islami konular, soru cevaplar, güncel hutbeler,almanca hutbe, türkce hutbe, mübarek gün ve geceler hakkinda.
31 Mart 2017 Cuma
RECEB AYININ FAZÎLETİ
RECEB AYININ FAZÎLETİ
Peygamber Efendimiz (aleyhissalâtü vesselâm) Şa‘bân hilâlini gördüğünde: Allâhü Teâlâ’ya, Receb ve Şa‘bân ayını bereketli kılması ve Ramazân’a ulaştırması için duâ ederdi. Peygamberimizin bu duâsı sâlih amellerin işleneceği fazîletli vakitlere ulaşmak için duâ etmenin müstehab olduğuna delildir.
Selef-i sâlihîn (Ashâb-ı Kirâm ve Tâbiîn) efendilerimiz Ramazân orucu tutmak yahut hacdan dönmek gibi sâlih bir amel işledikten sonra ruhlarını teslim etmeyi arzu ederler ve “Kim bu hal ile ölürse günahları bağışlanmış olur.” derlerdi.
Sâlihlerden bir zât Receb ayından önce hastalandı. “Ben Allâhü Teâlâ’ya vefâtımı Receb ayına kadar te’hîr etmesi için duâ ettim. Zîrâ Allâhü Teâlâ’nın bu ayda cehennemden âzâd ettiği kulları olduğunu işittim” dedi. Cenâb-ı Hak onun duâsını kabûl etti ve o zât, Receb ayında vefât eyledi.
Muhakkak Receb ayı hayır ve bereket aylarının anahtarıdır. Ebûbekir Verrâk (rh.) dedi ki: Receb ayı ziraatin ekileceği, Şa‘bân ayı sulanacağı, Ramazân-ı şerîf ise ziraatin hasad edileceği aydır. Receb ayı rüzgâr, Şa‘bân ayı bulut, Ramazân-ı şerîf ise yağmur gibidir.
Sene ağaç gibidir. Receb ayı yaprak açma zamanı, Şa‘bân ayı tomurcuk zamanı, Ramazân-ı şerîf meyve verme zamanıdır. Mü’minler de bu meyveleri toplarlar.
Receb ayının Allâh’ın ayı olması onun şeref ve fazîletini gösterir. Haram aylardandır. Öyleyse onun hakkına riâyet etmeli, onu ibâdetlerle geçirmeli ve günahlardan sakınmalıdır. (Fezâilü’ş-şühûr ve’l-eyyâm, Abdülgânî Nablûsî)
Bu ayda oruç tutmak tavsiye edilmiştir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurdular ki:
“Receb ayından bir gün oruç tutan bir sene oruç tutmuş gibi olur. Kim Receb ayından yedi gün oruç tutarsa cehennemin yedi kapısı ona kapanır. Kim bu aydan sekiz gün oruç tutarsa cennetin sekiz kapısı ona açılır. Kim on gün oruç tutarsa Allâhü Teâlâ istediği şeyi muhakkak ona verir...” (Şuabü'l-Îmân, Beyhakî)
30 Mart 2017 Perşembe
Freitagspredigt Hutba: Der Segen des Hadsch(31.03.2017)
Freitagspredigt
Hutba: Der Segen des Hadsch
29. März 2017 Tasbih Grün Schwarz
Tasbih Grün Schwarz
Verehrte Muslime!
Der Hadsch ist eine Ibâda, die jeder gesunde und wohlhabende Muslim einmal im Leben antreten muss. Während des Hadsch besucht die Gläubigen das „Haus Allahs“, bitten ihn um Vergebung und suchen seine Nähe. Im Koran heißt es: „Und das Anrecht Allahs über den Menschen ist es, dass ein jeder, der den Weg zu bewältigen vermag, zum Hause pilgere.“[1] Denn: Wer die Pilgerfahrt gewissenhaft durchführt, dem vergibt Allah seine Sünden.
Amr ibn al-Âs (r) überliefert: „Als ich mit der Hilfe Allahs beschlossen hatte, Muslim zu werden, kam ich zum Propheten und sagte: ‚Reiche mir die Hand, damit ich den Treueschwur leisten kann.‘ Er reichte mir seine Hand, und ich ergriff sie. Der Prophet fragte: ‚Was ist mit dir, oh Amr?‘ Ich sagte: ‚Ich habe eine Bedingung.‘ Er fragte: ‚Wie lautet deine Bedingung?‘, worauf ich entgegnete: ‚Ich erwarte, das mir deine Vergebung zuteil wird.‘ Unsere Prophet sagte daraufhin: ‚Wisse wohl, der Islam reinigt und tilgt, was vor dem Islam ist, die Auswanderung reinigt und tilgt, was vor der Auswanderung ist, und die Pilgerfahrt reinigt und tilgt, was vor der Pilgerfahrt geschehen ist.‘“[2]
Liebe Geschwister!
Der Hadsch ist einer der verdienstvollsten Ibâdas überhaupt. Abû Hurayra (r) überliefert: „Unser geliebter Prophet wurde gefragt: ‚Welche Tat ist am verdienstvollsten?‘ Er antwortete: ‚Der Glaube an Allah und seinen Propheten.‘ Daraufhin wurde er gefragt: ‚Was danach? ‘ Er antwortete: ‚Das Bemühen auf dem Wege Allahs.‘ Daraufhin wurde wieder gefragt: ‚Was kommt danach?‘, worauf er antwortete: ‚Die gewissenhaft durchgeführte und angenommene Pilgerfahrt.‘“[3]
Verehrte Muslime!
Der Hadsch ist mit großen Anstrengungen verbunden. Wenn wir uns entschlossen haben, den Hadsch oder die Umra durchzuführen, sprechen wir vor der Abreise folgendes Duâ: „Oh Herr! Erleichtere sie für uns! Oh Herr! Nimm sie von uns an.“ Dies zeigt, mit welchen Anstrengungen wir während dieser Ibâda rechnen müssen. Es zeigt auch, wie wichtig es ist, die Regeln der Pilgerfahrt genau einzuhalten, da es viele Dinge gibt, die sie ungültig machen können. Deshalb müssen wir uns gut vorbereiten. Es wird empfohlen, bei der Reise die besten und sichersten Transportmittel zu verwenden, verlässliche Freunde als Weggefährten zu wählen und mit dem besten Veranstalter zu reisen.
Unsere Hadsch- und Umra-Organisation blickt auf 50 Jahre Erfahrung zurück. Alhamdulillah. Mit ihren Hotels, ihrem erfahrenen Team und den zahlreichen Veranstaltungen in Mekka und Medina hat sie sich einen Namen gemacht. Wir raten unseren Geschwistern, die den Hadsch oder die Umra durchführen möchten, nicht länger zu zögern. Sie sollten sich sobald wie möglich an die zuständigen Personen wenden und sich für den Hadsch bzw. die Umra anmelden, damit sie von der langjährigen Erfahrung der IGMG Hadsch- und Umra-Organisation profitieren können.
[1] Sure Âli Imrân, 3:97
[2] Muslim, Sahîh, 1/78, Hadith Nr: 336
[3] Buhârî, Sahîh, 5/398, Hadith Nr: 1422
IGMG Hutbe: Hac İbadetinin Faziletleri(31.03.2017)
Hutbe: Hac İbadetinin Faziletleri
Aziz ve Muhterem Müminler!
Dinimizin beş büyük ibadetinin en büyüklerinden birisi olan hac ibadeti, mali gücü ve sağlığı yerinde olan her bir Müslüman üzerine farzdır. Nitekim Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur: “Ona bir yol bulabilenlerin Beyt’i haccetmesi Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır.”[1]
Değerli Kardeşlerim!
Hac ibadeti, amellerin en faziletlilerinden birisidir. Ebû Hureyre (r.a.) anlatıyor: “Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e hangi ameller aha faziletlidir?” diye soruldu. Peygamberimiz, ‘Allah ve resulüne iman etmektir.’ buyurdu. Soran kişi, ‘Sonra hangisidir?’ dedi. Efendimiz, ‘Allah yolunda cihat etmektir.’ diye cevap verdi. ‘Sonra hangisidir?’ diye sorulunca. Peygamber Efendimiz, ‘Şartlarına riayet edilerek yapılan mebrur (makbul) hacdır.’ buyurdu.”[2]
Aziz Müslümanlar!
“Hac meşakkattir.” denilmiş ve bu ibadetin zorluğuna dikkat çekilmiştir. Hac ve umre ibadetlerine niyet ederken “Ya Rabbi! Onu bana kolay kıl, onu benden kabul et” diye dua ile niyetlerimizi tamamlarız. Bu da bu ibadetlerin edasında ne denli zorluklarla karşılaşılabileceğine ve onların kabul edilmesine ne çok engellerin olabileceğine işaret kabul edilmiştir. Bundan dolayı da karşılaşılacak meşakkatlerin aza indirilmesi ve bu ibadetlerin kabul edilmesini kolaylaştıracak tedbirlerin alınmasına ihtiyaç vardır. Bu tedbirler noktasında, bu hayırlı yolculuğa çıkarken güçlü sefer vasıtaları, sağlam yol arkadaşları ve bu meşakkatleri aza indirecek güvenilir organizenin seçilmesi dinimizin tavsiyelerindendir.
Allah’a hamdolsun ki, yarım asra yakındır, bu mukaddes ibadetleri Kur’an ve sünnet çerçevesinde eda ettirme tecrübesine sahip bir hac ve umre organizesine sahip bulunmaktayız. Otel hizmetleriyle, idareci tecrübesiyle, Mekke ve Medine irşad programlarıyla hac ve umrede aranılan marka hâline geldik. Dolayısıyla ömürlerinde bir defa üzerlerine hac farz olmuş olan kardeşlerimiz, beklemeden bir an önce kararlarını vermeli, kayıtlarını bölge idarelerimize acilen yaptırmalı ve bu kutlu yolculukta İslam Toplumu Millî Görüş Hac Umre organizesinin tecrübeli hizmetlerinden yararlanma fırsatını yakalamalısınız. Cenâb-ı Hak şimdiden bütün kardeşlerimizin hac ve umrelerini mebrur ve makbul eylesin.
Duyuru:
Kıymetli Kardeşlerim!
Bildiğiniz gibi Türkiye’de 16 Nisan’da gerçekleşecek seçimlerde yurt dışı seçmenler de 27 Mart-9 Nisan tarihleri arasında oy kullanabilecekler. Teşkilatımız, bundan önce de gerek içinde yaşadığımız ve ikinci vatanımız olan ülkelerdeki seçimlere, gerek Avrupa Parlamentosu gibi ulusaşırı seçimlere, gerekse de anavatanımız Türkiye’deki seçimlere katılım noktasında yıllardır aynı açık pozisyona sahip oldu. İslam Toplumu Millî Görüş teşkilatları, oy kullanmanın en temel vatandaşlık sorumluluğu olduğu gerçeğinden hareketle mensuplarının seçimlere katılımını teşvik etmektedir. Bunun yanında siyasi katılımın sadece sandığa gitmekle bitmeyeceğini, mensuplarımızın her türlü siyaset yapım sürecine katılımlarının bilinçli bir yurttaşlığın da en temel bileşeni olduğunu senelerdir yinelemekteyiz. Türkiye’deki seçimler öncesinde de bu pozisyonumuzu siz değerli kardeşlerimize yeniden hatırlatmayı gerekli görüyorum. Üyelerimiz, idarecilerimiz ve mensuplarımız referandumda demokratik haklarını kullanmalı ve yurt dışında yaşayan Türkiye kökenlilerin de Türkiye’nin geleceği hakkında söyleyecek sözleri olduğunu açık bir şekilde ortaya koymalıdır. Mensuplarımızın Türkiye’nin geleceği için belirleyici olan bu seçimlerde en doğru kararı vereceklerine inancımız tamdır.
Kıymetli Kardeşlerim!
Camilerimizde siyasi tercihler üzerinden ayrışma ve münakaşalara yer yoktur. Bizler her koşulda birbiriyle ünsiyetini muhafaza eden, tartışma adabına sahip bir geleneğin temsilcileri olmalıyız. Bilhassa referandum öncesinde ve seçim sürecinde aklımızda tutmamız gereken en önemli husus, 17 Nisan sabahı yüz yüze bakacağımız olmalıdır. Kardeşlerimizi inciten, kıran, dışlayan bir dil kullanmak teşkilatımızın mensuplarına yakışmayacağı gibi, demokratik seçimlerin kendi ruhuna da aykırı olacaktır. Referandum sürecinde kardeşliğimizi bozacak her türlü yaklaşımdan şiddetle kaçınalım ve teşkilatımızın kardeşlik ruhuna yakışmayan söz ve eylemlerden bilhassa uzak duralım.
Sevgi, kardeşlik ve muhabbeti temel esas kabul eden teşkilatımızın mensuplarının bu minvalde hareket edeceğine inancımız tamdır. Her bir kardeşimize yürekten teşekkür ediyor ve hepinizi Allah’a emanet ediyoruz.
[1] Âl-i İmrân suresi, 3:97
[2] Buhârî, Sahih, 5/398, H. No: 1422
igmg hutbeler, igmg hutbe, igmg2017 hutbeler,igmg almanca hutbe
Diyanet Hutbeler: Yetimi ve Yoksulu Gözetmek, İhlaslı Olmak (31.03.2017)
Yetimi ve Yoksulu Gözetmek, İhlaslı Olmak
(31.03.2017)
Değerli Mü’minler!
Her gün namazlarımızda okuduğumuz bazı sureler vardır. Bunlardan birisi de Maun Suresidir.
Yüce Rabbimiz bu surede şöyle buyurmaktadır: „Gördün mü, dini yalanlayanı! İşte o, yetimi itip kakan, yoksula da yedirmeyi özendirmeyen kimsedir. Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, Onlar namazlarıyla gösteriş yaparlar. Ufacık bir yardıma bile engel olurlar.”[1]
Bu sure-i celilede başta müşriklerden ve onların özelliklerinden bahsedilirken, surenin devamında ise münafıklara ve onlara has özelliklere temas edilmektedir.
Nitekim İslam’ın ilk dönemlerinde Mekke’deki müşrikler kimsesiz ve yardıma muhtaç durumda bulunan yetimleri küçümseyerek onları dışlıyor, yoksullara yardım etmedikleri gibi başkalarının da yardım etmesini engelliyorlardı.
Medine’deki münafıklar ise namazları ihlas ve samimiyetle değilde gösteriş için, başka gayeler için kılıyorlardı. Sadece insanların yanında namaz kılarlar, yalnız kaldıklarında ise namazı terk ederlerdi.
Kıymetli Müminler!
İslam’da asıl olan iman ve ihlastır. Nitekim ibadetlerimizde iman ve ihlas, tevhid ilkesinin ibadetteki yansımasıdır. Zira Allah, ancak samimiyetle sadece kendisi için ve rızası gözetilerek yapılan ameli kabul eder.[2] Müslüman, çevresine duyarsız kalamaz, yetimi ve yoksulu itip kakamaz. Kişisel yarar gözetmeksizin başkasına faydalı olmaya çalışarak toplumsal dayanışmanın oluşmasına ve sürdürülmesine büyük önem verir.
Namazında ve diğer ibadetlerinde gafil olmaz. Gösteriş ve riyadan uzak durur.Yalnız başına dahi olsa kendisini her daim gözeten bir Rabbinin olduğunu bilir. Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça iyiliğe asla erişemezsiniz[3] bilinciyle sosyal dayanışma ve yardımlaşmayı hayatının temel ilkesi haline getirir.
Kardeşlerim!
Dinin insanlığa yönelik en büyük hedefi insanlar arasında sevgi ve dayanışmayı, paylaşmayı sağlamak, mutlulukların paylaşıldığı gibi sıkıntıların da paylaşıldığı bir insanlık bilinci oluşturmaktır. Bu bakımdan Maun suresinde bir taraftan Allah´a karşı gerçek anlamda kulluk görevlerini yerine getirmeyenler eleştirilirken diğer taraftan da gerçek dindarları yetim ve yoksullara yardım etmeye özendirmekte; ihtiyaç sahiplerine yardım konusunda başkalarını teşvik etmenin gereği vurgulanmaktadır.
Değerli Kardeşlerim!
Sonuç olarak gerçek kurtuluşa ermek için gösterişten uzak, iman ve ihlas ile hem Allah’a hem de insanlara karşı görevlerini yerine getiren bir Muslüman profiline ihtiyacımız var.
Hutbemi Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in bir duası ile bitirmek istiyorum:
“Allahım! Senden hidâyet, takvâ, iffet ve gönül zenginliği isterim.”[4]
Abdulkadir Millidere
Darmstadt Merkez Cami Din Görevlisi
[1] Maun, 107/1-7
[2] N3142 Nesai, Cihad, 24 (Hadislerle İslam)
[3] Ali İmran, 92
[4] M6904, Müslim, Zikir, 72 (Hadislerle İslam)
almanca hutbe, almanya diyanet hutbe, diyanet hutbeleri, hutbeler 2017,
Freitagspredigt: Sich den Waisen und Bedürftigen annehmen und fromm sein (31.03.2017)
Sich den Waisen und Bedürftigen annehmen und fromm sein
(31.03.2017)
Verehrte Gläubige!
In unseren Ritualgebeten gibt es einige Suren, die wir täglich rezitieren. Eine dieser Suren ist die Sure Maun.
Der erhabene Allah sagt in dieser Sure: “Siehst du (nicht) denjenigen, der das Gericht für Lüge erklärt? Das ist derjenige, der die Waisen zurückstößt und nicht zur Speisung des Armen anhält. Wehe nun den Betenden, denjenigen, die auf ihre Gebete nicht achten, denjenigen, die dabei (nur) gesehen werden wollen; und die Hilfeleistung verweigern!”1
Am Anfang dieses Kapitels wird von den Polytheisten und deren Eigenschaften gesprochen. Darauffolgend werden die Heuchler und deren spezifische Eigenschaften erwähnt.
