30 Nisan 2017 Pazar

İLMİHAL: ZUHR-İ AHÎR

İLMİHAL: ZUHR-İ AHÎR Cuma namazı, cuma günü öğle vaktinde cemâatle kılınması farz olan bir namazdır. Cuma namazının dört rek'at ilk sünneti kılındıktan sonra hutbe okunur, sonra imamla cumanın iki rek'at farzı kılınır. Bundan sonra dört rek'at cumanın son sünneti, akabinden dört rek'at zuhr-i ahîr ve iki rek'at vaktin sünneti kılınır. Her cuma bu rek'atları tamamen kılmalıdır. Çünkü İmâm-ı A'zam'a göre cuma namazı bir beldede yalnız bir cami-i şerîfte veya mescitte kılınır, birkaç yerde kılınmaz. Fakat İmâm-ı Muhammed'e ve İmâm-ı A'zam'dan diğer bir rivayete göre cuma namazı bir beldede bulunan birkaç camide kılınabilir. Esah olan da budur. Nitekim böyle amel edilmektedir. Cuma namazının birden fazla yerlerde kılınmasının câiz olmadığı içtihâdına göre bir beldede birkaç yerde kılınan cuma namazlarından hangisine daha evvel tekbir alınarak başlanılmış ise o sahîh olmuş, diğerleri sahîh olmamış olur. İşte böyle bir ihtilâftan kurtulmak içindir ki, cumanın dört rek'at son sünnetinden sonra “Zuhr-i ahîr” adı ile dört rek'at namaz daha kılınmaktadır. Şöyle ki: “Vaktine yetişip henüz üzerimden sâkıt olmayan son öğle namazına” diye niyet edilip öğle namazının dört rek'at farzı veya dört rek'at sünneti gibi dört rek'at namaz kılınır. Evlâ olan, bunu sünnet gibi kılmaktır. Çünkü eğer cuma namazı sahîh olmamış ise bu dört rek'at ile o günün öğle namazı kılınmış olur. Son iki rek'atında Fâtiha'ya zammedilen sûre veya bir miktar âyet-i celîle namazın sıhhatine zarar vermez. Ve eğer cuma namazı sahih olmuş ise bu dört rek'at kazaya kalmış bir öğle namazı yerine geçer. Kazaya kalmış böyle bir namaz bulunmayınca da bir nafile namazı olmuş olur. Velhasıl: Bu sûretle kılınması ihtiyata muvafık olduğundan ekserî âlimlerce güzel görülmüştür. Hattâ Şâfiî âlimlerinden birçokları da bunu muvâfık görmektedirler. Çünkü İmam Şâfiî'ye göre de bir beldede ilk kılınmaya başlanan cuma namazı muteberdir, diğerleri mûteber değildir. (B.İ. İlmihâli)

29 Nisan 2017 Cumartesi

KIYÂMETE KADAR İSLÂMA HİZMET EDECEK TÂİFE

KIYÂMETE KADAR İSLÂMA HİZMET EDECEK TÂİFE Kur'ân-ı Kerîm'de Mâide sûresinin, 54. âyetinde kıyâmete kadar İslâm dinine hizmet edecek kavimlerin geleceği beyan edilmektedir. Âlimler bu âyet-i kerîmeyi şöyle tefsir etmişlerdir: Ey ehli îman, sizden ferd veya cemaat her kim dininden dönerse bilmiş olsun ki Allah onların belâlarını verip yerlerine diğer bir kavim getirecektir. Öyle bir kavim ki hem Allah onları sever; dünya ve âhiret hayırlarını murad eder, hem de onlar Allâh'ı severler; tâatine koşar, isyandan kaçarlar. Öyle bir kavim ki müminlere karşı mütevazı ve merhametli, kâfirlere karşı izzetli, satvetli (güçlü), Allah yolunda mücahede ederler, kötüleyenin kınamasından korkmazlar, münafıklar gibi şunun bunun hatırına, gönlüne bakmaz, dedikoduya aldırmaz, vazifelerini yaparlar. Bu hâl sırf Allâh'ın fazlı ve ihsanıdır. O, bunu kime dilerse verir, dileyene de verir. Binaenaleyh hiç biriniz ümitsizliğe düşmeyiniz, düşüp de kâfirler peşinde koşmayınız, Allah'tan böyle bir kavim olmayı isteyiniz, dileyiniz. Bu şereflere bu hürriyyete, bu izzet ve istiklâle ermek isteyenler başkalarının değil ancak Allâh'ın velâyetine (dostluğuna) koşmalı, Allâh'ın sevgili peygamberine, müminlere baş kaldırmamalı, muhabbet ve yardım etmelidir. Mürted (dininden dönen)lerin zararlarına mukâbil olmak ve onların terkettikleri saadetli mevkiyi işgal eylemek üzere kıyâmete kadar zaman zaman nöbetle gelecek ve i'lâyı kelimetullah (Allâh'ın kelimesini yükseltmek) ile İslâm'a hizmet edecek birçok kavimler, topluluklar gelecektir. Vaktiyle Yahudilerin Hıristiyanlara, Hıristiyanların Müslümanlara mevkilerini terkettikleri gibi İslâm nimetinin kadrini bilmeyen nankörler de, onun kadrini bilecek, şükrünü eda edecek yeni bir Müslüman topluluğuna mevkilerini terk etmeğe mecbur olurlar. Binaenaleyh ey mü'minler, dininizin kadrini biliniz, Hakk'ın bu geniş feyzini, bu ilâhî fazlını, bu yüksek hürriyyeti bırakıp da başkalarının dostluğu arkasına düşmeyiniz.” (Elmalılı, Hak Dîni, Kur’ân Dili Tefsiri, Fazilet Neşriyat)

28 Nisan 2017 Cuma

Cuma hutbesi: Emek Kutsaldır (28.04.2017)

Emek Kutsaldır (28.04.2017) Değerli Müminler! İnsan, imtihan dünyasında büyük sorumluluklar yüklenmiş olan şerefli bir varlıktır. Bu sebeple ömrünü nasıl yaşadığı, malını nereden kazanıp nereye ve nasıl harcadığından da sorumlu tutulmuştur. Hayat, insanı geçimini temin etmek için mücadeleye mecbur bırakmaktadır. Yüce Rabbimiz’in “İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır.”1 ayeti ile Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.)’in “Kişi, elinin emeğinden daha hayırlı bir şey yememiştir.”2 hadisi, emeğin ve kişinin çalışarak hayatını kazanmasının önemine vurgu yapmakta, yine “İşçiye ücretini alın teri kurumadan veriniz.”3 hadisi de insan emeğinin, emeği kullanan açısından değeri üzerinde durmaktadır. Dolayısıyla kendisi değerli olan insanın emeği de değerlidir. Şurası iyi bilinmelidir ki, emek, hayatın sürekliliği bakımından çok büyük bir değerdir. Dolayısıyla emek hangi aşamada olursa olsun, hangi elden çıkarsa çıksın kutsaldır. Bu açıdan emeğiyle hayata dokunan ve insanlığa katkı sunan herkes kıymetlidir. Değerli Müminler! Bir kutsi hadiste Yüce Allah, çalıştırdığı işçiye işini yaptırdığı hâlde ücretini tam olarak ödemeyen kimsenin kıyamet gününde hasmı olacağını bildirmiştir. Sevgili Peygamberimiz de, “Her kimin kardeşi hizmetinde çalışırsa, yediğinden yedirsin, giydiğinden giydirsin.” buyurmuş, onlara güçlerini aşan işler yüklememeyi, eğer ağır işler yüklenirse de onlara yardım etmeyi emretmiştir. Sosyal hayatta statüler ne olursa olsun, insanlar ya inançta ya da beşeriyette kardeş kılınmıştır. Mü’minler de, zengini, fakiri, patronu ve işçisiyle, İslam ahlakının öğretileri doğrultusunda hareket etmek mecburiyetindedir. Zira Yüce Allah ister işçi ister işveren olarak mü’minlerin hayatlarını iyilik ve doğruluk üzere yardımlaşma esası çerçevesinde sürdürmelerini istemiştir. Rahmet Peygamberi’nin günümüzün ölçüleriyle ancak bir kasaba sayılabilecek bir şehrin küçük bir pazarında, bir hurma teknesinin başında irat ettiği, “Aldatan bizden değildir.” sözü, bugün de bütün sadeliğiyle insanlığa rehberlik etmeye devam etmektedir. Sonuç olarak yüce dinimiz İslam’ın öğretileri ve Peygamberimizin örnek hayatı bizlere, emek sarf etmeyi, alın teri dökmeyi, emeğin hakkını vermeyi, emrimiz altında çalışanlara adaletle muamele etmeyi emreder. Sevgili Peygamberimizin ahlakını ahlak edinme şiarında olan kardeşleri olarak bizler, emeğe ve emeği sarf edene verdiğimiz değerle, ona biraz daha yaklaşmış olacağız. 1 Necm, 53/39 2 Nesâî, Büyû', 1 3 İbn Mace 2/817 Hutbe Komisyonu cuma hutbeleri 2017, cuma hutbesi, almanya hutbeler, almanca hutbe

Freitagspredigt: Arbeit ist heilig (28.04.2017)

Arbeit ist heilig (28.04.2017) Verehrte Gläubige! Der Mensch ist ein ehrenwertes Wesen, das in dieser Prüfungswelt große Verantwortungen übernommen hat. Aus diesem Grund ist der Mensch auch verantwortlich, wie er sein Leben verbringt, woher er seinen Besitz und Eigentum erwirbt und wie er dieses aufwendet. Das Leben zwingt den Menschen dazu, für seinen Lebensunterhalt zu kämpfen. Allah, der Erhabene, betont mit dem Vers: “... Für den Menschen wird es nichts anderes geben als das, worum er sich (selbst) bemüht.”1 und unser geliebter Prophet (s) betont mit seinem Hadis: “Der Mensch zehrt nichts Besseres als den Verdienst durch die eigene Arbeit”2 die Bedeutung der Arbeit und den Einsatz des Menschen für den Lebensunterhalt durch Arbeit. Andererseits verdeutlicht der Hadis “Zahlt dem Arbeitenden den Lohn noch bevor sein Schweiß trocknet”3 den Wert der Arbeit für diejenigen, die von der Arbeit des Menschen profitieren. Schlussfolgernd bedeutet es, dass die Arbeit des ehrenwerten Menschen ebenso ehrenwert ist. Man sollte anerkennen, dass Arbeit aus Sicht der Fortführung des Lebens ein sehr großer Wert ist. Schlussfolgernd ist die Arbeit ‎–‎ egal in welchem Stadium und durch wessen Hand sie auch durchgeführt wird – heilig. Aus dieser Sicht ist jeder Mensch, der mit seiner Arbeit einen Beitrag für das Leben und für die Menschheit leistet, wertvoll. Verehrte Gläubige! Nach einer Überlieferung des Propheten sagt Allah, der Erhabene, dass Er am Jüngsten Tag der Feind desjenigen sein wird, der seinen Mitarbeitern die Arbeit machen lässt aber den Lohn nicht vollständig auszahlt. Auch unser geliebter Prophet sagte: "Wessen Bruder bei demjenigen arbeitet, möge er von dem zu essen geben, wovon er selbst isst und von dem kleiden lassen, was er selbst anzieht" und befahl, ihnen nicht Arbeiten aufzuerlegen, die sich ‎ihrer Macht entziehen, wenn aber schwere Arbeiten erteilt werden, auch ihnen zu helfen. Egal welchen Status die Menschen haben, wurden sie entweder aus Sicht des Glaubens oder aus Sicht des Menschseins zu Geschwistern gemacht. Und die Muslime sind – mit ihren Reichen, Armen, sowie Arbeitgebern und Arbeiternehmern – allesamt dazu verpflichtet, sich im Rahmen der islamischen Morallehre zu verhalten. Denn der erhabene Allah verlangt von den Gläubigen – egal ob Arbeitgeber oder Arbeitnehmer–, dass sie ihr Leben im Rahmen des Prinzips der Güte und Aufrichtigkeit führen. Die ganze Einfachheit der Äußerung unseres Propheten an dem Basar der damaligen Stadt, die mit dem heutigem Maßstab in der Größe einer Kleinstadt ist, weist den Menschen immer noch ihren Weg: "Wer uns betrügt, ist nicht von uns." Als Fazit gebieten uns die Lehren unserer erhabenen Religion des Islams und das vorbildliche Leben unseres Propheten, uns zu bemühen, zu arbeiten und einzusetzen, sowie unsere Mitarbeiter gerecht zu behandeln. Als seine Geschwister im Glauben, deren Ziel es ist, sich den Charakter unseres Propheten zu Eigen zu machen, werden wir uns unserem Propheten noch mehr nähern, wenn wir Arbeit und Arbeitende wertschätzen. 1 Koran, an-Nadschcm, 53/39 2 an-Nasai, Buyu, 1 3 Ibn Madscha 2/817 Die DITIB-Predigtkomission 2017-04-28 Alle Rechte vorbehalten. Kein Teil des Werkes darf in irgendeiner Form ohne schriftliche Genehmigung der DITIB reproduziert, vervielfältigt oder verarbeitet werden.

