ وَالَّذِي نَفْسُ مُحَمَّدٍ بِيَدِهِ إِنَّ الْعَبْدَ لَيَقْذِفُ اللُّقْمَةَ الْحَرَامَ فِي جَوْفِهِ مَا يُتَقَبَّلُ مِنْهُ عَمَلُ أَرْبَعِينَ يَوْمًا . (طس)
Resûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.): “Ey Sa’d! Helal rızık ye (haramdan sakın). Böyle yaparsan duân müstecab (kabul) olur. Muhammed’in nefsi kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, muhakkak bir kul midesine haram bir lokma götürse, kırk gün ameli (duâ ve ibâdetleri) kabul olunmaz.” buyurdu. (Hadîs-i Şerîf, Taberânî, el-Mu’cemü’l-Evsat)
28 Nisan 2016 Perşembe
Hutbe: MİRAÇ KANDİLİ (29.04.2016)
İLİ : GENEL
TARİH : 29.04.2016
MİRAÇ KANDİLİ
Kardeşlerim!
Önümüzdeki Salı’yı Çarşamba’ya bağlayan gece Miraç Kandilini idrak edeceğiz. Kandilinizi şimdiden tebrik ediyorum.
İsrâ ve Miraç, Peygamberimiz (s.a.s)’in bir gece Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksâ’ya, oradan da Yüce Mevla’nın sonsuz âyet ve kudretini müşahede etmek için yaptığı mucizevi bir yolculuktur. Pek çok ilahî hikmet ve bereketi barındıran bu kutlu yolculuk, okuduğum âyet-i kerimede şöyle dile getirilmektedir:
“Kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya ulaştıran Allah’ın şanı ne yücedir. Hiç şüphesiz O, hakkıyla işiten, hakkıyla görendir.”i
Kıymetli Kardeşlerim!
Miraç, Rahmet Peygamberi (s.a.s)’nin Allah’ın sonsuzluğu, yüceliği ve O’nun nihayetsiz kudretine yaptığı en görkemli şahitliktir. Rabbimiz, bu şahitlikte gerçek yüceliğin yalnızca kendisine ait olduğunu Efendimizin şahsında beşeriyete bir kez daha göstermiştir. Aynı zamanda arınma, yücelme ve kulluğun zirvesine erişmenin yollarını da öğretmiştir. Âlemlerin Rabbi, teslimiyet, sadakat, ahlak, doğruluk, dürüstlük timsali olan Kutlu Nebi’yi miraç ile taltif buyururken biz kullarına da mesajlar vermiştir. Buna göre, ömrünü bu yüce değerlerle tezyin edenler, kulluk basamaklarında her daim yükseleceklerdir. Onlar, cennetin ebedi nimetlerine mazhar olarak bâki makamlarda yüceleceklerdir.
Aziz Müminler!
Miraç, bir yünüyle Rabbe vuslat, bir yönüyle de Rabbin nehyettiklerini terk ediştir. Biz müminler için müjdedir Miraç. Rabbimiz, kendisine ortak koşmayanların büyük günahlarının bağışlanacağını bu kutlu gecede müjdelemiştir.
Bizler için hediyedir Miraç. Rabbimize en yakın anımız olan namaz, bu gece beş vakit farz kılınmıştır.ii Resûlullah Efendimiz (s.a.s)’in, miraç ile mana âleminin basamaklarında bir bir yükseldiği gibi bizler de Rabbimiz katında namazlarımızla yükseliriz. “Allahu ekber” diyerek, tekbirimizle dünyanın bütün hengâmelerinden sıyrılıp yaratılış ve varoluşumuzun hikmet ve anlamını derinden kavrarız. Kıyamımızla istikamet üzere, dosdoğru oluşu simgeleyerek Allah’ın huzurunda dururuz. Kıraatimizle, O’na en içten sena ve yakarışta bulunuruz. Rükûmuzla yalnız Rabbimizin önünde boyun eğdiğimizi gösteririz. Secdemizle O’na en yakın olmanın ve kulluğun zirvesine varmanın hazzını duyarız. Tahıyyatımızla Rabbimizi yüceltirken biz de yüceliriz. Selamımızla özgürlük ve felahı hatırlarız. Günde beş vakit namazımızda tüm canlılığıyla miracı doyasıya yaşarız.
Kardeşlerim!
Her gün yatsı vaktinde okuduğumuz Âmenerresûlü diye başlayan âyetler bize Miracın bir hediyesidir. Bizler bu ayetlerde, “Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettik” diyerek Rabbimize verdiğimiz kulluk sözümüzü yenileriz. “İşittik, itaat ettik. Rabbimiz, affına sığındık! Dönüş ancak sanadır.” âyetiyle teslimiyetimizi dile getiririz. “İnsanın yaptığı iyilik lehine, ettiği kötülük de aleyhinedir” diyerek sorumluluk bilincimizi tazeleriz. Bununla birlikte, dünyada yapıp ettiğimiz her şeyin bir hesabı ve karşılığı olduğunu, ahireti ikrar ederiz. Ve nihayet, şu dualarımızla Rabbimize en içten yakarışlarla iltica ederiz. “Rabbimiz! Eğer unutacak veya yanılacak olursak bizi sorumlu tutma. Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi, bize de ağır yük yükleme. Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmeyeceği şeyi taşıtma, bizi affet, bizi bağışla, bize acı. Sen Mevlamızsın, kâfirlere karşı bize yardım et.”
Kıymetli Kardeşlerim!
Miraç değerleri, bizlere yüce ve anlamlı ufuklar açan kutsal değerlerdir. Miraç değerleri ile insan, esfel-i sâfiline, aşağıların aşağısına savrulmaktan kurtulur; ahsen-i takvime, en güzel hale ulaşır. Miraç değerleri, insanı sidre-i müntehaya, en üst kemal noktasına çıkarır. Bu ulvi değerler, bizleri ebediyen huzur içinde kalınacak cennete götürür. Yeter ki bizleri yükseltecek bu değerlere sımsıkı sarılalım ve bunları hayatımıza yansıtmakta kararlı olalım. Yeter ki burağımız imanımız, refrefimiz ibadetlerimiz, salih amellerimiz ve güzel ahlakımız olsun. Böyle olduğu takdirde hayatımızın her anı bizim için miraç olacaktır.
Kardeşlerim!
Miraç Kandili vesilesiyle Rabbimize, kendimize ve çevremize karşı sorumluluklarımızı bir kez daha hatırlayalım. Unutmayalım ki, bugün biz müminlere düşen, miracı Peygamberimiz (s.a.s)’in bir hatıratı, bir tarih olarak okumak değildir. Bize düşen, Ebu Bekir Efendimiz misali, Allah’ın emir ve yasakları karşısında her daim sadakatle, teslimiyetle bir duruş sergilemektir. Bu sadakat ve teslimiyeti gösteremeyenler, miracın anlamı, ruhu ve kazanımlarından mahrum kalacaklardır.
Bu duygu ve düşüncelerle hepinizin Miraç Kandilini bir kez daha tebrik ediyorum. Bu kutlu gecede Yüce Rabbimize açılan ellerin ve yakaran dillerin, bütün İslâm âleminin birlik, dirlik ve beraberliğine, insanlığın hidayetine, dünyada adalet, huzur ve barışın teminine vesile olmasını Cenab-ı Hak’tan diliyorum.
Sadık İman, Samimi Niyet, Salim Amel (29.04.2016)
Sadık İman, Samimi Niyet, Salim Amel
(29.04.2016)
Aziz Kardeşlerim!
Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Erkek veya kadın, kim mü'min olarak salih amel işlerse, elbette ona çok güzel bir hayat yaşatacağız ve onların mükâfatlarını yapmakta olduklarının en güzeli ile vereceğiz.”1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Dikkat edin! Vücutta öyle bir et parçası vardır ki, o salih yani iyi ve düzgün olursa bütün vücut salih yani iyi ve düzgün olur. O bozulursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin! O, kalptir.”2
Aziz Kardeşlerim!
Yüce dinimiz İslam, her şeyden önce sağlam bir imana dayanır. “Dil ile ikrar, kalp ile tasdik” diye tarif edilen imanın en büyük göstergesi ‘salih amel’dir. Çünkü insan, ahirette amel defterine kaydedilen iş ve davranışlarına göre hesaba çekilecektir.
Kardeşlerim!
Rabbimiz, insanın kendi katındaki değerini imana bağlı kılmıştır. İslam için sadık iman ne kadar önemli ise salih amel de o derece önemlidir. Zaten sadık imanın gereği sâlih ameldir. Sâlih amel, Allah’ın rızasına, insanın fıtratına ve insanlığın yararına uygun her hâl ve harekettir.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’e göre sulh ve salahın merkezi kalptir. Vücutta kalp denilen bir organımız vardır ki o salih olduğu zaman bütün vücut salih olur. Yine Efendimiz (s.a.s)’e göre ailenin huzur ve saadeti saliha bir eşe, toplumun mutluluk ve refahı salih iş yapanlara bağlıdır. Yine O’nun ifadelerine göre insanların öldükten sonra amel defterleri geride bıraktıkları salih evlatları sayesinde kapanmaz. Peygamberimiz (s.a.s), günahsız geçen güne salih gün, zekâtı verilen mala salih mal, insanlara yararlı olmaya salih ahlak, örnek her davranışa saliha sünnet, asayişin berkemal olduğu yere saliha belde, hakikat ile örtüşen rüyalara saliha rüya adını vermiştir.
Aziz Kardeşlerim!
Fitne ve fesadın yerle gök arasını doldurduğu zamanımızda bireysel olarak salih bir kul olmak yeterli olabilir mi? Salih fertlerden beklenen, bir adım daha atarak muslih olabilmektir. Başka bir ifadeyle insanlığı ve evreni saran ifsat ve bozgunculuğa karşı ıslah edici olmak, bu yolda gayret ve çaba sarf etmektir.
Kardeşlerim!
Biz müminlere düşen, Rabbimizin huzuruna sâlih birer kul olarak çıkabilme gayretinde olmaktır. Yaratılış hikmeti ve gayesini iyi kavrayarak hayatımıza bu doğrultuda yön vermeliyiz. Yaptığımız her işte yalnız Allah’ın rızasını gözetmeliyiz. Sayılı nefeslerimizi, günlerimizi, ömrümüzü nasıl tükettiğimiz konusunda kendimizi her an sorgulamalıyız. Hayır-şer, sevap-günah açısından nefsimizi daima muhasebeye tabi tutmalıyız. Çok değerli olan ömür sermayemizi hayırla, güzellikle, sevapla ebedi bir kazanca dönüştürmenin yollarını aramalıyız. Ömrümüzün günahlarla, isyanlarla heba olmasına müsaade etmemeliyiz. Kendimizin, değerlerimizin ve inancımızın farkında olmalı, onları yozlaştıracak ve anlamsız kılacak her şeyden uzak durmalıyız. Sermayemiz ahlakımız; umudumuz yüzlerimizi ağartacak sâlih amellerimiz olmalıdır.
Hutbemizi, insanlığa rehber olarak gönderilen nebilerin şu dualarıyla bitirelim:
“Rabbim! Bana ve anne babama verdiğin nimetlere şükretmemi, senin razı olacağın salih amel işlememi bana ilham et. Neslimi de salih kimseler yap. Şüphesiz ben sana döndüm. Muhakkak ki ben sana teslim olanlardanım."3
“Rabbim! [...] Beni Müslüman olarak öldür ve salih kulların arasına kat!”4
“Rabbim! Bana hikmet ver ve beni salihler zümresine ilhak eyle!”5
Hazırlayan: Hutbe Komisyonu
1. Nahl, 16/97.
2. Buhari, İmân, 39.
3. Ahkâf, 46/15.
4. Yusuf, 12/101.
5. Şuarâ, 26/83.
Aufrichtiger Glaube, aufrichtige Absicht, rechtschaffene Werke (29.04.2016)
Aufrichtiger Glaube, aufrichtige Absicht, rechtschaffene Werke
(29.04.2016)
Meine verehrten Geschwister!
Im rezitierten Vers gebietet unser erhabener Herr Allah: „Wer rechtschaffen handelt, sei es Mann oder Frau, und dabei gläubig ist, den werden Wir ganz gewiss ein gutes Leben leben lassen. Und Wir werden ihnen ganz gewiss mit ihrem Lohn das Beste von dem vergelten, was sie taten.“1 Im zitierten Hadis sagt unser geliebter Prophet (s): "Gebt Acht! Im Körper gibt es ein solches Fleischklumpen, dass der ganze Körper gut ist, wenn dieser selbst gut ist. Wenn dieses aber böse ist, verdirbt der ganze Körper. Gebt Acht! Es ist das Herz."2
Geehrte Geschwister!
Unsere Religion Islam beruht vor allem auf einen festen Glauben. Das größte Zeichen des Glaubens, der als "das Bezeugen mit der Zunge und die Bestätigung mit dem Herzen" definiert wird, sind rechtschaffene Werke.
Meine Geschwister!
Unser Herr Allah hat den Wert des Menschen an den Glauben geknüpft. Wie wichtig der aufrichtige Glaube für den Islam ist, so wichtig sind auch die rechtschaffenen Werke für ihn. Ohnedem sind rechtschaffene Werke eine Erfordernis des Glaubens. Rechtschaffene Werke sind alle Haltungen und Handlungen, die dem Wohlwollen Allahs, der natürlichen Veranlagung des Menschen und dem Nutzen der Menschheit entsprechen.
Auch dem Propheten nach ist das Herz das Zentrum des Friedens und des Guten. Im Körper haben wir ein Organ, das Herz genannt wird. Wenn das rechtschaffen ist, ist auch der ganze Körper rechtschaffen. Wiederum hängt nach unserem Propheten (s) das Wohlbehagen und das Glück der Familie von einem rechtschaffenen Ehepartner ab und das Glück sowie der Wohlstand der Gesellschaft hängen von Personen ab, die rechtschaffene Werke ausführen. Wiederum wird nach seinen Aussagen das Buch der Werke der einzelnen Personen nach seinem Tode durch rechtschaffene Kinder nicht versiegelt sondern fortgeführt. Darüber hinaus benennt unser Prophet einen Tag ohne Sünden als einen rechtschaffenen Tag; den Besitz, dessen Pflichtabgabe entrichtet wurde, nannte er rechtschaffenen Besitz; Menschen nützlich zu sein, nannte er rechtschaffenen Charakter; alle vorbildhaften Handlungen nannte er rechtschaffene Sunna; Orte, wo Ordnung herrscht, nannte er als rechtschaffenen Ort und Träume, die sich mit der Realität deckten, nannte er rechtschaffenen Traum.
Meine geehrten Geschwister!
Kann es in Zeiten ausreichen, wenn wir als Individuum ein rechtschaffener Diener sind, wo doch die Wirre und Unruhe an unseren Tagen den ganzen Raum zwischen Erde und Himmel füllen? Das, was von rechtschaffenen Individuen erwartet wird, ist es, einen weiteren Schritt zur Besserung der Menschen zu machen. Anders gesagt ist es erforderlich, gegenüber der Verwirrung und Zerstörung, das das ganze Universum umfasst als Neugestalter zu fungieren, auf diesem Wege sich einzusetzen und zu bemühen.
Meine Geschwister!
Unsere Pflicht als Gläubige ist es uns zu bemühen als rechtschaffene Diener gegenüber unserem Herren Allah aufzutreten. Wir sollten unserem Leben eine entsprechende Richtung vorgeben, das die Weisheit der Erschaffung und dessen Ziel gut auffasst und berücksichtigt. Bei all unseren Handlungen sollten wir allein das Wohlwollen Allahs im Auge haben. Wir sollten uns selbst jederzeit in Rechenschaft ziehen wie wir unsere gezählten Atemzüge, Tage und unser Leben aufbrauchen. Aus Sicht des Guten und Bösen sowie der Wohltaten und Sünden sollten wir uns selbst jederzeit einer Rechenschaft unterziehen. Wir sollten Wege suchen, unser sehr wertvolles Leben als Kapital zu einem jenseitigen Ertrag umzuwandeln indem wir Gutes, Schönes und Wohltaten darin vollbringen. Wir dürfen es nicht zulassen, dass unser Leben mit Sünden und Rebellionen vergeudet. Wir sollten über unseren eigenen Wert und über den Wert unseres Glaubens bewusst sein und uns von allen Dingen fernhalten, die diese degenerieren und bedeutungslos werden lassen. Unser Kapital ist unser Charakter; unsere Hoffnung werden unsere rechtschaffenen Werke sein, die unser Angesicht aufblühen lassen werden.