In den Anfangszeiten des Islams grenzten die Polytheisten die alleinstehenden und bedürftigen Waisenkinder in Mekka verachtend aus. Genau wie sie selbst den Waisen nicht halfen, verhinderten sie die Hilfe anderer Personen.
Die Heuchler in Medina verrichteten die Gebete nicht in Aufrichtigkeit und Loyalität, sondern trugen ihr Gebet zur Schau und beteten für andere Zwecke. Sie beteten nur in Anwesenheit von Menschen, wenn sie allein waren, setzten sie das Gebet aus.
Verehrte Gläubige!
Die Essenz des Islams ist der Glaube und die Aufrichtigkeit. Glaube und Aufrichtigkeit in unseren Gottesdiensten sind schließlich die Ausdruck des Prinzips der Einheit. Denn Allah akzeptiert nur die Taten, die nur für Ihn und nur zum Erzielen Seines Wohlwollens durchgeführt werden.2 Einem Muslim darf seine Umwelt nicht gleichgültig sein. Er darf den Waisen und Bedürftigen nicht übel behandeln. Ohne persönliche Vorteile bezwecken zu wollen, legt der Muslim großen Wert darauf und bemüht sich, für Andere nützlich zu sein, damit sich die gesellschaftliche Solidarität etabliert und nachhaltig besteht.
Der Muslim ist in seinem Gebet und in seinen sonstigen Gottesdiensten nicht nachlässig. Er hält sich fern von Vortäuschung und Scheinheiligkeit. Auch wenn er allein ist, weiß er, dass Allah ihn jederzeit beobachtet. Mit dem Vers: „Ihr werdet die Güte nicht erreichen, bevor ihr nicht von dem ausgebt, was euch lieb ist,“3 ruft sich der Gläubige Solidarität und Hilfsbereitschaft ins Bewusstsein und macht diese zu Grundprinzipien seines Lebens.
Meine Geschwister!
Gerichtet an die Menschheit ist das größte Ziel der Religion, Liebe, Solidarität und Partizipation zwischen den Menschen zu gewährleisten. So wie sich die Freude vermehrt wenn man sie teilt, ist es auch ein hohes Ziel der Religion, ein Menschheitsbewusstsein herzustellen, wodurch Nöte durch Teilen gelindert werden. Aus dieser Sicht werden in der Sura al-Maun diejenigen kritisiert, die ihre Aufgaben gegenüber Allah nicht erfüllen. Auf der anderen Seite werden die wahrhaft frommen Menschen ermuntert, Waisen Bedürftigen zu helfen; sowie die Notwendigkeit betont, andere Personen zur Hilfe bedürftiger Personen zu motivieren.
Meine verehrten Geschwister!
Letztendlich brauchen wir das Profil eines Muslims, der sich von Scheinheiligkeit fernhält und seine Aufgaben sowohl gegenüber Allah als auch gegenüber den Menschen erfüllt, um zur wahren Erlösung zu gelangen.
Ich beende meine Predigt mit einem Bittgebet unseres Propheten (s): “O Allah! Ich wünsche mir von Dir Rechtleitung, Frömmigkeit, Schamhaftigkeit und Reichtum des Herzens.”4
Abdulkadir Millidere
Religionsbeauftragter, Darmstadt Zentralmoschee
1 Koran, al-Maun, 105/1-7
2 N3142 Nesai, Cihad, 24 (Hadislerle Islam)
3 Koran, Ali Imran, 3/92
4 M6904, Müslim, Zikir, 72 (Hadislerle Islam)
2017-03-31
Alle Rechte vorbehalten. Kein Teil des Werkes darf in irgendeiner Form ohne schriftliche Genehmigung der DITIB reproduziert, vervielfältigt oder verarbeitet werden.
Freitagspredigt, almanca hutbe, almanya hutbeler, ditib hutbe,
ankara müftülügü Hutbe: Rağbetimiz Rabbimize Olsun (31.03.2017)
31.03.2017 Rağbetimiz Rabbimize Olsun
http://www2.diyanet.gov.tr/DinHizmetleriGenelMudurlugu/SiteAssets/Lists/DuyurularListesi/NewForm/31.03.2017%20Ra%C4%9Fbetimiz%20Rabbimize%20Olsun.pdf
http://ankara.diyanet.gov.tr/Sayfalar/ContentsWithoutImage.aspx?ContentCategory=hutbeler&MenuCategory=Kurumsalankara müftülügü hutebler, izmir müftülügü hutbeler, istanbul müftülügü hutbeler,
RECEB AYINDA KILINACAK NAMAZ
RECEB AYINDA KILINACAK NAMAZ
Receb'in 1'i ile 10'u arasında 10 rek'at, 11'i ile 20'si arasında 10 rek'at ve 21'i ile 30'u arasında 10 rek'at kılınacak Hâcet Namazı vardır. Bunların üçünün de kılınış şekli aynıdır. Yalnızca namazların sonlarında okunacak duâlarda fark vardır
Bu 30 rek'at namazı kılanlar, hidâyete ererler. Bu namazı kılanın kalbi ölmez. Bu 30 rek'at namaz Resûlullâh Efendimizin (s.a.v.) berberi Selmân-ı Pâk (r.a.) Hazretleri tarafından rivâyet edilmiştir.
Bu namazlar, akşamdan sonra da, yatsıdan sonra da kılınabilir. Fakat, cuma ve pazartesi gecelerinde ve bilhassa teheccüd vaktinde kılınması daha faziletlidir.
Kılınışı: Hâcet Namazı'na şu niyetle başlanır:
“Yâ Rabbi, teşrifleriyle dünyâyı nûra gark ettiğin Efendimiz hürmetine, sevgili ayın Receb-i Şerif hürmetine, beni feyz-i ilâhîne, afv-ı ilâhîne, rızâ-yı ilâhîne nâil eyle, âbid, zâhid kulların arasına kaydeyle, dünyâ ve âhiret sıkıntılarından halâs eyle, rızâ-yı şerifin için” Allâhü Ekber.
Her rek'atte 1 Fâtiha, 3 Kul yâ eyyühe'l-kâfirûn, 3 İhlâs-ı şerif okuyup 2 rek'atte bir selâm verilir. Böylece 10 rek'at tamamlanır.
• İlk on gün içinde kılınan namazdan sonra, 11 defa “Lâ ilâhe illallâhü vahdehû lâ şerike leh, lehü'l-mülkü ve le-hü'l-hamdü yuhyi ve yümit, ve hüve Hayyün lâ yemûtü bi-yedihi'l-hayr ve hüve alâ külli şey'in kadir” okunup duâ edilir.
• İkinci on gün içinde yani Receb'in 11'i ile 20'si arasında kılınan 10 rek'atten sonra, 11 defa: “İlâhen Vâhıden Ehaden Sameden Ferden Vitran Hayyen Kayyûmen dâimen ebedâ” okunup duâ edilir.
• Üçüncü on gün içinde, yani Receb'in 21'i ile 30'u arasında kılınan 10 rek'atten sonra da 11 kere: “Allâhümme lâ mânia limâ a'tayte, velâ mu'tıye limâ mena'te, velâ râdde limâ kadayte, velâ mübeddile limâ hakemte, velâ yenfeu ze'l-ceddi minke'l-ceddü. Sübhâne Rabbiye'l-Aliyyi'l-a'le'l-Vehhâb, Sübhâne Rabbiye'l-Aliyyi'l-a'le'l-Vehhâb, Sübhâne Rabbiye'l-aliyyi'l-a'le'l-Kerimi'l-Vehhâb, Yâ Vehhâbü yâ Vehhâbü yâ Vehhâb” okunur ve duâ edilir. (Duâ ve İbâdetler, Fazilet Neşriyat)
قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: إِنَّ فِي الْجَنَّةِ نَهْرًا يُقَالُ لَهُ : رَجَبٌ أَشَدُّ بَيَاضًا مِنَ اللَّبَنِ وَأَحْلَى مِنَ الْعَسَلِ مَنْ صَامَ يَوْمًا مِنْ شَهْرِ رَجَبٍ سَقَاهُ اللهُ مِنْ ذَلِكَ النَّهْرِ. (الجامع الصغير)
Resûlullâh Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) buyurdular: “Muhakkak ki cennette Receb denilen ve sütten daha beyaz, baldan daha tatlı bir nehir vardır. Kim Receb ayında bir gün oruç tutarsa Allâhü Teâlâ ona bu nehirden içirir.” (Hadîs-i Şerîf, Süyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr)
29 Mart 2017 Çarşamba
SILA-İ RAHİM: AKRABA İLE MÜNASEBETİN ADABI
SILA-İ RAHİM: AKRABA İLE MÜNASEBETİN ADABI
Resûlullah Efendimiz Muhammed Mustafa (sallallâhü aleyhi ve sellem) buyurdular: “Akrabalarınızdan kendilerini ziyaret edeceğiniz kimseleri öğreniniz. Çünkü akrabayı ziyâret etmek, âile içinde muhabbete, malda zenginliğe ve ömürde de uzamaya sebep olur.” (Hadîs-i Şerîf, Sünen-i Tirmizî)
1- Kişi akrabasını arada bir ziyâret edip, onların hâl ve hatırlarını sormalıdır. Habîb-i Ekrem Efendimiz (s.a.v): “Ey Ebû Zer zaman zaman ziyaret et ki muhabbet artsın.” buyurmuşlardır. O halde akrabaya mümkün ise, haftada bir veya ayda bir yahut yılda bir kere ziyarete gitmelidir. Ziyaret mümkün değilse onlara hediye veya mektub yahut selâm göndermelidir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.): “Bir selâm göndererek de olsa akrabalarınızın hâlini hatırını sorunuz” buyurdular.
2- Kendi kabilesi ve yakın akrabasıyla yardımlaşma ve dayanışma içinde olmalıdır. İhtiyaçları için akrabalarına külfet olmamalıdır. Onların üzüntülerine üzülmeli, neşelerine sevinmelidir. Musibet anında taziyeye, sevinçli anında da tebrike gitmeli, bayram günlerinde birbirini ziyaret etmelidirler. Onlar gelince kalkıp güzel yüzle karşılamalı, giderken kapıya kadar uğurlamalıdır.
3- Akrabasının ihtiyaçlarını yerine getirmelidir. Zira onları reddetmek, işlerini görmemek sıla-ı rahmi kesmektir. Yakın akrabayla görüşmeyi iyi ayarlamalı; çok gidip usandırmamalı veya gitmeyip hasrette bırakmamalıdır. Her gün görüşmekle muhabbetleri azalıp hürmetleri kalkarak münasebetlerin kesilmesine sebep olmasın diye akraba ile komşu olmak iyi görülmemiştir. Hadîs-i şerîfte: “Hak Teâlâ sıla-ı rahim yapanı vasl eder, keseni kat’ eder.” buyurulmuştur. Yani: Kim yakın akrabasını ziyaret ve himâye ederek sıla-ı rahim yaparsa Allâhü Teâlâ onun ibâdetlerini kabul eder. Sıla-ı rahimi terk ederse ona gazap eder ve yüz çevirir, demektir.
4- Babasından sonra amcasını, büyük kardeşini ve dayısını saymalı, onları itaat ve hizmette babası yerinde tutmalıdır. Onlar da, ona şefkat ve merhamette evladı gibi muamele etmelidir.
5- Annesinden sonra halasını ve teyzesini annesi yerinde tutmalıdır. Onlar da ona ikram ve şefkat etmelidirler.
6- Akrabanın eziyetlerine katlanıp acı sözlerini yutmalı, hastalarını ziyaret etmeli, cenazelerine gitmeli ve vasiyetlerini tutmalıdır. Çünkü akrabalar birbirinden sıla-i rahim ve ikram beklerler. Aksi halde kırgınlığa sebep olur. Akrabasından belâya uğrayanlara ve onların evlatlarına vefalı olmalıdır.
Kaynak : Marifetnâme
Çok Yiyen İbadetten Lezzet Alamaz
Çok Yiyen İbadetten Lezzet Alamaz
Zünnûn-i Mısrî Hazretleri: “Midesi yemekle dolu olan kimsede hikmet durmaz” buyurmuştur.
İbrahim bin Edhem (k.s.) anlattı:
Lübân dağında pek çok evliyâullah ile görüştüm. Hepsi bana dediler ki: “İnsanlara şu dört şeyi nasîhat et:
• Çok yiyen ibâdet lezzetini hissedemez.
• Çok uyuyan ömrünün bereketini göremez.
• Dâima insanları razı etmek için çalışan Rabbi’nin rızasına kavuşamaz. Her iş Allah rızâsı için olmalıdır.
• Mâlâyânî ve fuzûlî kelâmı (boş sözü) çok olan dînini koruyamaz. Yani çok konuşanın hatası da çok olur, bilmeden küfre düşürecek bir söz söyleyip -Allah saklasın-dinden bile çıkabilir.”
Evliyâdan Sehl-i Tüsterî Hazretleri: “Bu dört şeye riâyet eden bütün hayırlara kavuşur” buyurmuştur.
Evliyâdan bazıları “Açlık bizim sermayemizdir” demişlerdir. Yani kalbin kasvetten, katılaşmaktan kurtulması, ibâdetin lezzeti ve ledünnî ilim hep oruçla ve sabırla elde edilir, demektir.
Lâkin burada kasdedilen az yemek, vücudu zayıflatan ve ibâdetten âciz bırakan açlık değildir. Zira insanın vücudu onun bineğidir, ona yumuşak davranmak gerektir.
Peygamberimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) buyurdular: “İnsanoğlu midesinden daha zararlı bir kap doldurmamıştır.
İnsanoğluna belini doğrultacak birkaç lokma kâfîdir.Mutlaka yemesi gerekirse, midesinin üçte birini yemeğe, üçte birini içmeye, üçte birini de nefes alıp vermeye bırakmalıdır
(Hâdimî, Eyyühe’l-Veled Şerhi)
28 Mart 2017 Salı
REGÂİB KANDİLİ
REGÂİB KANDİLİ
Receb-i şerifin ilk cuma gecesi Regâib Kandili'dir. Bu geceye Regâib denilmesi, melekler bu geceye çok rağbet ettikleri içindir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurdu ki:
“Receb'in ilk cuma gecesinden gâfil olmayınız. Çünkü bu geceye melekler Regâib ismini vermiştir. Bu gecenin üçte biri olduğunda gökyüzünde ve yeryüzünde hiçbir melek kalmaz, hepsi Ka'be'de ve onun etrâfında toplanır.
Cenâb-ı Hak hâllerine muttali' olur ve ‘Ey meleklerim! Dilediğinizi benden isteyiniz.' buyurur. Onlar da: ‘Ey Rabbimiz! Senden Receb ayında oruç tutanları bağışlamanı istiyoruz.' derler. Allâhü Teâlâ “Bağışladım” buyurur.
Bu gece, Hz. Âmine'nin âlemlere rahmet olan âhir zaman peygamberi Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.)'e hâmile olduğunu anladığı gecedir.
Bu gecenin feyiz ve bereketinden istifâde etmek için bu geceyi ibâdet ve tâatla ihyâ etmelidir.
RECEB AYI İCTİMÂ I, RU’YET VE BAŞLANGICI
Hicrî Kamerî 1438 yılı Receb ayı ictima‘ı (28 Mart Salı) günü Türkiye yaz saati ile 06.57'dir.
Ru'yet, ise (28 Mart Salı) Türkiye yaz saati ile 19.46'dır.
Hilâl'in görüldüğü yerler: Atlas Okyanusu, Portekiz, İspanya, Mısır, Libya, Fas, Cezayir, Mali, Gine, Gana, Burkina Faso, Brezilya, Peru, Küba, Venezüella, Surinam.
Hilâl; Türkiye, Almanya, Avusturya, Arap yarımadasından görülemeyecektir.
Hilâl'in görüldüğü günü takip eden 29 Mart Çarşamba günü de Receb ayının 1. günüdür.
ATALAR SÖZÜ:
Altını mihenk taşında, insanı iş başında denerler.
Varsa hünerin her yerde yerin (övün), yoksa hünerin her yerde yerin (dövün).
Amelsiz âlim, yemişsiz ağaç gibidir.
İSİMLERİMİZ: Erkek: Musa, Kız: Muazzez
REGÂİB GECESİ VE BU GECEDE YAPILACAK İBÂDETLER
REGÂİB GECESİ VE BU GECEDE YAPILACAK İBÂDETLER
Receb-i Şerîf'in ilk cuma gecesi, Regâib Gecesi'dir. Bu geceyi oruçlu olarak karşılamalıdır.
Regâib gecesi, akşamla yatsı arasında 12 rek'at Hâcet namazı kılınır. İki rek'atte bir selâm verilerek kılınan bu namazda, Fâtiha'dan sonra her rek'atte 3 İnnâ enzel-nâhü... ile 12 İhlâs-ı şerîf okunur.
Namazdan sonra, 7 Salât-ı Ümmiyye okunup secdeye varılır. Salât-ı Ümmiyye şudur: “Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedini'n-Nebiyyi'l-ümmiyyi ve alâ âlihî ve sahbihî ve sellim.”
Secdede 70 defa:
“Sübbûhun Kuddûsün Rabbünâ ve Rabbü'l-melâiketi ve'r-Rûh” okunur. Secdeden kalkıp bir defa:
“Rabbiğfir verham ve tecâvez ammâ ta'lem. İnneke ente'l-e'azzü'l-ekrem.” okunur. Tekrar secdeye varılıp yine 70 defa:
“Sübbûhun Kuddûsün Rabbünâ ve Rabbü'l-melâiketi ve'r-Rûh” okunur.