SALEVÂT-I ŞERÎFE’NİN FAZÎLETİ

SALEVÂT-I ŞERÎFE’NİN FAZÎLETİ Allâhü Teâlâ kullarının âhirette azâbdan kurtulmalarına bir vesîle olması için Peygamberlerin efendisi Hazret-i Muhammed Mustafâ'ya (s.a.v.) salevât-ı şerîfe getirmeyi emretmiştir. Resûlullah Efendimiz (s.a.v.) buyurdular ki: “Ey insanlar! Kıyâmet gününün korkunç hâllerinden ve zorlu geçitlerinden ilk önce kurtulacak olanınız bana dünyâda en çok salevât getireninizdir.” Allâhü Teâlâ peygamberini şereflendirmek için salevât eder. Melekler fazîletini ikrâr ve hürmet için, biz de cennette yüce makâmlara ermek için salât ve selâm okuruz. Allâhü Teâlâ -meâlen- “Muhakkak ki Allah ve melekleri peygambere hep salevât ile tekrîm (ikrâm) ederler. Ey îmân edenler! Haydin ona teslîmiyetle salevât ve selâm getirin.” (Ahzâb sûresi, âyet 56) buyurmuştur. Bir zât ki onu Hak Teâlâ medhetmiştir (övmüştür); bütün yaradılmışlar onu hakkıyla medhetmekden elbette âcizdir. Allâhü Teâlâ biz kullarının Resûlullah Efendimizin (s.a.v.) hakkını ödemekten âciz kalacağımızı bildiği için bize salevât ve selâm okumamızı emir buyurmuştur. Ümmeti olarak ona salevât ve selâmı, gücümüz yettiğince çok getirelim ki kıyâmet gününde şefâatçimiz olsun. Resûlullah Efendimiz (s.a.v.) buyurdular ki: “Muhakkak Allâhü Teâlâ istiğfâr ettiğinizde günahlarınızı bağışlar. Kim sâdık bir niyetle Allâhü Teâlâ'ya istiğfâr ederse elbette onu affeder. Kim lâ ilâhe illallâh derse mîzânında hasenâtı (iyiliklerinin sevâbı) ağır gelir. Kim de bana salevât okursa kıyâmet gününde ona şefâatçi olurum.” Ensâr-ı Kirâm'dan bir genç Resûlullah Efendimizin (s.a.v.) huzûruna geldi. Peygamberimiz (s.a.v.) ona yer açıp Hazret-i Ebûbekir'le arasına oturttu. Sonra Hazret-i Ebûbekr'e: “Aramıza şu genci oturtmam sana güç gelmiş olabilir” buyurdu. Hazret-i Ebûbekir (r.a.): “Vallâhi öyle Yâ Resûlallah, aramızda başka birinin olması bana güç geldi.” dedi. Peygamberimiz (s.a.v.) buyurdular ki: “Ey Ebâbekir! Bu genç bana ümmetimden hiç kimsenin getirmediği gibi salevât getiriyor.” --------------- --------------- قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: أَكْثِرُوا عَلَيَّ مِنَ الصَّلَاةِ فِي كُلِّ يَوْمِ جُمُعَةٍ فَإِنَّ صَلَاةَ أُمَّتِي تُعْرَضُ عَلَيَّ فِي كُلِّ يَوْمِ جُمُعَةٍ فَمَنْ كَانَ أَكْثَرَهُمْ عَلَيَّ صَلَاةً كَانَ أَقْرَبَهُمْ مِنِّي مَنْزِلَةً. (هق) -------- Resûlullah Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) buyurdular: “Cuma günleri bana salevât okumayı çoğaltınız. Çünkü ümmetimin salevâtı bana cuma günleri arz olunur. Derece bakımından bana en yakın olan, bana en çok salevât okuyandır.” (Hadîs-i Şerîf, Beyhakî, Sünen-i Kübrâ)

25 Nisan 2017 Salı

GÜLEREK GÜNAH İŞLEYEN AĞLAYARAK CEHENNEME GİRER

GÜLEREK GÜNAH İŞLEYEN AĞLAYARAK CEHENNEME GİRER Hz. Mûsâ ve Hızır Aleyhimesselâm birbirlerinden ayrılacakları zaman Mûsâ Aleyhisselâm: “Bana nasihatte bulun.” dedi. Hızır Aleyhisselam: “Yâ Mûsâ, inatçı olma. İşin olmayan yere gitme. Sebepsiz yere gülme. Birisi hata işlerse hatasından dolayı onu kınama. Kendi hataların için daima ağla.” buyurmuştur. Avf bin Abdullâh'ın (r.a.) rivayet ettiği hadîs-i şerîfte şöyle buyurulmuştur: “Peygamber Efendimiz (s.a.v.) gülmezdi, ancak tebessüm ederdi. Bir tarafa döneceği zaman mübarek yüzünün tamamını çevirirdi.” Akıllı müslümanın kahkaha ile gülmesi uygun olmaz. Dünyada az da olsa kahkaha ile gülen âhirette çok ağlar. Böyle olunca dünyada çok gülenin âhirette hâli nice olur? Nitekim Allâhü Teâlâ, Tevbe sûresinin, 82. âyetinde -meâ-len- “Az gülsünler, çok ağlasınlar....” buyurmuştur. Rebî' bin Haysem (r.a.) bu ayeti şöyle tefsir etmiştir: “Kâfir ve münâfıklar yaptıklarından dolayı dünyada az gülsünler âhirette cehennem ateşinde çok ağlasınlar.” Hasan-ı Basrî Hazretleri “Arkasında cehennem ateşi olduğu halde gülene, önünde de ölüm olduğu halde sevinene şaşarım.” demiştir. Hasan-ı Basrî Hazretleri kahkaha ile gülen bir gence rastladı. “Evladım, sırat köprüsünden mi geçtin?” “Hayır.” “Cennete gideceğin yahut cehennemden kurtulduğun mu sana bildirildi?” “Hayır.” O halde niye gülüyorsun? Hasan-ı Basrî Hazretlerinin sözleri o gence öyle bir tesir etti ki o günden sonra bir daha kahkaha ile güldüğü görülmedi. Tâbiîn devri âlimleri bir nasihatta bulundukları zaman insanların kalbine tesir ediyordu. Zira onlar ilimleriyle amel ettiklerinden sözleri başkasına fayda veriyordu. Fakat günümüz âlimleri ilimleriyle amel etmedikleri için insanlara da faydası olmuyor. İbn-i Abbas (ranhümâ) “Gülerek günah işleyen ağlayarak cehenneme girer.” buyurmuştur. Dünyada çok gülenler âhirette en çok ağlayacak olanlardır. Dünyada (günahlarına) çok ağlayanlar da cennette çok güleceklerdir. (Tenbîhü'l-Gâfilin)

24 Nisan 2017 Pazartesi

“KABİR AZABI HAKTIR”

“KABİR AZABI HAKTIR” Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Bedir zaferinden sonra düşman ölülerini üç gün hâli üzere bırakmış, sonra gelip Kureyş’in ileri gelenlerinin ölüleri yanında durarak: “Ey Ebû Cehil İbn-i Hişâm, Ey Ümeyye İbn-i Halef, Ey Utbe İbn-i Rebîa, Ey Şeybe İbn-i Rebia! Rabbinizin vaat ettiği azabı hak buldunuz değil mi? Muhakkak ben Rabbimin bana vaad ettiği zafer ve galibiyeti hak buldum." diye seslenmişti. Hz. Ömer, Resûlullah Efendimizin (s.a.v.) bu sözlerini işitince: “Yâ Resûlallah! Bunlar birer leş iken sizin sözlerinizi nasıl işitirler, nasıl cevap verirler." demişti. Resûlullah Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdular: “Nefsim kudretinde olan Allâhü Teâlâ’ya yemin ederim ki siz benim sözlerimi bunlardan daha fazla işitemezsiniz. Bunlar da sizin gibi işitirler. Fakat cevap veremezler." Sonra Resûlullah Efendimizin (s.a.v.) emriyle leşleri sürüklenip Bedr’in kör kuyusuna atıldılar. Bu hadîs-i şerîf öldükten sonra berzah âleminde yani kabirde bir hayat olduğuna delâlet eder. Azaba müstehak olanların orada azab olunacakları muhakkaktır. (Tecrîd-i Sarîh Terc.) MUTFAĞIMIZ: NOHUT SALATASI Malzemeler: 1 su bardağı haşlanmış nohut, birer adet kırmızı ve yeşilbiber, 1 adet kuru soğan veya 3-4 dal taze soğan, 1 adet domates, çekirdeği çıkarılıp doğranmış siyah zeytin, yarım demet maydanoz ve dereotu, yarım limon, 3 yemek kaşığı zeytinyağı, 1 yemek kaşığı sirke, tuz, kırmızı pul biber, sumak. Hazırlanışı: Kırmızı ve yeşilbiber ince halka; domates ve soğan küçük doğranır. Maydanoz ve dereotu ince kıyılır. Derince bir kaba nohut ve diğer malzemeler alınır. Limon suyu, zeytinyağı, sumak, kırmızıbiber ve tuz eklenerek salata karıştırılır, tabağa konulup ikram edilir. İsteyen lavaş/yufka ekmeği ile dürüm yapabilir.

22 Nisan 2017 Cumartesi

İnsanların Hayırlısı Ailesine Hayırlı Olandır.

İnsanların Hayırlısı Ailesine Hayırlı Olandır. Mü’min, hanımına karşı iyi huylu olmalı; onunla hoş sohbet etmeli, tatlı dille konuşmalıdır. Nitekim hadîs-i şerîfte: “İnsanların hayırlısı, ailesine hayırlı ve faydalı olan kimsedir.” buyrulmuştur. Evine gelince hanımına selâm verip hâlini sormalı, şefkatle gönlünü almalıdır. Çünkü o evinde kendisinin dert ortağı, üzüntülü zamanında teselli veren hayat arkadaşıdır. Çocukların terbiyesinde hanımına yardım etmelidir. Onu asla dövmemeli, dünya işlerindeki kusurlarından dolayı kötü söz söylememeli; yumuşaklıkla idare etmelidir. Hanımına Kur’ân-ı Kerîm okumayı, dînin farzlarını ve edeblerini öğretmelidir. Hanımı güzel huylu olup her hizmetini seve seve yaparsa ona duâ etmeli, Allâh’a da şükür ve hamd etmelidir. Çünkü erkek için iyi bir hanım, şükrü edâ edilemeyen bir nimettir. Hanımının gizli hallerini ve ayıplarını herkesten saklamalı, hanımı kızınca susmalıdır. Bu tavır onun pişman olup özür dilemesine sebep olur. Evin idaresi ve geçimi hususunda hanımıyla istişare etmeli, hanımını alakadar etmeyen sıkıntılarını ona anlatıp üzmemelidir Hanımının yüzüne karşı ve arkasından hayır duâ etmelidir. Kaynak : E. İbrahim Hakkı, Marifetname

İSRÂ VE Mİ’RÂC MÛCİZESİ

İSRÂ VE Mİ’RÂC MÛCİZESİ Peygamberimiz (s.a.v), Hicret’ten bir buçuk sene evvel Receb ayının 27. gecesi Burak ile Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksâ’ya götürüldükten sonra Kubbetü’s-Sahrâ’dan semâya çıkarıldı. Semâ katlarının her birinde peygamberlerden biriyle görüştü. Nice melekler gördü. Cennet ve cehennemi müşâhede etti, gördü. Sidre-i Müntehâ’yı geçti, Allâhü Teâlâ’nın melekûtundan birçok acâyibât gösterildi. Beş vakit namaz emri ile aynı gece geri döndü. Sabah mescide çıkıp Kureyş’e haber verdi. Şaşkınlık ve inkârdan kimi el çırpıyor, kimi elini başına koyuyordu. Îman etmiş olanlardan bazıları, dinden döndüler. İçlerinden bir kısmı Hz. Ebûbekr’e (r.a.) koştular: “Eğer bunu o söylediyse şüphesiz doğrudur.” dedi. “Onu, bunda da mı tasdik ediyorsun?” dediler. “Ben onu bundan daha ötesinde de -yani peygamberliğini- tasdik ediyorum!” dedi. Bunun üzerine “Sıddîk” diye isimlendirildi. Kureyşlilerden Mescid-i Aksâ’yı bilenler Peygamber Efendimize (s.a.v.) onunla alâkalı sualler sordular, orayı târif etmesini istediler. Allâhü Teâlâ Mescid-i Aksâ’yı Resûlullâh’a gösterdi, ona bakıp târif ediyordu. Müşrikler, “Târifinde doğru söyledi.” dediler. Sonra da “Haydi bakalım, bizim kervanı haber ver. O, bizce daha mühimdir. Onlardan bir şeye rast geldin mi?” dediler. “Evet, filanların kervanına rast geldim, Revha’da idi. Bir deve yitirmişler, arıyorlardı. Yüklerinde bir su kırbası vardı. Susadım, onu alıp su içtim ve yine yerine koydum. Geldiklerinde sorun bakalım, kırbada suyu bulmuşlar mı?” buyurdu. “Bu da diğer bir delildir.” dediler. Sonra sayılarını, yüklerini, şekillerini sordular. Bu defa da Resûlullâh’a (s.a.v.) kervan gösteriliverdi ve sorduklarının hepsini haber verdi: “İçlerinde falan ve filân, önde karamtık beyaz bir deve üzerinde dikilmiş iki büyük çuval olduğu halde filân gün güneşin doğuşuyla beraber gelirler.” buyurdu. “Bu da diğer bir delildir.” dediler. O gün hızla tepeye doğru çıktılar. Güneş ne zaman doğacak da onu yalancı çıkaracağız diye bakıyorlardı. Derken içlerinden birisi “Gün doğdu.” diye haykırdı, diğer birisi de “İşte kervan geliyor, önünde karamtık beyaz deve ve içlerinde falan ve filan da var, tıpkı dediği gibi.” dedi. Böyle iken yine îmân etmediler de “Bu apaçık bir sihirdir.” dediler. (Elmalılı, Hak Dîni Kur’âr Dili Tefsîri, İsrâ sûresi, 1. âyetin tefsirinden, Fazilet Neşriyat) --------------------- ----------------- عَنْ ابْنِ عَبَّاسٍ رَضِيَ اللهُ عَنْهُمَا قَالَ: فَرَضَ اللهُ عَزَّ وَجَلَّ عَلَى نَبِيِّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ اَلصَّلَاةَ خَمْسِينَ صَلَاةً فَسَأَلَ رَبَّهُ فَجَعَلَهَا خَمْسَ صَلَوَاتٍ. (حم) İbn-i Abbas’dan (radıyallâhü anhümâ): “Allâhü Teâlâ (Mi’râc gecesinde) Peygamberine (s.a.v.) elli vakit namaz farz kıldı. Peygamberimiz (s.a.v.) Rabbinden hafifletilmesini istedi. Allâhü Teâlâ da namazı beş vakit olarak farz kıldı.” (Hadîs-i Şerîf, Müsned-i Ahmed) mirac gecesi canli yayin trt izle,http://www.trt.net.tr/anasayfa/canli.aspx?y=tv&k=trt1, kandil canli trtr izle