Lassen Sie unsere Predigt mit den Bittgebeten der Propheten beenden:
„Mein Herr, veranlasse mich, für Deine Gunst zu danken, die Du mir und meinen Eltern erwiesen hast, und rechtschaffen zu handeln, womit Du zufrieden bist. Und gib mir Rechtschaffenheit in meiner Nachkommenschaft.Ich wende mich Dir ja in Reue zu, und ich gehöre ja zu den (Dir) Ergebenen.“3
Mein Herr, […] Berufe mich als (Dir) ergeben ab und nimm mich unter die Rechtschaffenen auf.“4
„Mein Herr, schenke mir Weisheit und nimm mich unter die Rechtschaffenen auf.“5
Die Predigtkomission
1 Koran, an-Nahl, 16/97
2 al-Bukhari, Iman, 39
3 Koran, al-Ahqaf, 46/15
4 Koran, Yusuf, 12/101
5 Koran, asch-Schuara, 26/83
2016-04-29
Alle Rechte vorbehalten. Kein Teil des Werkes darf in irgendeiner Form ohne schriftliche Genehmigung der DITIB reproduziert, vervielfältigt oder verarbeitet werden.
Abdulhalık Gucduvani Hazretlerinden Nasihatler
Abdulhalık Gucduvani Hazretlerinden Nasihatler
*Vasiyet ederim ki sana ey oğul;
*Bütün hâllerinde ilim, edep ve takvâ üzerinde olasın!..
*Geçmişlerin eserlerini oku, ehl-i beyt ve ehl-i sünnet vel-cemaat yolundan git!
*Fıkıh ve hadîs öğren ve câhil sofîlerden bucak bucak kaç!
*Namazlarını, mutlaka cemaatle kıl!
*Kalbinde şöhrete meyil varsa imam ve müezzin olma!
*Şöhretten gücünün yettiği kadar uzaklaş! Şöhrette âfet vardır. Makamlarda da gözün olmasın; dâima kendini aşağılarda tut!
*Tâkat getiremeyeceğin işe kefil olma!
*Halkın seni alâkadâr etmeyen işlerine karışma!
*Fâsık idarecilerle düşüp kalkma!
*Her hususta dengeyi muhâfaza et!
*Ölçüyü kaçırıp güzel ses dinlemeğe fazla kapılma ki, ruhu karartır ve sonunda nifak doğurur. Böyleyken güzel sesi de inkâr etme ki, onunla ezân ve Kur’ân, ruhları ihyâ eder.
*Az ye, az konuş, az uyu; ve gâfillerden ve ahmaklardan arslandan kaçar gibi kaç!
*Fitne zamanları yalnızlığı tercih et, menfaati icâbı fetvâ vererek dînin hafife alınmasına sebep olanlardan, mağrur zenginlerden ve câhillerden uzak dur!
*Helâl ye, şüpheli işlerden sakın ve evlenmede takvâya dikkat et. Aksi hâlde dünyaya bağlanır ve o uğurda dînini zedelersin…
*Çok gülme; hele kahkahayla gülmemeye dikkat et! Çok gülmek kalbi öldürür. Fakat tebessümü de elden bırakma. Zîrâ tebessüm sadakadır.
Herkese şefkat gözüyle bak ve kimseyi hakîr görme!
*Kendi dışını aşırı bezeyip süsleme; zarif ve sade giyin. Zîrâ sırf dışa aşırı itina, iç haraplığından gelir.
*Münâkaşa etme, kimseden bir şey isteme, müstağnî kal, kanaatle zengin ol, vakarını koru!
*Sende emeği olanlara ve seni terbiye edenlere karşı vefâkar ol, malınla ve canınla onlara hizmet et ve onların hâli ile hâllen! Onları kınayan gâfiller felâh bulmaz. Dünyaya ve dünya ehli olan gâfillere meyletme!
*Gönlün dâima mahzûn, bedenin kulluğa güçlü, gözün yaşlı ve kalbin rakik (ince) olmalı. İşin hâlis, duân ilticâ ve libâsın (elbisen) mütevâzî, yoldaşın sâlihler, sermayen zahirî ve batınî (dış ve iç) din ilimleri, evin mescid ve yakının Allâh dostları olsun!..”.
RABBİM ŞEFAATLERİNE NAİL EYLESİN.
Şerife Şevval Kardelen
İslamî Siteler ve İtikadî Tehlike
İslamî Siteler ve İtikadî Tehlike
İslâm dünyasında, kardeşler arasına nifak sokma gayreti, yeni gelişen bir şey olmayıp bilakis evvelden beri bilfiil devam ede gelen bir mefhumdur. Oldukça ciddi ve sinsi planlar çerçevesinde mü’minlerin arasında olması gereken ülfet-ünsiyet ve muhabbetler, kimi zaman “tecavüzkâr” kimi zamanda “tecdîd” veya “reform” kisvesi ve bu kisvenin gereklerinin bir sonucu olarak yok edilmeye çalışılmıştır.
Maalesef bu “reform” politikasının cahil kesim üzerindeki tecellisi, politikanın yaverlerinin ekmeğine bal sürmüş ve peşinden giden gürûhla birlikte telafisi zor hatalara kapı aralamıştır. Ehl-i Sünnete ters düşen sapık görüşleriyle bilinen İbn-i Teymiyye ve onun meddahları ve daha buna benzer kişilerce iş içinden çıkılmaz bir hale bürünmüş görünmektedir.
Tarih boyunca ne yazık ki dinimiz adına derin yaralar açılmaya çalışılmış, dahası bu fikir ayrıcalıklarının sonucu Müslümanlar birbirine düşürülüp kanlar dökülmüştür… Denebilir ki bu gürûhun fikir temelinin ciddi bir kısmını taasupkârlık oluşturmaktadır.
Peki günümüzde bu fırtına dindi mi?
Elbette hayır!
İnternet dünyası ilmi cihetten ne kadar büyük bir fırsat ise, beyinleri zehirlemek bakımından o denli de tehlikelidir. Değerli ilimlerin yayılması-öğrenilmesi bakımından bir nimet, hatalara düçâr olmak bakımından bir tehlikedir. Adeta bir bıçak… Nasıl kullanacağını bilmez isen, o seni dilediğince kullanır.
Ne hikmettir bilinmez, internet dünyasında bu sapık fikirlerin meddahlığını yapmak marifetten sayılmaya başlanır oldu. Forumlara başlıklar atılmakta ki, “Falanca alim ve müdafâsı – Filanca alim ve tenkitlere cevaplar” vesaire… Gûya gizli kalmış veya yanlış anlaşılmış âlim yaftasıyla bulanık beyinlere bozuk fikirler şırınga edilmektedir. İtikadî açıdan tehlike oluşturan bu tür site ve yazılarla gereğinden fazla hemhâl olmak ve sonrasında “Efendim ben okurum ama etkilenmem” demek yalnızca kendini avutmak ve kandırmak olur.
Bu tür yazıları neşreden kesimlerin ağına takılmaktaki ana sebeplere gelince,
1- Yazan ve savunan kişilerin edebî olarak güzel bir dil kullanması ve ikna kabiliyetinin yüksek oluşu.
2- “Araştıma” mefhumumuzun kısır olması ve ilk okunan kaynağın şartsız sualsiz kabul edilmesi… Sonrasında bunu sökmek ise, paslı çiviyi sökmek gibidir…
Benim müşahede edebildiğim bu iki temel sebebe farklı versiyonlar ziyade edilebilir.
Bazı İslamî geçinen siteler vardır ki, açtıkları “Fıkıh – Hadis” vesaire bölümlerde in-cin top oynarken, “Tartışma Platformları” bölümüne hergün bir yenisi eklenir. Bu tartışmalarda ya bir cemaat ya bir alim karalanmakta ya da kendilerine vaz’ ettikleri “Bid’at temizleme ilacı” sıfatının icrası(!) gereği, kandil geceleri vesaire gibi bir takım ibadet ve mükaddesât eleştirilerek, durgun beyinler bulandırılmaktadır.
Peygamberi Zîşân Efendimizin “Bu din ilmi, dinin ta kendisidir, öyle ise onu kimden öğrendiğinize dikkat edin.” (1) şeklindeki buyruğu herhalde sebepsiz olmasa gerektir.
Hasılı kelam, bu nevî yayın organlarından dini bilgi edinen ve gereğinden fazla ilgilenen kişilerin i‘tikadî-amelî ve ahlâkî bakımdan kendileri ve çevreleri için fevkalâde zararlı olacağına dair âcizane kanaatimi belirtmeyi bir vazife telakkî ediyorum.
(1) Dârimî, Mukaddime 38
ŞERİFE ŞEVVAL KARDELEN
ALLÂH’A HAKKI İLE ŞÜKÜR NASIL OLUR?
ALLÂH’A HAKKI İLE ŞÜKÜR NASIL OLUR?
İmâm-ı Rabbânî Müceddid-i Elf-i Sânî (k.s.) buyurdular:
“Bil ki, kendisine nîmet verilen kimsenin nîmeti veren Allâh’a şükretmesi aklen ve şer’an vâcibdir. Verilen nîmetin büyüklüğüne göre şükredilmesinin vâcib olduğu da mâlûmdur. O halde nîmet ne kadar çok olursa nîmete şükrün vâcibliği, lüzumu da o kadar ziyâde olur. Binâenaleyh zenginlerin zenginliklerine göre fakirlerden kat kat fazla şükretmeleri îcâbeder. İşte bunun için, hadîs-i şerîfte “Bu ümmetin fakirleri zenginlerden beş yüz sene evvel cennete girerler.” buyuruldu. (S. Tirmizî)
Nîmetleri veren Allâhü Teâlâ’ya şükür:
Evvelâ îtikad(a dâir bilgiler)i, Fırka-i Nâciye olan Ehl-i Sünnet ve’l-cemâat inancına uygun olarak düzeltmek,
İkinci olarak Ehl-i Sünnet’in müctehidlerinin beyânına, görüşlerine uygun olarak amel etmek,
Üçüncü olarak da bu fırka-i nâciyeden olan Ehl-i Sünnet ve’l-cemâat mezhebine bağlı tasavvuf erbâbının yolundan gitmek ile olur…
O halde sizin, Efendimiz, mevlâmız, günahlarımızın şefâatçisi, kalblerin tabîbi Resûlullah Efendimiz Muhammed Mustafa Sallallâhü aleyhi ve alâ âlihi ve selleme ve onun hidâyet ve doğru yol üzere olan halîfelerine (Rıdvânullâhi Teâlâ aleyhim ecmaîn) tâbi olmanız îcâb eder. (Mektubât-ı İmâm-ı Rabbânî, c.1/ m. 71)
BEYİT
Gerçi tâmm ü nâkısı kâmil bilür
Kâmil olan, cümleyi kâmil bilür
Süleyman Çelebi
(Kimin kâmil insan, kimin noksan olduğunu kendisi kâmil olanlar bilir. Kâmil olanlar herkesi kâmil görürler.)
27 Nisan 2016 Çarşamba
İctihad Nedir ?
İctihad Nedir ?
İctihad: İnsan gücünün yettiği kadar zahmet çekerek, çalışma. Kur’ân-i kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmemiş olan işlerin hükümlerini açıkça bildirilenlere benzeterek meydana çıkarmadır.
İctihad’ın dayanağı çok meşhur olan şu hadis-i şeriftir.
Efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem, hazret-i Muâz bin Cebel’i, Yemen’e hâkim olarak gönderirken;
Orada nasıl hüküm edeceksin?” buyurunca; o da;
Allahü Teâlâ’nın kitabı ile” dedi. ”
Allah’ın kitabında bulamazsan?” buyurdu.
Allah’ın Resulünün sünneti ile” dedi.
Resûlullah’ın sünnetinde de bulamazsan?” buyurunca;
İctihâd ederek, anladığımla” dedi. Resûlullah efendimiz, mübarek elini Muâz’m göğsüne koyup;
Elhamdülillah! Allahü Tcâlâ, Resulünün resulünü, Resûlullah’ın rızâsına uygun eyledi” buyurdu.”
İsabet etmiyen, yâni doğruyu bulamamış olan müctehide (Kur’ân-ı kerîm ve hadîs-i şeriflerden hüküm çıkaran kimseye) bir sevâb, doğruyu bulana iki veya on sevâb vardır. İki sevâbdan birincisi, ictihâd etmek sevabıdır. İkincisi, doğruyu bulmak sevabıdır.
Kaynak : Dipnot : İsmail Hakkı Bursevi (k.s), Rûhu’l-Beyan Tefsîri,:8/250-251.
https://yukarikayalar.wordpress.com/
Siz en iyisi bunun üzerindeki derviş elbisesini çıkartın
Siz en iyisi bunun üzerindeki derviş elbisesini çıkartın
Bir gün yaralı bir kuş Hz. Süleyman’a gelerek kanadını bir dervişin kırdığını söyler. Hz. Süleyman dervişi hemen huzuruna çağırtır.
Ve ona sorar;
“Bu kuş senden şikâyetçi, neden kanadını kırdın?”
Derviş kendini şöyle savunur:
“Sultanım, ben bu kuşu avlamak istedim. Önce kaçmadı, yanına kadar gittim, yine kaçmadı. Ben de bana teslim olacağını düşünerek üzerine atladım. Tam yakalayacağım sırada kaçmaya çalıştı, o esnada kanadı kırıldı”
Bunun üzerine Hz. Süleyman kuşa döner ve şöyle der:
“Bak, bu adam da haklı. Sen niye kaçmadın? O sana sinsice yaklaşmamış. Sen hakkını savunabilirdin. Şimdi kolum kanadım kırıldı diye şikâyet ediyorsun”
Kuş’un kendini savunması Hz. Süleyman’ı da şaşırtır:
“Efendim ben onu derviş kıyafetinde gördüğüm için kaçmadım. Avcı olsaydı hemen kaçardım. Derviş olmuş birinden bana zarar gelmez, bunlar Allah’tan korkarlar diye düşündüm ve kaçmadım.”
Hz. Süleyman bu savunmayı doğru bulur ve kısasın yerine getirilmesini ister.
“Kuş haklı, hemen dervişin kolunu kırın” diye emreder.
Ancak bu emre Kuş itiraz eder:
“Efendim, sakın böyle bir şey yaptırmayın” diyerek öne atılır.
“Neden” diye sorar Hz. Süleyman.
Kuş nedenini şöyle açıklar
“Efendim, dervişin kolunu kırarsanız, kolu iyileşince yine aynı şeyi yapar. Siz en iyisi bunun üzerindeki derviş elbisesini çıkartın. Çıkartın ki, benim gibi kuşlar bundan sonra aldanmasın...
Abdulhalık Gucduvani Hazretlerinden Nasihatler
Abdulhalık Gucduvani Hazretlerinden Nasihatler
*Vasiyet ederim ki sana ey oğul;
*Bütün hâllerinde ilim, edep ve takvâ üzerinde olasın!..
*Geçmişlerin eserlerini oku, ehl-i beyt ve ehl-i sünnet vel-cemaat yolundan git!
*Fıkıh ve hadîs öğren ve câhil sofîlerden bucak bucak kaç!
*Namazlarını, mutlaka cemaatle kıl!
*Kalbinde şöhrete meyil varsa imam ve müezzin olma!
*Şöhretten gücünün yettiği kadar uzaklaş! Şöhrette âfet vardır. Makamlarda da gözün olmasın; dâima kendini aşağılarda tut!
*Tâkat getiremeyeceğin işe kefil olma!
*Halkın seni alâkadâr etmeyen işlerine karışma!
*Fâsık idarecilerle düşüp kalkma!
*Her hususta dengeyi muhâfaza et!
*Ölçüyü kaçırıp güzel ses dinlemeğe fazla kapılma ki, ruhu karartır ve sonunda nifak doğurur. Böyleyken güzel sesi de inkâr etme ki, onunla ezân ve Kur’ân, ruhları ihyâ eder.
*Az ye, az konuş, az uyu; ve gâfillerden ve ahmaklardan arslandan kaçar gibi kaç!