Secdeden sonra duâ edilir. Duâda Allâh'a şu şekilde ilticâ etmelidir:
“Allâhümme bârik lenâ Recebe ve Şa'bâne ve belliğnâ Ramazân.”
Regâib Gecesi'nin gündüzünde, yani Cumâ günü öğle ile ikindi arasında 2 rek'atte bir selâm verilerek 4 rek'at teşekkür namazı kılınır. Her rek'atte 1 Fâtiha, 7 Âyetü'l-Kürsî, 5 İhlâs-ı şerîf, 5 Kul eûzü birabbi'l-felak, 5 Kul eûzü birabbi'n-nâs sûreleri okunur. Namazdan sonra:
25 defa “Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhi'l-aliyyi'l-azîmi'l-kebîri'l-müteâl”,
25 defa “Estağfirullâhe'l-azîm ve etûbü ileyk” diyerek istiğfâr ve sonra da duâ edilir. (Duâ ve İbâdetler, Fazilet Neşriyat)
İSİMLERİMİZ: Erkek: Atıf, Kız: Elif
REGÂİB KANDİLİ
REGÂİB KANDİLİ
REGÂİB KANDİLİ canli yayin,regaib kandili canli tv den izle, canli tv izle, kandil özel program canli izle, canli kandil ptpgrami, kandil özel, kandil kecesi tv den izle
http://www.kanal7.com/yasam/regaip-kandili-ozel
http://www.kanal7.com/yasam/regaip-kandili-ozel regaib kandili namazi,regaib namazi, regaib kandili nedemek,
http://www.kanal7.com/yasam/regaip-kandili-ozel
http://www.kanal7.com/yasam/regaip-kandili-ozel
27 Mart 2017 Pazartesi
Alkollü içkilerin dinimizdeki yeri nedir,
Alkoliğin, kabrinden kalkarken, iki gözü arasında, “Bu Allah’ın rahmetinden mahrumdur” yazısı görülür.
İçki, Dinimiz ve Sağlığımız
Sual:
Şarabın, alkollü içkilerin, sağlığa faydalı olduğu, dozunda içki içmenin günah olmadığı söyleniyor. İçkinin dinimizdeki yeri nedir?
CEVAP
Kur’an-ı kerimde, hadis-i şeriflerde hamr kelimesi geçer.
Hamr = alkollü içkidir. İçkinin, çeşitli hastalıklara yol açtığı, aklı azalttığı, karaciğeri bozduğu, beyni ve sinirleri harap ettiği, ilmi olarak defalarca tespit edilmiştir.
Bir kimse, müslüman olmasa bile, sağlığa olan zararından dolayı içkiden uzak durmalıdır!
Müslüman ise, sağlığa hiç zararı olmasa da, tek damla içmemelidir.
Kur’an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:
(Ey iman edenler, içki, kumar, putlar, fal okları şeytanın necis işleridir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan, içki ve kumar ile aranıza düşmanlık ve kin sokmak, sizi Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık hepiniz vazgeçin!) [Maide 90,91]
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İçkinin haram olduğuna dair kesin hüküm indi.) [Müslim]
(İhtimar [alkol teşekkül] etmiş her içki haramdır.) [Ebu Davud]
(Çoğu sarhoş eden içkinin, azını da içmek haramdır.) [Nesai]
(İçkide ilaç özelliği yoktur. Hastalık yapar.) [Müslim]
(İçki, bütün kötülüklerin başıdır.) [Taberani]
(İçki kötülük doğurur.) [Beyheki, Ruzeyn]
(İçki her kötülüğün anahtarıdır.) [İbni Mace]
(Allah’a ve ahirete inanan içki içmesin, içki içilen sofraya da oturmasın!) [Taberani]
(İçkiden sakının! Ağaç dal budak saldığı gibi, içki de, kötülük saçar.) [İbni Mace]
(İçki, günahların en büyüğüdür, her kötülüğün ve her günahın anasıdır.) [Taberani]
(İçki içenin haya perdesi yırtılır, şeytan ona yoldaş olur, her kötülüğe sevk eder ve her iyilikten alıkoyar.) [Taberani]
(Alkoliğin, kabrinden kalkarken, iki gözü arasında, “Bu Allah’ın rahmetinden mahrumdur” yazısı görülür.) [Deylemi]
(Rahmet melekleri, sarhoştan uzak durur.) [Bezzar]
(İçki içenin, kıyamette yüzü kara, dili sarkıktır, pis kokusundan herkes kaçar.) [Zevacir]
(Bir zaman gelir ki, içkinin adı değiştirilip helal sayılır.) [İ. Ahmed]
(İçki, zinadan kötüdür.) [R.Nasıhin]
(Allahü teâlâ, içki içene, içirene, alıp satana, yapana, saklayana, taşıyana, kendisine götürülene ve parasını yiyene lanet etti.) [İbni Mace]
(Emanete hıyanet edilir, zekat ceza gibi istenmeyerek verilir, aşağı kimseler, başa geçer, zalimlere şerrinden korkulduğu için iyilik edilir, içkiler içilir, çalgılar çalınır ve sonra gelenler [türediler] öncekileri kötülerse, çeşitli felaketlere maruz kalırlar.) [Tirmizi]
(Bir kral, bir adamı tutup “içki, katillik, zina ve domuz eti yemekten birini seç, yoksa seni öldüreceğim” der. Adam içkiyi seçer. Onu içince hepsini de yapar.) [Taberani, Hakim]
(Kötülüklerin hepsi kilitli bir yerdedir. Bu yerin anahtarı içkidir. İçki içen, o kapıyı açıp içine düşer.) [Abdürrezzak]
(Bütün kötülükler bir yere toplanmıştır. Bu yerin kilidi zina, anahtarı içkidir. Bütün iyilikler de bir yerde toplanmıştır. Bu yerin kilidi namaz, anahtarı abdesttir.) [İslam Ahlakı]
(Eski zamanlarda bir abid, insanlardan ayrı bir yerde ibadet ederken, bunu gören bir kadın, ona gönlünü kaptırır, hizmetçisini gönderir. Hizmetçi, abide gelip; bir şahitlik için sizi çağırıyorlar der. Abid de gider. Birkaç kapı geçerek güzel kadının yanına varır. Kadın, “Ya bu çocuğu öldür, ya benimle zina et veya şu şaraptan iç. Birini yapmazsan bütün gücümle bağırır, seni rezil ederim” der. Abid, bunlardan birini yapmak zorunda kalınca, şaraba razı olur. Şarabı içince sarhoş olur, daha sonra kadınla zina eder, çocuğu da öldürür. Vallahi iman ile şarap bir arada olamaz. Biri diğerini uzaklaştırır.) [İbni Hibban]
(Cenab-ı Hak, zurna, gırnata, ud, def gibi bütün çalgı aletlerini, cahiliyet döneminde tapınılan putları kaldırmamı emredip, kendisinden korkup da içkiyi bırakan mümine Cennet nimetlerini ihsan edeceğini de bildirdi.) [İ. Ahmed]
(Şaraba değişik isimler konup içilir, çalgı ve şarkıcı kadınlar çoğalırsa Allahü teâlâ onları yere geçirir.) [İbni Mace, İbni Hibban]
(Çalgılar çoğalır ve içkiler içilirse, yere batmak, başka kılığa çevrilmek gibi belalar gelir.) [Tirmizi]
(İçki içilir, kötü kadınlar çoğalırsa, erkek erkekle, kadın kadınla yetindiği zaman, çeşitli belalar gelir.) [Beyheki]
(Şarap içenin namazı kırk gün kabul olmaz.) [Tirmizi, Hakim, Nesai]
(Namazı kabul olmaz) demek, namazı boşa gider demek değildir. Namaz borcundan kurtulur, namaz kılmakla kavuşacağı büyük sevaptan mahrum kalır demektir. Namaz kılanın, günahları bırakması kolaylaşır. İçki içen de namaza devam etmelidir.
(Kişi, mümin olduğu halde zina ve hırsızlık edemez, içki içemez. Bunları yapan İslam halkasını boynundan çıkarmış olur. Tevbe ederse, Allahü teâlâ tevbesini kabul eder.) [Nesai]
(Zina eden ve şarap içenin imanı, gömleğin sırttan çıktığı gibi çıkar.) [Hakim]
(İçki ile iman, bir arada bulunmaz, biri, diğerini uzaklaştırır.) [Beyheki]
(İçki içenin kalbinden iman nuru çıkar.) [Taberani]
(Alkolik olan Cennete giremez.) [Hakim]
Her içki içene kâfir denmez. Çünkü Ehl-i sünnet itikadında büyük günah işleyene kâfir denmez. [Vehhabiler, büyük günah işleyene, mesela içki içene, namaz kılmayana, açık gezene kâfir derler. Vehhabiliğin bu yüzden de İslamiyet’le yani ehl-i sünnetle, alakası yoktur.] İslam âlimleri, (Cennete giremez) hadis-i şerifini, (Günahının cezasını çekmeden Cennete giremez) şeklinde açıklamışlardır.
Hep büyük günah işleyen, namaz kılamaz, haramlara önem veremez, Allah korusun imanını kaybedebilir. Bunun için içki içenin ve diğer büyük günahları işleyenin bir gün iman nuru sönebilir. Atalarımız, (Su testisi su yolunda kırılır) demişlerdir. Her su testisi, su yolunda kırılmadığı gibi, her içki içen de imansız ölür denemez. Fakat devamlı işlenen günahlar, insanı küfre sürükler. İçki içenler, namaza önem verip kılmaya devam ederse, içkiyi bırakmaları kolay olur. Kur’an-ı kerimde mealen, (Namaz, her kötülükten alıkoyar) buyuruluyor. (Ankebut 45)
icki harammi?, ickinin haramligi hakkinda,icki günah mi, kumar harammi, kumar oynamak
KASVET-İ KALB: KALP KATILIĞI
KASVET-İ KALB: KALP KATILIĞI
Hakîm-i Tirmizî (rahimehullah) şöyle buyurdu:
“Allâhü Teâlâ'yı zikir, kalbi taze tutar, yumuşatır. Kalp Allâh'ı zikirden uzaklaştığı ve boş kaldığında, nefsin harareti ve şehvetlerin ateşi ile katılaşır ve kurur, âzâlar ibadetten geri kalır. Bu hal uzadığında; kurumuş ağacın dalı nasıl kesilmekten ve ateşte yakılmaktan başka bir şeye yaramazsa kalp de o hâle gelir, katılaşıp kurur. Allâhü Teâlâ bizleri muhâfaza buyursun. Âmin...” (Ravzu’r-reyâhîn, İmam Yafiî)
RECEB-İ ŞERÎF
İdrâk edeceğimiz mübârek Receb ayı, kamerî ayların yedincisidir. “Eşhür-i hurum”dan olan bu ay, Şehrullah yani Allâhü Teâlâ'nın ayıdır. Bu aya oruçlu girmeli ve bu ayda çok ilticâ etmelidir.
Receb ayının 1'inci günü oruç tutanlara 3 senelik, 2'nci günü oruç tutanlara 2 senelik, 3'üncü günü oruç tutanlara ise 1 senelik nâfile oruç sevâbı verilir. Bu, hadîs-i şerîf ile sâbittir. Üç günden sonra her gününe birer ay oruç sevâbı verilir.
Bu ay Cenâb-ı Hakk'a mahsus bir ay olduğu için yalnız Zât-ı İlâhî’yi bildiren İhlâs sûresini çok okumak lâzımdır. Bilhassa bu aya hürmet olarak, ayrıca günde 11 defa İhlâs-ı Şerîf okumalı, tevhîd, istiğfâr ve salevât-ı şerîfeyi ihmâl etmemelidir.
Bu ayda 2 kandil vardır:
1. İlk cuma gecesi “Regâib Kandili”,
2. Yirmi yedinci gecesi “Mi’râc Kandili”dir.
Bu ayın birinci gecesi bir tesbih namazı veya Receb-i Şerîf’in ilk onu zarfında bir defaya mahsus olmak üzere kılınan on rek'at namaz da kılınabilir. Önümüzdeki günlerde bu namazların kılınış şekli anlatılacaktır.
Receb ayında her gün, -başında ve sonunda 7'şer Fâtiha ile- 100 İhlâs-ı Şerîf okumak da çok sevâptır. Bu ayda, mümkün olduğu kadar Hatm-i enbiyâ yapılmalı ve oruç tutulmalıdır.
Bu orucu 13, 14 ve 15'inci günlerinde tutanlar, Eyyâm-ı Bıyz'da oruç tutma sünnetini de yerine getirdiklerinden, nice hastalıklardan şifâ bulurlar. (Duâ ve İbâdetler, Fazilet Neşriyat)
قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: لَا تُكْثِرُوا الْكَلَامَ بِغَيْرِ ذِكْرِ اللهِ فَإِنَّ كَثْرَةَ الْكَلَامِ بِغَيْرِ ذِكْرِ اللهِ قَسْوَةٌ لِلْقَلْبِ وَإِنَّ أَبْعَدَ النَّاسِ مِنَ اللهِ الْقَلْبُ الْقَاسِي. (ت)
Resûlullâh Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) buyurdular: “Allâh’ı zikretmenin haricinde çok konuşmayın. Zira Allâh’ı zikretmenin haricinde çok konuşmak, kalbi katılaştırır. Muhakkak ki insanların Allâhü Teâlâ’dan (onun rahmetinden) en uzak olanı katı kalpli olanlarıdır.” (Hadîs-i Şerîf, Sünen-i Tirmizî)
kap katiligi, kalp katiligi hakkinda, kalp hakinda bilmek istediginiz, kalp nedir,
26 Mart 2017 Pazar
EN BÜYÜK İSTİĞFAR: TESBİH NAMAZI
EN BÜYÜK İSTİĞFAR: TESBİH NAMAZI
Tesbih namazı, bütün vücutla yapılan en büyük tevbe ve istiğfârdır.
Resûl-i Ekrem (s.a.v.), amcaları Hz. Abbâs'a (r.a.) hitâben tesbih namazı ile alâkalı şöyle buyurmuşlardır: “Ey amca! Sana on (çeşit günahını silecek) şey(i) haber vererek ikram etmiş olayım ki, onu işlediğin vakit günahının evveli ve âhiri, yenisi ve eskisi, hata ile ve kasden yapılanı, küçüğü ve büyüğü, gizlisi ve âşikar olanı mağfiret edilmiş olsun. Dört rekat namazı kılarsın... Gücün yeterse bu namazı her gün kıl. Her gün kılamazsan her hafta kıl, her hafta kılamazsan ayda bir kere kıl. Onu da yapamazsan senede bir, onu da yapamazsan ömründe bir kere kıl.”
Tesbih namazı 4 rek'attir. Bu namazda 300 defa şu tesbih okunur:
“Sübhânellâhi velhamdü lillâhi velâ ilâhe illallâhü vallâhü ekber velâ havle velâ kuvvete illâ billâhil-aliyyil-azîm.” Bu tesbih, namaz içinde şu kadar okunur:
15 kere, Sübhâneke'den sonra (Fâtiha'dan önce),
10 kere, zamm-ı sûreden sonra,
10 kere, rükûda, (tesbihlerden sonra)
10 kere, rükûdan kalkınca ayakta (kavmede),
10 kere, birinci secdede, (tesbihlerden sonra)
10 kere, iki secde arasındaki oturuşta (celsede),
10 kere, ikinci secdede. (tesbihlerden sonra).
Birinci rek'atte okunan tesbihlerin adedi 75'tir.
İkinci rek'atte aynı sıra ile yine 75 defa okunur.
Üçüncü ve dördüncü rek'atler de böyle kılınır. Birinci kâdede (oturuşta) tahiyyattan sonra Salli ve Bârik, üçüncü rek'ate kalkınca önce Sübhâneke okunur.
Tesbih namazı, kılınması teşvik edilmiş bir namazdır. Bunu alışkanlık hâline getirmek müstehaptır. Kılmasını bilmeyenlerin istifâde etmesi maksadıyla cemâatle de kılınabilir.
قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: إِذَا مَاتَ أحَدُكُمْ فَقَدْ قَامَتْ قِيَامَتُهُ فَاعْبُدُوا اللهَ كَأَنَّكُمْ تَرَوْنَهُ وَاسْتَغْفِرُوهُ كُلَّ سَاعَةٍ. (كنز)
Resûlullâh Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) buyurdular: “Biriniz öldüğü zaman, kıyâmeti kopmuş demektir. (Öyleyse) Allâhü Teâlâ’ya onu görüyormuşsunuz gibi ibâdet edin ve her an ona istiğfârda bulunun.” (Hadîs-i Şerîf, Kenzü’l-Ummâl)
24 Mart 2017 Cuma
İLK SANCAKTAR: BÜREYDE BİN HUSAYB
İLK SANCAKTAR: BÜREYDE BİN HUSAYB
Resûlullâh Efendimize, Cenâb-ı Hak'tan hicrete izin çıktığı zaman, Hz. Ebûbekr-i Sıddîk ile birlikte Mekke'den gizlice Medîne'ye doğru yola çıkmışlardı. Kureyş kâfirleri de onları bulup getirene büyük mükâfatlar va‘d ettikleri için bu mükâfata tamah eden pek çokları yolları tutmuşlardı. Büreyde bin Husayb da Sehmoğullarından yetmiş süvari ile birlikte, belki rastlarım diye çıkmıştı.
Karşılaştıklarında hidâyet rehberi Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimize: “Siz kimsiniz?” diye sordu. “Ben Muhammed bin Abdullah Resûlullâhım” buyurunca kelime-i şehâdeti söyleyerek yanındakilerle birlikte tamamı îmân ettiler.