21 Nisan 2017 Cuma

Freitagspredigt: Die Nacht der Himmelfahrt (21.04.2017)

Die Nacht der Himmelfahrt (21.04.2017) In der Nacht vom Sonntag, 23. April 2017 auf ‎Montag werden wir die Nacht der Himmelfahrt ‎begehen. Isra und Miradsch sind die ‎Bezeichnungen für die wundersame Reise und den ‎Aufstieg unseres geliebten Propheten, der als ‎Barmherzigkeit der Welten gesandt wurde. Die ‎Himmelfahrt ist ein wichtiges Ereignis im Leben ‎des Propheten und ist eine göttliche Gabe Allahs ‎an ihn.‎ Die Himmelfahrt, Miradsch, fand nach dem ‎islamischen Kalender in der Nacht des 26. zum ‎‎27. des Monats Radschab statt. Diese Nacht der ‎Wunder, in der viele göttlichen Weisheiten und ‎Gaben enthalten sind, wird im ersten Vers der ‎Sura al-Isra wie folgt erwähnt:‎ ‎“Preis sei Dem, Der Seinen Diener bei Nacht ‎von der geschützten Gebetsstätte zur fernsten ‎Gebetsstätte, deren Umgebung Wir gesegnet ‎haben, reisen ließ, damit Wir ihm (etwas) von ‎Unseren Zeichen zeigen. Er ist ja der ‎Allhörende, der Allsehende.”1‎ Gesegnete Tage und Nächte sind besondere ‎Geschenke und Gaben Allahs. Diese ‎Zeitabschnitte sind besondere Zeiten, in der ‎große Belohnungen und Auszeichnungen für ‎rechtschaffene Werke gewährt werden. Für die ‎Muslime sind die wichtigsten Besonderheiten ‎der Nachtreise und Himmelfahrt‎, dass die fünf Gebete zur Pflicht wurden, ‎dass diejenigen, die Allah niemanden beigesellen ‎mit dem Paradies verheißen wurden und dass die ‎darin offenbarten letzten beiden Verse der Sura ‎al-Baqara als Geschenk für die Menschheit ‎präsentiert wurden. Gleichzeitig hat Allah den ‎Muslimen verheißen, dass sie nicht ‎für solche Dinge verantwortlich sind, die sich ‎ihrer Macht entziehen und alle unsere Sünden - ‎außer der Beigesellung - vergeben werden, wenn ‎Allah es wünscht.‎ Lassen sie uns in dieser Nacht als Angehörige ‎der Gemeinschaft des Propheten, der in dieser ‎Nacht unzählige göttliche Gaben erfahren hat, ‎vom Segen, Erlass und von der Vergebung ‎profitieren. Lassen sie uns unsere eigene ‎Himmelfahrt verwirklichen, indem wir uns selbst ‎versprechen, die fünf Gebete - als Pfeiler unserer ‎Religion, als Himmelfahrt des Gläubigen und als ‎Licht unserer Augen das wertvollste Geschenk ‎der Himmelfahrt - nicht zu vernachlässigen.‎ Lassen sie uns um Erlass und Vergebung von ‎Allah bitten. Lassen sie uns unseren ‎Familienangehörigen den Sinn und die ‎Bedeutung dieser Nacht erläutern. Lassen sie uns ‎unsere Eltern und Älteren besuchen und ihnen ‎unsere Ehre erweisen und Bittgebete von ihnen ‎ernten. In diesem Sinn gratuliere ich Ihnen zu ‎ihrer Himmelfahrt und hoffe von Allah, dass ‎diese Nacht der Himmelfahrt Wohlergehen, ‎Frieden und Wohlbehagen für die ganze ‎Menschheit und allen voran der islamischen Welt ‎bringen möge.‎ Turgut Kaynak Religionsbeauftragter DITIB Glückstadt Şehzade Moschee 1 Koran, al-Isra, 17/1‎ 2017-04-21 Alle Rechte vorbehalten. Kein Teil des Werkes darf in irgendeiner Form ohne schriftliche Genehmigung der DITIB reproduziert, vervielfältigt oder verarbeitet werden. almanca hutbe, deutsch freitagpredigt