*Fitne zamanları yalnızlığı tercih et, menfaati icâbı fetvâ vererek dînin hafife alınmasına sebep olanlardan, mağrur zenginlerden ve câhillerden uzak dur!
*Helâl ye, şüpheli işlerden sakın ve evlenmede takvâya dikkat et. Aksi hâlde dünyaya bağlanır ve o uğurda dînini zedelersin…
*Çok gülme; hele kahkahayla gülmemeye dikkat et! Çok gülmek kalbi öldürür. Fakat tebessümü de elden bırakma. Zîrâ tebessüm sadakadır.
Herkese şefkat gözüyle bak ve kimseyi hakîr görme!
*Kendi dışını aşırı bezeyip süsleme; zarif ve sade giyin. Zîrâ sırf dışa aşırı itina, iç haraplığından gelir.
*Münâkaşa etme, kimseden bir şey isteme, müstağnî kal, kanaatle zengin ol, vakarını koru!
*Sende emeği olanlara ve seni terbiye edenlere karşı vefâkar ol, malınla ve canınla onlara hizmet et ve onların hâli ile hâllen! Onları kınayan gâfiller felâh bulmaz. Dünyaya ve dünya ehli olan gâfillere meyletme!
*Gönlün dâima mahzûn, bedenin kulluğa güçlü, gözün yaşlı ve kalbin rakik (ince) olmalı. İşin hâlis, duân ilticâ ve libâsın (elbisen) mütevâzî, yoldaşın sâlihler, sermayen zahirî ve batınî (dış ve iç) din ilimleri, evin mescid ve yakının Allâh dostları olsun!..”.
RABBİM ŞEFAATLERİNE NAİL EYLESİN.
Şerife Şevval Kardelen
ÜLÜ’L-AZM PEYGAMBERLER
ÜLÜ’L-AZM PEYGAMBERLER
Peygamberlerin en fazîletlisi, en üstünü Peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa sallallâhü aleyhi ve sellem, sonra onun dedesi İbrâhîm aleyhisselâm, sonra Mûsâ aleyhisselâm, sonra Îsâ aleyhisselâm ve sonra Nuh aleyhisselâmdır. Bu beş zâta ülü’l-azm Peygamberler denilir. Aleyhimüsselam.
İNSANIN GÖZÜNÜ ANCAK TOPRAK DOLDURUR
Şeyh Sâdî anlatır: “Yüz elli deve yükü ticâret malı, kırk köle ve hizmetkâra sâhip bir tüccar gördüm. Bir gece beni İran’ın Hürmüzgan eyâletine bağlı Kiş Adası’ndaki çadırına götürdü. Bütün gece susmak bilmedi, boş laflar konuştu. “Falanca ortağım Türkistan’da, falanca sermayem Hindistan’da, bu kâğıt falanca yerin kâğıdıdır, falanca şeye falanca kefildir.” diye anlatıp durdu. Bazan, “İskenderiye’ye yolculuk yapmaya niyetliyim.” diyor, bazan da “Mağrib Denizi (Atlas Okyanusu) kâfirler ve korsanlar sebebiyle tehlikelidir.” diyordu.
- Ey Sâdî! Bir yolculuğum daha var. Eğer o yolculuğu yapabilirsem geri kalan ömrüm boyunca bir köşede oturup ticâreti bırakırım, dedi.
- O yolculuk hangi yolculuktur? diye sordum.
Şöyle dedi:
- Fars kükürtü Çin’de değerliymiş. Onu Çin’e götürmek istiyorum. Oradan Çin porselenini Anadolu’ya, Anadolu ipeğini Hind’e, Hint çeliğini Halep’e, Halep camını Yemen’e ve Yemen kumaşını da Fars’a götürdükten sonra ticâreti bırakıp bir dükkân köşesinde oturacağım, dedi.
Nihâyet konuşmaya gücü kalmayınca:
- Ey Sâdî! Sen de görüp duyduklarından anlat, dedi.
Ben de şöyle dedim:
- Bir kervanbaşı Gûr çölünde bindiği hayvandan düşünce şöyle dedi:
“Dünya heveslisinin aç gözünü ya kanâat ya da mezar toprağı doldurur.” (Gülistan’dan Seçmeler, Çamlıca B. Y.)
قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: بَادِرُوا بِالْأَعْمَالِ فِتَنًا كَقِطَعِ اللَّيْلِ الْمُظْلِمِ يُصْبِحُ الرَّجُلُ مُؤْمِنًا وَيُمْسِي كَافِرًا وَيُمْسِي مُؤْمِنًا وَيُصْبِحُ كَافِرًا يَبِيعُ أَحَدُهُمْ دِينَهُ بِعَرَضٍ مِنَ الدُّنْيَا. (ت)
“Karanlık gece parçaları gibi birtakım fitneler (harbler, zulümler) ortaya çıkmadan önce sâlih ameller işlemeye koşun, acele edin. İnsan(lardan bazısı o fitneler içinde) mü’min olarak sabahlar, kâfir olarak akşamlar, mü’min olarak akşamlar, kâfir olarak sabahlar. Onların bazısı dinlerini, dünya menfaati karşılığında satarlar.” (Hadîs-i Şerîf, Sünen-i Tirmizî)
RECEB AYINDA KILINACAK NAMAZ
RECEB AYINDA KILINACAK NAMAZ
Receb’in 1’i ile 10’u arasında 10 rek’at, 11’i ile 20’si arasında 10 rek’at ve 21’i ile 30’u arasında 10 rek’at kılınacak Hâcet Namazı vardır. Bunların üçünün de kılınış şekli aynıdır. Yalnızca namazların sonlarında okunacak duâlarda fark vardır.
Bu 30 rek’at namazı kılanlar, hidâyete ererler. Bu namazı kılanın kalbi ölmez. Bu 30 rek’at namaz Resûlullâh Efendimiz’in (s.a.v.) berberi Selmân-ı Pâk (r.a.) Hazretleri tarafından rivâyet edilmiştir.
Bu namazlar, akşamdan sonra da, yatsıdan sonra da kılınabilir. Fakat, cuma ve pazartesi gecelerinde ve bilhassa teheccüd vaktinde kılınması daha fazîletlidir.
Kılınışı: Hâcet namazına şu niyetle başlanır:
“Yâ Rabbi, teşrifleriyle dünyâyı nûra gark ettiğin Efendimiz hürmetine, sevgili ayın Receb-i Şerîf hürmetine, beni feyz-i ilâhîne, afv-ı ilâhîne, rızâ-yı ilâhîne nâil eyle, âbid, zâhid kulların arasına kaydeyle, dünyâ ve âhiret sıkıntılarından halâs eyle, rızâ-yı şerîfin için” Allâhü Ekber.
Her rek’atte 1 Fâtiha, 3 Kul yâ eyyühe’l-kâfirûn, 3 İhlâs-ı şerîf okuyup, 2 rek’atte bir selâm verilir. Böylece 10 rek’at tamamlanır.
• İlk on gün içinde kılınan namazdan sonra, 11 defa “Lâ ilâhe illallâhü vahdehû lâ şerîke leh, lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdü yuhyî ve yümît, ve hüve Hayyün lâ yemûtü biyedihi’l-hayr ve hüve alâ külli şey’in kadîr” okunup duâ edilir.
• İkinci on gün içinde yani Receb’in 11’i ile 20’si arasında kılınan 10 rek’atten sonra, 11 defa: “İlâhen Vâhıden Ehaden Sameden Ferden Vitren Hayyen Kayyûmen dâimen ebedâ” okunup duâ edilir.
• Üçüncü on gün içinde, yâni Receb’in 21’i ile 30’u arasında kılınan 10 rek’atten sonra da 11 kere: “Allâhümme lâ mânia limâ a’tayte, velâ mu’tıye limâ mena’te, velâ râdde limâ kadayte, velâ mübeddile limâ hakemte, velâ yenfeu ze’l-ceddi minke’l-ceddü. Sübhâne Rabbiye’l-Aliyyi’l-a’le’l-Vehhâb, Sübhâne Rabbiye’l-Aliyyi’l-a’le’l-Vehhâb, Sübhâne Rabbiye’l-aliyyi’l-a’le’l-Kerîmi’l-Vehhâb, Yâ Vehhâbü yâ Vehhâbü yâ Vehhâb” okunur ve duâ edilir. (Duâ ve İbâdetler, Fazilet Neşriyat)
23 Nisan 2016 Cumartesi
Allah’ın Salih Bir Kulu Olma Yolunda
Allah’ın Salih Bir Kulu Olma Yolunda
“İman, bir dileme veya -mış gibi yapma değil, kalbe yerleşmiş olan ve amellerle ispatlanmış olandır.”
Samimi bir müminin kalbi yanan bir kor gibidir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:
“Birinizin içinde iman, elbisenin eskimesi gibi eskir. Allah’tan kalplerinizdeki imanı yenilemesini dileyin.” (Hakim- Mustedrik; Taberani- Mu’cem)
Mümin kalbi bazen günah bulutları altında ona ezilmiş hissedebilir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bu durumu şöyle ifade eder:
“Kalblerde ayın bulutu gibi bulut vardır. Bulut kalkınca ay nasıl parlarsa ve bulut galib gelince ay nasıl kararırsa, kalb de öyledir.” (Ramuz 382/10. Ravi: Hz. Ali (r.a.))
Demek ki müminin kalbi bazen nurunu gizleyen bulutlarla kaplanabilir ve karanlıklar ve yalnızlıklar içinde kalabilir. Fakat kişi imanını artırmaya gayret eder ve Allah’ın yardımını ararsa, o bulut onu terk eder ve gönlündeki nur yeniden parıldamaya başlar.
Selef-i salihînden bir zat der ki:
“İmanını gözden geçirmesi ve ona tesir eden etkenlerden haberdar olması, kişinin zekasındandır.”
Yine insanın zekasındandır ki, “Şeytanın ona fısıltısını fark eder.”
Size, imanın yerinde olup olmadığını anlamanızı sağlayacak temel bir prensipten bahsetmek isteriz. İmam el-Cevzi’nin sözlerinden hareketle diyoruz ki, kişi şayet Allah katındaki durumunu ve Allah’ın emir ve yasaklarıyla olan ilişkisini bilmek istiyorsa, kendisine baksın ve nelerle meşgul olduğuna dikkat etsin. Eğer davetle, insanları ateşten kurtarmak, cennete nail olmaya çalışmakla, güçsüz ve muhtaçlara yardımla, anne-babasina iyilikle meşgul ise, o zaman sevinsin ki hükümdarların Hükümdarı’na yakındır. Zira Allah, sevdiklerinden başkasının hayır işlemesine yardım etmez.
Fakat hakikate davette gözü yok, davet edenleri de sevmiyor ve hayırlı işlerde bulunmuyorsa, salt meşguliyeti bu dünya ve dünyalık çıkarları, dedikodu ve olur olmaz sorular sormaksa, keyfinin ve arzularının peşinden sürükleniyorsa, bilmelidir ki o Allah’tan uzaktır ve ona cenneti kazandıracak amellerden de mahrumdur. Çünkü Allah mübarek Kitab’ında mealen buyuruyor ki, “Kim bu çarçabuk geçen (dünyayı) dilerse biz de burada ona, kimi dilersek ona, dileyeceğimiz şeyi çarçabuk veririz. Sonra da onu cehenneme sokarız. O, buraya kınanmış ve (rahmetimizden) kovulmuş olarak ulaşır. Kim de mü’min olarak ahireti diler, onun için (ona gereken) bir çaba ile çalışırsa, işte onların (bu) çalışmaları makbul olur.” (İsra – 18, 19)
Hayırlı işlerin her türlüsünden pay alma, Allah’ın salih bir kulu olma, anne-babamızı memnun etme, ve nihayet cennete ulaşma amacı güdüyorsak yapmamız gerekenleri şu şekilde sıralayabiliriz:
1- Kalbimizde imanı diri tutmalıyız.
Bu dünyada ve ahirette aradığımız her şeyin sırrı imandadır. İman, iyilik kapılarını açıp kötülük kapılarını kilitleyen bir anahtar gibidir. Kalpte imanı diri tutmanın ve sağlamlaştırmanın çok ve çeşitli yolları olup, ibadet ve hayırlı işler yapmak da bunlardandır.
2- Samimiyetle Rabbimize yönelmeliyiz.
İmanımız ve amellerimizle Allah’a döndüğümüzde, Allah teala başka kullarının kalplerini de bize karşı sevgi ve merhametle doldurur. Nihayet Allah, O’na kulluk etmeyi insan olmanın en temel amacı olarak ifade etmiştir: “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat – 56)
3- Hedefimizi her daim yüksek tutmalıyız.
Bu dünyadaki amacımızı Allah’ın rızasını kazanmak, cennete layık olmak, en yüksek makam olan Firdevs’e erişmek diye belirleyerek bu uğurda çaba göstermeliyiz.
4 – Sahabe, tabiin ve onları takip eden kadim Müslüman büyüklerini kendimize örnek bilmeliyiz.
5 – Her dakikamızı, her anımızı iyi değerlendirmeli, kalbimizin attığı her saniyeyi imanımızı artıracak şekilde kullanmalıyız.
6- Oturup kalktığımız kimselerin güzel ahlaklı olmalarına dikkat etmeliyiz.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyururlar ki: “Kişi dostunun dini üzeredir. Öyleyse her biriniz, kiminle dostluk kuracağına dikkat etsin.” [Ebu Davud, Edeb 19, (4833)] Doğru arkadaş çevresi, günahtan uzaklaşıp Allah’a itaat etmeyi kolaylaştırmakta en temel unsurdur.
7 – Bizi hem bu dünya hem ahiret mutluluğuna eriştirecek pek çok salih amel yapmalıyız.
8- Gece namazı kılmalı, şafaktan (günün ağarmasından) hemen önceki vakitte dua etmeliyiz.
Peygamber Efendimiz’in sallallahu aleyhi ve sellem, Allah Teala onu tüm günahlardan arındırmışken ‘şükreden bir kul olma’ arzusuyla ayakları şişinceye kadar namaz kıldığını hatırlayalım.
Fudayl bin Iyaz hazretleri buyurur ki: “Dünyalık zevklerden yüz çevirmediğiniz müddetçe kalplerinizin imanın tadını alması mümkün değildir.”
9- Kur’an’dan her gün bir kısım okumalı, Kur’an’ın manası üzerine tefekkür etmemizi kolaylaştıracak başka zikir/tesbihlere de devam etmeliyiz.
10 – Allah’ın mesajının yaygınlaşması için gayret etmeli, Allah rızası için iyiliği emredip kötülükten sakındırmaya çalışmalıyız.
Olmayı arzu ettiğimiz gibi sadık, salih bir kul mertebesine ulaşmak için, Allah’ın Rasulune sallallahu aleyhi ve sellem emrettiği gibi olmamız gerekir:
“De ki: Şüphesiz benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm hepsi âlemlerin Rabbi Allah içindir.” (Enam – 162)
İşte, Allah’a salih bir kul olmak demek, Rabbimize aidiyetimizi, gönülden boyun eğmişliğimizi açıkça beyan etmemiz demek. Bu ise –ayette belirtildiği gibi- her bakımdan Allah için yaşamayı gerektirir. Konuştuğumuzda Allah’ın razı olacağı sözleri söyler, işlerimizde O’nun rızasına göre hareket eder, niyetlerimizi O’na göre belirleriz.
Haliyle bizi salih kul seviyesine ulaştıran, hayatımızın akışı içerisinde bambaşka şekiller alan sayısız tavır ve davranış olabilir. Bu da Allah’ın bize ve tüm insanlara bir lütfudur. Yapmamız gereken, nerede olursak olalım, her durumda Allah’ı memnun edecek davranışın ne olduğuna bakmamız ve O’nun bizi görmeyi isteyeceği şekilde davranmamızdır.
Allah cümlemizin salih amellerini kabul buyursun; bizleri en güzel yârenler olan Nebiler, sıddıklar, şehitler ve salihlerle beraber rahmetiyle buluştursun. (Âmin)
Paylaşmak Sünnettir:
Şerife Şevval Kardelen
Bizim Davamız İslam Davasıdır…
Bizim Davamız İslam Davasıdır…
Dava Bilal gibi kızgın kumlara ve taşlara rağmen Allah diyerek ölmektir…
Dava Yusuf gibi imtihana göğüs germek…
Köle olarak girdiği zindandan Peygamber olarak çıkmaktır..