Bu sebeple Büreyde (r.a.): “Allâhü Teâlâ'ya hamd ve senâ ederim ki, bizler zorla değil de isteyerek Müslüman olduk” derdi. Ertesi gün Büreyde (r.a.):
“Yâ Resûlallah, yanında liva (sancak) olmaksızın Medîne'ye girmen münâsip değildir” deyip başındaki sarığını mızrağının ucuna bağlamış, Medîne'ye girinceye kadar Livâ-i Muhammedî ile yürümüştür. (Tecrîd-i Sarîh Terc.)
Büreyde Hazretleri Uhud Gazâsı'ndan sonra Medîne'ye yerleşti ve bundan sonraki bütün harblerde Peygamberimizin yanında hazır bulundu. Hudeybiye'de Rıdvân Bey‘ati'nde de bulunmuştur. Sonra Basra'ya ve oradan gazâ için Horasan'a gitti, Merv şehrine yerleşti ve hicretin 62. senesinde Merv'de vefât etmiştir. Horasan diyarında âhirete en son irtihâl eden sahâbîdir. Nesli orada devam etti.
Hz. Büreyde'den rivâyet olundu: Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) buyurdular ki: “Bir yerde vefat eden ashâbım, kıyâmet günü oranın halkı için, muhakkak önlerinden giden bir nur olarak diriltilir.”
Resûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.), Büreyde ve Hakem bin Amr-ı Gıfârî'ye: “Siz ikiniz doğu halkı için iki pınarsınız, doğu halkı sizin ardınızca mahşer meydanına gelirler” buyurmuşlardı. Nitekim ikisi de Merv'de vefât ettiler. (Üsdü'l-Gâbe)
قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: مَنْ حَفِظَ مَا بَيْنَ فُقْمَيْهِ وَفَرْجَهُ دَخَلَ الْجَنَّةَ. (حم )
Resûlullâh Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) buyurdular: “Kim ağzını (haram yemekten ve çirkin sözlerden) korur, namusunu muhafaza ederse cennete girer.” (Hadîs-i Şerîf, Müsned-i Ahmed)
sancaktar, ilk islam sancaktari kim, islam sancagi
Freitagspredigt :Die gesegneten drei Monate und die Nacht der Wünsche (Raghaib) (24.03.2017)
Die gesegneten drei Monate und die Nacht der Wünsche (Raghaib)
(24.03.2017)
Verehrte Gläubige!
Im rezitierten edlen Vers sagt Allah, der Erhabene: “Und wer etwas Böses tut oder sich selbst Unrecht zufügt und hierauf Allah um Vergebung bittet, wird Allah Allvergebend und Barmherzig finden.”1
Allah sei Dank, dass die als gesegnet drei bekannten drei Monate Radschab, Schaban und Ramadan in greifbare Nähe gerückt sind. In der nächsten Woche werden wir am Mittwoch, dem 29. März 2017 die gesegneten drei Monate in denen Allah uns reichhaltig von seiner Barmherzigkeit schenkt, empfangen. Am 30. März werden wir in der Nacht vom Donnerstag auf Freitag die Nacht der Wünsche (Raghaib) begehen. Das Wort Raghaib bedeutet Zuspruch, Begehren, Wunsch und Zulauf. In dieser Nacht sollten wir also folgendes tun; Lassen sie uns alle gemeinsam unsere Wünsche, Begehren und Vorlieben kontrollieren. Lassen sie uns vom Segen und der Gnade dieser gesegneten Nacht maximal profitieren.
Nach dem Beginn des Monats Radschab pflegte der Prophet (s) oftmals das folgende Gebet zu formulieren: “O Allah! Segne für uns (die Monate) Radschab und Schaban und lass uns den Ramadan erleben.”2 Je mehr sich der Fastenmonat Ramadan näher rückte, desto mehr pflegte der Prophet (s) seine Gottesdienste zu vermehren. Auch wir sollten ihn uns zum Vorbild nehmen und in dieser Zeit unsere Hinwendung und unsere Zuwendung zu Allah vermehren.
Kein Mensch, der an den jüngsten Tag glaubt, wird ohne Vorbereitung vor Allah treten mögen. Wenn wir aber unachtsam sind und uns der weltlichen Hektik hingeben, haben wir nicht die Möglichkeit an diese Vorbereitung zu denken. Aus diesem Grund sollten wir besonders in dieser Zeit folgendes Bittgebet, das uns unser Prophet gelehrt hat, ständig wiederholen: “O Allah! Du bist der Vergebende. Du liebst das Vergeben. Vergib auch uns.”3 Damit wir mehr von der spirituellen Atmosphäre der gesegneten drei Monate profitieren können, sollten wir unsere rechtschaffenen Taten vermehren und uns der Armen und Bedürftigen, sowie der Waisen und Halbwaisen annehmen.
Innerhalb der verstreichenden Zeit sollten wir diese gesegneten Tage und Nächte als Warnhinweise erachten. Diese Warnhinweise, die mit der Nacht der Wünsche beginnen, sollten wir aufmerksam verfolgen und dementsprechend handeln. Wir sollten uns so verhalten, dass wir vom Segen und der Gnade des Ramadans profitieren können, der uns die Hoffnung erleben lassen wird, von der Hölle erlöst zu werden.
Möge Allah uns und der islamischen Welt ermöglichen, dass wir den Monat Ramadan ohne Sorgen und in Frieden und Wohl erreichen.
Davut Küskü
Religionsbeauftragter, DITIB Zentralmoschee Wetzlar
1 Koran, an-Nisa, 4/110
2 Ahmad b. Hanbal, Musnad, 1/259
3 at-Tirmidhi, Da´awat 89
2017-03-24
Alle Rechte vorbehalten. Kein Teil des Werkes darf in irgendeiner Form ohne schriftliche Genehmigung der DITIB reproduziert, vervielfältigt oder verarbeitet werden.
23 Mart 2017 Perşembe
Hutbeler:Üç Aylar ve Regaib Kandili (24.03.2017)
Üç Aylar ve Regaib Kandili
(24.03.2017)
Değerli Mü’minler!
Okuduğum ayeti kerimede Yüce Mevla şöyle buyurmaktadır; Kim bir kötülük yapar, yahut kendine zulmeder, sonra da Allah’tan bağışlama dilerse, Allah’ı çok bağışlayıcı ve çok merhamet edici bulur. (1)
Allah’a şükürler olsun ki, üç aylar olarak bilinen Recep, Şaban ve Ramazan aylarına yaklaşmış bulunuyoruz. Yüce Mevlanın rahmetini bol bol ihsan ettiği üç aylara önümüzdeki hafta 29 Mart 2017 Çarşamba günü kavuşacağız. 30 Mart Perşembe’yi Cuma’ya bağlayan gece de Regâib kandilini idrak edeceğiz. Regaib kelimesi, “Rağbet, arzu, istek ve tutku” manasındadır. Bu vesileyle bu gecede bize düşen şudur; Gelin hep birlikte arzularımızı, istek ve tutkularımızı gözden geçirelim. Allah’ın rahmet ve mağfiretinin müminler üzerine bol bol tecelli ettiği bu mübarek gecenin feyz ve bereketinden azami derecede istifade edelim.
Hz. Peygamber (s.a.s) Recep ayı girdikten sonra sık sık, “Allah’ım! Recep ve Şaban’ı bizim için mübarek kıl ve bizi Ramazan’a ulaştır” (2) diye dua ederdi.
Ramazan’a yaklaştıkça ibadetlerini artırır ve Rabbine daha fazla yönelirdi. Bizler de O’nu örnek alarak bu dönemde Rabbimize yönelişimizi ve rağbetimizi artırmalıyız.
Gönülleri aydınlanmış kardeşlerim!
Ahirete inanan hiçbir insan, Allah’ın huzuruna hazırlıksız çıkmak istemez. Fakat gafletle geçirdiğimiz, kendimizi dünya telaşına kaptırdığımız zamanlarda bunu pek düşünme fırsatı bulamayabiliriz. Nasıl geçip gittiğini anlamadığımız ömrümüzde böylesi özel zamanlar işte, kalplerimizin günahlarla ne kadar karardığını, rahmet ikliminde ferahlamaya, mağfiret deryasında arınmaya ne kadar muhtaç olduğumuzu bize hatırlatır. Manevi hayatımıza yeni bir sayfa açabilmemizi sağlar. Asıl yurdumuz ve ebedi mekanımız olan ahiretimizi ne kadar ihmal ettiğimizi bu aylarda daha iyi anlarız.
İşte bu sebeple, Peygamberimiz ’in bize öğrettiği “Allah’ım! Sen affedicisin, affetmeyi seversin, bizleride affeyle” (3) duasını özellikle bu dönemde dilimizden düşürmemeliyiz. Üç ayların manevi ikliminden daha fazla yararlanmak için, iyiliklerimizi artırmalı, fakiri-yoksulu, yetimi-öksüzü daha fazla gözetmeliyiz.
Kıymetli Cemaatimiz!
Akıp giden zaman içinde mübarek gün ve geceleri birer ikaz levhası olarak görmeliyiz. Regaib gecesiyle başlayan bu ikaz levhalarını dikkate alarak ilerlemeli, ona göre yaşamalıyız ki, Cehennem’den kurtuluş ümidini bizlere yaşatacak olan Ramazan’ın rahmet ve mağfiretinden daha fazla istifade edebilelim..
Yüce Rabbimiz bu mübarek günler vesilesiyle, ömrümüzün tamamında “Yalnız Rabbine rağbet et!” (4) emrine uyarak O’na yönelmeyi, her şeyde O’nun rızasını aramayı hepimize nasip etsin. İbadetlerimize daha çok zaman ayırarak Ramazan’a erişmeyi, onun da yaşatacağı maneviyat iklimiyle ömrümüzün kalan kısmını, bize rızasını ve cennetini kazandıracak davranışlarla geçirmeyi
Yüce Mevla cümlemize lutfeylesin.
Rabbimiz, bizleri ve tüm alem-i İslamı, bütün sıkıntılarını arkasında bırakmış olarak, barış ve huzur içinde Ramazana kavuşmayı bizlere nasip eylesin.
Davut Küskü
Ditib Wetzlar Merkez Camii Din Görevlisi
......................................................
1- Nisa, 4/110.
2-Ahmet b. Hanbel, Müsned 1/259.
3-Tirmizi, Da’avât 89.
4-İnşirâh, 94/8.
diyanet hutbe, almanya diyanet hutbe, almanya ditib hutbe, almanca hutbe
Hutbe: HİKMET YÜKLÜ ÖĞÜTLER (24 .03 .2017)
Aziz Müminler! Yüce Rabbimizin, Kur’an-ı Kerim’de bizzat ismini zikrederek yücelttiği şahsiyetlerden biri Lokm...
http://www2.diyanet.gov.tr/DinHizmetleriGenelMudurlugu/HutbelerListesi/Hikmet%20Y%C3%BCkl%C3%BC%20%C3%96g%C3%BCtler.pdf
ankara müftülügü hutbeler, istanbul müftülügü hutbeler, izmir müftülügü hutbeler
http://www2.diyanet.gov.tr/DinHizmetleriGenelMudurlugu/HutbelerListesi/Hikmet%20Y%C3%BCkl%C3%BC%20%C3%96g%C3%BCtler.pdf
ankara müftülügü hutbeler, istanbul müftülügü hutbeler, izmir müftülügü hutbeler
Bir âyete bir servet bağışladı
Bir âyete bir servet bağışladı
Her Müslüman, “Kur’an-ı Kerim’e tâbîyim.” der. Ancak, Ashab-ı Kiram’dan öğreniyoruz ki asıl mesele, bu son mukaddes kitaptan bir ayet duyduğunda malını feda edecek kadar tabi olmaktır.
Bir gün Ashâb-ı Kirâm, Mescid-i Nebevî’de toplanmış, Rasûlullâh’ın feyizli sohbetini dinlemekteydiler. Peygamber Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- bir ara şu âyet-i kerîmeyi tilâvet buyurdular:
َ “Sevdiğiniz şeylerden infâk etmedikçe aslâ “birr”e (yâni hayrın kemâline) eremezsiniz! Her ne infâk ederseniz, Allâh onu hakkıyla bilir.” (Âl-i İmrân, 92)
Derin bir vecd hâlinde Rasûlullâh’ı dinleyen Ashâb-ı Kirâm, bu âyet-i kerîmeyi de kendi iç dünyalarının derinliklerinde hissedebilmenin ve bu ilâhî dâvetin muhtevâsından hareketle, ellerinde ne varsa hepsini infâk edebilmenin muhâsebesine dalmışlardı. Bu mübârek sahâbîlerden biri de Ebû Talha -radıyallâhu anh- idi. Onun Mescid-i Saâdet’e yakın, içinde altı yüz hurma ağacı bulunan kıymetli bir bahçesi vardı ve burayı pek severdi. Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-’i sık sık dâvet edip ikramlarda bulunarak da bahçesini bereketlendirirdi.
ALLAH’IN GÖSTERDİĞİ İSTİKAMET
Ebû Talha -radıyallâhu anh-, bu âyet-i kerîmenin tesiriyle, Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-’e gelerek şöyle dedi: “–Yâ Rasûlallâh! Cenâb-ı Hak kitabında: “Sevdiğiniz şeylerden infâk etmedikçe aslâ “birr”e eremezsiniz!..” (Âl-i İmrân, 92) buyuruyor. Şüphesiz servetim içinde en kıymetli ve bana en sevimli olanı, Beyruhâ diye bilinen bahçemdir. Şu andan itibâren onu Allâh ve Rasûlü’ne bırakıyorum. Umarım ki bu sâyede Rabbim beni birre (hayrın kemâline) ulaştırır ve onu bana âhiret azığı eyler. Yâ Rasûlallâh, artık bu bahçede Allâh’ın sana gösterdiği istikâmette tasarruf et.”
Rivâyetlere göre bu sözlerinin ardından Ebû Talha -radıyallâhu anh-, bu güzel kararını derhal tatbik etmek için bahçeye gitti. Bahçeye vardığında hanımını bir ağacın gölgesinde otururken buldu. Ebû Talha bahçeye girmedi. Hanımı sordu: “–Yâ Ebâ Talha! Dışarıda ne bekliyorsun? İçeri girsen ya!”
Ebû Talha: “−Ben içeri giremem, sen de eşyanı toplayıp çıkıver.” dedi. Beklemediği bu cevâb üzerine hanımı şaşkınlıkla sordu: “–Neden yâ Ebâ Talha! Bu bahçe bizim değil mi?”
Ebû Talha: “–Hayır, artık bu bahçe Medîne fukarâsınındır.” diyerek, âyet-i kerîmenin müjdesini ve yaptığı fazîletli infâkı sevinç ve neşe içinde anlattı.
Hanımının: “−Bahçeyi ikimiz nâmına mı, yoksa şahsın için mi bağışladın?” suâline de: “−İkimiz nâmına” diye cevap veren Ebû Talha, bu sefer hanımından huzur içinde şu sözleri dinledi: “–Allâh senden râzı olsun Ebû Talha! Etrafımızdaki fakirleri gördükçe aynı şeyi düşünürdüm de sana söylemeye bir türlü cesaret edemezdim. Allâh hayrımızı kabul buyursun. İşte ben de bahçeyi terk edip geliyorum!” Ebû Talha’ya bu fedâkârlığı yaptıran ahlâk-ı hamîdenin ruhlarda kökleşmesi hâlinde ortaya çıkacak güzelliğin, insanlık sathında revaç bulmasıyla yeryüzünde nasıl bir asr-ı saâdet ikliminin oluşacağını tahmin etmek hiç de zor değildir.
https://yukarikayalar.wordpress.com/
Ashâb-ı Bedir HÂRİS BİN SIMME (R.Anh)
Ashâb-ı Bedir HÂRİS BİN SIMME (R.Anh)
Ensâr'dan ve Hazrec kabilesinin Mebzûl oğullarındandır. Künyesi Ebû Sa‘d'dır. Peygamberimiz (s.a.v.) onu Suheyb-i Rûmî (r.a.) ile kardeş kılmıştı.
Bedir Gazâsı'na Resûlullâh Efendimizle çıkmış ise de, Ravhâ denilen yerde kazâ ile bir azası kırıldığından Peygamberimiz onu geri göndermiş, lâkin ganimetten pay vermişti. Uhud Gazâsı'nda bulunarak sebât edenlerdendi. Hatta Uhud'da, Osman bin Abdullah'ı öldürünce zırhını, miğferini ve kılıcını almış, Resûl-i Ekrem Efendimiz de aldıklarını ona vermişlerdir. O gün Hazret-i Hâris'den (r.a.) başkasına öldürdüğü kimsenin eşyaları verilmemiştir.
Hâris (r.a.), Uhud Gazâsı'nda Peygamber Efendimize ölünceye kadar onu koruyacağına dâir bey‘at etmişti.
Şöyle anlattı: Uhud Gazâsı'nda Şı‘b mevkiinde Resûlullah Efendimizin yanında idim. Bana:
“Abdurrahman bin Avf'ı gördün mü?” buyurdular,
“Evet, Yâ Resûlallah! Dağın bir tarafında idi, müşrik askerleri üzerine hücûm ediyorlardı. Yanına gitmek istedim, fakat zât-ı âlînizi görünce sizin yanınıza geldim” dedim.
Peygamberimiz (s.a.v.): “İşte onu melekler koruyorlar” buyurdular. Bunun üzerine Abdurrahman'ın yanına vardım, gördüm ki önünde yedi müşrik ölmüş yatıyordu.