Ka'b Bin Mâlik'in tevbesi

Ka'b Bin Mâlik'in Kıssası Ukayl, İbni Şihalp-ı Zührî'nin Abdurrahman b. Abdullah b. Kâ'b b. Mâlik'ten nakline göre, babası Abdullah b. Ka'b şöyle demiş: Babam Ka'b' Peygamberden geri kalıp Tebüğe gitmediği zamanki hadisesini şöyle anlatırken duydum: - Ben Tebûk gazvesi dışında Peygamberin yapmış olduğu hiçbir gazada Resûlullah'tan geri kalmış değildim. Ancak ben Bedir savaşına da katılmamıştım. Allah (c.c.) Bedire katılmayan kimseleri hiç ayıp­lamamıştı. Zira Resûlullah Bedire harb için değil, Kureyş kervanını yakalamak için gitmiş Allah (c.c.)'de onlarla düşmanlarını hiçbir ran­devu olmadan karşılaştırmıştı. Ben, Resûlullah (s.a.v) ile Akabe gece­sinde (biatta) bulunmuştum. Her ne kadar Bedir, insanlara göre Akabe Biatı'ndan daha meşhur ise de bana göre Bedir'de bulunmak Akabe'de biatta bulunmaktan daha üstün değildi. -Tebûk seferinde benim Peygamberden geri kalma hadisem şudur: Ben, bu yolculuğa çıkılırken geri kaldığım zaman, ne kuvvetim ne de imkânım vardıki vaziyetim böyleydi. Vallahi bu seferden daha önce hiçbir zaman iki tane binek devem olmamış idi, ama bu seferde iki de­vem vardı. -Resûlullah (s.a.v) bir sefere çıkarken, gittiği yeri, başka bir yere gidecekmiş gibi yaparak gizlerdi. Bu kere, çok sıcak bir mevsimde bu sefer için yola çıkıp, uzak ve ıssız bir yolu, çok kalabalık bir düşmanı göğüslemek gelip çatınca, sefer ihtiyaçlarını hazırlayabilmelerini sağ­lamak için Nebi (s.a.v) Müslümanlara vaziyeti açık açık bildirdi. Git­mek istediği yönü açıkladı. Resûlullah (s.a.v)'Ie beraber yola çıkan Müslümanların sayısı bir divan kâtibinin kitabına sığmayacak kadar çoktu. Kâ'b (r.a.) devamla der ki: (Adam çokluğundan dolayı) ortalıktan kaybolmak isteyen bir kim­se, kendi hakkında vahiy gelmedikçe bu iş gizli kalacak sanardı. Resûlullah (s.a.v) bu yolculuğa meyvelerin olgunlaştığı, gölgenin gü­zelleştiği bir mevsimde sefer yapıyordu. Bende bu yolculuğa çıkmak istiyordum. Resûlullah (s.a.v) ve Müslümanlar yol hazırlığına başladı. Bende onlarla beraber hazırlanayım diye erkenden gidiyordum, ama hiçbir şey yapmadan geri dönüyor ve kendi kendime; "İstediğim her zaman hazırlanacak gücüm var."diyordum. Benim halim böyle sürüp giderken insanlar ciddi biçimde hazırlığa girmişlerdi. -Resûlullah (s.a.v) bir sabah erkenden yola çıktı. Müslümanlarda onunla beraberdi. Ben ise hazırlığımdan henüz hiçbirşey yapamamış idim. "Resûlullah (s.a.v)'den bir iki gün sonra yola çıksam bile yolda ona ulaşırım" diyordum. Onlar yola çıktıktan sonra yine hazırlanayım diye çarşıya çıktımsa da hiçbirşey yapmadan geri döndüm. Ertesi gün bir daha gidip yine hiçbirşey yapamadan geri döndüm. Ben mütemadi­yen böyle gidip boş geri gelirken, gaziler hızla geçip gitmişlerdi. He­men yola çıkıp onlara yetişeyim diye içimden geçirdimse de -keşke böyle yapaydım- bu da benim için mukadder olmadı. -İnsanların arasına çıktığımda; nifakla itham edilmiş ya da takati kesiklerden, Allah'ın gitmeme mazeretini kabul ettiği kimselerden başka Medine'de kalan birini görememek beni çok üzüyordu. Resûlullah (s.a.v) Tebûk şehrine varana kadar beni anmamış, orada in­sanların içinde otururken, "Kâb bin Mâlik ne yaptı?" diye sormuş. Se­leme oğullarından adamın biri: "Yâ Resûlallah! Onu -süslü-elbiseleri ile omuzlarına -kendini beğenerek- bakması yoldan alakoydu." demiş. Bunu duyan Muaz b. Cebel de: "sen ne kötü bir karar verdin! Vallahi Yâ Resûlallah biz Kâ'b hakkında hayırdan başka birşey bilmiyoruz" demiş. Resûlullah (s.a.v)'in Tebükten geri gelmekte olduğu haberi bana ulaşınca tasam başımda toplandı. Söyleyecek yalan şeyler hazırlamaya başladım ve "Yarın Peygamerin öfkesinden ne ile kurtulabilirim? diye düşünüp ailemden, akıllı olanların görüşlerinden faydalanmalıyım" dedim. "Resûlullah (s.a.v) Medine'ye ayak basmak üzeredir" denilince bendeki batıl düşünceler dağılıp gitti ve anladım ki, ben bu öfkeden, içinde yalan bulunan bir şeyle asla kurtulamam. O vakit ona doğruyu söylemeye karar verdim. -Resûlullah (s.a.v) bir sabah Medine'ye teşrif etti. Peygamber E-fendimiz, ne zaman bir seferden dönse işe önce mescidden başlar, ora­da iki rekat namaz kılıp, sonra insanları dinlemek üzere otururdu. Bu kere de böyle yapınca, sefer kaçağı kimseler gelip ona mazeret bil­dirmeye ve yemin etmeye başladılar. Bunlar seksen kişi kadardı. Resûlullah onların bu dış mazeretlerini kabul edip Matlarını aldı. On­lar için istiğfar ediverip içlerinde sakladıklarını da Allah'a havale etti. -Bende Efendimize gelip selam verdim. Bana öfkelenilen kimseye yapılan tebessüm ile gülümsedi, sonra da; "Gel!" buyurdu. Yürüyüp yanına geldim ve Önüne oturdum. Bana: Seni yoldan alıkoyan ne idi? Sen-biat suretiyle-sırtını satmamışım idin?" buyurdu. Ben: "Tabi Yâ Resuullah! Ben Vallahi senden başka, bir dünya ehlinin hu­zurunda otursaydım, onun öfkesinden bir özürle kurtulacağım kanaatindeyim. Zira ben mücadele (bilgisi ve dili) verilmiş biriyim. Lakin, Vallahi kesinlikle bilirim ki, bugün sana yalan bir sözü mazeret diye söylesem de, sen onunla benden razı olsan bile çok geçmeden Allah bana öfkelenir (bir rivayette seni bana öfkelendirir). Eğer sana doğruyu söyleyip de, sen o doğruda benim aleyhime olacak birşey bulacak ol­san bile ben, Allah'ın beni af edeceğini umarım. Vallahi benim hiçbir mazeretim yoktu. Vallahi senden geri kaldığım zamanki kadar, daha önce ne gücüm ne de zenginliğim vardı." dedim. -Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v) "Buna gelince, kesinlikle doğru söyledi. Haydi kalk git de Al­lah'ın senin hakkında vereceği hükmü bekle" buyurdu. Seleme oğullarndan bir takım adamlar sıçrayıp peşine takıldılar ve: "Vallahi olmaz! Bundan önce senin işlediğin bir günah görmedik. Sen, şu se­fere gidemeyeceklerin mazreti gibi bir mazeretini Peygamber'e arz etmekte aciz mi oldun. Peygamberin senin için yapıvereceği bir istiğ­far, senin günahını karşılamaya kâfi idi." demeye başladılar. Vallahi onlar bana böyle sözlerle sitem etmeye öyle devam ettiler ki, dönüp kendi sözlerimi yalanlamak bile istedim. Sonra onlara, "bu konuda be­nimle beraber bu hale düşen oldumu? "dedim. Onlarda: -İki kişi, senin dediğin gibi söylediler, onlara da sana verilen karar gibi söylendi dediler. Ben: - Onlar kimler? deyince, onlarda: - Nürara b. Er-Rabî1 el-Amrî ile Hilal b. Ümeyye El-Vakıfî'dir, di­yerek, Bedir harbine katılmış iki salih insanı bana bildirdiler. O ikisi tam örnek insanlardı. Onların adını söylediklerinde ben de geri dön­mekten vazgeçip yoluma devam ettim. Resul Ekrem (s.a.v)-daha sonra- kendisinden geri kalanlar arasın­dan sadece bu üçü olan bizimle konuşmaktan insanları men etti. Bu­nun üzerine insanlar bizden sakınıp bize karşı tavırlarını değiştirir ol­dular. Bu şekilde elli gün durduk. İki arkadaşım ise çekilip evlerinde ağlayarak oturmaya başladılar. Ben üçünün en genç ve en sağlam ola­nıydım. Evimden çıkıp Müslümanlarla beraber namaza geliyorum, çarşıda dolaşıyorum ama benimle kimse konuşmuyordu. Namazdan sonra Resûlullah (s.a.v)'in meclisine selam veriyor ve kendi kendime, "acaba selamı almak için dudaklarını kıpırdattı mı, kıpırdatmadı mı?" diyorum, sonra namaza durup gizlice ona bakardım. Namaz için kal­kıp yöneldiğimde bana baktı. Ben ondan tarafa dönünce yüzünü ben­den çevirdi. Artık Müslümanların bana karşı uyguladığı bu cefa uzayıp gidince, bende gidip Ebû Katade'nin duvarından atladım. O benim amca oğ­lum olup benim insanlar arasında en sevdiğim kişiydi. Ona selam ver­dim, Vallahi selamımı almadı. Ben, "Yâ Ebû Katâde! Sana soruyorum Allah aşkına sen benim Allah'ı ve Peygamberini sevdiğimi bilmiyor musun?" dedim. Sustu. Ben sözümü tekrar ederek ant verdim, yine ce­vap vermedi. Sözümü üçünü defa tekrar edip ant verdim, bu kere, "Al­lah ve Resulü bilir!" dedi. Gözlerimden yaşlar boşandı, geriye dönüp duvardan atlayıp gittim. Kâ'b der ki: Medine çarşısında gezindiğim bir sırada, Medine'ye yiyecek şeyler getirip satan Şam nebti (milleti)lerinden bir nebtî, "Ba­na Ka'b b. Mâlik'i kim gösterecek?" diye sesleniyordu, insanlar bana işaret etmeye başladı. O da bana gelip Gassân kiralından getirdiği bir mektubu verdi. Ben okuyup yazma bilen biri idim. Mektuba bakınca şunların yazılı olduğunu gördüm: - "Emma Ba'dü: Senin Peygamberinin sana cefa ettiği haberi bana ulaşmış bulunuyor. Allah seni horlanıp zayi olacağın bir yerde yarat­mamıştır. Bize katıl sana layıkıyla muamele ederiz" kendi kendime, buda başka bir bela, deyip yanan tandıra varıp mektubu orada yaktım. Bu elli günlük ızdırabın kırkıncı günü dolunca bir de Nebi (s.a.v) E-fendimizin elçisi bana geldi ve; "Resûlullah (s.a.v) sana ailenden uzak durmanı emrediyor" dedi. "Onu boşayacak mıyım yoksa ne yapa­cağım?" dedim. O da, "Hayır boşamıyacaksın sadece ondan uzak du- rup ona yaklaşmıyacaksın?" dedi. Meğer aynı haberi iki arkadaşıma da yollamış. Ben eşime: "Allah bu konuda bir hüküm bildirene kadar haydi sen ailene git ve onlarda kal!" dedim. Hilal b. Ümeyye'nin eşi Peygamber'e gelmiş ve, "Yâ Resûlallah! Hilal, hizmetçisi bulunmayan yaşlı, takadi tükenmiş biridir. Benim ona hizmet etmemi istemez misin?" demiş. Nebi (s.a.v) de: "Hayır, Ona hizmet edebilirsin, ama o sana yaklaşmıyacak" buyuranca kadın: "Vallahi Yâ Resûlallah, onun hiçbir şeye hareketi yok. Vallahi bu iş basma geldiğinden bu güne kadar o durmadan ağlıyor." dedi. Kâ'b der ki: Ailemden biri bana, "Sende hanımının hizmeti için Peygamberden izin alsan" dedi. Ben, "Vallahi olmaz, ben bu genç ha­limde bu konuda Ondan izin isteyecek olsam, bana Resûlullah (s.a.v) ne der" dedim. Bundan sonra on gün daha böyle kaldım. Böylece biz elli günü tamamlamış olduk. -Bu ellinci günün sabah namazını kıldım, ben o sıra bizim evin du­varlarından birinin üzerinde idim. İşte ben, Allah'ın bizden (Tevbe Sû-resi'nde) bahsettiği tarz ile, kendi kendime -olanca genişliğine rağmen-yeryüzü bana daralmış bir halde otururken, Sela' dağı tepesinden biri­sinin olanca sesiyle: "Yâ Ka'b b. Mâlik, müjdeee!..." diye bağırdığını duydum. Hemen secdeye kapanmışım. Artık kurtuluşun geldiğini anlamıştım. Resûlullah (s.a.v) sabah na­mazını kılınca, Allah'ın bizim tevbemizi kabul ettiğini ilan etmiş, in­sanlarda bizi müjdelemeye çıkmış ve arkadaşlarımdan tarafa bir kısmı müjdelemeye gitmiş. Biri de bana doğru atı ile gelmiş. Eşlem kabile­sinden birisi de koşa koşa Sel'a dağının tepesine çıkmıştı. Tabi ses bana attan daha çabuk ulaşmıştı. Sesini duyduğum kimse bana müjdeyi vermek için geldiğinde, onun müjdesine karşılık olarak elbiselerimi çıkarıp ona giydirdim. Vallahi o gün bu elbiselerden baş­ka elbisem yoktu. İki elbise-alt üst-ödünç alıp onları giydim ve Resûlullah (s.a.v)'in yanına hareket ettim. İnsanlar gurup gurup beni karşılayıp, tevbemin kabulünü tebrik ediyor ve "Allah'ın tevbeni kabul edişi sana hayırlı olsun!" diyorlardı. Sonunda Mescid'e girdim. Etrafı insanlarla çevrili olarak Resûlullah (s.a.v) oturuyordu. Talha bin Ubeydullah kalkıp bana doğru koşar adımlarla gelip elimi tokaladı ve tebrik etti. Vallahi bana Muha­cirler arasında Talha'dan başka ayağa kalkan olmamıştı. Ben Talha'nın o davranışını asla unutamam. Resulü Ekrem (s.a.v) yüzleri sevinçle parlayarak: "Annenin seni doğurduğu günden beri geçirdiğin bu en hayırlı gün'ün sana müjde olsun" buyurdu. Ben de, "Yâ Resûlallah! Bu af sizin katınızdan mı, yoksa Allah tarafından mı?" diye sorunca Efendi­miz (s.a.v) : "Hayır, benden değil, Allah katındandır" buyurdu. Resûlullah (s.a.v) herhangi bir müjde ile müjdelenince yüzü sanki bir ay parçası gibi parlamaya başlar, bizde bir müjde olduğunu yüzün­den anlardık. Huzurunda oturduğum zaman, "Yâ Resûlallah! Allah'a ve Resulüne -bu belâdan kurtuluşumun bir -sadakası olarak malımdan-mülkümden-dağıtarak sıyrılıp kurtulmamın- sadakam olsun (diye dü­şünüyorum)" dedim. Bana: "Malının bir kısmını alakoy, bu senin için daha hayırlı olur." buyurdu. Bende, "Kendim için Hayber ganimetinden verilen Hayberdeki araziyi alakoyayım dedikten (sonra) tekrar: - Yâ Resûlallah! Allah beni -bu beladan- sadece doğruluk sebebiyle kurtardı. Hayatta kaldıkça doğru sözden başka söz kullanmamak be­nîm tevbemin gereklerinden biri olacaktır." dedim. Vallahi, Müslü­manlardan Allah'ın kendisini "doğru söz" hususunda imtihan ettiği Müslümanlardan benim imtihanımdan daha güzel netice alan hiçbir kimse tanımadım. Resûlullah (s.a.v.) Efendimize bu sözümü arzettikten sonra -bu günüme kadar- asla yalan söylemeye yeltenme- dim. Hayatımın geri kaİan kısmında da Allah'ımın beni koruyacağını ümid ediyorum. Allah (c.c.) -bu bizim meselemizde- Peygamberine: "Allah (c.c.) Nebisi-Muhacirler ve Ensar üzerine tevbe etmele­rini nasib etti" ayetini ve sadıklarla beraber olsun" kısmına kadar indirdi. -Vallahi, bana göre, beni İslâm'a ulaştırma hidayeti dışında, Allah'ın bana verdiği nimetler arasında hiçbir nimet, o gün Resûlullah'a doğru­yu söyleyip, onu aldatmaya kalkmamam ve bu yüzden, "ona yalan söy­leyenlerin helak olduğu gibi" helak olmamamdan daha büyük değildir. Çünkü Allah (c.c.) Vahiy inerken Peygamberce yalan söyleyenler hak­kında, bir insana söylenilecek en kötü sözleri söyleyerek: "Onlara vardığınız zaman, onları bırakıp gidesiniz diye size Al­lah adına yemin edeceklerdir. Artık siz onlardan yüz çevirip gi­din. Zira onlar pisliktir. Sığınakları da, kendi elleriyle kazandık­larına karşılık olarak, Cehennemdir. Kendilerinden razı olasınız diye size yemin ederler. Eğer siz onlardan razı olacaksanız, kesin­likle Allah (c.c.) fasık topluluktan razı olmayacaktır. (Tevbe in­il 9) buyurdu. Kâ'b der ki: Biz, şu üç kişi var ya, işte bizim tevbemizin kabulü şu özürlerini beyanla yemin edenlerin tevbelerini Resûlullah'ın kabul et­tiği kimselerinkinin -kabul- zamanından geri bırakılmıştı. Resûlullah (s.a.v) bizim işimizi, Allah bu konuda hükmünü bildirinceye kadar te­hir etmişti. Bu mevzuda Allah (c.c): Ve şu tevbeleri geri biraktinlanlar..." diye buyurdu. Allah'ın burada bahsettiği, bizim Tebük seferinden geri kal­mamız değil, ancak Onun bizi, tevbenin kabulünde, Peygamber'e gelip diğer harp kaçakları ile mazeret bildirenlerin, Peygamberin de onların mazeretini kabul etmesinden daha sonraya bırakmasıdır. Bu hadis, Buharî ve Müslim'in ittifakla rivayet ettikleri bir haber­dir.[640] [640] Buhârî Meğazî 64/79 no: 4418; Müslim Tevbe 2769/3; İbni Ebî Şeybe 14/541; Müsned 3/454, 456, 460 ve 6/387, 390; Abdürrezzak Musannef 9744; Taberânî Kebîr 19/42; İbni Hişâm Sîre 4/180, 182; Taberî Tefsir 11/44; Bey. S. Kübra 9/35; Bey. Del 5/273 Vâkidî 3/1049 ve devamı, İbnü'l Cevzî Muntazam 3/366. İmam Zehebi, Tarihü’l İslam Meğazi 4/367-375

20 Nisan 2017 Perşembe

Hutbe ditib: Miraç Kandili (21.04.2017)

Miraç Kandili (21.04.2017) Değerli Müminler! 23 Nisan Pazar’ı Pazartesi’ne bağlayan gece mübarek Miraç kandilini idrak edeceğiz. İsra ve Miraç, alemlere rahmet olarak gönderilen Sevgili Peygamberimiz (s.a.s)’in yaptığı mucizevi yolculuğun ve yükselişin adıdır. Peygamberimizin hayatında önemli bir yere sahip ‎olan Miraç, Cenab-ı Hakk’ın Hz. Peygamber’e ‎sunduğu ilahi bir ihsanıdır.‎ Miraç, kameri takvime göre, Recep ayının yirmi altısını yirmi yedisine bağlayan gece meydana gelmiştir. Birçok ilahi hikmeti ve lütfu bünyesinde barındıran bu mucizeler gecesi, İsra Suresi’nin ilk ayetinde şöyle ifade edilmektedir: “Kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.”[1] Kardeşlerim! Mübarek gün ve geceler Rabbimizin özel ihsan ve ikramıdır. Bu zaman dilimleri, salih amellere büyük ecir ve sevapların bahşedildiği müstesna gecelerdir. İsra ve Miraç olayının Müslümanlar için en önemli özelliği, beş vakit namazın farz kılınması, Allah’a şirk koşmayanların cennetle müjdelenmesi ve Bakara Suresi’nin son iki ayetinin insanlığa hediye olarak sunulmasıdır. Rabbimiz Miraç’ta aynı zamanda müminlerin güç yetiremedikleri işlerden dolayı sorumlu tutulmayacaklarını, şirk hariç Rabbimizin dilemesi ile günahlarımızın affolunacağını müjdelemiştir. Muhterem Müslümanlar! Miraç gecesinde nice ilahi ikrama nail olan bir Peygamber’in ümmeti olarak, bu gecenin feyz ve bereketinden, af ve mağfiretinden istifade etmeye gayret edelim. Miracın bize en kıymetli hediyesi olan, dinin direği, müminin miracı, gözümüzün nuru beş vakit namazı terk etmemek üzere ahdederek kendi miracımızı gerçekleştirelim. Allah’tan af ve bağışlanma dileyelim. Aile fertlerimize bu gecenin anlam ve önemini anlatalım. Anne- babamızı ve büyüklerimizi ziyaret edip ellerini öpelim, dualarını alalım. Bu duygu ve düşüncelerle Miraç kandilinizi tebrik ediyor, başta İslam âlemi olmak üzere tüm insanlığa selamet, barış ve huzur getirmesini Yüce Mevla’dan niyaz ediyorum. Turgut Kaynak DİTİB Glückstadt Şehzade Camii Din Görevlisi [1] İsra, 1

“RAHMETEN Lİ’L-ÂLEMÎNDİR MUSTAF”