Hamza gibi binlerce can feda etmektir…
Dava Halit bin Ziyat gibi şehitlere karışmak….
Dava Ebu Bekir gibi sadakat ister…
Cenneti değil yalnız Allahın rızasını diler…
Dava sahabe açken karnına iki taş bağlayan peygamberin davasıdır….
Dava atılan taşları tutup güller sunmaktır….
Dava düşman olarak girilen kapıdan dost çıkmaktır…
Dava bırakılan emaneti canı gibi korumaktır…
Dava Sümeyyenin örtüsü için canını vermesi Allaha canlarla gitmesidir…
Dava adaletin sevginin aşkın dostluğun sadakatin annesidir..
Dava seksen yaşında bile olsa Allahtan şehadeti dileyen Ebu Eyübel Ensarinin mücadelesidir…
Dava ezanlarda tek yürek olmak secdelerde Allaha varmaktır…
Ebu Cehillere dur deme…
Zalimlere göğüs germe…
Zülme direnme haklının yanında haksızın
karşısında olmaktır…
Dava bir yetim görüldü mü koruma ve okşama Rasulün bile bir yetim olduğunu unutmama davasıdır…
Bu dava gönül ister çokluk değil,birlik ister bu dava yüreğiyle Sevgiyle devleşerek iman ister…
Dava safını belirlemek imanını güçlendirmek senin rızan için bende buradayım Ya Rabbi diyebilmektir..
Dava çakıl taşları kadar denizler kadar çok günahı bile olsa onu affederek bir Allaha sahip olduğunu bilme
davasıdır….
Allah sabrımızı daim, azmimizi baki, Davamızı mübarek kılsın
###paylaşmak sünnettir
Şerife Şevval Kardelen
İLİMLE YAPILAN AMEL MAKBÛL OLUR
İLİMLE YAPILAN AMEL MAKBÛL OLUR
Resûlullâh Efendimiz’e (s.a.v.)
“En fazîletli amel hangisidir?” diye sordular.
“Allâhü Teâlâ’yı bilmektir” buyurdular.
“Biz hangi amelin fazîletli olduğunu bilmek istiyoruz” dediler.
“Allâhü Teâlâ’yı bilmektir” buyurdular.
“Biz ameli soruyoruz, siz ilimden cevap veriyorsunuz” dediler.
“İlimle birlikte yapılan amel az da olsa fayda verir. Amma ilimsiz yapılan çok amel aslâ fayda vermez” buyurdular.
Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) buyurdular ki:
“İlim amelin imâmıdır. Önce ma‘bûdunu (Rabbini) tanıman lâzımdır. Sonra ona ibâdet etmelisin.”
Bir adam, ilimsiz olarak Allâhü Teâlâ’ya semâdaki bütün meleklerin ibâdeti kadar ibâdet etse yine ziyandadır. Bir adam yüz sene ilim okusa Allâhü Teâlâ’nın rahmetine ancak ilmi ile amel işleyerek kavuşabilir.
Hasan-ı Basrî Hazretleri buyurdu ki: “Amelsiz cennet istemek günahlardan bir günahtır.”
Cennete Allâhü Teâlâ’nın rahmeti ile girilir. Cennet’teki yüksek derecelere ise ameller ile erilir. Nitekim âyet-i celîlede -meâlen- “…ona hoş kelimeler yükselir, onu da sâlih amel yükseltir…” (Fâtır Sûresi, âyet 10) buyurulmuştur.
Hadîs-i şerîfte “Akıllı kimse nefsini hesaba çeken ve ölümden sonrası için amel işleyendir. Ahmak ise nefsini hevâsına uydurup onun peşinde koşan, sonra da -hiç amel işlemeden- Allâhü Teâlâ’dan affını umandır.” buyurulmuştur.
İbrâhîm bin Edhem Hazretleri, bir gün parası olmadığından hamama ücretsiz olarak girmek istemiş. Hamam sâhibi izin vermeyince ağlayarak şöyle demiş: “Allâhım! Şeytanların evi olan hamama ücretsiz olarak girmeme izin verilmiyor. Peygamberlerin ve sıddîkların evi olan cennete ücretsiz (hiç amel işlemeden) nasıl girebilirim. (Hulâsatü’l-Ahbâr, Azîz Mahmud Hüdâî)
قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: اَلْحِكْمَةُ تَزِيدُ الشَّرِيفَ شَرَفًا. (فيض)
Peygamber Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdular: “Hikmet(li ilim), şerefli kimsenin şerefini daha da arttırır.” (Hadîs-i Şerîf, Feyzu’l-Kadîr)
22 Nisan 2016 Cuma
Üç sey bir kimsede bulunursa,imanın tadını alır :
Üç sey bir kimsede bulunursa,imanın tadını alır :
1- Allah'ı ve Resulünü her şeyden çok sevmek,
2- Sevdiğini Allah için sevmek,
3- Küfre düşmekten,çok korkmak.
Şu üç dua red'olunmaz :
1- Babanın, evladına duası,
2- Oruçlunun duası,
3- Misafirin duası.
Şu üç sey, imanın esasındandır :
1- Kelime-i Tevhid,
2- Cihad,
3- Kadere iman.
Şu Üç sey güzel değildir :
1. Soy-sopla öğünmek,
2- Ölü arkasından,bağırıp-çağırmak,
3- Yıldızdan yağmur beklemek.
Üç seyi yapmak kimseye Helal olmaz :
1- imamın yalnız nefsine dua etmesi,
2- izinsiz olarak,bir evin içine bakmak,
3- Destursuz eve girmek.
Şu üç sey men olunmaz :
1- Su
2- Ot
3- Ateş
Şu üç sey üzerine yemin ederim :
1- Sadakadan dolayı,asla mal eksilmez,
2- Affedeni Hz.Allah aziz eder,
3- Dilenene Hz.Allah fakirlik kapısını açar.
Ümmetin üzerine,üç seyden korkarım :
1- Yıldızlardan yağmur beklemek,
2- Sultanın âmirin zulmü,
3- Kaderi yalanlama
Üç seyin şakasıda, ciddisi de ciddidir :
1- Nikâh,
2- Talâk,
3- i'tak (Köleyi-Cariyeyi serbest bırakma)
Üç şey derecedir :
1- Yemek yedirmek,
2- Selâmlasmak,
3- insanlar uyurken Namaz Kılmak.
Üç şeyi olmayan,Allah'tan ve benden uzaktır :
1- Hilm yumuşak huylu olmak
2- Güzel ahlak sahibi olmak
3- Vera (Haramdan son derece kaçınmak)
Üç şey insanın sevgisini kazandırır :
1- Karşılaşınca selamlaşmak ,
2- Meclislerde ona yer açmak,
3- Ona,en çok sevdiği isimle çağırmak.
Üç şey veya bunlardan biri kimde varsa,Cennette yüksek makamlara ulaşır :
1- Gizli ve kıymetli emaneti sahibine veren,
2- Katil'ini bile affedebilen ,
3- Her namazdan sonra On defa iHLAS okuyan.
Üç sey bir adamda olursa,
Hz.Allah onu Cennetine koyar :
1- Zayıfa Rıfk ile muamele,
2- Ana-Babaya şefkat,
3- Köleye iyi davranış.
Şu üç sey,büyük bela' lardandır :
1- iyiliği bilmiyen,kötülüğü affetmiyen âmir,
2- iyiligi örten, kötülügü yayan zalim,
3- Yanında iken eziyet,yok iken ihanet eden kadın.
Üç husus,Müslümanın dünya saadetidir :
1- iyi komşu,
2- Geniş bir ev,
3- Uslu bir binek.
Üç şeyi yapan,Allah'ın dostu,
yapmayan ise düşmanıdır :
1- Namaz,
2- Oruç,
3- Cünüplükten gusûl.
Üç Şey Allah'ın büyüklüğünü tazimdendir :
1- Kur'an-ı yaşayan ihtiyara saygı,
2- Kur'an ehline hamiline ikram,
3- Alime ilim sahibine ikram.
Şu Üç şey sünnet'tendir :
1-imamın arkasında Namaz kılmak,
2- emirle Cihad'a çıkmak,
3- Ehli Tevhid olan ölünün namazını kılmak,
Korkulacak üç şey :
1- Hak'tan sonra sapıklık,
2- Delalete düşürücü fitneler,
3- Boğaza ve şehvete düşkünlük.
Üç şeyden kula hesap sorulmaz :
1- Gölgelendiği ağaç barakadan,
2- Belini doğrultacak kadar yediği ekmekten,
3- Avret yerini örtecek kadar elbiseden
CUMAMIZ MÜBAREK OLSUN
Allah’ın Salih Bir Kulu Olma Yolunda
Allah’ın Salih Bir Kulu Olma Yolunda
“İman, bir dileme veya -mış gibi yapma değil, kalbe yerleşmiş olan ve amellerle ispatlanmış olandır.”
Samimi bir müminin kalbi yanan bir kor gibidir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:
“Birinizin içinde iman, elbisenin eskimesi gibi eskir. Allah’tan kalplerinizdeki imanı yenilemesini dileyin.” (Hakim- Mustedrik; Taberani- Mu’cem)
Mümin kalbi bazen günah bulutları altında ona ezilmiş hissedebilir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bu durumu şöyle ifade eder:
“Kalblerde ayın bulutu gibi bulut vardır. Bulut kalkınca ay nasıl parlarsa ve bulut galib gelince ay nasıl kararırsa, kalb de öyledir.” (Ramuz 382/10. Ravi: Hz. Ali (r.a.))
Demek ki müminin kalbi bazen nurunu gizleyen bulutlarla kaplanabilir ve karanlıklar ve yalnızlıklar içinde kalabilir. Fakat kişi imanını artırmaya gayret eder ve Allah’ın yardımını ararsa, o bulut onu terk eder ve gönlündeki nur yeniden parıldamaya başlar.
Selef-i salihînden bir zat der ki:
“İmanını gözden geçirmesi ve ona tesir eden etkenlerden haberdar olması, kişinin zekasındandır.”
Yine insanın zekasındandır ki, “Şeytanın ona fısıltısını fark eder.”
Size, imanın yerinde olup olmadığını anlamanızı sağlayacak temel bir prensipten bahsetmek isteriz. İmam el-Cevzi’nin sözlerinden hareketle diyoruz ki, kişi şayet Allah katındaki durumunu ve Allah’ın emir ve yasaklarıyla olan ilişkisini bilmek istiyorsa, kendisine baksın ve nelerle meşgul olduğuna dikkat etsin. Eğer davetle, insanları ateşten kurtarmak, cennete nail olmaya çalışmakla, güçsüz ve muhtaçlara yardımla, anne-babasina iyilikle meşgul ise, o zaman sevinsin ki hükümdarların Hükümdarı’na yakındır. Zira Allah, sevdiklerinden başkasının hayır işlemesine yardım etmez.
Fakat hakikate davette gözü yok, davet edenleri de sevmiyor ve hayırlı işlerde bulunmuyorsa, salt meşguliyeti bu dünya ve dünyalık çıkarları, dedikodu ve olur olmaz sorular sormaksa, keyfinin ve arzularının peşinden sürükleniyorsa, bilmelidir ki o Allah’tan uzaktır ve ona cenneti kazandıracak amellerden de mahrumdur. Çünkü Allah mübarek Kitab’ında mealen buyuruyor ki, “Kim bu çarçabuk geçen (dünyayı) dilerse biz de burada ona, kimi dilersek ona, dileyeceğimiz şeyi çarçabuk veririz. Sonra da onu cehenneme sokarız. O, buraya kınanmış ve (rahmetimizden) kovulmuş olarak ulaşır. Kim de mü’min olarak ahireti diler, onun için (ona gereken) bir çaba ile çalışırsa, işte onların (bu) çalışmaları makbul olur.” (İsra – 18, 19)
Hayırlı işlerin her türlüsünden pay alma, Allah’ın salih bir kulu olma, anne-babamızı memnun etme, ve nihayet cennete ulaşma amacı güdüyorsak yapmamız gerekenleri şu şekilde sıralayabiliriz:
Şerife Şevval Kardelen
İLİM ÖĞRENİRKEN VERA’
İLİM ÖĞRENİRKEN VERA’
İlim talebesi, vera’ sahibi olmalı; yani haramlardan sakındığı gibi şüpheli şeylerden de sakınmalıdır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.):
“İlim öğrenirken haram ve şüpheli şeylerden sakınmayan kimseyi Allâhü Teâlâ şu üç şeyden birine mübtelâ kılar:
Ya genç yaşta onu vefat ettirir veya câhil kimseler arasına düşürür yahutta zâlim bir hükümdarın emrinde kılar.” buyurdular.
Çok yemekten, çok uyumaktan, faydasız konuşmaktan sakınmak da vera’dandır.
Çarşı pazardaki yemeklerden yememek de vera’dır. Zîrâ orada -insanlar (temizliğe, helâl ve harama) dikkat etmedikleri için- yemekleri temiz olmaz, bunları yemek de Allâhü Teâlâ’yı zikirden uzaklaştırır ve gaflete yaklaştırır. Yiyecekleri fakirler görür. Fakat imkânları olmadığı için alıp yiyemezler. Bundan dolayı da onlara eziyet edilmiş olur ve bu da yemekteki bereketi götürür.
Şeyh Muhammed bin Fadl rahmetullâhi aleyh, talebe iken çarşıda pişirilen yemekleri yemezdi. Köylerinde oturan babası yiyeceğini hazırlar ve cuma günleri getirip verirdi. Bir gün geldiğinde oğlunun odasında çarşıdan alınmış yiyecek gördü. Kızdı ve onunla konuşmadı. Hemen özür diledi ve onu ben almadım, arkadaşım alıp getirdi. Fakat ben buna râzı olmadım, dedi. Bunun üzerine babası şâyet sen ihtiyatlı olsan, haram ve şüphelilerden gerçekten sakınsa idin arkadaşın böyle bir şey yapmaya cüret etmezdi, dedi.
Eskiden âlimler bu hassâsiyetlerinden dolayı faydalı ilimler öğrenmeye ve öğretmeye muvaffak oldular. Kıyâmete kadar hayır duâ ile anılıyorlar. (Ta’lîmü’l-Müteallim)
İSİMLERİMİZ: Erkek: İbrâhîm, Kız: Hâcer
قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: حَسْبُ الرَّجُلِ أَنْ يَكُونَ فَاحِشًا بَذِيًّا بَخِيلًا جَبَانًا. (حم)
Peygamber Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdular: “Kişiye (şer olarak), çirkin söz söylemesi, hayâsız, cimri ve korkak olması yeter.” (Hadîs-i Şerîf, Müsned-i Ahmed)
http://www.fazilettakvimi.com
21 Nisan 2016 Perşembe
Hutbeler:TEVHİD VE VAHDETİN ÖNCÜSÜ MÜMİNLERİLER ( 22.04.2016)
TEVHİD VE VAHDETİN ÖNCÜSÜ MÜMİNLER
Kardeşlerim!
Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Siz, insanlar için var kılınmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarsınız ve siz Allah’a iman edersiniz.”i
Aziz Müminler!
Resûl-i Ekrem (s.a.s) Efendimiz, bir gün ashâbıyla birlikte bir kabristana uğradı. Orada medfun olanlara, “Allah’ın selamı size olsun ey Müminler diyarının sakinleri! Biz de bir gün inşallah sizlere kavuşacağız.” şeklinde selâm verdi. Sonra sözlerine, “Benden sonraki kardeşlerimi görmüş olmayı ne kadar da çok arzu ederdim.” şeklinde devam etti. Bu sözü işiten ashâb, “Biz senin kardeşlerin değil miyiz yâ Resûlallah!” dediler. Allah Resûlü, “Sizler benim ashabımsınız. Kardeşlerim ise benden sonra gelecek müminlerdir.” buyurdu.ii
Evet, bir zamanlar Müminlerin sayıları pek azdı. Sonra dalga dalga, nesilden nesile çoğaldılar. Zamanla kıtalar kuşatan büyük bir topluluk hâline geldiler. Peygamberimizden öğrendikleri hakikatleri dünyanın her tarafına yaydılar. Gittikleri her yere şefkat, merhamet, insaniyet taşıdılar. Mümin gönüller, imanla birbirlerine ısındı ve kaynaştı; ırk, renk, dil, bölge ve coğrafya farkları gibi engeller bir bir aşıldı. Müslümanlar kardeş oldular, yekvücut oldular.iii Tevhid ile gelen vahdetin temsilcileri oldular. Bir ve beraber olmanın en güzel örneklerini sergilediler. Aynı kıbleye dönerken, Kâbe’de yan yana tavaf ederken, aynı inanca bağlı bir ümmet olmanın huzur ve mutluluğunu yaşadılar. Bilgiyi, hikmeti ve marifeti rehber edindiler, insanlığı yücelten medeniyetler inşa ettiler. Yeryüzünde hak ve adaleti tesis ettiler.