“Eline sağlık, bunların hepsini sen mi öldürdün?” dedim. “Ertat bin Şurahbil ile şunu ben öldürdüm. Fakat diğerlerinin öldürüldüğünü gördüğüm halde öldürenleri göremedim” dedi. Bunun üzerine “Sadekallâhü ve Resûlühû: Allah ve Resûlü doğrudur” dedim. (İsâbe)
Hazret-i Ali, Uhud Gazâsı'ndan dönünce kılıcını Hazret-i Fâtıma'ya (r.anhâ) verdi ve: “Şu kılıcıma iyi bak, bugün onunla çok güzel vuruştum” dedi. Resûlullâh Efendimiz (s.a.v): “Âsım bin Sâbit, Sehl bin Hanîf, Hâris bin Sımme de senin gibi güzel vuruştular” buyurdu. (Ebû Ya‘!â)
Hâris Hazretleri, hicretin dördüncü senesi Safer ayında, Bi'r-i Ma‘ûne Vak‘ası'nda, Necidlilere dîni öğretmek için giderken ihânete uğrayıp şehid olan hâfızlardandı. Medine ve Bağdâd'da nesli devam etti. (Radıyallâhü anh) (Üsdü’l-Gâbe)
22 Mart 2017 Çarşamba
Bir âyete bir servet bağışladı
Bir âyete bir servet bağışladı
Her Müslüman, “Kur’an-ı Kerim’e tâbîyim.” der. Ancak, Ashab-ı Kiram’dan öğreniyoruz ki asıl mesele, bu son mukaddes kitaptan bir ayet duyduğunda malını feda edecek kadar tabi olmaktır.
Bir gün Ashâb-ı Kirâm, Mescid-i Nebevî’de toplanmış, Rasûlullâh’ın feyizli sohbetini dinlemekteydiler. Peygamber Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- bir ara şu âyet-i kerîmeyi tilâvet buyurdular:
َ “Sevdiğiniz şeylerden infâk etmedikçe aslâ “birr”e (yâni hayrın kemâline) eremezsiniz! Her ne infâk ederseniz, Allâh onu hakkıyla bilir.” (Âl-i İmrân, 92)
Derin bir vecd hâlinde Rasûlullâh’ı dinleyen Ashâb-ı Kirâm, bu âyet-i kerîmeyi de kendi iç dünyalarının derinliklerinde hissedebilmenin ve bu ilâhî dâvetin muhtevâsından hareketle, ellerinde ne varsa hepsini infâk edebilmenin muhâsebesine dalmışlardı. Bu mübârek sahâbîlerden biri de Ebû Talha -radıyallâhu anh- idi. Onun Mescid-i Saâdet’e yakın, içinde altı yüz hurma ağacı bulunan kıymetli bir bahçesi vardı ve burayı pek severdi. Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-’i sık sık dâvet edip ikramlarda bulunarak da bahçesini bereketlendirirdi.
ALLAH’IN GÖSTERDİĞİ İSTİKAMET
Ebû Talha -radıyallâhu anh-, bu âyet-i kerîmenin tesiriyle, Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-’e gelerek şöyle dedi: “–Yâ Rasûlallâh! Cenâb-ı Hak kitabında: “Sevdiğiniz şeylerden infâk etmedikçe aslâ “birr”e eremezsiniz!..” (Âl-i İmrân, 92) buyuruyor. Şüphesiz servetim içinde en kıymetli ve bana en sevimli olanı, Beyruhâ diye bilinen bahçemdir. Şu andan itibâren onu Allâh ve Rasûlü’ne bırakıyorum. Umarım ki bu sâyede Rabbim beni birre (hayrın kemâline) ulaştırır ve onu bana âhiret azığı eyler. Yâ Rasûlallâh, artık bu bahçede Allâh’ın sana gösterdiği istikâmette tasarruf et.”
Rivâyetlere göre bu sözlerinin ardından Ebû Talha -radıyallâhu anh-, bu güzel kararını derhal tatbik etmek için bahçeye gitti. Bahçeye vardığında hanımını bir ağacın gölgesinde otururken buldu. Ebû Talha bahçeye girmedi. Hanımı sordu: “–Yâ Ebâ Talha! Dışarıda ne bekliyorsun? İçeri girsen ya!”
Ebû Talha: “−Ben içeri giremem, sen de eşyanı toplayıp çıkıver.” dedi. Beklemediği bu cevâb üzerine hanımı şaşkınlıkla sordu: “–Neden yâ Ebâ Talha! Bu bahçe bizim değil mi?”
Ebû Talha: “–Hayır, artık bu bahçe Medîne fukarâsınındır.” diyerek, âyet-i kerîmenin müjdesini ve yaptığı fazîletli infâkı sevinç ve neşe içinde anlattı.
Hanımının: “−Bahçeyi ikimiz nâmına mı, yoksa şahsın için mi bağışladın?” suâline de: “−İkimiz nâmına” diye cevap veren Ebû Talha, bu sefer hanımından huzur içinde şu sözleri dinledi: “–Allâh senden râzı olsun Ebû Talha! Etrafımızdaki fakirleri gördükçe aynı şeyi düşünürdüm de sana söylemeye bir türlü cesaret edemezdim. Allâh hayrımızı kabul buyursun. İşte ben de bahçeyi terk edip geliyorum!” Ebû Talha’ya bu fedâkârlığı yaptıran ahlâk-ı hamîdenin ruhlarda kökleşmesi hâlinde ortaya çıkacak güzelliğin, insanlık sathında revaç bulmasıyla yeryüzünde nasıl bir asr-ı saâdet ikliminin oluşacağını tahmin etmek hiç de zor değildir.
DUÂ ORDUSU, GAZÂ ORDUSUNUN RÛHUDUR
DUÂ ORDUSU, GAZÂ ORDUSUNUN RÛHUDUR
İmâm-ı Rabbânî Hazretleri (k.s.) buyurdular:
Muhakkak ki duâ belâları def eder. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v.):
“Belâyı ancak duâ def eder.” buyurmuşlardır.
Yalnız kılıçla cihadda, belayı def edecek kudret yoktur. Onun için kendilerinde her ne kadar zayıflık ve inkisar olsa da duâ askeri, gaza askerinden daha kuvvetlidir.
Yine duâ askeri, gaza askerinin ruhu gibidir. Gazâ askeri de bu ruhun bedeni gibidir. Bundan dolayı gazâ askeri için elbette bir de duâ askeri lazımdır. Zira ruhsuz bir bedenin canlanıp zafer elde etmesi mümkün değildir... (Mektûbât-ı İmâm-ı Rabbânî, 3/ m. 47)
ZİKRE DÂİR BAZI MESELELER
Harâm işlenen bir yerde, tesbîh (sübhânellâh), tekbîr (Allâhü Ekber) ve Peygamberimize salevât-ı şerîfe okunmaz.
Tüccâr kimsenin malını müşterisine gösterirken satabilmek için meselâ: Şerbetçi'nin, şerbet doldururken ‘Allâhü Ekber' demesi yahut “Allâhümme salli alâ Muhammed” demesi uygun değildir. Zira bununla kasdı sırf para kazanmak ve müşteri celbetmektir.
Bir âlim, cemâate vaaz ederken yahut gâzi, düşman karşısında iken silah arkadaşlarına tesbîh ve tekbîr getirmelerini söylemesinde mahzur yoktur. Zira bunda sırf hürmet ve tazim vardır.
Çarşıda ve pazarda -insanlar dünyâ işleri ile meşgul iken- kişinin sevap kazanmak niyetiyle tesbîh ve tehlîl okuması; (meselâ: Lâ ilâhe illallâhü vahdehû lâ-şerî-ke-leh lehü’l-mülkü velehü’l-hamdü yuhyî ve yümît vehüve Hayyün lâ-yemût bi-yedihi’l-hayr vehüve alâ-külli şey’in kadîr' demesi) güzeldir. (Minhatü’s-sülûk fî-şerhi Tuhfetü'l-mülûk, Aynî)
İSİMLERİMİZ: Erkek: Hâlid, Kız: Hâlide
قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: أَلَا أَدُلُّكُمْ عَلَى مَا يُنْجِيكُمْ مِنْ عَدُوِّكُمْ وَيَدُرُّ لَكُمْ أَرْزَاقَكُمْ؟ تَدْعُونَ اللهَ فِي لَيْلِكُمْ وَنَهَارِكُمْ فَإِنَّ الدُّعَاءَ سِلَاحُ الْمُؤْمِنِ. (ع)
Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) buyurdular: “Dikkat edin! Düşmanınızdan kurtaracak, rızkınızı bollaştıracak şeyi size haber vereyim mi? Gece ve gündüz dâimâ Allâh’a duâ ediniz. Çünkü duâ müminin silahıdır.” (Hadîs-i Şerîf, Müsned-i Ebû Ya’la)
dua nedir, dua hakkinda, dua nasil edilir, dua edecem, duaisz hayat
21 Mart 2017 Salı
RUHLAR ÂLEMİNDE TANIŞANLAR, DÜNYÂDA DA TANIŞIRLAR
RUHLAR ÂLEMİNDE TANIŞANLAR, DÜNYÂDA DA TANIŞIRLAR
Resûlullâh Efendimiz (sallallâhü aleyhi vesellem) buyurdular ki:
“Ruhlar, bölük bölük askerler gibidir. (Ruhlar âleminde) birbiriyle tanışanlar (dünyada da) tanışıp kaynaşırlar, tanışmayanlar da anlaşamazlar.” (Sahîh-i Müslim)
Bâzı âlimler, bu hadîs-i şerîfi şöyle îzâh ederler: “Allâhü Teâlâ ruhları yarattı ve onları dağıttı. Bunlar, Arş'ın etrafında dolaştılar. Orada hangileri birbirleriyle birleşip anlaştı ise, dünyâda da karşılaştıklarında birbirlerini severler.”
Resûl-i Ekrem Efendimiz (sallallâhü aleyhi vesellem) hadîs-i şeriflerinde buyurdular ki:
“Ruhlar, bölük bölük askerler gibidir. Havada karşılaşır ve birbirlerini kokularından bilirler.” (T., el-Mu‘cemü'--Kebîr).
“İki mü'minin ruhları o âna kadar birbirlerini görmediği halde bir günlük yoldan buluşurlar.” (Müsned-i Ahmed)
“Bir meclisde yüz münâfık ve bir mü'min bulunsa, o meclise sonradan gelen mü'min, mü'minin yanına; bir mecliste yüz mü'min ve bir münâfık bulunsa, oraya gelen münâfık, münâfığın yanına oturur.” (Şuabü'l-ımâr)
Mekke-i Mükerreme'de, sözleri ile kadınları güldüren bir hanım vardı. Onun gibi bir kadın da Medîne-i Münevvere'de bulunuyordu. Mekke'deki kadın Medîne'ye geldi, Hz. Âişe (radıyallâhü anhâ) vâlidemizi ziyâret etti ve konuşmaları ile Hz. Âişe'yi de güldürdü. Hz. Âişe (r.anhâ), nerede müsafir olduğunu sordu, kendi gibi güldürücü olan kadında müsafir kaldığını söyledi. Bunun üzerine Hz. Âişe, “Ruhlar bölük bölüktür” hadîs-i şerifini okuduktan sonra: “Resûl-i Ekrem, sözünde sâdıkdır” dedi.(İhyâu Ulûmiddîn)
İSİMLERİMİZ: Erkek: Selman, Kız: Selma
--------------------
قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: اَلْأَرْوَاحُ جُنُودٌ مُجَنَّدَةٌ فَمَا تَعَارَفَ مِنْهَا اِئْتَلَفَ وَمَا تَنَاكَرَ مِنْهَا اِخْتَلَفَ. (ق)
Resûlullâh Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) buyurdular: “Ruhlar, bölük bölük askerler gibidir. (Ruhlar âleminde) birbiriyle tanışanlar (dünyada da) tanışıp kaynaşırlar, tanışmayanlar da anlaşamazlar.” (Hadîs-i Şerîf, Müttefekun aleyh) -
---------------------
ruh nedir, ruhlar alemi, ruh nasil cagrili, ruhumuz nerde, ruh ölürmü
20 Mart 2017 Pazartesi
“DUÂ İBÂDETTİR”
“DUÂ İBÂDETTİR”
Duâ lügatte çağırmak demektir. Sonra duâ, küçükten büyüğe, aşağıdan yukarıya karşı yapılan niyaz ve temennî mânâsına kullanılmıştır.
Duâ, âciz olan kulun her şeye kâdir olan Allâhü Teâlâ’dan ihtiyaç ve arzusunu, fiili, sözü ve hâli ile yalvararak, ihlâs ve ciddiyetle istemesidir.
Duâ, Allâhü Teâlâ’dan af, mağfiret, lütuf ve yardım istemektir ve Allâhü Teâlâ’ya îmânın en büyük ve en güzel delillerindendir.
Duâ ile Allâh’ın kulu olduğumuzu ve ona karşı ihtiyacımızı göstermiş oluruz.
Duâ, kulun Rabb’inden yardım istemesi ve onun merhametine mürâcaât etmesidir.
Duâ, kulun Cenâb-ı Hakk’ın varlığını, azametini, her şeye kâdir olduğunu; kendisinin de âciz ve Rabb’ine muhtaç olduğunu itiraf etmesidir.
Duâ, birçok belâyı kaldırır ve düşmanların şerrinden kurtarır.
Duâ bir ibâdettir. Kur’ân-ı Kerîm’de duâ lafzı çok kere ibâdet mânâsında kullanılmıştır. Mü’min sûresi, 60. âyet-i kerîmede (meâlen): “Hâlbuki Rabbiniz buyurdu: Bana duâ edin, yalvarın ki size karşılık vereyim. Çünkü benim ibâdetimden kibirlenenler yarın hor hakîr olarak cehenneme gireceklerdir.” buyurulmuştur.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de “Duâ ibâdettir.” buyurmuştur.
Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.)’e uyarak her mühim işte kalp huzûru ile kabûlüne inanarak ve son derece tevâzu’ içinde yalvararak duâ etmek gerekir. Her hayırlı işte yalvarmak ve duâ etmekle emrolunduk. Zîrâ mü’min, samîmî duâ ile yardıma, hayır ve berekete nâil olur.
İSİMLERİMİZ: Erkek: Süleyman, Kız: Sümeyye
جَاءَ رَجُلٌ إِلَى النَّبِيِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ: ... أُحِبُّ أَنْ تُسْتَجَابَ دَعْوَتِي قَالَ: اِجْتَنِبِ الْحَرَامَ تُسْتَجَبْ دَعْوَتُكَ. (كنز)
“Bir adam Peygamber Efendimize (sallallâhü aleyhi ve sellem) gelip ‘Duâ(ları)mın kabul olunmasını istiyorum.’ deyince Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Haramlardan sakın, duan kabul olunur” buyurdular.” (Hadîs-i Şerîf, Kenzü’l-Ummâl)
------------------------------------------
dua hakkinda, dua ile ilgili, duanin islamda yeri, dua nedir, nasil dua edilir, dua edecem nasil edeyim, mubarek gecelerde dua
18 Mart 2017 Cumartesi
Takvâ’nın Üç Mertebesi Vardır:
Takvâ’nın Üç Mertebesi Vardır:
1- Şirkten temizlenerek ebedî azaptan korunmak. Fetih sûresinin 26. âyet-i celîlesi buna işâret eder.
2- Büyük küçük bütün günahlardan sakınmak. A‘râf sûresinin 96. âyet-i celîlesi ile bildirilen takvâ budur.
3- Kalbini Mevlâ’dan meşgul edecek her şeyi terketmek. Âl-i İmrân sûresinin 102. âyet-i celîlesi ile emredilen hakîkî takvâ budur.
Hâsılı takvâ, mertebesine göre âhirette zarar göreceği şeylerden kendini korumaktır. Takvâ sâhibine müttakî denir. (Tefsîr-i Beyzâvî)
Abdullah bin Mutarrif (rahimehullâh):
“Sen iki adamla karşılaşırsın, birinin namazı, orucu, sadakası diğerinden daha çoktur, lâkin diğeri az ameli ile ondan daha çok sevap alır” dedi.
“Bu nasıl olur?” diye sordular. Dedi ki:
“Haramlardan ve haram şüphesi olan şeylerden sakınan kimsenin amelinin sevâbı daha çoktur.” (Tefsir-i Taberî) Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurdular:
“Siz şu altı şeyi yapacağınıza söz verin, ben de sizin cennete girmenize kefil olayım:
Konuştuğunuz zaman doğru söyleyin, verdiğiniz sözleri yerine getirin, size bir şey emanet edildiğinde hıyânet etmeyin, namuslarınızı koruyun, gözlerinizi haramdan sakının ve ellerinizi haramdan koruyun.” (Müsnedü’ş-Şihâb)
Resûlullah Efendimiz (s.a.v.) buyurdular:
“Allâhü Teâlâ buyuruyor ki:
“Kulum! Sana farz kıldıklarımı edâ et ki, insanların en âbidi (çok ibâdet edeni) olasın. Sana yasakladıklarımdan uzak dur ki, insanların en verâlısı olasın. Sana verdiğim rızka kanâat et ki, insanların en zengini olasın.” (Mektûbât-ı İmâm-ı Rabbânî)
Hazret-i Ömer (radıyallâhü anh) derdi ki: “Biz (Ashâb-ı Kirâm), bir harâma düşmek korkusuyla dokuz helâli terk ederdik.”
Resûlullah Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) buyurdular:
“Muhakkak Rabbiniz birdir, babanız birdir. Arab’ın Acem’e, Acem’in Arab’a, beyazın siyaha, siyahın beyaza üstünlüğü ancak takvâ (Allah korkusu) iledir.” (Hadîs-i Şerîf, Taberânî, el-Mu’cemu’l-Evsat)
ÇANAKKALE İŞGAL KUVVETLERİ KUMANDANI HAMİLTON’UN RÜYASI
ÇANAKKALE İŞGAL KUVVETLERİ KUMANDANI HAMİLTON’UN RÜYASI
Birinci Dünya Savaşı'nda en şiddetli çarpışmaların olduğu cephe Çanakkale cephesi idi. İtilaf devletlerinin ilk taarruzu Şubat 1915'te olmuştu. Osmanlı ordusu Çanakkale'yi öyle savundu ki müttefik orduları başkumandanı General Hamilton aylar sonra:
“İnsan ruhunu yenmek mümkün olmuyor. Dünyada hiçbir ordu bu kadar uzun müddet ayakta kalamaz. Aylardan beri gece gündüz savaş gemilerimiz mevzilerini bombalıyor. Son derece hırpalanmış Türkleri, onları koruyan Allâh'ından ayırmak için başka ne yapılabilir!” demekten kendini alamamıştı.