“RAHMETEN Lİ’L-ÂLEMÎNDİR MUSTAF” Silsile-i Sâdât'ın dördüncü halkası Ca‘fer-i Sâdık (kuddise sirruh) Hazretleri buyurdu ki: “Allâhü Teâlâ, peygamberler olmadan kullarının kendisine hakkıyla itâatten ve kendisini bilmekten âciz kalacaklarını ezelî ilmiyle bildi. Bir vesîle ve vâsıta olmadan Cenâb-ı Hakk'a ihlâsla ibâdet edemeyeceklerinden insanlar arasından bir mübârek zâtı yaratıp kendisi ile insanlar ve cinler arasında vâsıta kıldı. Onları “Re'fet ve Rahmet” sıfatlarına mazhar kıldı ve sözü fi‘li bir olan bu zâtları peygamber ve resûl olarak gönderdi. O peygambere itâati kendi zâtına itâat kıldı. Din ve dünyâ işlerinde o peygamberin sîret ve sünnetlerine uymayı, zâtına ulaştıran yol kılıp: “Her kim ki Resûlün emrine uyarsa, Allâh’ın emrine hakkıyla itâat etmiş olur (Nisâ sûresi, âyet 80)” buyurdu.” Allâhü Teâlâ, Hâtemü'l-Enbiyâ Muhammed Mustafâ (s.a.v.) hakkında “(Ey Habîbim!) Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ s., âyet 107) buyurdu. Yani bütün mahlûkât senin hürmetine yaratıldı. Hidâyete eren mü'min kimsenin, iki cihanda selâmet bulması, hidâyete eremeyenin dahi yalnız dünyâda gezip, yiyip içip sıhhat ve âfiyet bulması, azâbının âhirete te'hîr olunması; bunların hepsi senin hürmetinedir ve sen âlemlere rahmet olduğundandır. Arş, Kürsî, yerler, gökler ve içlerinde bulunanların tamamının yaratılıp ilâhî nimetlere kavuşmaları senin hürmetinedir. Bu âyetin meâl ve tefsirinin böyle olduğuna: “Levlâke levlâk, lemâ-halaktü’l-eflâk” hadîs-i kudsîsi delâlet eder ki manası: Resûlüm yâ Muhammed! Eğer sen olmasaydın, sen olmasaydın eflâki (mevcûdâtı) yaratmazdım.” Resûlullah Efendimiz (s.a.v.), Cebrâîl Aleyhisselâm'a sordu: Allâhü Teâlâ hakkımda: “Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdim” buyurdu. Bu rahmetten sen de istifâde ettin mi?” Cebrâîl Aleyhisselâm: “Evet, ben hep âkıbetimin -İblîs gibi olmasından- korkardım. Allâhü Teâlâ sana “O -Cebrâil Aleyhisselâm- Melekler arasında itâat olunmuş, Arş'ın yanında emîndir” -meâlindeki-(Tekvîr sûresi, 21.) âyet-i celîleyi indirince bu korkudan emîn oldum. İşte bu senin hürmetine bana erişen büyük bir rahmettir!” buyurdu. (Şifâ-i Şerîf)

19 Nisan 2017 Çarşamba

Cin ve şeytan musallat olmasından korunmanın yolu.

Sara Hastalığına Şifâ ve Cin ve şeytan musallat olmasından korunmanın yolu.
Sara hastalığına tutulan kişinin iyileştirilmesi ve cinleri ondan kovmak için bazen dövmeye ihtiyaç olunabilir…. Atılan bu dayaklar, (o kişiye musallat olan) cinnin üzerinde vaki olur. Sara hastalığına tutulan kişi, dayakların acısını hissetmez Eğer o dayaklar, o insanın üzerinde vaki olmuş olsaydı; elbette insanı öldürürdü. Cinleri bir kişiden uzaklaştırmak ve sar’â hastalığına tutulan kişilerin şifâ’ya kavuşmaları dualar ile de mümkündür. Bu konuda sağlam İslâmî kaynaklarda şöyle buyurmaktadır: Bilindiği üzere, cinler ateşin alev kısmından yaratılan, her şekle girebilen: evlenme, yeme-içme, çoğalmaları bulunan ve gözle görülmeyen varlıklardır… Cinlerin insanlara zarar verdikleri, yardım ettikleri, insanların isteklerini yerine getirdikleri vakidir… Bir kişi sara’ya tutulur veya bir kişiye cin çarpar da kişi şuurunu kaybeder veya bayılırsa, o kişinin hemen o anda kendisine gelmesi için “Kasîde-i Bürde“nin şu bu mübarek beyitleri; [ 1 ] İki gözlerinin arasına yazılır veya bu beyitler mavi bir beze yazılır. Bez yakılır. Bu beyitlerin yazılı olduğu bezin dumanları sara ve cin tarafından bayılmış olan kişinin burnuna gittiği anda o kişi hemen kendisine gelip uyanır. Cinler onu terk ederler. Ve bir daha ebediyen onun cesedine dönmezler… Risâletü Havassı’l-Ebyâti’l-Büriyyeti Mudurriyeti, s. 12, Sonra bu beyitleri, Kur’ân-ı kerimden bununla ilgili bazı âyet-i kerimelerle yazıp, ilgili kişi üzerine alsın, büyük acâiblikler, fayda ve menfaat görür. Tevfik Allah’tandır. Cinlerden korunabilmek için yukarıdaki beyitle ilgili işlemler yaptıktan sonra ilgili âyet-i kerime ve duaları Müslüman kardeşlerime bir hediye olarak aşağıya alıyorum. Cin ve şeytan musallat olmasından korunmanın yolu; Aşağıdaki âyet ve dualar okunmalı veya yazılıp üzerinde taşınmalıdır… 1. Fatiha süresi 2. Bakara süresinin ilk dört ayetleri 3. Bakara sûresinin 163. âyet-i kerimesi 4. Ayetü’l-kürsi ve devamındaki bir ayet, 5. Bakara süresinin son iki ayetleri, 6. İsrâ süresi 45 ve 46. ayetleri 7. El-Mü’minûn Sûresinin son dört âyet-i kerimesi 8. Mü’min süresi ilk üç ayetleri, 9. Cin Sûresinin İlk dört âyet-i kerimesi, 10.Ihlâs sûresi, 11.Felak sûresi. 12.Nâs sûresi, 13. Kaside-i bürdenin bu mübarek beyitleri 14.Tehlil. 15. Ezân-i Muhammedi, Daha geniş bilgi için “CİN, BÜYÜ ve NAZARDAN KORUNMANIN MANEVÎ YOLLARI, isimli kitabıma bakınız. Ömer Faruk Hilmi. Fatih yayınevi, lstanbul-2005,. Mütercim. Kaynak : İsmail Hakkı Bursevi (k.s), Rûhu’l-Beyan Tefsîri:8/433-434. [ 1 ] ( NOT ;O beyitler buraya yazılmamış ;Daha geniş bilgi için “CİN, BÜYÜ ve NAZARDAN KORUNMANIN MANEVÎ YOLLARI, isimli kitaba bakınız.)

MUSÂFAHA VE TEBESSÜM GÜNAHLARI DÖKER

MUSÂFAHA VE TEBESSÜM GÜNAHLARI DÖKER Ebû Dâvud (r.a.) anlatıyor: Berâ bin Âzib (radıyallâhü anh) ile karşılaştım. Elimden tutup benimle musafaha yaptı ve bana tebessüm etti. Sonra da: “Senin elini niçin tuttum, biliyor musun?” dedi. “Hayır, bilmiyorum. Fakat bu yaptığında bir hayır olduğunu düşünüyorum.” dedim. Dedi ki: Bir gün Peygamber Efendimizle (s.a.v.) karşılaştım. Benim sana yaptığım gibi musafaha yapıp tebessüm etti. Sonra da “Niçin böyle yaptım biliyor musun?” diye sordu. Ben “Bilmiyorum” deyince Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdular: “İki Müslüman birbiriyle karşılaşıp, sadece Allâhü Teâlâ’nın rızası için musâfaha yaptıkları ve birbirine tebessüm ettikleri zaman günahları bağışlanmış olarak birbirinden ayrılırlar.” (Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr) Çanakkale’den Bir Hatıra: ALLÂH’A ISMARLADIK! Çanakkale şehitlerinden Mülâzım (Teğmen) İbrahim Naci Efendi cephe hatıralarını saat saat kaydetmişti. Hep şehid olmayı beklemiş, defterinin kapağına: “Bu defter kimin eline geçerse bir şehit hürmetine yukarıdaki adrese göndersin...” cümlesini yazmıştı. Ona şehitlik 29. günde, Kerevizdere'de nasib oldu. İşte o güne ayrılan sayfa: Saat 7.00 Geceden beri düşman taarruz ediyor. Şimdi gidiyoruz, Allah hayreylesin... Saat 11.00 Muharebeye girdik. Milyonlarca top ve tüfek patlıyor... Şimdi birinci onbaşım yaralandı. Allâh'a ısmarladık. 11.15... İ. Naci (Yedikıta Tarih ve Kültür Dergisi) 7 kita dergisi, yedi kita dergisi

18 Nisan 2017 Salı

Takva Elbisesi

Takva Elbisesi يَا بَنِي آدَمَ قَدْ أَنزَلْنَا عَلَيْكُمْ لِبَاسًا يُوَارِي سَوْءَاتِكُمْ وَرِيشًا وَلِبَاسُ التَّقْوَىَ ذَلِكَ خَيْرٌ ذَلِكَ مِنْ آيَاتِ اللّهِ لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ Yüce Meali: Ey Âdemoğullarıl Bakın size çirkin yerlerinizi örtecek libas/giyecek indirdik, hil’at indirdik. Fakat takva elbisesi, o hepsinden hayırlı… Bu işte, Allah’ın âyetlerinden… gerektir ki düşünür ibret alırlar. Ey Âdemoğulları! Babanızla ananızı çirkin yerlerini kendilerine göstermek için ikisinin de elbiselerini soyarak Şeytan cennetten çıkardığı gibi, -sakının- sizi de belâya uğratmasın. Çünkü o ve kabilesi, sizi, sizin kendilerini göremeyeceğiniz cihetten görürler. Biz o şeytanları, o kimselerin velileri/dostları kılmışızdır ki îmâna gelmezler. [ A’raf Suresi 26. ayet ] “Ey Âdemoğulları!” Hitap bütün insanlaradır. Sebeb-i Nüzul Rivayet olundu: Muhakkak ki Arablar, Beytüllâhı çıplak olarak tavaf ediyorlardı. Ve (kendilerini savunmak için): Biz, günah işlediğimiz elbiseler içinde tavaf etmeyiz!” diyorlardı. İşte bunun üzerine bu üç âyet-i kerime nazil oldu; Ey Âdemoğulları! Bakın size çirkin yerlerinizi örtecek libas/giyecek indirdik, hll’at indirdik. Fakat takva elbisesi, o hepsinden hayırlı… Bu işte, Allah’ın âyetlerinden… gerektir ki düşünür ibret alırlar. Ey Âdemoğulları! Babanızla ananızı çirkin yerlerini kendilerine göstermek için ikisinin de elbiselerini soyarak Şeytan cennetten çıkardığı gibi, -sakının- sizi de belâya uğratmasın. Çünkü o ve kabilesi, sizi, sizin kendilerini göremeyeceğiniz cihetten görürler. Biz o şeytanları, o kimselerin velileri/dostları kılmışadır ki îmâna gelmezler. Ve bir edebsizlik yaptıkları zaman da: “Atalarımızı böyle bulduk ve bize bunu Allah emretti” derler. Deki: -“Allah, edebsizliği emretmez, bilmediğiniz şeyleri Allah’ın üzerine mi atıyorsunuz?. (Kavli şerifleri) sonuna kadar nazil oldu. Kaynaklar: Kâdî beydâvî tefsiri, c. 2, s. 235, Darü’l-Beyânü’l-Arabî İsmail Hakkı Bursevi (k.s), Rûhu’l-Beyan Tefsîri:8/419-420. Takva Elbisesi Nedir? Katâde (r.h.) ve Süddî (r.h.) buyurdular: O (yani takva elbisesi,”) sâlih amellerdir. Çünkü sâlih ameller, kişiyi cehennem azabından korur. Sanki, “Takva elbiseden daha hayırlıdır” denildi. Zira Fâcir kişi, her ne kadar güzel elbiseler içinde olsa bile avret yerleri ortadadır… Elbise nimetinden faydalanma ve istifade asıl bununladır. Zira takva duygusu, korkusu ve imanı, haya ve irfanı olanlar zorunlu olarak çıplak bile kalsalar en az Âdem ve Havva’nın yapraklarla örtündükleri gibi ayıp ve örtülmesi gereken yerlerini örter ve muhafaza ederler. Fakat takva duygusu olmayan günahkârlar ne kadar giyinseler yine kıçları, açılmaktan kurtulamazlar. Çünkü bunlar, elbise nimetinin ayıp ve örtülmesi gerekeni örtmek; sıcak, soğuk ve rahatsız edici çirkiniiklerden, hastalık sebeplerinden korunmak, düşmandan sakınmak ve nihayet güzel bakışı cezbedecek ve kötü bakışı defedecek, hiç kimsenin ne şehvetinin heyecanına ve ne nefretinin gelişmesine sebep olmayacak faydalı bir sima, edep ve vakar rahatlığı ile güzelleşme gibi gerçek fayda ve güzel maksatlarını düşünemezler. Şehvet, kibir ve gururla süslü püslü elbiseler içinde kibrini ilan etmek isterken, bir taraftan en kötü yerini açar, hatır ve hayale gelmez zarar ve edepsizliğe düşerler. Bunun için süslü elbise, giysi, şeref ve ihtişam dahi hadd-i zatında ilâhî bir nimet olmakla beraber, bir çoklarının gözlerini kamaştıran görünür çekiciliğine rağmen hayır ve mutlak fayda değil, bir gurur metaldir. Asıl hayır, takva elbisesidir ki, örtülmesi gerekli yerlerin örtülmesi (setr-i avret), namusu korumanın ilk şartını teşkil eder. Kaynaklar: Elmalı Tefsiri, c. 3, s, 2146, İsmail Hakkı Bursevi (k.s), Rûhu’l-Beyan Tefsîri:8/422.