Kıymetli Kardeşlerim!
İslâm ümmeti, İslâm’ın bir araya getirdiği müminler topluluğudur. İnsanlığa örneklik, önderlik ve rehberlik yapacak ana kitledir. Tüm insanlık için var kılınmış topluluktur. Bu itibarla yeryüzünde hak ve adaleti tesis etme gibi bir sorumluluğu vardır. İyiliği emretme, kötülükten alıkoyma gibi bir vazifesi vardır. İslâm ümmeti, bir anneden doğmuş çocuklar gibi güven ve sadakatle birbirine bağlıdır. Kur’an-ı Kerim ve Peygamberimiz (s.a.s)’in rehberliğinde yüce değerleri yaşayan ve yaşatan topluluktur. Her türlü aşırılıktan uzak, mutedil bir ümmettir.
Aziz Kardeşlerim!
Ne zaman ki Müminler, Kerim Kitabın ilk çağrısı olan ilim, hikmet ve marifet yolundan uzaklaştı, o vakit cehalet bataklığına saplandı. Böyle bir durumda fert ve toplum hayatına, insanlığa yön veren, ışık tutan değerler üretemedi, medeniyet inşa edemedi. Bilgide, fikirde, düşüncede, eğitimde, kültürde ve sanatta tutulma yaşadı, söz sahibi olamadı.
Ne zaman ki heva ve heves, menfaat ve çıkar, hak ve hakikatin önüne geçirildi, o vakit ihlas ve samimiyet kaybedildi. Dinin özünden uzaklaşıldı. Riya ve gösteriş ön plana çıkarıldı.
Ne zaman ki, İslam dünyasında çalışma ve üretme terk edildi, o vakit fakirlik ve yoksulluk girdabına düşüldü. İslam beldelerinin zenginliği sömürülmeye başlandı. Müslümanlar, hep başkalarının ürettiklerini tüketmeye mecbur bırakıldı.
Ne zaman ki Müslümanlar, tefrika, ayrılık ve gayrılığa düştüler, o vakit coğrafyamız eman ve güven, sulh ve selam özelliğini kaybetmeye başladı. Gücümüz zayıfladı. Kötülüklere engel olamaz, huzur ve barışı sağlayamaz olduk.
Kardeşlerim!
Bugün İslam coğrafyasını üç büyük fitne ateşi sarmış vaziyettedir. Birincisi, mezhepçilik fitnesidir. Mezhebe, meşrebe mensubiyeti, İslam’a, Muhammed Mustafa’ya mensubiyetin önüne geçirmek, Müslümanlar için en büyük fitnedir. Kendisi gibi düşünmeyenleri tekfir ederek ümmetten saymama gafleti içerisinde olmak, Müslümanları kuşatan en büyük tehlikedir.
İkinci büyük fitne, Peygamberimiz (s.a.s)’in “Cahiliye asabiyeti” olarak adlandırdığı ırkçılık fitnesidir. Oysa yüce Rabbimiz Kerim Kitabında şöyle buyurmaktadır: “Göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da Allah’ın varlığının ve kudretinin delillerindendir. Şüphesiz bunda bilenler için ibretler vardır.”iv
Üçüncü fitne ise terördür. Kimilerinin, masum insanları hunharca katletmeyi cihat, kendisiyle beraber kadın, erkek, çoluk-çocuk demeden insanları öldürmeyi şehadet zannetmesidir. Hiçbir insani ve ahlaki değer tanımayan eli kanlı terör örgütlerinin, insanları evinden, yurdundan, işinden, gücünden etmesidir. Gözü dönmüş cinayet şebekelerinin, topyekûn bir milletin, ümmetin istikbalini hedef alması, insanların ümitlerini, hayallerini kazdıkları çukurlara gömmeye çalışmasıdır.
Kardeşlerim!
Yüce Rabbimiz bütün bu hastalıklarla mücadele etmeyi, her türlü fitne ateşini söndürebilmeyi İslam ümmetine nasip eylesin. Bizleri, zihinleri ve yürekleri bir, gayeleri ve duyguları bir, sevgileri ve hüzünleri bir kardeşler topluluğu eylesin! Bu camide yan yana, omuz omuza durduğumuz gibi her daim müminler topluluğu olarak yan yana, gönül gönüle olabilmeyi bizlere bahşeylesin! Ümmet-i Muhammedi tevhid ve vahdette birleştirsin.
istanbul müftülügü hutbeler
Ankara müftülügü hutbeler
Izmir müftülügü hutbeler
Evlilikte Eş Seçiminin Önemi (22.04.2016)
Evlilikte Eş Seçiminin Önemi
(22.04.2016)
Kıymetli Kardeşlerim!
Bizlere kendi cinsimizden eşler lütfeden ve o eşlerden göz aydınlığı çocuklar ihsan eden Rabbimize sonsuz hamd ü senâlar olsun. Selamların en güzeli olan Allah’ın selamı, rahmeti, bereketi ve mağfireti üzerinize olsun. Cumanız mübarek olsun.
Değerli Kardeşlerim!
Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.”1
Evlilik, insan neslinin devamını meşru bir şekilde sağlayan toplumsal bir olaydır. Bundan dolayı, eş seçimi daima insan hayatının en önemli kararlarından birisi olmuştur. Eş seçimi kişiden kişiye, yöreden yöreye, kültürden kültüre ve inançtan inanca değişiklikler gösterse de genel bakış açısıyla değerlendirdiğimizde, pek çok alanda ortak paydaları olan, aynı inancı, aynı iletişim dilini kullanan kişilerin evliliklerinin daha uzun ömürlü ve sağlıklı olduğunu söyleyebiliriz.
Muhterem Müminler!
Peki eş seçiminde nelere dikkat etmeliyiz? doğru eş seçmenin altın kuralları nelerdir?
Hiç şüphesiz sevgi, evliliğin en önemli ve temel şartıdır. Sevgiden yoksun beraberliklerin ne kadar makul ve mantıklı olduğu düşünülürse düşünülsün, ömür boyu sürmesi mümkün değildir. “Evlensinler, sonra birbirlerini severler” yaklaşımı sonu acılarla bitecek maceralara atılmaktan başka bir şey değildir. Ancak “seviyorum; gerisi boş” anlayışı da sosyal dokunun önemli bir parçası olan aile müessesesinin devamı için tek başına yeterli değildir. Çünkü evliliklerde dikkat edilmesi gereken bir husus da denkliktir. Kültürümüzde “soyu soyuna, huyu huyuna” diye ifade edilen denklik, huzurlu ve mutlu evlilikler ve devamı için çok önemlidir.
Sevgiyle bir araya gelen eşlerin, birbirlerine daima saygı duyacakları bir ilişki içerisinde yuvalarını tesis etmeleri gerekir. Sevgi ve saygı ortamı da eşlerin ahlak ve fazilet sahibi olmalarına bağlıdır. Bundan dolayı evlilikte dikkat edilmesi gereken en önemli husus Efendimiz’in ifadesiyle “ahlak ve fazilet”tir. “Kadın dört şey için nikah edilir; malı, soyu, güzelliği ve dindarlığı. Sen dindar olanını seç ki, elin bereketlensin.’’2
Aziz Mü’minler!
Günümüzde evlilikleri ve aile saadetini en fazla tehdit eden unsur haline gelen ve giderek insanların iradelerini esir alan sosyal medya; yapay, günübirlik ve maskeli ilişkilerin ağına düşürdüğü nice insanların acıklı hikayeleriyle doludur.
Bundan dolayı evliliklerde dikkat edilmesi gereken bir husus da tanıma ve tanışma sürecidir. Söz, nişan, kına gibi merasimler, aslında hem evlenecek çiftlere hem de onların ailelerine birbirlerini tanıma imkanı sağlayayan süreçlerdir. Bu süreçlerde evlilik gerçekleşmeden Allah’ın razı olmayacağı beraberliklerin yaşanmamasına azami dikkat gösterilmelidir. İnsanoğlunun kendi elleriyle inşa ettiği en hayırlı müessese olan evliliğin Allah’ın himayesinden yoksun bırakılmasının, sonu gelmez pişmanlık ve acıların yaşanmasına sebebiyet vereceği unutulmamalıdır.
Yâ Rab! Yuvalarımıza huzur ve mutluluk ihsan eyle. Hepimize hayırlı, imanlı, yüz akı ve göz aydınlığı olacak eş ve çocuklar nasip eyle.
Amin.
Yaşar ARSLAN
Dortmund Scharnhorst Din Görevlisi
Tekin DEMİR
Dortmund Ulu Cami Din Görevlisi
1. Rum, 30/21
2. Buhari, Nikah,15
Hutbeler:Die Bedeutung der Gattenwahl in der Ehe (22.04.2016)
Die Bedeutung der Gattenwahl in der Ehe
(22.04.2016)
Meine verehrten Geschwister!
Unendlicer Lob und Dank sei unserem Herren Allah, der uns aus unserer eigenen Gattung Gattinnen schenkte und uns von ihnen Kinder gab, die das Licht unserer Augen sind. Der Gruß Allahs als schönster Gruß, seine Barmherzigkeit, sein Segen und seine Vergebung seien auf sie. Sei ihr Freitag gesegnet.
Meine werten Geschwister!
Im rezitierten Vers sagt unser erhabener Herr Allah: “Und es gehört zu Seinen Zeichen, daß er aus euch selbst Gattinnen erschaffen hat, damit ihr bei ihnen Ruhe findet; und Er hat Zuneigung und Barmherzigkeit zwischen euch gesetzt. Darin sind wahrlich Zeichen für Leute, die nachdenken.”1
Der Ehebund ist ein gesellschaftliches Ereignis, der die Fortführung der menschlichen Nachfahrenschaft auf legale Art gewährleistet. Aus diesem Grund war die Gattenwahl schon immer einer der wichtigsten Entscheidungen im Menschenleben. Auch wenn sich die Gattenwahl von Person zur Person, von Region zur Region, von Kultur zur Kultur und von Glaube zum Glauben Unterschiede aufweisen, können wir feststellten, dass bei allgemeiner Bewertung der Ehebund von Personen noch länger und intakter ist, die in vielen Bereichen gemeinsame Nenner, gemeinsamen Glauben und gemeinsame Kommunikationssprache verwenden.
Geehrte Gläubige!
Worauf also sollten wir bei der Gattenwahl achten? Was sind die goldenen Regeln für die Auswahl der Gattin oder des Gatten?
Die Bedeutung der Gattenwahl in der Ehe
(22.04.2016)
Ohne Zweifel ist Liebe die wichtigste und grundlegendste Bedingung der Ehe. Egal wie sinnvoll und rational auch die Partnerschaften sein mögen, können sie ein Leben lang ohne Liebe nicht fortdauern. Die Annäherung “lass sie heiraten, später werden sie sich lieben” ist Nichts außer einem Abenteuer, in das man sich stürzt, das mit Leiden enden wird. Allerdings ist auch allein das Verständnis “Ich liebe, der Rest ist unwichtig!” für die Fortführung der Institution Familie als ein wichtiger Teil des Sozialstruktur auch nicht ausreichend. Denn bei den Eheschließungen sollte auch auf die paritätische Ausgewogenheit geachtet werden. Die Ausgewogenheit (kufuw), die mit der Redewendung “Clan zu Clan, Charakter zu Charakter” ausgedrückt wird, ist für behagliche und glückliche Eheschließungen und deren Fortführung sehr wichtig.
Die in Liebe zusammengekommenen Eheleute sollten ihr Nest auf Grundlage einer stetigen respektvollen Gemeinschaft aufbauen. Die Atmosphäre der Liebe und des Respekts ist an den Charakter und die Tugendhaftigkeit der beiden Eheleute gebunden. Aus diesem Grund ist gemäß der Aussage unseres Propheten “Charakter und Tugendhaftigkeit” das wichtigste bei der Ehe, worauf geachtet werden sollte. “Eine Frau wird aufgrund von vier Dingen geheiratet; Besitz, Abstammung, Schönheit und Religiosität. Wähle diejenige aus, die religiös ist, damit du gesegnet wirst.”2
Hochgeschätzte Gläubige!
Sie sozialen Medien sind zu einem Element geworden, die die Ehegemeinschaft und das Familienglück am meisten bedrohen und den Willen der Menschen zunehmend in Gefangenschaft nehmen; Sie sind voll mit traurigen Geschichten der Menschen, die in ihre künstlichen, kurzlebigen und maskierten Beziehungsmaschen verfallen sind.
Aus diesem Grund ist bei Eheschließung auch auf die Kennenlern- und Bekanntschaftsphase zu achten. Deshalb sind Zeremonien wie Verlobung und Henna-Abend eigentlich Prozesse, die das gegenseitige Kennenlernen für die heiratenden Eheleute sowie ihre Familien ermöglichen. Bei diesen Zusammenkünften sollte größte Acht darauf gegeben werden, dass vor der Eheschließung keine Situationen entstehen, womit Allah nicht zufrieden ist. Es darf nicht vergessen werden, dass wenn die seitens des Menschen mit den eigenen Händen aufgebaute beste Institution der Ehe ohne den Schutz Allahs bleibt, folglich auch Grund für das Erleben unendlicher Reue und Schmerzen sein wird.
O Allah, gib unseren Häusern Frieden und Glück. Schenke uns allen gute, gläubige und freudenbereitende Gattinnen und Kinder. Amin
Yaşar ARSLAN
Religionsbeauftragter Ayasofya Moschee, Dortmund Scharnhorst
Tekin DEMİR
Religionsbeauftragter Ulu Moschee Dortmund Eving
1. Rum, 30/21
2. Buhari, Nikah,15
2016-04-22
Alle Rechte vorbehalten. Kein Teil des Werkes darf in irgendeiner Form ohne schriftliche Genehmigung der DITIB reproduziert, vervielfältigt oder verarbeitet werden.
EKMEĞE HÜRMET EDİNİZ
EKMEĞE HÜRMET EDİNİZ
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Ekmeğe hürmet ediniz. Zîrâ Allâhü Teâlâ onu rızıkların en şereflisi kılmıştır. Kim ekmeğe hürmet ederse Allâhü Teâlâ da ona ikramda bulunur.” buyurmuşlardır.
Ekmeğe hürmet etmeli, ayakaltına, pis yerlere, çöplüklere atmamalı, onu hor görmemeli, âdî şeylerde kullanmamalı ve onunla bir şeyi temizlememelidir.
Ekmeğin kızarmış, kabarmış tarafını veya ortasını yiyip kenarlarını yememek israftır. Şâyet onlar da yenilecekse bir mahzur yoktur. Tabağındaki artıkları ekmekle sünnetleyip onu da yemelidir.
İhtiyaçtan fazla ekmek almak, sofraya fazla ekmek koymak, ekmek parçalarını ve kırıntılarını yememek israftır. Bunlar da ekmeğe hürmetsizliktir.
Âbidlerden biri bir arkadaşına birkaç tane ekmek ikram etti. O da, en iyisini, güzelini seçmek için ekmekleri alıp çevirmeye başlayınca âbid sitemle dedi ki: Öyle yapma! Senin alıp sonra beğenmeyip bıraktığın o ekmekte ne kadar çok hikmetler olduğunu, onda ne kadar çok kişinin hakkı, emeği olduğunu biliyor musun? Suları taşıyan buluttan, toprağı sulayan sudan, rüzgârdan, topraktan, onu ekip toplayan insan ve bu işte çalışan hayvanlardan sonra nihâyet sana gelmiştir. Bu kadar emekten sonra sen de alıp elinde çeviriyor sonra da beğenmiyorsun.
İhyâu Ulûmiddin’de geçen bir hadîs-i şerîfte şöyle buyuruldu:
“Sana ikram edilip önüne gelen ekmeği elinde çevirip de beğenmemezlik etme. Zîrâ onda üçyüz altmış hâdimin emeği vardır.