İtilaf kuvvetleri Aralık 1915'te Çanakkale'den geri çekilmek ve boğazı terk etmek mecburiyetinde kaldılar.
Osmanlı ordusu, elinde gerekli cephane ve erzak olmamasına rağmen dünyanın en güçlü ordusuna ve en büyük donanmasına imanlı mukavemeti esnasında birçok hârikulâde hâdise meydana gelmiştir. Bunlardan birisini de Çanakkale'de müttefik kuvvetler başkumandanı Hamilton'un rüyasıdır.
Hamilton, Gelibolu Günlüğü isimli hatıralarında gördüğü bir rüyayı şöyle anlatmaktadır:
“2 Eylül 1915: Dün gece çok acayip ve korkunç bir rüya gördüm. İmroz Adası'nda (Gökçeada) çadırımın içinde küçük portatif karyolamda yatmaktaydım. Birdenbire kendimi buz gibi sulara gömülmüş buldum. Birisi beni denizin dibine doğru çekiyordu. Boğuluyordum! İki kuvvetli elin boğazımı sıktığını hissediyordum. Bu iki el beni hem boğuyor, hem de denizin derinliklerine sürüklüyordu. Nefesim kesiliyordu...
Dehşetli bir mücadeleyle kendimi bu iki elden kurtarmaya çalıştım. Bu o kadar sıkıntılı bir boğuşma idi ki, yatağımda güçlükle gözlerimi açtığım zaman, bütün vücudum zangır zangır titremekte idi. Baştan aşağıya kan ter içinde kalmıştım. Boğazımı sıkan iki kuvvetli eli görür gibi oldum. Çadırımın içinde sanki bir hayalet vardı. Fakat yüzü karanlıkta seçilemiyordu. Bu hayal yavaş yavaş silinip gözden kayboldu. Boğazım ferahladı. Rahat nefes almaya başladım.
Çadıra bir düşman mı girmişti?.. Ömrümde bu kadar korkunç bir rüya gördüğümü hatırlamıyorum. Uyandıktan sonra saatlerce bu rüyanın dehşeti içinde kaldım.” (Yedikıta Tarih ve Kültür Dergisi)
قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: ثَلاثَةٌ يَضْحَكُ اللهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِلَيْهِمْ: اَلرَّجُلُ إِذَا قَامَ مِنَ اللَّيْلِ يُصَلِّي وَالْقَوْمُ إِذَا صَفُّوا لِلصَّلَاةِ وَالْقَوْمُ إِذَا صَفُّوا لِقِتَالِ الْعَدُوِّ. (ع)
Resûlullâh Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) buyurdular: “Allâhü Teâlâ şu üç sınıftan râzı olur: Gece namazı kılmak için kalkanlardan, namaz için güzelce saf tutan cemaatten ve düşmanla harbetmek için saf tutan askerlerden.” (Hadîs-i Şerîf, Müsned-i Ebû Ya’lâ)
yeikita dergisi, yedikita, tarih dergisi, tarih,
17 Mart 2017 Cuma
KOĞUCULUK HARAMDIR
KOĞUCULUK HARAMDIR
İnsanlar arasını bozmak için laf getirip götürerek birbirine düşürmeye (nemîme) koğuculuk; bu işi yapan kimseye de nemmâm yani koğucu denilir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.): “Nemîme nedir?” diye sordular. Ashâbı: Allah ve Resûlü daha iyi bilir, dediler. Peygamber Efendimiz (s.a.v.): “İnsanların arasını bozmak için birbirine laf taşımaktır.” buyurdular.
Koğuculuk haramdır, en büyük günahlardan ve cemiyet için en büyük musibetlerdendir. Kaçınılması lazım gelen bir kusur olarak görülmemesi ve insanlar arasında yayılması daha büyük bir felakettir. Koğucu, kabirde azaba uğrar, kıyâmet gününde de Allâhü Teâlâ'nın rahmetinden ümitsiz kalır, cehenneme atılır. Bundan dolayı koğuculuk yapanlar, ölmeden önce yaptıklarına pişman olup tevbe ve istiğfar etmelidir.
FİTNE BÜYÜK GÜNAHTIR
Kölesini satan adam müşterisine:
“Hiç bir kötülüğü ve kusuru yoktur. Fakat koğuculuk yapar (insanlar arasında laf getirir götürür)” dedi. Müşteri bu kötü huyuna ehemmiyet vermeyip onu satın aldı. Bir müddet geçtikten sonra köle, efendisinin hanımına:
“Kocan seni sevmiyor. Başka biriyle evlenmek istiyor. Onun seni sevmesini ister misin?” dedi. Kadın da “Evet” deyince, “Eline bir ustura al ve kocanın sakalından bir tutam kes, getir” dedi. Sonra köle adamın yanına gidip: “Hanımın başka birisini seviyor. Seni de öldürmek istiyor. Bunu gözlerinle görmek istiyor musun?” dedi adam “Evet” deyince “Gece uyuyormuş gibi yap.” dedi.
Adam gece uyuyormuş gibi beklerken hanımı, elinde ustura ile sakalından bir tutam kesmek üzere yanına geldi. Hanımını elinde ustura ile gören adam, kendisini öldürmek için geldiğini zannetti. Hemen elinden usturayı aldı ve hanımını öldürdü. Kadının öldürüldüğünü duyan yakınları gelip onlar da adamı öldürdüler. Daha sonra iki aile arasında kan davası çıktı, birbirlerini öldürdüler. (Tenbîhu'l-Gâfilîn)
قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: لَا يَدْخُلُ الْجَنَّةَ قَتَّاتٌ. (ق)
Resûlullâh Efendimiz Muhammed Mustafa (sallallâhü aleyhi ve sellem) buyurdular: “Koğuculuk eden cennete giremez.” (Hadîs-i Şerîf, Müttefekun Aleyh)
16 Mart 2017 Perşembe
Freitagspredigt (PDF):Allah kennt sowohl das Offenkundige als auch das Verborgene (17.03.2017)
Allah kennt sowohl das Offenkundige als auch das Verborgene
(17.03.2017)
Verehrte Gläubige!
Allah beobachtet uns Menschen in jedem Moment. Er kennt all unsere guten und schlechten Taten, denn Allah kennt sowohl das Offenkundige, als auch das Verborgene.
Diese Realität wird im Kapitel Luqman wie folgt ausgedrückt: “O mein lieber Sohn, gewiß, wäre es auch das Gewicht eines Senfkorns und befände es sich in einem Felsen oder in den Himmeln oder in der Erde, bringt es Allah bei. Gewiß, Allah ist Feinfühlig und Allkundig.”1
Mit seinem Hadis: “Ihsan ist, dass du so deinen Gottesdienst verrichtest, als ob du Allah sehen würdest. Auch wenn du Ihn nicht siehst, sieht Er aber Dich...”2 erklärte unser Prophet (s) die Realität, dass der Mensch bei seinen Gottesdiensten von Allah beobachtet wird.
Geehrte Gläubige!
Allah ist jederzeit mit uns. Diese Situation wird in unserem erhabenen Buch, dem edlen Koran, wie folgt offensichtig erklärt: “Wir haben ja den Menschen erschaffen und wissen, was (alles ihm) seine Seele einflüstert, und Wir sind ihm doch näher als seine Halsschlagader.”3 “Oder meinen sie, daß Wir ihr Geheimes und ihre vertraulichen Gespräche nicht hören? Ja doch, Unsere Boten sind bei ihnen und schreiben (alles) auf.”4 “Sag: Ob ihr verbergt, was in euren Brüsten ist oder es offenlegt, Allah weiß es; Er weiß, was in den Himmeln und was auf der Erde ist. Und Allah hat zu allem die Macht.”5
Unsere Aufgabe ist es, nicht zu vergessen, dass Allah jederzeit mit uns ist und wir verantungsbewusst zu handeln haben.Wenn sich ein Mensch vom Verbotenen fernhält, wenn andere Personen diesen sehen können, aber die selben verbotenen Handlungen begeht, wenn er alleine ist, sollte er die eben genannten Verse nochmals lesen und sich selbst folgendes sagen: Oh mein Ego! Weisst du nicht, dass Allah dich jederzeit sieht und dich in Rechenschaft ziehen wird, egal was du wo getan hast?
Meine verehrten Geschwister!
Wir als Personen, die überzeugt sind, dass Allah uns jederzeit sieht und uns sowohl beim Verborgenen, als auch beim Offenkundigen beobachtet, sollten wir aufrichtig mit unseren Worten und Handlungen sein.
Egal wo wir uns befinden, sollten wir uns niemals von der Güte und Aufrichtigkeit entfernen. Wir sollten uns von Worten und Handlungen fernhalten, über die wir keine Rechenschaft ablegen können.Unsere Gottesdienste, die unsere Verbindung zu Allah herstellen, sollten wir gewissenhaft durchführen. Wir sollten Gutes sprechen, uns gut verhalten und unsere Arbeit gut durchführen.
Gerechtigkeit, Großzügigkeit, Höflichkeit, Vertrauen und Toleranz sind Werte und Tugenden, die den Menschen das Gefühl des Wohls vermitteln und mit denen wir als Vorbild dienen sollten. Nur wenn wir wie beschrieben unsere Religion praktizieren, werden wir in den Genuss des Glaubens und des Islams kommen.
Die DITIB-Predigtkomission
1 Koran, Luqman, 31/16
2 al-Bukhari, Tafsir, 2
3 Koran, Qaf, 50/16
4 Koran, az-Zuhruf, 43/80
5 Koran, Al-i Imran, 3/29
2017-03-17
Alle Rechte vorbehalten. Kein Teil des Werkes darf in irgendeiner Form ohne schriftliche Genehmigung der DITIB reproduziert, vervielfältigt oder verarbeitet werden.
Hutbe:Allah, Açığı da Gizliyi de Bilir (17.03.2017)
Allah, Açığı da Gizliyi de Bilir
(17.03.2017)
Değerli Müminler!
Rabbimiz Allah, biz kullarını her an gözetlemektedir. İyi-kötü yaptıklarımızdan haberdardır. Çünkü Allah açığı da gizliyi de bilir.
Bu gerçek Lokman suresinde şu şekilde ifade edilmektedir: “…Şüphesiz yapılan iş bir hardal tanesi ağırlığında olsa ve bir kayanın içinde yahut göklerde ya da yerin içinde bile olsa, Allah onu çıkarır getirir. Çünkü Allah en gizli şeyleri bilendir, her şeyden hakkıyla haberdar olandır.”1 Peygamber efendimiz (s.a.s) de: “İhsan, Allah'ı görür gibi ibadet etmendir. Sen O'nu görmüyor olsan da O seni görmektedir…”2 hadisiyle, kişinin kulluk görevini yerine getirirken her an Allah’ın gözetiminde olduğu gerçeğini bizlere ifade etmiştir.
Aziz Müminler!
Allah her an bizimle beraberdir. Bu durum Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerimdeki şu ayetlerle açık bir şekilde ifade edilmektedir: “Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona verdiği vesveseyi de biz biliriz. Çünkü biz ona şah damarından daha yakınız.”3 “Onlar, bizim onların sırlarını ve gizli konuşmalarını işitmeyeceğimizi mi sanıyorlar?”4 “(Habibim!) De ki: 'İçinizdekileri gizleseniz de açığa vursanız da Allah onu bilir. Göklerde ve yerde olanları da bilir.”5
Bize düşen görev, Rabbimizin her an bizimle beraber olduğunu unutmamaktır. Sorumlu davranmaktır.
Bir insan kendini gören birileri varken haramlardan uzak duruyor ama yalnız başına olduğu zaman bu haramları işleyebiliyorsa bu ayetleri bir daha okumalı ve kendine: Ey Nefsim! Sen Allah’ın her an seni gördüğünü ve nerede olursa olsun yaptıklarından hesaba çekeceğini bilmez misin? diye seslenmelidir.
O halde Kıymetli Kardeşlerim!
Allah’ın bizi her an gördüğüne ve gizli açık söylediklerimizi bildiğine inanmış kimseler olarak söz ve davranışlarımızda dürüst olmalıyız.
Nerede olursak olalım iyilik ve dürüstlükten asla ayrılmamalıyız. Hesabını veremeyeceğimiz söz ve davranışlardan uzak durmalıyız.
Rabbimizle irtibatımızı sağlayan ibadetlerimizi güzel yapmalıyız. Güzel konuşmalı, güzel davranmalı, işlerimizi de güzel yapmalıyız.
İnsanlarla ilişkilerimizde adalet, cömertlik, nezaket, güven ve hoşgörü gibi karşımızdaki insanlara huzur veren güzel ahlakımızla herkese örnek olmalıyız.
Ancak bu şekilde dinimizi yaşadığımızda gerçek anlamda imanın ve İslam’ın tadını almış oluruz.
DİTİB Hutbe Komisyonu
1 Lokmân, 31/16.
2 Buhârî, Tefsîr, 2.
3 Kâf, 50/16.
4 Zuhruf, 43/80.
5 Âl-i İmrân, 3/29.
Cuma hutbesi indir:Cuma Hutbesi (PDF)
diyanet hutbe, ditib hutbe, ditip hutbe, diyanet almanca hutbeler,
Hutbe:Şehadetin Destanlaştığı Yer Çanakkale (17.03.2017)
17.03.2017 Şehadetin Destanlaştığı Yer Çanakkale
Yüce Rabbimiz, okuduğum âyet-i kerimede şöyle buyurmaktadır: “Önceki ümmetler, gelip geçti. Onların yapıp etti...
http://www2.diyanet.gov.tr/DinHizmetleriGenelMudurlugu/HutbelerListesi/%C5%9Eehadetin%20Destanla%C5%9Ft%C4%B1g%C4%B1%20Yer%20%C3%87anakkale.pdf
RESÛLULLAH EFENDİMİZİN TAVSİYELERİ
RESÛLULLAH EFENDİMİZİN TAVSİYELERİ
Enes bin Mâlik (r.a.) anlatıyor: Ben sekiz yaşında bir çocuk iken Resûlullah'a (s.a.v.) hizmet etmeye başladım. Bana ilk öğrettiği şey şu oldu:
“Ey Enes! Namaz için abdestini güzel al. Böyle yaparsan hafaza melekleri seni sever, ömrün de uzun olur.
Ey Enes! Cünüplükten guslet ve gusül abdestinde mübâlağa et. Çünkü her kılın altında cünüplük eseri vardır.” Ben:
“Yâ Resûlallah! Gusülde nasıl mübâlağa yaparım?” diye sordum. Buyurdular ki:
“Suyu, saçlarının diplerine kadar ulaştır, vücûdunu ovala. Böylece yıkandığın yerden günahın bağışlanmış olarak çıkarsın.
Ey Enes! İki rek'at (da olsa) duhâ namazını geçirme. Çünkü o çok tevbe edenlerin namazıdır. Gece ve gündüz çok (nâfile) namaz kıl. Sen namaz kıldığın müddetçe, melekler de sana istiğfâr ederler.
Ey Enes! Namaz için kalktığın zaman Allah için ayakta dur. Rükû yaptığın zaman, avuç içlerini dizlerinin üzerine koy, parmakların açık olsun. Kolların yanlarından uzak dursun. Başını rükûdan kaldırdığın zaman, her uzvun yerinde duracak şekilde kalk, dimdik dur. Secde yaptığın zaman, yüzünü yere iyice yapıştır, karganın yem yediği gibi acele etme, tilki gibi de kollarını yere döşeme. Muhakkak Allâhü Teâlâ rükû ve secdesi tam yapılmayan namazı kabul etmez. Gücün yeterse her zaman abdestli olmaya çalış. Sen abdestli iken ölecek olursan, şehid olarak ölürsün.
Ey Enes! Evine girdiğin zaman selâm ver ki, senin ve evinin bereketi artsın. Bir ihtiyacın için dışarı çıktığın zaman, karşılaştığın müslümanlara da selâm ver ki îmânın lezzeti kalbine girsin. (Böyle yaparsan) çıktıktan sonra bir günah işlemişsen bağışlanmış olarak evine dönersin.
Ey Enes! Hiçbir zaman müslümanlara karşı kalbinde kin besleme. Bu benim sünnetimdir. Kim benim sünnetime sarılırsa beni sevmiş olur. Kim de beni severse cennette benimle beraberdir.
Ey Enes! Bütün bunları öğrenip nasihatlerimi yerine getirirsen, artık senin için ölümden daha sevimli hiçbir şey olmaz. Çünkü gerçek rahat ölümdedir.” (Tenbîhü’l-Gâfilîn)
قَالَ أَنَسُ بْنُ مَالِكٍ قَالَ لِي رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَا بُنَيَّ إِنْ قَدَرْتَ أَنْ تُصْبِحَ وَتُمْسِيَ لَيْسَ فِي قَلْبِكَ غِشٌّ لِأَحَدٍ فَافْعَلْ ثُمَّ قَالَ لِي يَا بُنَيَّ وَذَلِكَ مِنْ سُنَّتِي وَمَنْ أَحْيَا سُنَّتِي فَقَدْ أَحَبَّنِي وَمَنْ أَحَبَّنِي كَانَ مَعِي فِي الْجَنَّةِ. (ت)
Enes bin Mâlik (r.a.) dedi ki: “Peygamberimiz (s.a.v.) bana şöyle buyurdu: “Oğlum, kalbinde hiçbir kimseye karşı kin beslemeden sabahlayıp akşamlamaya gücün yeterse böyle yap.” Sonra şöyle buyurdular: “Oğlum, bu benim sünnetimdir. Kim benim sünnetimi ihya ederse, beni sevmiş olur. Kim de beni severse cennette benimle beraberdir.” (Hadîs-i Şerîf, Sünen-i Tirmizî)
peygamberimizden tavsi
15 Mart 2017 Çarşamba
Bugün Allah için ne yaptın?