Şeytana Karşı İnsanlar?

Hikaye (Şeytana Karşı İnsanlar?) Hikâye olunur: Habîs Şeytan Yahya bin Zekeriyya Aleyhisselâm’a göründü. Ona; Sana nasihat etmek istiyorum!” dedi. Yahya Aleyhisselâm; Sen yalan söylüyorsun! Sen bana nasihat etmezsin! Lakin bana Âdem oğullarından haber ver?” dedi. Şeytan; Âdem oğullan, bizim yanımızda üç sınıftır. Amma onlardan birinci sınıf: Bize sınıfların en şiddetlisidirler. Onu fitneye (ve günaha) düşürmeye yöneliriz. Onu fitneye düşürürüz ve ona yerleşiriz. Sonra o kişi, kendisine gelip, Allah korkusundan titrer ve hemen tevbe ve istiğfar eder. Bizim onda idrak ettiğimiz her şeyi bizim aleyhimize bozar (bütün çalışmalarımız boşa gider…) Sonra biz ona bir daha döneriz; o da tevbe ve istiğfara döner. Ve biz ondan hacetimize ulaşamayız. Fakat ondan ümit de kesmeyiz… İşte biz (şeytanlar) böyle kişilerin elinden yorgun ve bitkin düşeriz… Amma ikinci sınıf: Bunlar bizim elimizde, çocuklarınızın elindeki top gibidir. Biz onları dilediğimiz tarafa çeviririz (yani istediğimiz gibi onlarla oynarız…) Amma son sınıf ise, bunlar senin gibi ma’sûm olanlardır. Biz onlardan hiçbir şeye kaadir olamayız…” dedi. Leziz Yemek? Bundan sonra Yahya Aleyhisselâm ona sordu: Sen benden bir şeye kaadir olabildin mi hiç?” Şeytan: Hayır! Ancak bir kere sana gücüm yetti! (Yahya Aleyhisselâm, hayretle sordu: Nedir o?” şeytan devam etti.) Bir defasında sana bir yemek takdim olunmuştu. (Senin önüne bir yemek getirilmişti.) Sen ondan yedin. Ben o yemeği sana leziz göstermeye devam ettim. Senin iştahın çekti ve sen istediğinden daha çok yedin… Böylece o gece, daha önceki gecelerde olduğun gibi ayni saatte (gece namazına ve teheccüde) kalkamadın…” Yahya Aleyhisselâm: Hiç şüphesiz bundan sonra artık kesinlikle doyuncaya kadar yemeyeceğim!” dedi. Şeytan da ona; Senden sonra hiçbir âdeme (insana) asla nasihat etmeyeceğim!” dedi. Fâsıkın Cömertliği Şeytan yine kendi aslî suretinde Hazret-i Yahya bin Zekeriyya Aleyhimâ’s-selâm ile karşılaştı. Yahya Aleyhisselâm şeytana; Bana haber ver! İnsanların içinde sana en sevimli kimdir? Ve insanlardan en çok buğzettiğin kişiler kimlerdir?” Şeytan: Ben en çok cimri mü’mini severim! Ve insanlardan bana en kötü ve en çok buğzettiğim kişi ise, cömert fâsıktır…” Yahya Aleyhisselâm ona sordu: Bu nasıl olur?” Şeytan: Çünkü cimri adamın cimriliği bana yeterlidir! Fâsık olan cömert ise, Allâhü Teâlâ hazretlerinin onun cömertliğine muttali olması onun yapmış olduğu cömertlik sebebiyle ona hidâyet nasip etmesi ve onu kendisine yöneltmesi ve ona velayet mertebesini vermesinden çok korkarım! dedi. (Şeytan bütün bu açıklamalarından sonra da) Eğer sen Yahya olmamış olsaydın; gerçekten sana bunu haber vermezdim!” dedi. [ Cömert fâsıkların ve günahkarların zamanla tevbe ettikleri, hidâyete erip, Allâhü Teâlâ hazretlerinin sâlih ve evliya kulu oldukları tecrübeyle de sabittir… Eğer bir arkadaş, eş ve dostunuzun hidâyete ermesini, hak yolu bulmasını ve hak yol üzere yaşamasını istiyorsanız, Allah’ın yolunda, İslâm’ın kalkınması, sünnet-i seniyyenin yaşanması ve din-i mübîn-i islâmın eğitimi ve öğretimi için, onun yardımda bulunmasını sağlayın… O kişinin çok kısa bir zaman içinde hidâyete erdiğini ve hak yola girdiğini göreceksiniz… Bu ilâhî bir sırdır…Ben bunu çok gördüm. Mütercim.] Kaynaklar : Âkâmü’l-Mercân fî Ahkâmı’1-Cân isimli kitapta bu böyledir. İsmail Hakkı Bursevi (k.s), Rûhu’l-Beyan Tefsîri:8/440-441.

RECEB AYINDA KILINACAK NAMAZ

RECEB AYINDA KILINACAK NAMAZ Receb'in 1'i ile 10'u arasında 10 rek'at, 11'i ile 20'si arasında 10 rek'at ve 21'i ile 30'u arasında 10 rek'at kılınacak Hâcet Namazı vardır. Bunların üçünün de kılınış şekli aynıdır. Yalnızca namazların sonlarında okunacak duâlarda fark vardır Bu 30 rek'at namazı kılanlar, hidâyete ererler. Bu namazı kılanın kalbi ölmez. Bu 30 rek'at namaz Resûlullah Efendimizin (s.a.v.) berberi Selmân-ı Pâk (r.a.) Hazretleri tarafından rivâyet edilmiştir. Bu namazlar, akşamdan sonra da, yatsıdan sonra da kılınabilir. Fakat, cuma ve pazartesi gecelerinde ve bilhassa teheccüd vaktinde kılınması daha faziletlidir. Kılınışı: Hâcet Namazı'na şu niyetle başlanır: “Yâ Rabbi, teşrifleriyle dünyâyı nûra gark ettiğin Efendimiz hürmetine, sevgili ayın Receb-i Şerif hürmetine, beni feyz-i ilâhîne, afv-ı ilâhîne, rızâ-yı ilâhîne nâil eyle, âbid, zâhid kulların arasına kaydeyle, dünyâ ve âhiret sıkıntılarından halâs eyle, rızâ-yı şerifin için” Allâhü Ekber. Her rek'atte 1 Fâtiha, 3 Kul yâ eyyühe'l-kâfirûn, 3 İhlâs-ı şerif okuyup, 2 rek'atte bir selâm verilir. Böylece 10 rek'at tamamlanır. • İlk on gün içinde kılınan namazdan sonra, 11 defa “Lâ ilâhe illallâhü vahdehû lâ şerike leh, lehü'l-mülkü ve le-hü'l-hamdü yuhyi ve yümit, ve hüve Hayyün lâ yemûtü bi-yedihi'l-hayr ve hüve alâ külli şey'in kadir” okunup duâ edilir. • İkinci on gün içinde yani Receb'in 11'i ile 20'si arasında kılınan 10 rek'atten sonra, 11 defa: “İlâhen Vâhıden Ehaden Sameden Ferden Vitren Hayyen Kayyûmen dâimen ebedâ” okunup duâ edilir. • Üçüncü on gün içinde, yani Receb'in 21'i ile 30'u arasında kılınan 10 rek'atten sonra da 11 kere: “Allâhümme lâ mânia limâ a'tayte, velâ mu'tıye limâ mena'te, velâ râdde limâ kadayte, velâ mübeddile limâ hakemte, velâ yenfeu ze'l-ceddi minke'l-ceddü. Sübhâne Rabbiye’l-Aliyyi’l-a'le’l-Vehhâb, Sübhâne Rabbiye'l-Aliyyi'l-a'le'l-Vehhâb, Sübhâne Rabbiye'l-aliyyi'l-a'le'l-Kerimi'l-Vehhâb, Yâ Vehhâbü yâ Vehhâbü yâ Vehhâb” okunur ve duâ edilir. (Duâ ve İbâdetler, Fazilet Neşriyat)

17 Nisan 2017 Pazartesi

“İSLÂM, GÜZEL AHLÂKTIR”

“İSLÂM, GÜZEL AHLÂKTIR” Ashâb-ı Kirâm'dan Vâil bin Hucr (radıyallâhü anh) anlattı: Resûlullâh Muhammed Mustafa'nın (sallallâhü aleyhi ve sellem), peygamberliğini işitince kavmimin temsilcisi olarak yola çıktım, Medine'ye geldim. Beni, Ashâb-ı Kirâm'dan bazı zâtlar karşıladı ve “Sen yanımıza gelmeden üç gün önce, Resûlullah senin gelişini bize müjdelemiş ve “Vâil bin Hucr size geliyor” buyurmuştu” dediler. Sonra Resûlullah Efendimizin (s.a.v.) huzuruna girdim. Beni güzel karşılayıp alaka gösterdi, yakınına aldı ve ridâsını yayıp üzerine oturttu. Sonra insanları çağırdı. Toplandıklarında minber üzerine çıktı, beni de yanına çıkardı. Biraz aşağısında bulunuyordum. Sonra Allâh'a hamd etti ve buyurdu ki: “Ey insanlar! Bu, Vâil bin Hucr'dur. Uzak beldelerden; Hadramevt'ten bir zorlayan olmadan, itaat ederek size geldi. Kendisi eski sultanlar neslinin sonudur. Ey Vail, Allah seni ve oğullarını mübarek kılsın” buyurdu. Sonra minberden indi ve beni de indirdi. Medine'de müsâfir edilmem için uzakça bir evi münâsib görüp Muâviye bin Ebî Süfyân'a (r.a) beni oraya götürmesini emretti. Öğlenin kızgın sıcağında yola çıktık. Biraz yol aldığımızda Muâviye bana: “Ey Vâil, kızgın kumlar ayağımın altını yakıp kavurdu. Beni devenin terkisine al” dedi. Ben: “Deveyi senden kıskanmıyorum, amma padişahların terkisine alacağı adamlardan değilsin, başkalarının beni ayıplamasını istemem” dedim. “Bari ayakkabılarını ver de güneşin hararetinden onunla korunayım” dedi. “Şu iki deri parçasını senden esirgeyecek değilim. Lâkin sen padişahların giydiklerinden giyebilecek kimselerden değilsin, onu sana emaneten de olsa vermekten hoşlanmam” dedim. Muâviye (radıyallâhü anh), İslâm devletinin halîfesi olduğunda beni, Hadramevt'ten huzuruna getirtti. Adamlarını beni karşılamaya çıkardı. Yanına girdiğimde de tahtında yanına oturttu ve: “Benim bu tahtım mı daha üstündür, yoksa senin devenin sırtı mı?” dedi. “Ey Mü'minlerin emiri! Ben o vakit, küfür ve câhiliyyet âdetlerinden daha yeni kurtulmuş idim. Benim yaptığım, bir câhiliyye âdeti idi. Allah bize bugün İslâm nimetini nasîb etti, münâsib olan senin yaptığındır” dedim. Sonra beni hürmetle Kûfe'ye yerleştirdi. (Taberânî, el-Mu‘cemü's-Sağîr)

15 Nisan 2017 Cumartesi

ŞUAYB ALEYHİSSELAM’IN KAVMİNE NASİHATİ

ŞUAYB ALEYHİSSELAM’IN KAVMİNE NASİHATİ Allâhü Teâlâ her kavme bir peygamber gönderdi. Medyenlilere de içlerinden Şuayb Aleyhisselam'ı peygamber gönderdi. Medyenliler, Hazret-i İbrahim Aleyhisselam'ın neslindendir. Şuayb Aleyhisselam'ın kavmine yaptığı güzel nasihatlerden dolayı lakabı “Hatîbü'l Enbiyâ” (Peygamberler hatîbi)dir. Kur'ân-ı Kerîm'de Şuayb Aleyhisselam'dan bahseden Hûd sûresinin, 84, 85 ve 86. âyetlerinin tefsiri şöyledir: “Medyen’e de kardeşleri Şuayb’i gönderdik. Ey kavmim. Allâh’a ibâdet edin, ondan başka ilâhınız yoktur. Ve ölçeği, tartıyı eksik tutmayın. Şüphesiz ben sizi bir hayır içinde görüyorum.” dedi. Yani bir nimet içinde bulunuyorsunuz, malınız, imkânınız var, alış veriş yapıyorsunuz. Bu hayırlı bir iştir. Bunun icabı haksızlık etmek değil, insanların haklarını gözetip onların menfaatine hizmet ederek Allâh'a şükretmektir. Binaenaleyh ölçüyü, teraziyi noksan tutup da hayrı berbad etmeyin. Ve ben sizin hepinizi kuşatan bir günün azabından korkarım. Noksan ölçü ve tartı ile haksızlıkta devam ederseniz elinizdeki hayrı kaybettiğiniz gibi bir gün gelecek Allâh'ın azâbı hepinizi kuşatacak, hiç biriniz kurtulamayacaksınız. Bu nasihatleri size acıdığım için yapıyorum. Ey kavmim! O gün azâba uğramamak için ölçüyü ve tartıyı adâlet ile îfa edin ve insanlara haksızlık etmeyin. Ve yeryüzünde fesad çıkarmayın, fenalık yapmayın. Öyle amma ticaret ve siyasette biz böyle hak, adâlet ve doğruluk ile çalışacak olursak fazla bir şey kazanamayız, derseniz: Haramını attıktan sonra Allâh’ın size bırakacağı temiz ve helâl olan (haksızlıkla, eksik ölçek ve tartı ile toplayacağınız kazançlardan) sizin için daha kârlı, daha menfaatli ve daha hayırlıdır. Eğer mü’min iseniz, yani, bu hayırlara ancak îman etmeniz şartı ile kavuşabilirsiniz.” İnanırsanız hayır görürsünüz. Yoksa ben üzerinize hafîz değilim, yani siz îman edip korunmadıkça ben sizi fenalıktan muhafaza edemem, başınıza gelecek azâbdan koruyamam. Hâsılı bu nasihatleri iyi dinleyiniz. (Elmalılı, Hak Dîni Kur’ân Dili Tefsiri, Fazilet Neşriyat)