Birincisi Mîkâil Aleyhisselâmdır. O Allâhü Teâlânın rahmet hazînesinden yağmuru sevk eder.
Sonra bulutları sevk eden melekler, güneş, ay, diğer gök cisimleri, diğer melekler, yeryüzündeki hayvanlar… en sonra da ekmeği pişiren fırıncıdır.”
قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: أَكْرِمُوا الْخُبْزَ فَإِنَّهُ مِنْ بَرَكَاتِ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ مَنْ أَكَلَ مَا سَقَطَ مِنَ السُّفْرَةِ غُفِرَ لَهُ. (فيض)
Peygamber Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdular: “Ekmeğe hürmet ediniz. Muhakkak o, göğün ve yerin bereketindendir. Sofradan düşen kırıntıyı yiyen kimsenin günâhları mağfiret olunur.” (Hadîs-i Şerîf, Feyzu’l-Kadîr)
http://www.fazilettakvimi.com
ÖMÜR DEDİĞİN….!
ÖMÜR DEDİĞİN….!
Hayata, Ha Şimdi, Ha Sonra Başlayayım Derken Bir Bakıyorsun
Tükenmiş Ömür, Avucumuzda Son Kullanma Tarihi Çoktan Geçmiş Bir Yığın TECRÜBE Kalıyor, Acısıyla Tatlısıyla, Atsan Atılmıyor, Satsan Satılmıyor,
Gençlik Bir Kuştu, Tutmak İstedim Tutamadım, Yaşlılık Bir Paçavra, Satmak İstedim Satamadım, Bir İkindi Gölgesi ÖMÜR Dediğin, Gece Olur Duramazsın, Güneş Vurur Kalamazsın,
Sade Bir İkindilik, Kısa Bir Dinlencelik, Dünyaya Ait Ne Varsa Harcanıp Gidiyor, Yeyip İçmeler, Gezip Tozmalar, Gülüp Eğlenmeler, Evin, Arabanın, Bilmem Nelerin Taksitleri, Filanca Yerde Yapılan Tatiller, Almalar Vermeler, Saçıp Savurmalar, Bizim Zannettiğimiz Saklayıp Durduğumuz Altınlar, Azıcık Bile Vermeye Kıyamadığımız Paralar, Hepsi Bir Bir Kaçıyor Bizden, Ya da İstemesek de Biz Onlardan Ayrılmak Zorunda Kalıyoruz, Bir SECDE Yerleri Kalıyor Geriye, Alnımızda MIH Gibi Çakılı Kalıyor, Bozulmuyor, Kokmuyor, Yitmiyor, Bir O Bize Kalıyor, Okşanmış Bir Yetim Başı Öpülmüş Anne Eli, Alınmış Bir Baba duası, Reyyan Kapısından Geçmek İçin Vize Mahiyetinde, Saklanmış ORUÇ’lar, Gizliden Şöyle Kimseye Çaktırmadan Bir Fakirin Eline Tutuşturulmuş, Birileri Görür Diye Konulmuş SADAKA’lar Kalıyor,
Vakit Saat Dinlemeden Açılmış Eller,
Tek O’ndan İstemeler, Tek O’na Gönderilmiş Dilekçeler Kalıyor, Yürekten Söylenmiş ELHAMDÜLİLLAH Acizce, Kulca Edilmiş Nasuh Samimi Bir TEVBE, İsyanları Yıkayan Göz Yaşları Kalıyor, Mümince Gülüşler, Şeker Tadında Sözler, Kimsenin Etini Yemeden, Kırıp Dökmeden, Gözünde Yaş Bırakmadan Geçirilmiş Günler Kalıyor,
Biraz Dur, Bekle Biraz, Arada Bir Arkana Dön Ve Geriye Neler Bıraktığına Bak, Harcanmış Boşa Geçmiş Yıllarını Seyret Usulca,
Bak Nasıl Bitiyor Ömür Dediğin, Bir Göz Açıp Kapayıncaya Kadar,
Bir KAPIYA Bir Kere Gidersin, İkincisinde Utanırsın, Ama Bir KAPI
Var ki, Her Gün Gidersin, Gitmelere DOYAMAZSIN, Çünkü Bilirsin Seni KAPISINDAN Kovmayacak Bir Tek O Vardır,
Her Gün İçini Dökersin, Bir O Sıkılmaz Senden, Bir O Affeder Seni, Bir O Yüzüne Vurmaz AYIPLARINI,
Seni Senden Daha İyi Bilendir YÜCE RABBİM,
Selam Ve Dua İle…!!
Allah’ım Şikayetim Var
Allah’ım Şikayetim Var
Şikayetimiz başörtüsü takan hanımlardan bazılarının takındığı tavırlardandır.
Başlarını modernite olsun diye bağlayanların sokaklardaki taşkınlıklarından, düğünlerdeki dağıtmalarından, müzik programlarındaki insanın kanını donduran görüntülerinden şikayetimiz var
Başını örtüsü ile sıkma baş haline getiren hanımlardan, etek yırtmaçlarını bilmem neresine kadar açıp, kırıta kırıta yürüyenlerden şikayetimiz var başörtüleri ile sokaklarda haya duygularını rencide edici görüntüler sergileyenlerden ve İslâm’ın hafife alınmasına sebebiyet veren bu hanımlardan şikayetimiz var
başındaki örtüsünden de utanmadan, erkek arkadaşı ile sarmaş dolaş olanlardan şikayetimiz var Başörtüsünü dikkat çekme aracı olarak kullanan, sağa sola bakışları ile de dikkat çekmeye çalışan bu nevi hanımlardan da şikayetimiz var
Başörtüsünü tesettür gereği değil de, geleneksel bir anlayışla takıp, sokaklarda, meydanlarda, merasimlerde, eğlence yerlerinde kahkaha atan hanımlardan da şikayetimiz var Ecdat hanımefendilerinin, annelerimizin iffetini remzeden başörtüsünü dillere düşüren, gösteriş olsun diye takan hanımlardan da şikayetimiz var
Başörtülü olduğu halde ağzındaki sakızı edepsizce patlatıp duran ve , dikkat çekmeye çalışan hanımlardan da şikayetimiz var Daracık pantolon giyip, vücut hatlarını teşhir eden hanımlardan da şikayetimiz var
Modaya uymak için başını İtalya’daki Pisa Kulesi gibi saran, israf derecesinde örtüler satın alıp, her dem değişik baş görüntüleri sergilemek için çaba gösteren hanımlardan da şikayetimiz var Başlarındaki örtünün vakarını muhafaza edemeyip, başörtüsünün tezyif edilmesine sebebiyet veren, nevzuhur zengin hanımların bu taşkınlıklarından da şikayetimiz var
Başörtüsüne bir nevi modelistlik yapan, örtünmenin anlamından bihaber olan, buna rağmen başından da örtüsünü çıkarmayan bazı hanımlardan da şikayetimiz var Kocalarına, babalarına, erkek kardeşlerine bir nevi meydan okuyan, onların murakabesinden rahatsızlık duyan ve nefsinin hoşuna gidecek örtünmeyi yapmaktan hicap duymayan hanımlardan da şikayetimiz var
Örtünün ALLAH emri olduğu gerçeğinden habersiz örtü takan, örtülü haliyle pehlivan gibi ortaya çıkıp, düğünlerde oynayan, TV’lerdeki müzik şölenlerinde vücudunun vesile olacak kadar dikkatsiz davranan hanımlardan da şikayetimiz var
Erkeklerin içinde zıplayıp duran, örtüsünün açılıp saçılmasından rahatsızlık duymayan nadan hanımlardan, horon tepen, halay çeken, rakseden, el çırparak ritim tutan örtülü hanımlardan da şikayetimiz var
ALLAH’ın emri olan başörtüsünü koruyamayan, örtünün asaletinden mahrum olan, örtünün namus anlayışının bir timsali olduğunu idrak edemeyen, taktıkları örtülerin hakkını veremeyen, örtünün dinin alay konusu haline getirilmesine sebebiyet veren, bu vesile ile inançlarımıza sövdürten hanımlardan da şikayetimiz var
Başörtüsünün önemini kavramaktan yoksun, bazı entel takılan hanımların erkek toplantılarında bacak bacak üstüne atıp, dikkat celbeden tavırlarından, sigara içmeyi medenilik zannedip, ağızlarından eksik etmeyen, zaman zaman da erkeğin sigarasını yakmasını bekleyen ve bu haliyle başındaki örtüsünden de utanmayan hanımlardan da şikayetimiz var
Sokaklarda, vapurlarda, trenlerde, otobüslerde erkeklerle el ele, göz göze ve teması içinde yolculuk eden başörtülülerden de şikayetimiz var Başında başörtüsü, ağzında sakızı, elinde sigarası, gözünde gözlüğü ile caka atarak ve sağa sola bakarak yürüyenlerden de şikayetimiz var
Yeni yetme zenginlerin çocuklarının başörtülü haldeki taşkın hallerine, şuurlu ve bilinçli başörtülü hanımların tavır sergilememesinden de şikayetimiz var Başörtüsünü bahane edecek olanlara imkan veren görüntü sergileyen şuursuz başörtülü hanımlardan da şikayetimiz var
Ana babanın, başörtülü kızlarının, sokaklardaki, meydanlardaki, eğlence yerlerindeki tavırlarını görmemezlikten gelmelerinden, onlara hoşgörü ile yaklaşmalarından, böylece başörtüsünün dinamitlenmesine vesile olanlardan da şikayetimiz var
Başörtüsünü dikkat çekmek için meslek haline getiren, moda olsun diye veya kendisini ispatlamak için başörtüsünü takan ve bunların çoğalmasına seyirci duran, tedbir almayan herkesten ALLAH’a şikayetimiz var…
Şerife Şevval Kardelen
Seccadem
Seccadem
Nefsimden huzur-u İlahi’ye kaçış yerimdir.
Eğilmez kibirimi rükûda büktüğüm, kırılmaz gururumu secdede sürttüğüm yerin adıdır.
Rızk istediğim, ilim talep ettiğim, af dilediğim, yalandan, haramdan, görünmez kazadan ve belâdan, iftiradan, cehennemin narından, kabir azabından O’na sığındığım yerdir.
Zalimden, zulümden, cehaletten, ihanetten kaçarken çalacağım kapının eşiği, beni benden kurtaracak tek Kurtarıcı’nın merhamet makamına iltica dilekçemin kabul yeridir o.
İçi başka, dışı başkalardan, dili başka, kalbi başkalardan, aklıyla gönlü arasında köprü kuramayanlardan, hem kendini hem de başkalarını kandıranlardan, zararla oturup zararla kalktıkları halde kârlı olduklarını zannedenlerin zannından O’na sığındığım yerdir; seccade!..
“Var” ;da imtihanımın şımarıklığından, “yok”ta imtihanımın tıkanıklığından, zaafiyetimden, zavallılığımdan, el açıp boyun büktüğüm, diz vurup alın sürdüğüm, Miraç’a “start!” yeridir; seccadem!
Nemrut’tan Hz. İbrahim’e, Firavun’dan Hz. Musa’ya, İsrailoğulları’nda n Hz. İsa’ya, Ebu Cehil’lerden Habibullah’a dönüş yeri, küfürden imana geçiş yeri, karanlıktan ziyaya varış yeri, putlardan Allah’a abid yeridir, seccadem!
Şükür yeri, , zikir yeri, fikir-tefekkür yeri, madde ile mânâyı, dünya ile ahireti ayarlama yeri, insan-ı kâmil olma yeridir.
Ruhumun, bedenimin huzur bulduğu, Yaradan’ıma sevgimin, muhabbetimin, bağlılığımın, ibadetimin; kulluğumun ifadesidir, seccadem!
Necaset dolu dünyamda seccade kadar pak bir mekânım, ahirete; seccade kadar, seccade gibi, götürebileceğim bir “ahiret sermayem” olsun inşAllah..
Şerife Şevval Kardelen
18 Nisan 2016 Pazartesi
HAZRET-İ MUÂVİYE’NİN KENDİNİ İMTİHÂNI
HAZRET-İ MUÂVİYE’NİN KENDİNİ İMTİHÂNI
Muâviye bin Ebî Süfyân (r.a.), bir cuma günü minbere çıktı. Hutbesinde dedi ki:
“Muhakkak mal bizim malımızdır. Ganîmetlerin de hepsi bizim. Dilediğimize veririz, dilediğimize vermeyiz.”
Kimse ona cevap vermedi. -Üzüntülü hâlde minberden indi- Bir sonraki cuma günü yine minbere çıkıp hutbesinde aynı sözü söyledi. Yine kimse cevap vermedi. Üçüncü cuma günü aynı sözü tekrar edince bir zât çıktı ve dedi ki:
“Hayır, mal bizim; yani ümmet-i Muhammedin ve beytülmalındır. Ganîmet de bizimdir. Malı dînin emrettiği yerden alıp da dînin emrettiği yere vermeyen, onu hak sâhibinden men eden olursa, onu kılıçlarımızla yola getiririz.”
Muâviye (r.a.) minberden indi. Sonra o adamı yanına getirtti. Oradaki topluluk adama ne olacağını merak ettiler. Bilâhare Muâviye’nin (r.a.) huzûruna girdiklerinde adamı tahtta yanına oturtmuş ve ona iltifât etmekte olduğunu görüp hayret ettiler. Hz. Muâviye dedi ki:
“Şu zât beni ihyâ etti, -Allâhü Teâlâ da onu ihyâ etsin-. Ben Peygamber Efendimiz’den (s.a.v.) işittim, şöyle buyurmuşlardı:
“Benden sonra emîrler gelir, -dîne uymayan- söz söylerler, kimse onlara cevap vermez. Onlar maymunların ateşe atıldıkları gibi cehenneme atılacaklardır.”
Ben birinci cuma o sözü söyledim. Kimse bana cevap vermedi. Peygamberimiz’in (s.a.v.) haber verdiklerinden olduğumdan korktum. Sonra ikinci cuma söyledim, yine kimse cevap vermedi. Kendi kendime ‘ben her halde onlardanım’ dedim. Üçüncü cuma söylediğimde bu zât beni ihyâ eyledi, Allah da onu ihyâ etsin. (Taberânî, Kebîr)
قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: إِنَّ أَفْضَلَ الْإِيمَانِ أَنْ تَعْلَمَ أَنَّ اللهَ مَعَكَ حَيْثُمَا كُنْتَ. (طس)
Peygamber Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdular: “Muhakkak en fazîletli îmân, nerede olursan ol, Allâhü Teâlâ’nın seninle beraber olduğunu (seni görüp gözettiğini) bilmendir.” (Hadîs-i Şerîf, Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr)
ÖMÜR DEDİĞİN….!
ÖMÜR DEDİĞİN….!