Bugün Allah için ne yaptın?
İşte Allah’ın rızasına uygun bir gün…
Evet koskoca bir günü Allah’ın rızasına uygun olarak geçirebiliyor muyuz? “Üstünlük ancak takva iledir” diyerek Peygamber Efendimiz Hz.Muhammed Mustafa (sallallahu aleyhi vessellem) tüm Mü’minlere takvalı bir Müslüman olmamız gerektiğini vurguluyor. Biz de Efendimiz’in bu sözünden yola çıkarak sizlere 15 madde sıralamaya çalıştık…
1- Yataktan zikirle kalk, abdestle başla güne. Sabah namazını cemaatle kıl.
2- İyi işlerde sağ tarafı, necis işlerde sol tarafı kullan. Günü abdestle geçirmeye çalış.
3- Gece namazı kılmaya gayret et. Seher vaktinde birkaç kere bile olsa istiğfar et.
4- Eve girip çıkarken, tuvalete girip çıkarken duayı unutma
5- Sıla-i rahim yap, hasta ziyaret et.
6- Misvak kullan.
7- Selam ver, selam al. Yolu, hakkını vererek kullan. Yolun hakkı, gözü kollamak, emri bilmaruf ve nehyi anilmünker yapmaktır.
8- Mahalle Mescidini ihmal etme.
9- Her gün bir miktar Kur’an oku.
10- İşsiz kalma, çalış, kazan; ailene infak et, sadaka ver.
11- İlmî bir faaliyete katıl; oku veya dinle.
12- Bir hizmet halkasına katıl.
13- Harama bakma, haram dinleme, haramı tutma. Dilini koru.
14- Her olaydan bir hikmet çıkarmaya çalış. Ölümü düşün.
15- Anne-babanın rızasını alacak bir iş yap. Vefat etmişlerse onlara ecir kazandıracak bir iş yap.
Allah icin ne yapilir, allah yizasi, allah icin naptin, silai rahim nedemek, kuran okumak, haram olanlar
KUREYŞ SÛRESİNİ OKUMAK EMANDIR
KUREYŞ SÛRESİNİ OKUMAK EMANDIR
Şâfiî âlimlerinden ve Evliyâ'dan Ebu'l-Hasen Kazvînî diyor ki:
“Bir düşmandan yahut başka şeyden korkan kimse, ‘Li-îlâfi Kureyş' sûre-i celîlesini okursa bu onu bütün kötülüklerden korur. İmâm Cezerî merhûm, Hısnü'l-Hasîn kitâbında bunu yazmış ve “Bu tecrübe olunmuş şeylerdendir” demiştir. Senâullâh Pânipûtî der ki: “Şeyhim (Silsile-i Sâdât'ın 31. halkası) Mazhar-ı Cân-ı Cânân (k.s.) Hazretleri dahi, korkulu zamanlarda belâların def‘i için bana bunu okumamı emretmişler ve “Bu mücerrebdir” buyurmuşlardı. Ben bunu her okuduğumda muhakkak faydasını görmüşümdür.”
Evliyâdan Ebu'l-Hasen Şâzelî (kuddise sirruh) demiştir ki: Eğer aç ve susuz kalmamak istersen “Li-îlâfi Kureyş” sûresini okumaya devâm et. Bu nice defalar tecrübe edilmiştir.
Sefere çıkarken “Li-îlâfi” sûre-i celîlesini okumak müstehabdır.
Ebû Tâhir bin Cahşeveyh der ki: Bir sefere çıkmak istemiştim. Lâkin yol tehlikeli olduğundan korkuyordum. Hayır duâsını almak için Kazvînî'nin (rah.) yanına vardım. Henüz bir şey söylemeden bana: Kim sefere çıkar, yolda bir düşmandan yahut vahşî hayvandan korkarsa “Li-îlâfi” sûre-i celîlesini okusun. Zira o her türlü kötülükten emândır, kurtulmaya vesîle olur” dedi. Ben bunu okumaya devam ediyorum, bu güne kadar başıma fenâ bir hal gelmedi. (T. Mazharî)
İmâm-ı Rabbânî (k.s.) Hazretleri buyurdular ki: “Korkulu yerlerde ve düşman memleketlerinde Kureyş sûresini okumanın emniyet ve rahata vesile olduğu tecrübe olunmuş şeylerdendir. Gündüz ve gece en az 11 defa okumak lazımdır.
Bir hadîs-i şerîfte “Kim seferinde bir yere iner, sonra ‘Eûzü bi-kelimâtillâhi’t-tâmmâti min-şerri mâ-halak’ duâsını okursa, o menzilden göçünceye kadar hiçbir şey ona zarar vermez” buyurmuşlardır.
“ONLARLA BERABER OLANLAR BEDBAHT OLMAZLAR”
“ONLARLA BERABER OLANLAR BEDBAHT OLMAZLAR”
Resûlullâh Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) buyurdular ki:
“Allâhü Teâlâ'nın yollarda dolaşıp, zikredenleri araştıran melekleri vardır. Allâhü Teâlâ'yı zikreden bir topluluk bulduklarında ‘Aradığınıza gelin.' diye birbirlerini çağırırlar. Onları kanatlarıyla kuşatarak dünyâ semâsına kadar doldururlar. Allâhü Teâlâ onları -daha iyi bildiği halde- meleklere sorar:
‘Kullarım ne diyorlar?' Onlar,
‘Seni tesbih ediyorlar, sana tekbir okuyorlar, sana tahmîd okuyorlar, sana ta'zim ediyorlar.' der. Allâhü Teâlâ,
‘Onlar beni gördüler mi?'
‘Hayır yâ Rabbi, vallâhi görmediler.’
‘Ya görselerdi ne yaparlardı?'
‘Eğer seni görselerdi, daha çok ibâdet ederler, daha çok ta'zim, tahmid ve tesbihde bulunurlardı.' derler. Allâhü Teâlâ buyurur:
‘Onlar benden ne istiyorlar?' Melekler
‘Senden cenneti istiyorlar?'
‘‘Peki, onlar cenneti gördüler mi?'
‘Hayır yâ Rabbi, vallâhi görmediler.'
‘Ya görselerdi ne yaparlardı?'
‘Eğer görselerdi, cennete karşı daha çok hırslı olurlar, ona daha çok rağbet ederler, onu daha çok isterlerdi' derler. Allâhü Teâlâ buyurur:
‘Onlar neden sığınıyorlar?'
‘Cehennemden sığınıyorlar.' derler.
‘Onu gördüler mi?'
‘Hayır yâ Rabbi, vallâhi görmediler.'
‘Ya görselerdi ne yaparlardı?'
‘Eğer görselerdi, ondan (günahlardan) daha çok kaçarlar (Allah'tan) daha çok korkarlardı.' derler. Bunun üzerine Allâhü Teâlâ: ‘Sizi şâhit kılıyorum, onları affettim.' buyurur.
“Onlardan bir melek der ki: Onların arasında, onlardan olmayan falan kul da var. O başka bir ihtiyâcı için uğramıştı, (aralarına) oturuverdi. ”Allâhü Teâlâ, ‘Onu da affettim. Onlar öyle bir topluluk ki, onlarla oturanlar, şakî (bedbaht) olmazlar.' buyurdu. (Sahîh-i Buhâri)
zikir meclisleri, zikir nedir, islamda zikir,zikir nerde yaparim, zikirci, zikir yerleri, nerelerde zikir yapilir
13 Mart 2017 Pazartesi
İHTİKÂR (KARABORSA) İFLÂSA SEBEPTİR
İHTİKÂR (KARABORSA) İFLÂSA SEBEPTİR
İhtikâr, insanların muhtaç oldukları yiyecek maddeleri veya sair eşyayı bir tüccarın satın alıp fiyatlarının yükselmesini veya kıtlık olmasını bekleyip satmamasıdır. Bunu yapana muhtekir, madrabaz veya karaborsacı denir.
Bir kısım eşyayı sırf fiyatlarının yükselmesi için satmamak günahtır, çirkin bir harekettir. Bunları kıtlık olmasını bekleyerek satmamak ise daha günahtır, daha çirkin bir harekettir. Bir beldede yiyilecek şeyleri ticaret için satın alıp sonra da insanların ihtiyacı bulunduğu hâlde bekletip o beldede satmamak gibi ihtikârlar haramdır. Başka yerlerden satın alarak şehre getirilen yiyilecek şeyleri, fiyatlarının yükselmesini bekleyerek satmamak da mekruhtur. Bu, İmam Ebû Yûsuf'a göredir. İmam Muhammed'e göre herhangi yerden bir beldeye ticaret mallarının gelmesi teâmül (âdet) ise oradan getirilen gıdalar hakkındaki ihtikâr da haramdır.
İhtikârdan kaçınmak bir vazifedir. İhtikâr, umuma zararlıdır ve zulümdür. İslâm dininde meşrû bir ticaret ne kadar güzel, övülmüş ise gayr-ı meşrû bir ticaret de o kadar çirkindir. Emin, doğru sözlü, çalışkan bir tâcir, takdire layıktır. Nitekim bir hadîs-i şerîfte “Sözü, muamelesi doğru olan tüccar, kıyâmet günü Arş’ın gölgesi altındadır.” buyuruldu. Diğer bir hadîs-i şerîfte ise “Bir kimse yiyilecek şeyleri getirip râyice (günün piyasasına) göre satsa onu sadaka etmiş gibi olur.” buyurulmuştur. Bilakis yalancı, muhteris, şahsî-menfaati uğrunda başkalarına zarar vermekten çekinmeyen bir tâcir de nefrete lâyıktır. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurdular:
• “Her kim Müslümanlara karşı onların yiyip içecekleri şeyler hakkında ihtikâra cüret ederse Hak Teâlâ onu cüzzam hastalığı ve iflâs ile cezalandırır."
• “İhtikârı ancak günahkâr kimse yapar.”
• “Bir kimse kırk gün ihtikâr yapsa, sonra da bunu sadaka verse bu sadakası, o yaptığı ihtikâr için keffâret olamaz."
Hazret-i Ali (k.v.) de “Her kim kırk gün insanların yiyeceklerinde ihtikâr yapsa kalbi kapkara kesilir" buyurmuştur. (Hukûku İslâmiye)
قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: مَنِ احْتَكَرَ عَلَى الْمُسْلِمِينَ طَعَامًا ضَرَبَهُ اللهُ بِالْجُذَامِ وَالْإِفْلَاسِ. (هـ)
Resûlullâh Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) buyurdular: “Her kim Müslümanlara karşı yiyecekleri şeylerde ihtikâra (karaborsaya) cüret ederse Allâhü Teâlâ onu cüzzam hastalığı ve iflas ile cezalandırır.” (Hadîs-i Şerîf, Sünen-i İbn-i Mâce)
islamda karaborsa, karaborsacilik, karborsa nedir, islamda karaborsa,islamda ihtikar,
12 Mart 2017 Pazar
“SANA ŞÜPHE VERENİ BIRAK”
“SANA ŞÜPHE VERENİ BIRAK”
Biri şüpheli, diğeri şüphesiz iki şey arasında kalırsan şüphesiz tarafı al, öteki tarafı bırak. Mümkün olduğu kadar şüpheli şeylerden kaç…
Herhangi bir şeyin şüpheli tarafı kalmasa dahi kalbin razı değilse yine alma, bekle.
Zuhurata tabi ol. Bilhassa manevi emirle yasak olduğu bildirilen şeyi yapma, emre uy. Sanki o yapacağın şeyle hiç karşılaşmadın. Rabbına (CC) dön, rızkını ondan bekle. Eğer O’nun (CC) kapısına gitmek istemezsen seni hatırına bile getirmez.
Hakk Teala (CC) seni unutmaz. Kafirlerin bile rızkını verir. Seni hiç unutur mu?
Yeter ki, sen O’nun (CC) emirlerine uyasın. Gece gündüz O’nun (CC) yolunda gitmeye gayret et. Sen mümin, muvahhid gece gündüz O’nun (CC) kulluğuna bağlı olursan seni unutmaz ve rızkını bol bol gönderir…
Başka mana: Halkın sahip olduğu malı bırak, onlardan bir şey bekleme… Kalbini onlara bağlama, ne onlardan kork ne de bir şey bekle. Senin için haram olmayan şüpheden de berî olan Allah’ın (CC) helal gösterdiği şeyi al…
Her şeyi O büyük varlığa (CC) bağlamalısın. İsteyeceğini O’ndan (CC) istemelisin.
Sonra, her şeyini O varlık (CC) verebilir. Ümidin ve korkun da O’ndan (CC) olmalı. O büyük varlık (CC) da Hakk Teala (CC) olduğunu bil…
Her varlığın yakasını O (CC) tutmuştur. Halkın kalbi O’nun (CC) emri ile çarpar. Şu, ayakta gezen varlıklara O (CC) hayat verir. Onlardan sana bir iyilik gelirse, onlardan değil Hakk’tan (CC) bil. Onlar mallarının başına Hakk (CC) tarafından bekçi olarak konmuşlardır. Onlar bir nevi Hakk (CC) tarafından vekil olarak, mallarının başında beklerler…
Sana herhangi bir şey verilirse Hakk’ın (CC) emri ile geldiğini anla. Verdiren ve verdirmeyen O’dur (CC). Aziz Mevla (CC) şöyle buyuruyor:
– “Allah’ın (CC) ihsanını isteyiniz. Allah’tan (CC) başka çağırdığınız putlar size gıda vermezler. Rızkınızı Allah’tan (CC) isteyiniz. O’na (CC) yalvarınız. O’na (CC) şükrediniz. Çünkü O’na (CC) döneceksiniz. Kullarım benden sorarlarsa, yakın olduğumu söyle…
Ben dua edenin duasını işitirim, bana dua ediniz ki, kabul edeyim.”Sizi besleyen Allah’tır (CC). O (CC) metindir. Kuvvet sahibidir. Allah (CC) dileğine hesapsız rızık verir.
Kaynak : Futuhu`l Gayb – Abdulkadir Geylani Hazretleri
SÂLİH AMELİN EHEMMİYETİ
SÂLİH AMELİN EHEMMİYETİ
İnsan öldüğünde âilesinin kendisi için yaptığı duâ, istiğfâr ve hayırlarından fayda görür.
Hasan-ı Basrî (rahimehullah) buyurdular ki: “İnsanların en bedbahtı, öldüğünde ailesi kendisi için ağladıkları halde borçlarını ödemedikleri kimsedir.”
Kişiye öldükten sonra malından fayda veren ancak verdiği sadakadır. Geriye bıraktıkları vârislerinindir. Belki kişi vârisleri için hazÎnedârlık etmiş olur. Malın hesâbını kendi verir, safâsını vârisleri sürer. İyi veya kötü ameli ise, kendisi ile birlikte kabre girer. İnsan sâlih ameller işlemeğe gayret etmelidir. Zira (ölünce) insanlar onu terk ettiklerinde kişiyi terk etmez.
Sâlih amelin ehemmiyeti:
1- Sâlih amel, sâhibi ile kabre girer.
2- Kâfirler ölümleri anında sâlih amel işlemiş olmayı arzu ederler. Âyet-i celîlede (meâlen): “Nihayet her birine ölüm geldiği vakit (tekrar tekrar) diyecek ki: Rabbim! Beni dünyaya geri gönder. Belki ben o terkettiğim şey hususunda sâlih bir amel işlerim...” (Mü'minûn sûresi, âyet 99-100) buyurulmuştur.
3- Hadîs-i şerîfte: “Allâhü Teâlâ sizin sûretlerinize ve cisimlerinize bakmaz. Belki kalplerinize ve amellerinize bakar” buyurulmuştur.
4- Allâhü Teâlâ sâlih amellerde müsâbakayı emretmiştir: “.Öyleyse durmayın, hayırlı işlerde birbirinizle yarışın.” (Mâide sûresi, âyet 48)
5- İnsan kıyâmet gününde amelinin faydasını görecektir.
6- Sâlih amel, fitnelerden kurtulmağa sebeptir. Hadîs-i şerîfte: “Sâlih amelleri işlemekte acele ediniz. Zira yakında karanlık gece kıtaları gibi fitneler olacaktır” buyurulmuştur.
Amelin sâlih olması için iki şart vardır:
Sırf Allâh rızâsı için ihlâsla işlenmiş olmalı,
Resûlullâh Efendimizin sünnet-i seniyyesine uygun olmalıdır.
قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: يَتْبَعُ الْمَيِّتَ ثَلَاثَةٌ فَيَرْجِعُ اِثْنَانِ وَيَبْقَى مَعَهُ وَاحِدٌ يَتْبَعُهُ أَهْلُهُ وَمَالُهُ وَعَمَلُهُ فَيَرْجِعُ أَهْلُهُ وَمَالُهُ وَيَبْقَى عَمَلُهُ. (ق)
Resûlullâh Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) buyurdular: “Ölüyü (kabre kadar) üç şey tâkip eder: Âile fertleri, malı ve ameli. Bunlardan ikisi geri döner, biri kalır: Âile fertleri ve malı geri döner, ameli (kendisiyle) kalır.” (Hadîs-i Şerîf, Müttefekun Aleyh: Sahîh-i Buhârî ve Müslim)
10 Mart 2017 Cuma
KARABORSA İFLÂSA SEBEPTİR
KARABORSA İFLÂSA SEBEPTİR
İhtikâr ( Karaborsa ) , insanların muhtaç oldukları yiyecek maddeleri veya sair eşyayı bir tüccarın satın alıp fiyatlarının yükselmesini veya kıtlık olmasını bekleyip satmamasıdır. Bunu yapana muhtekir, madrabaz veya karaborsacı denir.