İSTANBUL HUKÛK MEKTEBİNİN AÇILIŞI

Ashâb-ı Bedir................CÜBEYR BİN İYÂS (r.a.) Cübeyr bin İyâs (r.a.), Ensâr'dan ve Hazrec kabilesinin Zürayk oğullarındandır. Bedir ve Uhud Gazâlarında bulunmuştur. İSTANBUL HUKÛK MEKTEBİNİN AÇILIŞI (1880) 17 Haziran 1880 Cumartesi Adliye nezâreti dâiresinde inşâ olunan Hukuk Mektebi, Başvekil Kadri Paşa, Mâbeyn-i hümâyûn ikinci kâtibi Süreyyâ Bey, Maârif Nâzırı Münif Paşa ve Nâfia Nâzırı Hasan Fehmi Efendi, Adliye Müsteşârı Vahan Efendi, Mekteb müdür ve hocaları ve talebesi hâzır oldukları hâlde açıldı. Padişâhın irâdesi okundu ve Ahmed Cevdet Paşa şöyle bir konuşma yaptı: “Nice müddetten beri Dersaâdet'de bir Hukuk Mektebi açılması arzu olunuyordu. Dîvân-ı Ahkâm-ı Adliyye'nin teşkilinde bunun bir mertebe daha ehemmiyeti arttı. Buna mukaddime olmak üzere o vakit Adliye dâiresinde hukuka dâir bazı dersler verildi. Daha sonra Mekteb-i Sultânî talebesinden bir sınıf ayrıldı. Orada hukuk derslerine başlandı. Lâkin şimdiye kadar böyle müstakil bir Hukuk Mektebi açmaya muvaffak olamadık. Çalışmadık değil. Meğer takdîr-i ilâhî bugüne ve padişahımızın asrına imiş. Efendiler, tahsil edeceğiniz ilmin kadri pek büyüktür. Bilirsiniz ki hesâb, hendese ve kimyâ gibi aklî ilimleri öğretmek için bir peygamber gelmedi. Ammâ dînin hükümlerini telkîn ve teblîğ için ülü’l-azm peygamberler geldi. Bu bâbda başka delile hâcet görmem. Velîni‘metimiz pâdişâhımız Halîfe Sultan İkinci Abdülhamid Hân Hazretleri dahi mektebinizi himâyesi altına aldılar. Mektebinize büyük şeref ve itibar verdiler. Açılış merasiminde bulunmak üzere Başvekillerine emir buyurmuşlar. Bu iyiliklerin şükründen biz de âciziz, siz de âcizsiniz. Fakat inşâallâh tahsilinizi tamamlayıp Devlet-i Aliyye'ye güzel hizmetler ederek teşekkür yolunda bulunursunuz.” O gün teberrüken Mecelle'den derse başlanmak kararlaştırılmış olduğundan Ahmed Cevdet Paşa kürsîye ders vermek üzere çıkarak Mecelle'nin birinci maddesini okutmuştur. (Tezâkir-i Cevdet) istanbul hukuk fakültesi acilisi ne zaman 1880, istanbul hukuk fakültesi

14 Nisan 2017 Cuma

Cuma hutbesi almanya: Hz. Peygamber ve Güven Toplumu (14.04.2017)

Hz. Peygamber ve Güven Toplumu (14.04.2017) Kıymetli Kardeşlerim! Okumuş olduğum ayeti kerimede Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Andolsun, Allah’ın Resûlünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.”[1] Peygamber efendimiz (s.a.s) de okumuş olduğum hadisi şerifte mümin ve Müslümanı, güven konusuna dikkat çekerek, şöyle tarif etmiştir: “Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden güvende olduğu kimsedir. Mümin de insanların canları ve mallarının güvende olduğu kişidir.”[2] Değerli Mü’minler! Güven, insan hayatı için çok önemlidir. Zira her insan canı, inancı, nesli, malı ve onurunun emniyette olduğu, temel hak ve özgürlüklerinin korunduğu güvenli ortamlarda yaşamak ister. Modern zamanlarda birey ve toplumların güven duygusunun ağır yara aldığı bir gerçektir. Güven duygusunun yaralanması, güven toplumunu inşa eden samimiyet, sadakat, emanet bilinci, ahde vefa, sevgi, saygı, merhamet ve yardımlaşma gibi değerlerin de zarar görmesini beraberinde getirmektedir. Bu durum değer ve duyguların istismar edilmesine de sebep olmaktadır. Oysa İslam, hoşgörü, barış ve huzuru, kısacası güven toplumunu inşa için gelmiştir. Aziz Mü’minler! Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz (s.a.s) de iman ile emân; mümin ile güvenilir olmak arasında sımsıkı bir bağ kurmuştur. Allah Resûlü, güven ve güvenilir olmak konusunda bizlere en güzel örnek olmuştur. Risaletinden çok önce Muhammedü’l-Emin olarak anılan Hz. Peygamber, hayatının her döneminde güvenilir bir insan modeli sergilemiştir. Öyle ki kendisiyle amansız bir mücadeleye girişenler dahi onun dürüstlük ve güvenilirliğini kabul etmiştir. Peygamber Efendimizin Medine’de inşa ettiği toplum modeli, sadece Müslümanlar için değil, aynı zamanda farklı inanç mensupları için de bir huzur ve güven kaynağı olmuştur. Yesrib şehrini bilgi, hikmet, adalet, güven ve kardeşlik yurdu Medine’ye dönüştürmüştür. Kıymetli Kardeşlerim! Diyanet İşleri Türk İslam Birliği olarak her yıl içinde bulunduğumuz bu haftayı, Kutlu Doğum Haftası olarak idrak ediyoruz. Belirlemiş olduğumuz “Hz. Peygamber ve Güven Toplumu” konusunda etkinlikler yaparak bu konuda bir duyarlılık ve hassasiyet oluşmasını hedefliyoruz. Bu nedenle hafta boyunca derneklerimizde Hz. Peygamber’in örnekliği çerçevesinde güven bilincine dikkat çekilecek ve güven duygusunun pekişmesine katkı sağlayacak etkinlikler yapılacaktır. Bu vesile ile bütün cemaatimizi kutlu doğum etkinliklerimize davet ediyoruz. Hutbeme son verirken Kutlu Doğum Haftasının, İslam âlemine ve tüm insanlığa barış, huzur ve saadet getirmesini Yüce Allah’tan niyaz ediyorum. DİTİB Hutbe Komisyonu [1] Ahzap, 33/21. [2] Tirmizî, Îmân, 12. cuma htbesi 2017, cuma hutbeleri 2017, hutbeler 2017, hutbe 2017, almanya hutbeler, almanca hutbeler, almanya hutbeler 2017

Freitagspredigt:Der Prophet und die Gesellschaft der ‎Sicherheit (14.04.2017)

Der Prophet und die Gesellschaft der ‎Sicherheit (14.04.2017) Meine verehrten Geschwister!‎ Im rezitierten edlen Vers sagt Allah, der ‎Erhabene: “Ihr habt ja im Gesandten Allahs ein ‎schönes Vorbild, (und zwar) für einen jeden, der ‎auf Allah und den Jüngsten Tag hofft und Allahs ‎viel gedenkt.“1‎ Auch unser Prophet (s) hat im zitierten Hadis die ‎Aufmerksamkeit auf das Thema Sicherheit ‎gelenkt und den Gläubigen und Muslim wie ‎folgt definiert: “Der Muslim ist derjenige, vor ‎dessen Hand und Zunge die Muslime in ‎Sicherheit sind. Der Gläubige ist derjenige, vor ‎dem das Leben und der Besitz der Menschen in ‎Sicherheit sind.”2‎ Werte Gläubige!‎ Sicherheit ist zum Leben essenziel wichtig. Jeder ‎Mensch möchte in einer Umgebung leben, in der ‎sein Leben, sein Glaube, seine Nachfahren, sein ‎Besitz und seine Ehre in Sicherheit sind und die ‎Grundrechte und Freiheiten geschützt werden.‎ Es ist eine Realität, dass heute die Sicherheit der ‎Individuen und die Sicherheit der Gesellschaft ‎schweren Schaden erleiden. Die Beschädigung ‎des Sicherheitsempfindens führt dazu, dass die ‎Werte wie Aufrichtigkeit, Loyalität, Vertrauen, ‎Treue, Liebe, Respekt, Barmherzigkeit und ‎Hilfeleistungen auch in Mitleidenschaft gezogen ‎werden. Diese Situation führt auch dazu, dass ‎diese Werte und Empfindungen missbraucht ‎werden, obwohl der Islam dazu gesandt wurde, ‎damit eine Gesellschaft der Sicherheit aufgebaut ‎wird, in der Toleranz, Frieden und Wohl ‎herrschen.‎ Geehrte Gläubige!‎ Auch unser Prophet (s), der als Barmherzigkeit ‎für die ganzen Welten gesandt wurde, hat eine ‎feste Beziehung zwischen dem Glauben und der ‎Sicherheit etabliert. Der Gesandte Allahs war das ‎beste Beispiel was Sicherheit sowie ‎Vertrauenswürdigkeit anging.‎ Viel früher noch bevor seiner Ernennung zum ‎Propheten wurde er als der Vertrauenswürdige ‎Muhammed (Muhammed al-Amin) bezeichnet ‎und war in jeder Periode seines Lebens Vorbild ‎eines vertrauenswürdigen Menschen. Dies ging ‎so weit, dass sogar seine erbitterten Widersacher ‎seine Aufrichtigkeit und Vertrauenswürdigkeit ‎akzeptierten.‎ Das Gesellschaftsmodell, das unser Prophet in ‎Medina aufgebaut hat, wurde nicht nur zur ‎Quelle des Friedens und der Sicherheit für die ‎Muslime, sondern auch für andere ‎unterschiedliche Religionsangehörige. Er hat die ‎Stadt Yathrib zu einer Stadt, Medina, des ‎Wissens, der Weisheit, Gerechtigkeit, Sicherheit ‎und Geschwisterlichkeit umgewandelt.‎ Meine verehrten Geschwister!‎ Diese Woche, in der wir uns befinden, begehen ‎wir als Türkisch-Islamische Union der Anstalt für ‎Religion e.V. ‎– DITIB ‎–‎ ‎die gesegnete Geburtswoche ‎unseres Propheten. Das diesjährige Motto dieser ‎der Woche ist “Der Prophet und die Gesellschaft ‎der Sicherheit.” Mit Veranstaltungen zu diesem ‎Thema beabsichtigen wir eine Sensibilität und ein ‎Bewusstsein hierzu zu etablieren.‎ Aus diesem Grund werden in unseren ‎Gemeinden während der ganzen Woche ‎Veranstaltungen im Rahmen des Vorbildes ‎unseres Propheten abgehalten, wodurch die ‎Aufmerksamkeit auf das Sicherheitsbewusstsein ‎gelenkt wird und ein Beitrag dazu geleistet wird, ‎dieses Sicherheitsempfinden zu bestärken. Aus ‎diesem Anlass lade ich unsere ganze Gemeinde ‎zu unseren Veranstaltungen der gesegneten ‎Geburtswoche ein. ‎ Zum Ende meiner Predigt wünsche ich, dass die ‎segensreiche Geburtswoche des Propheten zum ‎Frieden, Wohl und Glück der ganzen Menschheit ‎und der ganzen islamischen Welt beitragen ‎möge.‎ Die DITIB-Predigtkomission [1] Koran, al-Ahzap, 33/21 [2] at-Tirmidhi, Iman, 12 2017-04-14 Alle Rechte vorbehalten. Kein Teil des Werkes darf in irgendeiner Form ohne schriftliche Genehmigung der DITIB reproduziert, vervielfältigt oder verarbeitet werden.