Hayata, Ha Şimdi, Ha Sonra Başlayayım Derken Bir Bakıyorsun
Tükenmiş Ömür, Avucumuzda Son Kullanma Tarihi Çoktan Geçmiş Bir Yığın TECRÜBE Kalıyor, Acısıyla Tatlısıyla, Atsan Atılmıyor, Satsan Satılmıyor,
Gençlik Bir Kuştu, Tutmak İstedim Tutamadım, Yaşlılık Bir Paçavra, Satmak İstedim Satamadım, Bir İkindi Gölgesi ÖMÜR Dediğin, Gece Olur Duramazsın, Güneş Vurur Kalamazsın,
Sade Bir İkindilik, Kısa Bir Dinlencelik, Dünyaya Ait Ne Varsa Harcanıp Gidiyor, Yeyip İçmeler, Gezip Tozmalar, Gülüp Eğlenmeler, Evin, Arabanın, Bilmem Nelerin Taksitleri, Filanca Yerde Yapılan Tatiller, Almalar Vermeler, Saçıp Savurmalar, Bizim Zannettiğimiz Saklayıp Durduğumuz Altınlar, Azıcık Bile Vermeye Kıyamadığımız Paralar, Hepsi Bir Bir Kaçıyor Bizden, Ya da İstemesek de Biz Onlardan Ayrılmak Zorunda Kalıyoruz, Bir SECDE Yerleri Kalıyor Geriye, Alnımızda MIH Gibi Çakılı Kalıyor, Bozulmuyor, Kokmuyor, Yitmiyor, Bir O Bize Kalıyor, Okşanmış Bir Yetim Başı Öpülmüş Anne Eli, Alınmış Bir Baba duası, Reyyan Kapısından Geçmek İçin Vize Mahiyetinde, Saklanmış ORUÇ’lar, Gizliden Şöyle Kimseye Çaktırmadan Bir Fakirin Eline Tutuşturulmuş, Birileri Görür Diye Konulmuş SADAKA’lar Kalıyor,
Vakit Saat Dinlemeden Açılmış Eller,
Tek O’ndan İstemeler, Tek O’na Gönderilmiş Dilekçeler Kalıyor, Yürekten Söylenmiş ELHAMDÜLİLLAH Acizce, Kulca Edilmiş Nasuh Samimi Bir TEVBE, İsyanları Yıkayan Göz Yaşları Kalıyor, Mümince Gülüşler, Şeker Tadında Sözler, Kimsenin Etini Yemeden, Kırıp Dökmeden, Gözünde Yaş Bırakmadan Geçirilmiş Günler Kalıyor,
Biraz Dur, Bekle Biraz, Arada Bir Arkana Dön Ve Geriye Neler Bıraktığına Bak, Harcanmış Boşa Geçmiş Yıllarını Seyret Usulca,
Bak Nasıl Bitiyor Ömür Dediğin, Bir Göz Açıp Kapayıncaya Kadar,
Bir KAPIYA Bir Kere Gidersin, İkincisinde Utanırsın, Ama Bir KAPI
Var ki, Her Gün Gidersin, Gitmelere DOYAMAZSIN, Çünkü Bilirsin Seni KAPISINDAN Kovmayacak Bir Tek O Vardır,
Her Gün İçini Dökersin, Bir O Sıkılmaz Senden, Bir O Affeder Seni, Bir O Yüzüne Vurmaz AYIPLARINI,
Seni Senden Daha İyi Bilendir YÜCE RABBİM,
Selam Ve Dua İle…!!
17 Nisan 2016 Pazar
Bir Ölü Diyorki..!
Bir Ölü Diyorki..!
Buz gibi bedenime, beyaz kefeni.
Ölçtüler biçtiler, dost bildiklerim.
Eşim, dostum, kardeşim el ele verip.
Musallaya koydular, can bildiklerim..!
Kıldırdılar namazımı, kırk saniyede.
İndirdiler mezara, on saniyede.
İncecik bir kefenle, kara toprağa.
Yatırdılar bedenimi, dost bildiklerim..!
Tahtaları dizdiler, bir bir kabrime.
Acımadı hiç kimse, o an halime.
Kürek kürek, toprak atıp üstüme.
Karanlığa boğdular, dost bildiklerim..!
Anladım ki eş, dost hepsi yalanmış.
Bir fatiha okuyan, bırakıp kaçmış.
Kabir denen bu yer, ne kadar darmış.
Yapayalnız bıraktılar, can bildiklerim..!
İndiler baş ucuma, münkerle nekir.
Açtılar defterimi, sordular bir bir.
Kalmadı gizli, saklı hiçbir amelim.
Allah’ım, ne kadar zor imiş kabir..!
Şerife Şevval Kardelen
Siir :Ya Rabb
Ya Rab……..
Rahmetin duamda etsin tecelli,
Mehmet’i dağlarda kırdırma yarab,
Gazabın terörü yutsun temelli,
Yurduma kumpaslar kurdurma Ya Rab,
Asılsın itlerin postu,
Gün yüzü görmesin eşiyle dostu,
Olmasın kimsenin ülkeme kastı,
Kalleşlere sefa sürdürme Ya Rab,
Hainlerin bir bir ocağı sönsün,
Evleri yılanlı mezara dönsün,
Vatansız kahpeler yerde sürünsün,
Felç olup kalsınlar öldürme Ya Rab,
Ne mutlu yürekten Türk’üm diyene,
Sevdamız vatandır aşkı bilene,
Kahrını yoldaş et yoldan dönene,
Ömründe bir kere güldürme Ya Rab,
Fitneye fesada uğratma bizi,
Arşa kadar yücelt dirliğimizi,
Bozdurma haine birliğimizi,
Bu cennet vatanı böldürme Ya Rab,
Yüzümüz ak olsun kara düşürme,
Vatanımı koru zora düşürme,
Ana yüreğini kora düşürme,
Gülleri dalında soldurma Ya Rab,
Öndersiz bırakma Türk davasını,
Kanlı yaramızın kıl devasını,
Bize düşman kimse ver belasını,
Tövbesiz tek soluk aldırma Ya Rab,
Şehitlik şereftir gazilik yüce,
Türkiye’m güneştir öteler gece,
Türk’ün göğsündeki imanlı güce,
Kahpe hançerleri çaldırma Ya Rab,
Katında duamı kabul et nolur,
Bizler yolunda kurban oluruz,
Bağrımıza bayrağın al rengini vururuz,
İki cihan ordan kaldırma Ya Rab,
Şerife Şevval Kardelen
16 Nisan 2016 Cumartesi
NAMAZLARDA RÜKÛ
NAMAZLARDA RÜKÛ
Namazlarda rükû bir rükündür ve farzdır. Kırâattan (Fâtiha ve bir sûre veya üç âyet okuduktan) sonra eğilerek rükû yapılır. Rükûda erkeklerin başı ile arkası (sırtı) bir hizada, düz olur, elleri dizlere kadar varır. Bu tam bir rükûdur. Namaz kılan, rükûa vardığında tam bu vaziyette bulunmazsa bakılır, eğer kıyâma daha yakın görülürse, rükûu sahîh olmaz, fakat rükû vaziyetine yakın görülürse sahîh olur.
Oturduğu halde namaz kılan kimse, rükû ederken alnı dizleri hizâsına gelecek derecede arkasını eğmelidir.
Rükû şeklinde kanbur olan kimsenin rükû için başını biraz eğmesi lâzımdır. Kanburluğu rükû sayılmaz.
İmâma rükû hâlinde iken yetişen kimse, ayakta tekbir alıp sonra rükûa gider. Bu tekbiri rükûa yakın bir vaziyette alsa namazı fâsit olur, imama uymuş olmaz.
İmama rükûda iken yetişip uyarak rükûa varan kimse, o rekâtı imam ile kılmış sayılır. Fakat imam rükûda iken tekbir alıp da imam rükûdan kalktıktan sonra rükûa giden kimse, o rekâta yetişmiş olmaz. O mesbuk olmuştur: İmamın selamından sonra imamla kılamadığı rekâtları tek başına kılıp namazı tamamlar.
İmama rükûda yetişen kimse, bir kere “Allâhü ekber” diye namaza başlar ve hemen rükûa gider. Bu bir tekbir ile hem iftitah, hem de rükû tekbirini almış olur.
İmama uyan kimse, imamdan evvel rükûa gidip daha imam rükûa gitmeden başını kaldırsa rükû etmiş olmaz. İmam rükûda iken rükûunu iâde etmezse namazı bozulur.
İmamdan evvel rükûdan, secdeden başını kaldıran hemen rükûa ve secdeye dönmelidir ki, imama uymuş olsun. (B. İslam İlmihali)
İSİMLERİMİZ: Erkek: Ali, Kız: Fatma
قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: مَا مِنِ امْرِئٍ مُسْلِمٍ تَحْضُرُهُ صَلَاةٌ مَكْتُوبَةٌ فَيُحْسِنُ وُضُوءَهَا وَخُشُوعَهَا وَرُكُوعَهَا إِلَّا كَانَتْ كَفَّارَةً لِمَا قَبْلَهَا مِنَ الذُّنُوبِ مَا لَمْ يُؤْتِ كَبِيرَةً وَذَلِكَ الدَّهْرَ كُلَّهُ. (م)
“Bir Müslüman vakti giren farz bir namazı abdestini güzelce alıp huşû ve rükûuna (ve diğer rükünlerine ve âdâbına) dikkat ederek kılarsa, büyük günah işlemediği müddetçe geçmiş (küçük) günahlarına keffârettir. Bu, senenin tamamında böyledir.” (Hadîs-i Şerîf, Sahîh-i Müslim)
RECEB AYINDA KILINACAK NAMAZ
RECEB AYINDA KILINACAK NAMAZ
Receb’in 1’i ile 10’u arasında 10 rek’at, 11’i ile 20’si arasında 10 rek’at ve 21’i ile 30’u arasında 10 rek’at kılınacak Hâcet Namazı vardır. Bunların üçünün de kılınış şekli aynıdır. Yalnızca namazların sonlarında okunacak duâlarda fark vardır.
Bu 30 rek’at namazı kılanlar, hidâyete ererler. Bu namazı kılanın kalbi ölmez. Bu 30 rek’at namaz Resûlullâh Efendimiz’in (s.a.v.) berberi Selmân-ı Pâk (r.a.) Hazretleri tarafından rivâyet edilmiştir.
Bu namazlar, akşamdan sonra da, yatsıdan sonra da kılınabilir. Fakat, cuma ve pazartesi gecelerinde ve bilhassa teheccüd vaktinde kılınması daha fazîletlidir. Kılınışı:
Hâcet namazına şu niyetle başlanır: “Yâ Rabbi, teşrifleriyle dünyâyı nûra gark ettiğin Efendimiz hürmetine, sevgili ayın Receb-i Şerîf hürmetine, beni feyz-i ilâhîne, afv-ı ilâhîne, rızâ-yı ilâhîne nâil eyle, âbid, zâhid kulların arasına kaydeyle, dünyâ ve âhiret sıkıntılarından halâs eyle, rızâ-yı şerîfin için” Allâhü Ekber.
Her rek’atte 1 Fâtiha, 3 Kul yâ eyyühe’l-kâfirûn, 3 İhlâs-ı şerîf okuyup, 2 rek’atte bir selâm verilir. Böylece 10 rek’at tamamlanır.
• İlk on gün içinde kılınan namazdan sonra, 11 defa “Lâ ilâhe illallâhü vahdehû lâ şerîke leh, lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdü yuhyî ve yümît, ve hüve Hayyün lâ yemûtü biyedihi’l-hayr ve hüve alâ külli şey’in kadîr” okunup duâ edilir.
• İkinci on gün içinde yani Receb’in 11’i ile 20’si arasında kılınan 10 rek’atten sonra, 11 defa: “İlâhen Vâhıden Ehaden Sameden Ferden Vitren Hayyen Kayyûmen dâimen ebedâ” okunup duâ edilir.
• Üçüncü on gün içinde, yâni Receb’in 21’i ile 30’u arasında kılınan 10 rek’atten sonra da 11 kere: “Allâhümme lâ mânia limâ a’tayte, velâ mu’tıye limâ mena’te, velâ râdde limâ kadayte, velâ mübeddile limâ hakemte, velâ yenfeu ze’l-ceddi minke’l-ceddü. Sübhâne Rabbiye’l-Aliyyi’l-a’le’l-Vehhâb, Sübhâne Rabbiye’l-Aliyyi’l-a’le’l-Vehhâb, Sübhâne Rabbiye’l-aliyyi’l-a’le’l-Kerîmi’l-Vehhâb, Yâ Vehhâbü yâ Vehhâbü yâ Vehhâb” okunur ve duâ edilir. (Duâ ve İbâdetler, Fazilet N.)
15 Nisan 2016 Cuma
AKDENİZ TOROS FİRMASI
AKDENİZ TOROS FİRMASI GİMDES HELAL SERTİFİKASINI ALDI
İstanbul’da çalışmalarını sürdüren Firma AKTOROS markası ile ürettiği beyaz ve kırmızı et kesimleri,
et köfte,
tavuk köfte,
et döner,
tavuk döner,
sucuk döner,
fermante sucuk,
kavurma ürünlerine Helal sertifika talebi ile yaptığı müracaat gerekli inceleme ve denetimlerden sonra GİMDES Helal sertifikaları firma yetkilisi Ahmet KARAER’e Başkan Dr.H.K. Büyüközer tarafından takdim edildi.
Firma yetkilisi yaptığı konuşmada, bu belgelerle artık daha kolay ihracat çalışmalarını sürdürebileceklerini, bilhassa başta Suudi Arabistan olmak üzere Ortadoğu ülkelerinin yoğun taleplerini karşılayabileceklerini ve ülkemize yeni bir döviz kazandırma kapısını açabileceklerini ifade etmiştir.
GİMDES Helal sertifikası ülkemize ve Firmamıza hayırlı olsun.
14 Nisan 2016 Perşembe
Hutbe :TEVHİD VE VAHDET MEDENİYETİ (15.04.2016 )
İL : GENEL
TARİH : 15.04.2016
TEVHİD VE VAHDET MEDENİYETİ
Aziz Müminler!
Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle
buyurmaktadır:
“Doğrusu sizin ümmetiniz, bir tek
ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim. Öyleyse bana ibadet
ediniz.”
1
İşte bu âyet Müslümanların tek bir ümmet olduğunu
gayet açık bir şekilde bize göstermektedir.
Kardeşlerim!
Müslümanlar, Mekkelilerin baskı ve zulümlerinden
dolayı dinlerini yaşayamaz hale gelmişlerdi. Efendimiz (s.a.s)
onların başka bir diyara göç etmelerine izin vermişti. İslam’ın
bu ilk muhacirlerinin başında Peygamberimizin amcası Ebu
Talib’in oğlu Cafer vardı. Habeş Kralı Necaşi, ülkesine sığınan
bu insanları dinlemek istedi ve onları huzuruna kabul etti.
Cafer ve arkadaşları, içeri girerken gelenekte olduğu üzere
kralın huzurunda secdeye kapanmamışlardı. Necaşi bunun
sebebini sorduğunda, Cafer, “Biz Allah’tan başka kimseye
secde etmeyiz.” şeklinde cevap verdi ve sözlerine şöyle devam
etti: “Ey hükümdar! Biz cahiliye zihniyetine sahip bir
kavimdik. İnsanlıkla bağdaşmayan bütün kötülükleri işlerdik.
Hak ve hukuka riayet etmezdik. Biz bu haldeyken Allah,
içimizden asîl, doğru, güvenilir, iffetli bildiğimiz birini
peygamber olarak gönderdi. O, bizi bir olan Allah’a imana ve
kulluğa davet etti. Doğru söylemeyi, emanete riayeti,
akrabalarla iyi geçinmeyi, komşuları gözetmeyi öğretti. Bütün
kötülük ve günahları, kan dökmeyi, yalan şahitlik yapmayı,
yetim malına el uzatmayı, insan onur ve haysiyetini
zedelemeyi yasakladı. Biz de onu tasdik ettik. Onun haram
kıldıklarını haram, helal kıldıklarını helal kabul ettik. Bundan
dolayı halkımız bize düşman oldu. Biz de senin ülkene
sığındık...”
2
Kardeşlerim!
Bu konuşma İslam’ın tevhid inancını ve vahdet
anlayışını ortaya koyan, İslam medeniyetinin bir tevhid ve
vahdet medeniyeti olduğunu vurgulayan bir konuşmadır.
Resul-i Ekrem’in hayatını, mesajlarını özetleyen bir hitaptır
Cafer-i Tayyar’ın bu konuşması. Bu konuşma Afrika’nın
kararmış idrakini aydınlatan, Necaşi’yi kavmiyle birlikte
Muhammed Mustafa’ya ümmet kılan bir konuşmadır.
Kıymetli Kardeşlerim!
Allah’ın varlığına ve birliğine iman olan tevhid, İslam’ın
özü ve ruhudur. Tevhit, her şeyin tek ve mutlak yaratıcısı olan
Allah’ın yüceliğini ve celalini haykırmaktır. Tevhit, kulluğun
Allah’tan başka hiçbir varlığa yapılamayacağının ilanı ve
imzasıdır.
Tevhid, insanın amaçsız ve gayesiz yaratılmadığını,
yalnız olmadığını, Yaratan’ın ona her şeyden yakın olduğunu
bildirir. İnsana insanlığını hatırlatan tevhid, insanla kâinatın,
akılla kalbin, ruhla bedenin birliğidir, bütünlüğüdür.
Tevhid, soyut bir inanç değildir, aynı zamanda bir
yaşayış biçimidir, bir vahdettir. Aynı Rabbe kul olan
müminlerin, aynı inanç, aynı duygu ve aynı gaye etrafında
kenetlenmesidir. Tevhid, emandır, emniyettir; barıştır,
huzurdur, güvendir.