Bir kısım eşyayı sırf fiyatlarının yükselmesi için satmamak günahtır, çirkin bir harekettir. Bunları kıtlık olmasını bekleyerek satmamak ise daha günahtır, daha çirkin bir harekettir. Bir beldede yiyilecek şeyleri ticaret için satın alıp sonra da insanların ihtiyacı bulunduğu hâlde bekletip o beldede satmamak gibi ihtikârlar haramdır. Başka yerlerden satın alarak şehre getirilen yiyilecek şeyleri, fiyatlarının yükselmesini bekleyerek satmamak da mekruhtur. Bu, İmam Ebû Yûsuf’a göredir. İmam Muhammed’e göre herhangi yerden bir beldeye ticaret mallarının gelmesi teâmül (âdet) ise oradan getirilen gıdalar hakkındaki ihtikâr da haramdır.
İhtikârdan kaçınmak bir vazifedir. İhtikâr, umuma zararlıdır ve zulümdür. İslâm dininde meşrû bir ticaret ne kadar güzel, övülmüş ise gayr-ı meşrû bir ticaret de o kadar çirkindir. Emin, doğru sözlü, çalışkan bir tâcir, takdire layıktır. Nitekim bir hadîs-i şerîfte “Sözü, muamelesi doğru olan tüccar, kıyâmet günü Arş’ın gölgesi altındadır.” buyuruldu. Diğer bir hadîs-i şerîfte ise “Bir kimse yiyilecek şeyleri getirip râyice (günün piyasasına) göre satsa onu sadaka etmiş gibi olur.” buyurulmuştur. Bilakis yalancı, muhteris, şahsî-menfaati uğrunda başkalarına zarar vermekten çekinmeyen bir tâcir de nefrete lâyıktır. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurdular:
• “Her kim Müslümanlara karşı onların yiyip içecekleri şeyler hakkında ihtikâra cüret ederse Hak Teâlâ onu cüzzam hastalığı ve iflâs ile cezalandırır.“
• “İhtikârı ( Karaborsayı ) ancak günahkâr kimse yapar.”
• “Bir kimse kırk gün ihtikâr ( Karaborsa ) yapsa, sonra da bunu sadaka verse bu sadakası, o yaptığı ihtikâr için keffâret olamaz.“
Hazret-i Ali (k.v.) de “Her kim kırk gün insanların yiyeceklerinde ihtikâr ( Karaborsa ) yapsa kalbi kapkara kesilir” buyurmuştur.
Hukûku İslâmiye
TÂİF’TE BAZI ŞEREFLİ MEKÂNLAR
TÂİF’TE BAZI ŞEREFLİ MEKÂNLAR
Tâif şehri, Mekke'nin 100 km. doğusunda, 1650 m. yükseklikte serin iklimi ve ziraata elverişli topraklarıyla, Hicaz'ın sayfiye (yazlık) yeridir. Tâif'te Peygamberimizin şereflendirdiği bazı mübârek yerler:
Mescid-i Addas: Peygamberimiz (s.a.v.), Sakîf kabilesini İslâm'a davet için Tâif'e gitti. Sakîfliler, Peygamberimizin davetini kabul etmediler. Peygamberimiz (s.a.v.), Addas bahçesine gelerek üzgün bir halde dinlenmeye çekildi. Bu bahçe sahibinin kölesi Addas bir miktar üzüm getirdi. Peygamberimiz (s.a.v.) memnun oldu ve ona nereli olduğunu sordu. Musul civarındaki Ninova'dan olduğunu öğrenince:
“Öyle ise kardeşim Yunus'un hemşehrisi imişsin.” diyerek iltifat buyurdu. Addas, “Yunus (a.s.) peygamberdi. Nasıl senin kardeşin olur?” diye sordu. Efendimiz, “Ben de peygamberim.” buyurunca Addas Müslüman oldu, birlikte namaz kıldılar. Daha sonra namaz kıldıkları yere bir mescit yapıldı. Bu mescide Mescid-i Addas denilmiştir.
Mescid-i Nemle: Kur'ân-ı Kerîm'de (Neml sûresinin 18. âyetindeki) karınca kıssasının geçtiği Vâ'di'n-Neml'i Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ziyaret edip namaz kılmıştır. Bu yere yapılan mescide Mescid-i Nemle denilmiştir.
Matmah-ı Gazal (Geyik Mucizesi): Tâif'in kuzeyinde Ci'l denen mahallin biraz ilerisinde bir avcının tuzağına yakalanmış olan geyiğin konuşarak yavrusunu emzirip gelmek için avcıya Peygamberimizi kefil gösterdiği hâdise vâki olmuştur. Uzunluğu ve genişliği 29 arşın olan kayalık bir yerdir. Bu kayaların üzerinde yer yer geyik izleri vardır.
Yarılarak yol veren ağaç mucizesi: Peygamber Efendimizin (s.a.v.) Tâif'te bir gece yolculuğunda yolu üzerinde bulunan sedir ağacı, Sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimizle şereflenmek ve devesinin zahmet çekmeden geçmesi için yarılıp iki parça olmuş ve Peygamberimiz devesinin üzerinde olduğu halde ağacın aralığından geçmiştir. Bu ağaç Peygamber Efendimizden sonra yıllarca iki parça üzerinde durmuş ve Tâif yolunda meşhur bir ziyaret yeri olmuştur. (Miratü'l-Haremeyn)
قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: أَوَّلُ مَنْ أَشْفَعُ لَهُ مِنْ أُمَّتِي أَهْلُ الْمَدِينَةِ وَأَهْلُ مَكَّةَ وَأَهْلُ الطَّائِفِ. (طس)
Resûlullâh Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) buyurdular: “Ümmetimden kendilerine ilk şefaat edeceğim kimseler Medîneliler, Mekkeliler ve Tâiflilerdir.” (Hadîs-i Şerîf, Taberânî, el-Mu’cemü’l-Evsat)
9 Mart 2017 Perşembe
“BEDDUÂ ETMEYİNİZ”
“BEDDUÂ ETMEYİNİZ”
Müslüman kendisine, ailesine ve çocuklarına bedduâ etmemelidir. Zira bedduâsı duâların kabul olduğu bir vakte tesadüf eder de ailesini ve çocuğunu ifsâd eder, onların îtikâdını ve ahlâkını bozar. O zaman bu yaptığına pişman olur fakat pişmanlık bir fayda vermez.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurdular: “Kendinize bedduâ etmeyiniz, evladınıza bedduâ etmeyiniz, hizmetçilerinize bedduâ etmeyiniz, mallarınıza bedduâ etmeyiniz. Zira içerisinde Cenâb-ı Hakk'ın büyük ihsânının bulunduğu kabul saatine denk gelir de bedduânız kabul olunuverir.”
Abdullah İbn-i Mübârek'e (rah.) bir adam geldi. Çocuklarının birinden şikâyet etti. “Sen ona bedduâ ettin mi?” buyurunca “Evet” dedi. Abdullah İbn-i Mübârek (rah.) “Öyleyse onun bu hale gelmesine sen sebep oldun.” buyurdular.
Âlimlerden biri şöyle anlattı: Çocuklarına bedduâ eden bir topluluk gördüm. Bu bedduâlarının neticesinde çocuklar çok büyük acılara mübtelâ oldular. Babaları pişman olup onlar için duâ etmeye başladılar. Fakat bu belâdan kurtuluş mümkün olmadı.
Sâlihler, evlatlarına bir şey emretmezlerdi. Yapılacak bir iş olduğunda başka birisine söylerlerdi. Bunun sebebi sorulunca şöyle buyurdu:
“Biz onlara bir şey emrederiz de onlar da bu emri yerine getirmeyip âsî olurlarsa bundan dolayı cehennemde yanarlar. Biz evlatlarımızın cehennemde yanmalarına dayanamayız.”
İsra sûresinin 11. âyetinde (meâlen) şöyle buyruldu: “İnsan, (gadab hâlinde kendine, çoluk çocuğuna ve malına) hayırla duâ eder gibi şerle duâ eder. İnsan (âkıbetini düşünmeksizin) acele edici oldu. (Yani acelesi yüzünden hayrı ve şerri ayıramaz, sonunu gözetmez oldu.)
Binaenaleyh müminler bedduâ etmemeli, sabredip hayra duâ etmelidir.
قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: لَا تَدْعُوا عَلَى أَنْفُسِكُمْ وَلَا تَدْعُوا عَلَى أَوْلَادِكُمْ وَلَا تَدْعُوا عَلَى خَدَمِكُمْ وَلَا تَدْعُوا عَلَى أَمْوَالِكُمْ لَا تُوَافِقُوا مِنَ اللهِ تَبَارَكَ وَتَعَالَى سَاعَةَ نَيْلٍ فِيهَا عَطَاءٌ فَيَسْتَجِيبَ لَكُمْ. (د)
Resûlullâh Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) buyurdular: “Kendinize bedduâ etmeyiniz, evladınıza bedduâ etmeyiniz, hizmetçilerinize bedduâ etmeyiniz, mallarınıza bedduâ etmeyiniz. Zira içerisinde Cenâb-ı Hakk’ın büyük ihsanının bulunduğu kabul saatine denk gelir de bedduânız kabul olunuverir.” (Hadîs-i Şerîf, Sünen-i Ebû Dâvûd)
İMAN SAHİBİNİ TECRÜBE
İMAN SAHİBİNİ TECRÜBE
Allah (CC), kulunu imanı nispetinde dener.
Bu böyledir. İman yükseldikçe deneme nispeti o derece artar. Büyür. Çoğalır.
Resulün imtihanı, nebininkinden büyüktür. Çünkü imanı üstündür. Nebinin başına gelen de bedelin başına gelenden ağırdır. Bedelin iptilası da velininkinden zordur. Çünkü iman bakımından veliden ileridir.
Velhasıl herkes imanı nispetinde denenir.
Şu Hadis-i Şerif bu durumu çok güzel anlatır:
– “Biz Peygamberler (AS) zümresiyiz. Belanın en çoğu bize verilmiştir. Sonra sıra ile…”
Allah-ü Teala (CC) bunların gaflet yoluna sapmalarını istemez. Daima huzur içinde olmalarını arzu eder. Bu sebeple büyüklere belaya karşı tahammül verir. Çünkü, Hakk’a (CC) koşarlar. Seven, sevdiğinden başka bir şey istemez. Bela bunların kalbinde bekçidir. Nefislerinin de bağıdır. Onları asıl matlup olan, Hakk’tan (CC) başkasına meyletmekten korur. Yaratandan (CC) başkasına sığınmaktan esirger…
Bu hallerinde o büyük insanların kötülüğe karşı meyilleri kalmaz. Nefisleri kırılır.
Hakk (CC) batıldan böylelikle ayrılır. Şehvet ve şahsi arzu hisleri bertaraf olur.
Onlar, nefislerinin hoşuna giden şeylere meyletmekten çok korkarlar. O nefsin hoşuna giden, ister dünya işi olsun, isterse ahiret…
Bu güzel halle onlar daima Hakk’ın (CC) rızası yoluna koşmaya çalışır. O’nun (CC) hükmüne razı olurlar. Hak ne verdiyse onunla yetinirler…
Onlar, imtihan yolu ile gelen belalara sabreder, böylelikle halkın şerrini görmezler.
Her şeyden emin olarak yaşarlar. Onlar bu hallerinde nefislerini kırar, Hakk’a (CC) götürmeye gayret ederler.
İnsan kendine böyle bir yol tuttuktan sonra, kalben gideceği hakiki yolda kuvvet bulur. Diğer azaların da kötü yola gitmesini önler.
Çünkü, bela imtihan için gelir. Kalbi kuvvetlendirir. Vicdani kanaati arttırır. İmanı hakikate erdirir. Hak yolda sabrı çoğaltır. Nefsi kötü arzuları zayıflatır. Her bela geldikte, mümin de sabır ve Hakk’ın (CC) hikmetli işlerine karşı teslim ve rıza olur.
Ona her işinde yardım eder. Bol nimet gönderir. Kula, her yaptığı işte muvaffakiyet ihsan eder. Ayet:
– “Eğer şükrederseniz, biz de ihsanımızı arttırırız.”
Nefis, kötülüklerden her hangi birine hoşlanarak giderse, şehvet yolunda harekete geçtiği zaman da, kalp ona yersiz olarak uyarsa, Hakk’tan (CC) gafil olur. Bu gafletin bir neticesi olarak, Hakk Teala (CC) hem nefse, hem de kalbe felaketli işleri verir, aleme rüsvay eder. Çeşitli felaketlere uğratır. Halkı başına musallat eder. Aç bırakır. Hasta eder. Bunların sonu, karasız bir durum alırlar. Böylece hem kalp, hem de nefis bulacaklarını bulurlar.
Eğer kalp, nefsin isteğine uymaz, dini bir emir almadan hareket etmezse -bu emir Velilere (RA) ilham, Peygamberlere de (AS) vahiy yolu ile, diğerlerine işaretle gelir- Hakk (CC) Teala (CC) mükafat olarak kalbe ihsanlar yapar. Rahmetine bol kılar.
Bereketini arttırır. Afiyet ihsan eder. Her şeyden razı olma tadını verir. Nur, marifet ve kendine yakınlık verir. Kalbin zenginliği ve bütün belalardan kurtulmak yolunu gösterir. Aynı zamanda düşmanlara karşı yardım eder.
Bu anlattıklarımızı iyi anla…Kendini hak yolda muhafaza et… Nefsine icabet etme…
Belaya girmekten sakın. Hak yolda Allah’ın (CC) emrini gözet. Dünya ve ahiret işlerinde O’na (CC) teslim ol…Ve… Allah (CC) dilerse böyle ol!…
Kaynak : Futuhu`l Gayb – Abdulkadir Geylani Hazretleri
Cuma Hutbesi: Dini Hayatımızı Hurafelerden Arındıralım (03.03.2017)
Cuma Hutbesi (PDF)
Dini Hayatımızı Hurafelerden Arındıralım
(03.03.2017)
Değerli Müminler!
İnsan, "Allah'a kulluk" ile sorumlu tutulmuş bir varlıktır. Bu sorumluluğu yerine getirebilmesi için insana akıl verilmiştir. İlk insan Adem (a.s.)'den itibaren peygamber ve kutsal kitaplarla kendisine rehberlik edilmiştir. Ancak zamanla peygamberlerin tebliğ ettiği dinî esaslardan uzaklaşılmış ve dinin özüne uygun olmayan yanlış inanç ve hurafeler dine sokulmuştur.
Hurafe, dinin özünde olmayan, bir takım yollarla sonradan dine sokulan ve toplumda dini inanç ve ibadet gibi kabul gören söz ve davranışlardır.
Muhterem Müslümanlar!
Dinimiz İslam, fal, kehanet, büyü ve uğursuzluk gibi her türlü hurafeyi inanç zafiyeti kabul eder. Bunlardan Müslümanların uzak durmasını tavsiye eder.
Bizim dinimiz tevhid dinidir. Bizim bir kitabımız vardır. Peygamber efendimizin sünneti ve örnekliği vardır. Bunlar bizim dinimizin özüdür, kaynağıdır.
Bu iki ölçüye uymayan, akıl ve mantık ilkeleriyle bağdaşmayan, aynı zamanda dinin özüne ters düşen ve dine sonradan sokulmuş her türlü yanlış inanç, söz ve uygulamadan uzak durmamız gerekir.
Mukaddes kitabımız Kur’an-ı Kerim’de: “İşte bu, benim dosdoğru yolum. Artık ona uyun. Başka yollara uymayın. Yoksa o yollar sizi parça parça edip O’nun yolundan ayırır...”[1] buyurulduğu üzere dinimizin emirleri ve yasakları bellidir. Bize düşen de dini hayatımızı bu esaslara göre yaşamaktır.
Değerli Kardeşlerim!
Yanlış inanç ve hurafeler dini hayatımıza zarar verir. Bunlar, kişide inanç boşluğuna, dini hayatın zayıflamasına, bu yanlış inanç ve hurafelerin zamanla dini bir görevmiş gibi kabul edilmesine, dolayısıyla dinin tahrifine, hayalciliğe ve aklı kullanmaktan uzaklaşmaya, ekonomik ve duygusal açıdan insanların sömürülmesine, bazı insanların haksız kazanç sağlamasına, iyi niyetli insanların kötü niyetli kişiler tarafından istismar edilmesine, din istismarına, kişilerin geleceği ve gaybı öğrenme hususundaki zaaflarının kötüye kullanılmasına sebep olur.
O halde Aziz Müminler!
Yüce Kitabımız Kur'an-ı Kerim'de ve hadislerde okumaya, bilgiye, akla, düşünmeye ve araştırmaya son derece önem verilmektedir.
Yanlış inanç ve hurafelerden korunabilmenin en güvenli yolu Kur’an ve sünneti ölçü edinmektir. İlk emri ‘oku’[2] ile başlayan dinimizin bu emri gereği Kur’an ve sünneti iyi öğrenmeli ve ona göre dinimizi yaşamalıyız.
Kur’an ve sünnete uymayan ve dini hayatımıza zarar veren yanlış inanç ve hurafelerden sakınmalıyız. İnsanların iyi niyetlerini suiistimal ederek hurafeler üzerinden menfaat sağlamak isteyen istismarcılara da fırsat vermemeliyiz.
Adem ÖZKURT
Wächtersbach Ditib Camii Din Görevlisi
[1] En’am, 6/153
[2] Alak, 96/1
ditib hutbeler, almanya hutbeler, almanca hutbe, almanya diyanet hutbe,
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)