Kardeşlerim!
İslam medeniyeti, bir tevhid ve vahdet medeniyetidir.
Tevhit ve vahdet medeniyeti, kâinatı Batı-Doğu, Kuzey-Güney
diye bölmez. Tevhit ve vahdet medeniyeti, insanları dil, renk,
coğrafya farklılıklarından dolayı ötekileştirmez.
3
Bu
medeniyetin mensupları, bütün insanları ya hilkatte eş
4
ya
dinde kardeş olarak kabul ederler. Bütün insanlığa, hatta
evrene ve içindekilere şefkat ve merhametle bakarlar; kin,
nefret, intikam gibi duygularla yüreklerini karartmazlar.
Bu medeniyet, Rahman’ın vahdaniyetinde toplumu
birbirine bağlar. Şan, şöhret, makam, mevki, zenginlik ve güç,
ırk ve mezhep, bu medeniyette asla bir üstünlük ölçüsü
değildir. Bu medeniyet, insana bizatihi insan olduğu için değer
verir. Onu erdem ve ahlakına, niyetine, sözüne ve fiillerine
göre değerlendirir.
Aziz Kardeşlerim!
Bugün şiddetin, kargaşanın gölgesinde ortaya çıkan kimi
akımların, İslam’a verdikleri en büyük zarar tevhid ve vahdet
medeniyetini yaralamalarıdır. İslam dünyasının yaşadığı en
büyük sorun, insanı, tarihi, toplumu, kâinatı, medeniyeti
yorumlayan bir ilke olan tevhidin, sadece soyut bir inanca
indirgenmesi çabasıdır. Tevhidin, başkasını tekfir eden bir
ideoloji, vahdetin ötekileştirme zihniyeti olarak algılanmasıdır.
Bu nedenledir ki, bugün İslam coğrafyasında tevhid inancı
vahdete, birliğe dönüştürülememektedir. Geçmişte insanlığa
örnek olan emân ve güven, selâm ve huzur medeniyeti yeniden
inşa edilememektedir.
Kardeşlerim!
Bugün İslâm ümmeti olarak İslâm diyarlarını yeniden
ilim, hikmet ve marifet yurduna dönüştürmek için hep birlikte
çalışalım. İslâm coğrafyasında barış ve huzuru, merhamet ve
şefkati, kardeşlik ve dostluğu, hak ve adaleti, ahlak ve fazileti
yeniden egemen kılalım. Bunu başarabilmenin yolunun da
Kerim Kitabımızın rahmet yüklü mesajlarına, Efendimizin
eşsiz örnekliğine sımsıkı sarılmaktan geçtiğini unutmayalım.
İnsanlığı diriltmek için, insanlığı yaşatmak için, insanlığı
yüceltmek için gelin birlik olalım.
Hutbemi, her gün namazlarımızda okuduğumuz ve
tevhid inancımızı ikrar ettiğimiz Fâtiha suresinin şu âyetlerinin
meali ile bitirmek istiyorum:
“Rabbimiz! Yalnız sana ibadet
eder ve yalnız senden yardım dileriz. Bizi doğru yola,
kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet; gazaba
uğrayanların ve sapıtanların yoluna değil!”
5
Muhterem Müminler!
Diyanet İşleri Başkanlığı, İl Müftülüğümüz ve Sivil
Toplum Kuruluşlarıyla birlikte tertip edilen 2016 Yılı Kutlu
Doğum Ana Programı 17 Nisan Pazar günü saat 20:00’de
Bakırköy Sinan Erdem Spor Salonunda yapılacaktır. Diyanet
İşleri Başkanımız Sayın Prof. Dr. Mehmet GÖRMEZ
hocamızın da bir konuşma yapacağı Kutlu Doğum Programına
cemaatimiz davetlidir.
1
Enbiyâ, 21/92.
2
İbn Hanbel, I, 202.
3
İbn Hanbel, V, 411.
4
Tirmizî, Menâkıb, 74.
5
Fâtiha, 1/5-7.
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
istanbul müftülügü hutbeler
ankara Müftülügü hutbeler
izmir müftülügü hutbeler.
Hz. Peygamber, Tevhid ve Vahdet (15.04.2016)
Hz. Peygamber, Tevhid ve Vahdet
(15.04.2016)
“Lâ İlâhe İllallah” diyerek kelime-i tevhidi samimi bir şekilde gönlüyle tasdik, diliyle ikrar eden ve tevhid inancını benimseyen muvahhid kardeşlerim! Cumanız mübarek olsun.
Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Rabbiniz Allah’tır. O’ndan başka ilâh yoktur. O, her şeyin yaratıcısıdır. Öyle ise O’na kulluk edin. Güvenilip dayanılacak tek varlık O’dur.”1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “İnsanlar, Âdem'in çocuklarıdır. Âdem de topraktan yaratılmıştır.”2
Kardeşlerim!
Peygamber Efendimizin dünyayı teşriflerinin yıldönümü olan yeni bir Kutlu Doğum Haftası’na daha girmiş bulunuyoruz. Diyanet İşleri Başkanlığımız, yüce dinimizin tevhid inancı ve vahdet anlayışına dikkat çekmek ve bu konuda bir bilinç oluşturmak amacıyla bu hafta içerisinde “Hz. Peygamber, Tevhid ve Vahdet” temasını gündeme taşıyacaktır.
“İnsanlığı diriltmek, insanlığı yaşatmak ve insanlığı yüceltmek için gelin birlik olalım!” çağrısıyla Peygamberimiz (s.a.s)’in ortaya koyduğu örneklik çerçevesinde, tevhid ve vahdet konusu bütün yönleriyle ele alınacaktır. İnsanlığın topyekûn sıkıntılı süreçlerden geçtiği şu günlerde, parçalanan zihinlerin, yaralanan gönüllerin tamirine katkı sağlayacağını ümid ettiğimiz Kutlu Doğum Haftanızı tebrik ediyorum.
Aziz Müminler!
Tevhid, Yüce Rabbimizin varlığını ve birliğini gönülden tasdik etmek ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmamaktır. İnsanın yaratılış gaye ve hikmeti tevhide dayanır. Bütün peygamberler, tevhid inancını yeryüzünde yaymak ve egemen kılmak üzere gönderilmiştir. Onlar bu uğurda çetin mücadeleler vermişler, ağır imtihanlara tabi tutulmuşlardır. Tevhid inancının son elçisi olarak Yüce Rabbimiz, Efendimiz (s.a.s)’i görevlendirmiştir. Âlemlere rahmet Peygamberimiz, Allah’ın varlığını ve birliğini tüm insanlığa yeniden tebliğ etmiştir. Yalnızca Allah’a kul olmaya ve insanca bir yaşayışa çağırmıştır. Rahmet peygamberi, kısa bir sürede şirk toplumundan bir olan Allah’a iman eden muvahhit bir toplum inşa etmiştir. Onun Mekke’de yaktığı tevhid meşalesi her geçen gün yayılmıştır. Öyle ki bu meşale ile karanlıklar, aydınlığa; zulüm, adalete; kin ve nefret, şefkat ve merhamete dönüşmüştür.
Kardeşlerim!
Efendimiz (s.a.s), sadece tevhid inancını değil, beraberinde vahdet anlayışını da getirmiştir. Bu anlayış, Ensar ve Muhacir arasında zirveye çıkan kardeş olma, birlik olma, bütün olmaya dair en nadide örnekleri insanlığa takdim etmiştir.
Tevhid, sadece bir inanç ve düşünce sistemi değildir, aynı zamanda bir hayat tarzı ve yaşama biçimidir. Tevhid inancının bireysel hayattaki tezahürü, bu inancın gerektirdiği şekilde yaşamaktır. Rabbimize, kendimize, çevremize, kâinata karşı sorumluluğumuzun bilincinde olmaktır.
Tevhid inancının toplumsal hayattaki karşılığı ise vahdettir. Vahdet; kardeşlik, dostluk, sevgi, saygı, yardımlaşma, dayanışma ve paylaşmadır. Birlikte yaşama şuuruna sahip olmaktır, ortak değerler etrafında kenetlenmektir, ortak ideallere yönelmektir. Vahdet, tevhidin sancağı altında toplanmaktır, Allah yolunda her türlü çıkar ilişkisini terkederek Müslümanların bölünüp parçalanmasını engellemek için var gücümüzle çalışmaktır.
Kıymetli Kardeşlerim!
Özelde Müslümanların, genelde ise bütün insanlığın tarihin en buhranlı günlerini geçirdiği şu süreçte bizlere büyük görevler düşmektedir. Hak ve adalet yolunda, zalimin karşısında yekvücut olmak biz Müslümanların en önemli görevlerindendir. Ancak bunu başarabilmemiz, her şeyden önce birbirimizin mezhebini, meşrebini, ırkını, dilini, coğrafyasını ve ideolojisini değil, İslam’ın tevhid ve vahdet anlayışını esas almakla mümkündür.
Kardeşlerim!
Kutlu doğumunu idrak ettiğimiz Peygamberimiz (s.a.s.)’in getirdiği tevhid dininin ve rahmet yüklü evrensel mesajların; bütün Müslümanların vahdetine, birliğine, dirliğine ve huzuruna vesile olmasını Yüce Rabbimizden niyaz ediyorum. İnsanlığın, merhamet dini İslam’ın rahmet ve adaletinden hiçbir zaman nasipsiz kalmamasını, Kutlu Doğum Haftasının, toplumumuzda Peygamber Efendimize duyulan sevgi ve bağlılığın perçinleşmesine vesile olmasını diliyorum.
Hazırlayan: Hutbe Komisyonu
1. En’âm, 6/102.
2. Tirmizî, Menâkıb, 74.
Hutbe: Der Prophet, Einheit und Eintracht (15.04.2016)
Der Prophet, Einheit und Eintracht
(15.04.2016)
Meine lieben Geschwister, die das Glaubensbekenntnis "La ilahe illallah" aufrichtig von ihren Herzen her bestätigen, mit ihren Zunge aufsagen und diesen Glauben der Einheit "Tauhid" verinnerlichen! Sei ihr Freitag gesegnet.
In dem rezitierten gnadenreichen Vers gebietet unser erhabener Herr Allah: „Dies ist Allah, euer Herr. Es gibt keinen Gott außer Ihm, dem Schöpfer aller Dinge. So dient ihm alleine. Er ist der Hüter aller Dinge.“1
Im rezitierten Hadis sagt unser Prophet (s): “Die Menschen sind Kinder Adams (s). Und Adam ist aus Erde geschaffen.”2
Meine Geschwister!
Wir befinden uns in der Woche der segensreichen Geburt, in dem wir das Jubiläum der Ankunft unseres Propheten (s) auf die Welt begehen. Für dieses Jahr hat das Präsidium für Religionsangelegenheiten das Motto als “Der Prophet, Einheit (Tauhid) und Eintracht (Wahdat)” festgelegt, um die Aufmerksamkeit auf das Verständnis des Einheitsglaubens und der Eintracht unserer erhabenen Religion zu lenken und ein Bewusstsein hierzu zu entwickeln.
Mit dem Aufruf: “Kommen sie, lassen sie uns eins sein um die Menschheit aufzuerwecken, am Leben zu erhalten und zu verherrlichen!” wird das Thema im Rahmen der Vorbildhaftigkeit unseres Propheten, der Einheit und Eintracht mit all ihren Aspekten thematisiert werden. An diesen Tagen, wo die Menschheit als Ganzes solch bedrückende Prozesse erlebt, hoffe ich, dass die segensreiche Woche der Geburt des Propheten die zerrissenen Seelen und verwundeten Herzen heilt und gratuliere ihnen zu dieser Woche.
Geehrte Gläubige!
Die Einheit (Tauhid) ist, die Existenz und Einheit unseres Herren Allah vom Herzen zu bestätigten und ihm Nichts beizugesellen. Das Schöpfungszweck sowie die Schöpfungsweisheit des Menschen geht auf die Einheit (Tauhid) zurück. Alle Propheten wurden gesandt, um den Einheitsglauben auf der Welt zu verbreiten und vorherrschend zu machen. Sie haben auf diesem Wege harte Kämpfe durchgeführt und wurden hart geprüft. Als letzten Repräsentanten des Einheitsglaubens (Tauhid) hat unser erhabener Herr Allah den Propheten Muhammad (s) berufen. Unser Barmherzigkeitsprophet für alle Welten hat die Existenz und Einheit Allahs an die ganze Menschheit verkündet. Er hat die Menschen nur dazu aufgerufen, Diener Gottes zu sein und zu einem menschlichen Leben aufgerufen. Der Barmherzigkeitsprophet hat innerhalb einer kurzen Zeit aus einer Gesellschaft der Beigesellung eine Gesellschaft aufgebaut, die an den einen Allah glauben und den Einheitsglauben verinnerlicht haben. Seine in Mekka entfachte Fackel der Einheit (Tauhid) verbreitete sich von Tag zu Tag, so dass diese Fackel die Dunkelheit auf Helligkeit, die Unterdrückung auf Gerechtigkeit, den Haß und Gräuel auf Erbarmen und Barmherzigkeit wandelt.
Meine Geschwister!
Unser Prophet (s) hat nicht nur den Einheitsglauben, sondern auch das Verständnis der Eintracht (Wahdat) gebracht. Dieses Verständnis hat der Menschheit die rarsten Beispiele für Geschwisterlichkeit, Einheit und Eintracht gezeigt, die ihren Gipfel bei den Helfern (Ansar) und Auswandernden (Muhadschirun) erreichte.
Die Einheit (Tauhid) ist nicht nur ein Glaubens- und Denksystem, sondern gleichzeitig eine Lebensart und Lebensweise. Die Wiederspiegelung des Einheitsglaubens im persönlichen Leben ist es, entsprechend der Erfordernisse dieses Glaubens zu leben und im Bewusstsein unserer Verantwortung gegenüber unserem Herren Allah, uns selbst, unserer Umwelt und dem Universum zu sein.
Die Wiederspiegelung des Einheitsglaubens (Tauhid) im gesellschaftlichen Leben ist die Eintracht. Eintracht ist Geschwisterlichkeit, Freundschaft, Liebe, Respekt, gegenseitige Hilfe, Solidarität und Teilen. Es ist das Bewusstsein, gemeinsam zu Leben, sich um gemeinsame Werte herum anzuklammern und sich auf gemeinsame Ziele hinzuwenden. Eintracht ist, sich unter der Flagge der Einheit (Tauhid) zusammenzusammeln, sich auf dem Wege Allahs von allen Vorteilsbeziehungen abzuwenden und mit allen Kräften für die Verhinderung der Abspaltung und Zersplitterung der Muslime zu arbeiten.
Meine werten Geschwister!
An diesen krisengeplagesten Tagen der Geschichte für die Muslime im Besonderen und für die ganze Menschheit im Allgemeinen kommen in diesem Prozess große Aufgaben auf uns zu. Eines der wichtigsten Aufgaben von uns Muslimen ist es, auf dem Wege des Rechts und der Gerechtigkeit und gegenüber den Unterdrückern als Einheit zu stehen. Allerdings ist es nur dann erfolgreich umzusetzen, wenn nicht die Rechtsschulen, die Lebensart, Volkszugehörigkeit, Sprache, Region und Ideologie voneinander, sondern das Einheits- und Eintrachtsverständnis des Islam als Grundlage genommen wird.
Meine Geschwister!
Ich wünsche von unserem erhabenen Herren Allah, dass die erlebte segensreiche Geburtswoche des Propheten zur von ihm gebrachten Botschaft der Religion der Einheit (Tauhid) und zur universalen Botschaft der Barmherzigkeit in Eintracht, Einheit, Wohlstand und Wohlergehen aller Muslime beiträgt. Ich wünsche, dass die Menschheit niemals enthoben von der Barmherzigkeit und Gerechtigkeit des Islams, der Religion der Barmherzigkeit, ist und dass die segensreiche Geburtswoche Anlass für die Verfestigung der Liebe und Loyalität an unseren Propheten sein möge.
1 Koran, al-An’am, 6/102
2 at-Tirmidhi, Manaqib, 75
2016-04-15
Alle Rechte vorbehalten. Kein Teil des Werkes darf in irgendeiner Form ohne schriftliche Genehmigung der DITIB reproduziert, vervielfältigt oder verarbeitet werden.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)