Kekik Suyu ve Kekik Yağı hakkinda

Keklik Suyu ve Kekik Yağı Antibiyotik Yerine Reçete Edilebilir!..
Nane ailesi ( Labiatae ) yağı kokusunun bir üyesi, pizza sosuna koyduğun şey değildir. Akdeniz’de bulunan tıbbi nota kekik, uçucu yağı çıkarmak ve şifa veren bileşiklerini korumak için damıtılır. Kekik suyu olarak bilinen, kekiğin damıtılması ile elde edilen suyun faydaları neler? Damıtma sırasında yağın altında biriken damıtık su, “kekik suyu” olarak kullanılır. Kekik suyunun son yıllarda kullanımı yaygınlaştı, marketlerde bile satılmaya başlandı.Kekik suyu özellikle mide-bağırsak sorunlarında iyi gelmektedir; ağrıları giderir, safra salgılanmasını artırır, hazmı kolaylaştırır. Kolesterolü, kan şekerini düşürür. Tansiyonu dengeler. Kanseri önler. Mikropları öldürür. 1 kilo kekik yağını üretmek için 1000 kilo yabani kek kullanılması gerekir,halk tıbbında dünyanın 2,500 yılı aşkın bir zamandır en çok kullanılan değerli bir bitkisidir. İyileştirici bileşik olan karvakrol(carvacro), tartışmasız kekik yağının bu kadar güçlü olduğunu açıklayan en önemli bileşendir. 800’den fazla çalışma, araştırmanın tedavi kapasitesini oldukça desteklediğini vurgulayan, bilimsel kanıta dayalı literatür için dünyanın 1 numaralı veritabanı olan PubMed’deki carvacrol’ı referans gösteriyor. Ne demek istediğimi anlamanız için, carvacrol’un nelere iyi geldiği aşağıdadır; Kekik Yağının Faydaları Nelerdir,Kekik Hangi Hastalıklara İyi Gelir? Bakteriyel enfeksiyonlar Mantar enfeksiyonları Parazitler Virüsler Iltihaplanma Candida Alerjiler Tümörler Böbreklerde ve mesanedeki mikropları öldürür. Bağırsak iltihabını iyileştirir. Bedeni kuvvetlendirir Hazmı kolaylaştırır. İştahsızlığı giderir. Sinirleri kuvvetlendirir. Kalp çarpıntılarını keser. Salgı bezlerinin düzenli çalışmasını sağlar. İdrar söktürür. Adet düzenleyicidir. Bağırsak solucanlarının düşürülmesine yardım eder. Afrodizyak özelliği vardır. Hastalıklara karşı direnme gücünü artırır. Çocuklarda görülen kansızlığı giderir. Kan dolaşımını düzenler. Müzmin öksürük, astım, bronşit ve zatüreede faydalıdır. Grip, nezle ve anjinde şikayetlerin azalmasına yardımcıdır. Kekik suyu ile banyo romatizma ağrılarını dindirir. Kandaki şeker miktarını azaltır. Kekik Bitkisi Bizi Hangi Hastalıklardan Koruyor? Kekik mikrop öldürücü özelliği ile antiseptik, antimikrobik bir bitkidir. Ayrıca içeriğindeki maddelerle vücutta hücre koruma sistemlerini güçlendirmesiyle antioksidan, kanser oluşumunu engellemesiyle antikanserojen, her türlü karın ağrısı ve gaz giderici özelliği ile antispazmodik, romatizmal hastalıkları iyileştirmesiyle antiromatizmal, diyabet hastalığını engellemesiyle antidiyabetik ve vücuttaki kolestrol oranını ayarlamasıyla antikolestremik özellikler taşımaktadır. Bu özellikleri ile kekik, yaşlılığı geciktirmekte, tümör oluşumunu engellemekte, şeker hastalığına iyi gelmekte ve gıdaların bozulmasını doğal yollarla engellemektedir Kekik Yağının Gücü! Geçen Aralık ayında Journal of Medicinal Food , 5 farklı türde kötü bakterilere karşı kekik yağının antibakteriyel etkisini değerlendiren bir çalışma yayınladı. Anti-bakteriyel özellikleri değerlendirdikten sonra kekik yağı bu zararlı 5 türede önemli bir anti-bakteriyel özellik sağladığı görülmüştür.İlginçtir ki, en yüksek aktif özelliğe sahip E. Coli’ye karşı bile anti-bakteriyel özellik sağlamıştır; bu da, mide bağırsak sağlığını geliştirmek ve ölümcül gıda zehirlenmesini önlemek için düzenli olarak kekik yağının kullanılması gerektiğini gösteriyor. İki yıl önce, Pakistanlı araştırmacılar, Reveasta Brasileira de Farmacognosia dergisinde benzer sonuçlar yayınladılar,ayrıca kekik yağının çeşitli türdeki kanser hücrelerini öldürme kabiliyetlerini kanıtlıyorlardı ! Birçok sağlık araştırması için bir kaç düzine çalışmada, kekik yağının zararlı antibiyotikler yerine kullanılabileceği doğrulanmaktadır. Araştırmalar sonucunda ulaşılan veriler kekik yağının doğal bir antibiyotik olduğunu kanıtlamıştır. Örneğin, geçen yılın sonlarında , Avrupa Tıbbi ve Farmakolojik Bilimler Dergisi’ndeki bir araştırma,sıçanlarda metotreksat toksisitesine karşı koruma sağlamak için uygulanan karvakrolün dünyanın en tehlikeli bazı ilaçlarının yan etkilerini önlediği görüldü! Mesela,Metotreksat (MTX), kanserden romatoid artrite geniş bir dizi sorunu tedavi etmek için yaygın olarak kullanılan bir ilaçtır. Tehlikeli yan etkilere sahip olduğu bilinen Türk araştırmacılar ve doktorlardan oluşan bir ekip, oregano’nun bu faktörleri tutma kapasitesini değerlendirdi, çünkü antioksidanlar ve anti-inflamatuar ilaçlar MTX’e karşı tam koruma sağlamada etkisiz kaldı. Farelerde siyatik sinirdeki çeşitli belirteçleri değerlendirerek,karvakrinin, MTX ile tedavi edilen farelerde pro-inflamatuarı ilk kez azalttığı gözlemlendi. Araştırma dünyasında nispeten yeni bir konsept olarak, “çığır açan” bu araştırmanın öneminini anlamanız için,bu sonuçları test eden daha bir ok araştırmayı örnek gösterebiliriz!.. Benzer şekilde Hollanda da araştırmacılar, kekik yağının “oral demir tedavisi sırasında kalın bağırsakta aşırı büyümeyi ve kolonizasyonu önleyebileceğini” de göstermiştir. Demir eksikliği anemisini tedavi etmek için kullanılan oral demir tedavisi, Mide bulantısı, ishal, kabızlık, mide ekşimesi ve kusma gibi gastrointestinal sorunlardan oluşan bir seri yan etkidir. Kekik Alırken Nelere Dikkat Etmeliyiz Kekiğin Yan Etkileri Var mıdır? Kekik alırken; yeni mahsül ve dalında kurutulmuş demet halinde satılanlar tercih edilmelidir. Kurutulurken sağlıklı ortamda kurutulup kurutulmadığını rengi ve kokusundan anlayabilirsiniz. Rengi canlı, kokusu keskin olmalıdır.Güneş görmeyen yerde, Koyu renkli şişelerde, serin bir ortamda saklanmalıdır. Önerilen dozlar aşılmadığında bilinen hiçbir yan etkisi yoktur.Fakat alerjik bünyeli kişilere önerilmez.Tiroid bezinin işlevini arttırabilir. Bu nedenle guatr hastalarının kekik yağını kullanmaması tavsiye edilmektedir. Kekik yağı ve kekik suyu en fazla 2-3 hafta boyunca kullanılır,ardından 15 gün ara verilip terar kullanmaya başlaya bilirsiniz.Kurutulmuş kekik otu, gebe kadınlar için gayet iyidir ancak kekik yağını kullanırken hamile kadınların dikkatli olmaları ve bunu doktorun talimatı olmadan asla kullanmamaları gerekir. Kekik Çayı Nasıl Hazırlanır ve Nasıl Kullanılır? Kekik çayı, içerisindeki en etkili madde olan eterli uçucu yağın (Thymol) yitirilmemesi için hiçbir zaman kaynatılmaz! Yarım veya bir tatlı kaşığı kurutulmş, ince kıyılmış kekiğin üzerine, orta boy bir su bardağı dolusu kaynar su dökülür, üstü kapatılarak 8-10 dakika demlendirilir ve süzülür. Günde 2-3 bardak yeni demlenmiş olarak, aç karnına veya öğün aralarında, soğutulmadan ve yudumlanarak içilir. Çayının yapımı çok kolay ve ferahlatıcı bir etkisi var, sinirleri yatıştırıcı, mideyi rahatlatıcıdır. Boğaz tahrişi, öksürük, gribal enfeksiyonlarda kullanılmanızı şiddetle tavsiye ederim. Sabahları bir bardak kekik çayını içtiğinizde vücudunuzda iyi ve güzel şeylerin harekete geçtiğini hissedeceksiniz. Özellikle soğuk havalarda şifa niyetine hasta olmasanız da içmenizi öneririm. Kaynak : saglikkuthuphanesi

Antibiyotik Yerine Kekik Kullanamı Başladı.

Antibiyotik Yerine Kekik Kullanamı Başladı.
Kekik Çayı Nasıl Hazırlanır ve Nasıl Kullanılır Şimdi sizlere antibiyotik kadar etkili ve antibiyotiğin zararlarının hiç birisine sahip olmayan bir bitki var,adı da kekik desem inanırmısınız?… Dünya sağlık örgütü açıkladı; Artık antibiyotikler fayda sağlamıyorlar bu yüzden yeni bir antibiyotik çeşidi üretilene kadar hastaların Kekik bitkisi kullanmaları konusunda uyarıda bulundular!..Ayrıca doktorların kekik bitkisinin,çayından,yağından ve suyundan faydalanma yöntemlerini hastalara anlatmalarını istediler. Evet,malesef artık antibiyotiklerin işi bitti ve bakteriler antibiyotiklere karşı direnç sağladığı için antibiyotikler hastalıklara karşı fayda sağlamıyor,tıp dünyası çaresiz çünkü yeni bir antibiyotik çeşidi üretilmezse bir çok insanın ölebileceğini söylüyorlar… Bu konumuzda artık bir çok bakteri ve hastalığa karşı etkisiz kalan,yan etkilerinin ve zararlarının saymakla bitmediği atnibiyotiklerin yerine,antibiyotiklerden daha etkili; Antimikrobik, antioksidan, antikansorejen, antidiyabetik, antikolestremik, antispazmodik, antiromatizmal etkilere sahip olan kekik bitkisinden bahsedeceğiz!.. Kekik tam bir tabiat harikası ve Türkiyede bolca bulunuyor,üstelik en çok çeşidi de Türkiyede mevcur. Vücudu adeta bir zırh gibi koruyan ve aynı zamanda da iyileştiren kekik Türk halkı için doğal bir ilaç ve hatta bir nimet. Peki,hayat kurtaran ve artık antibiyotiklerin yerini alacağı için,evimizden eksik etmemiz gereken kekiği nasıl almalı ve nasıl kullanmalıyız? Kekik Bitkisinin Etken Maddeleri? Kekik eterli uçucu yağ; Thymol (%50 civarında), Carvacrol, Borneol, Cymol, Pimen, Tanen ve flavonlar içerir. Türkiye’de Origanum, Thymus, Thymbra, Saturaje, Sideritis ve Salvia cinsi kekikler yoğun olarak yetişmektedir, bu kekik çeşitleri sağlık açısından en çok faydalı olanlarıdır Bakteriyel enfeksiyonlar için özel olarak tasarlanan antibiyotikler, doktorların alanına giren sorunların çoğuna karşı gözde ilaçlardandır. Ancak kekik yağının faydaları zararlı yan etkileri olmaksızın bazı antibiyotiklere üstünlük sağlıyor . Ne yazık ki, çoğu tıp doktorunun öngördüğü antibiyotiklerin bugün antibiyotik direncine neden olması, iyi bakterilerin yok edilmesi (probiyotikler), vitamin emiliminin azaltılması ve sızdırmaz bağırsağa neden olan sindirim astarına zarar verilmesi gibi bir çok tahrip edeci yan etkileri bulunmaktadır. “Antibiyotiğin geniş spektrumlu olarından kullanmak, birkaç düşman hedefini ortadan kaldırmak için özel bir operasyona keskin nişancı ekibi göndermek yerine bir şehre nükleer bomba atmaya benzer.” İyi haber şu ki, antibiyotiklere alternatif olarak inanılmaz doğal bir yöntem var ve bu da kekik özü yağı (keklik yağı olarak da adlandırılmaktadır). Kekik yağları, güçlü anti-bakteriyel ve anti-fungal özelliklere sahip iki güçlü karvakrol ve timol bileşiği içerir. Geçtiğimiz Ağustos ayında, Wall Street Journal muhteşem bir yazı yayınladı: Antibiyotiklerin aşırı kullanımı ve ihtiyaç duyulmadığında geniş spektrumlu ilaçların reçetelenmesi, bir dizi probleme neden oluyor. Antibiyotikler dirençli enfeksiyonların büyümesini teşvik ederek, ilaçların tedavi edilmesi planlanan bakterilere karşı daha az etkili olmasını sağlayabilir ve vücudun gıdaları sindirmek, vitaminler üretmek ve diğer işlevlerin yanı sıra enfeksiyonlardan korunmaya yardımcı olan iyi bakteri (probiyotikler) de yok ediyor. Antimikrobiyal Kemoterapi Dergisinde Temmuz ayında yayınlanan bir çalışmada, Utah Üniversitesi’ndeki araştırmacılar ve CDC, hekimlerin % 60’ının antibiyotik reçete ettiğini ve geniş spektrumlu olanları seçtiklerini tespit ettiler.Tabiki bu veriler Amerika kaynaklı verilerdir,malesef Türkiyede bu oran %80 civarındadır. 2011 yılında Pediatrics dergisinde yayınlanan çocuklarla ilgili benzer bir araştırmada, antibiyotiklerin reçete edildiği zaman, reçete edilmesinin sebebinin çoğunlukla solunum yolları enfeksiyonundan dolayı olduğu görülmüştür,bu oranın % 50 olduğu tespit edilmiştir. Her iki çalışmada,antibiyotiklerinin yaklaşık% 25’inin, viral enfeksiyonlar gibi koşullar için kullanılamadığı ortaya çıkmıştır.

“AHDE VEFÂ ÎMÂNDANDIR”

“AHDE VEFÂ ÎMÂNDANDIR” Hz. Âişe (radıyallâhü anhâ) rivâyet etti: Bir gün Peygamber Efendimize '(s.a.v.) yaşlı bir kadın geldi. Peygamberimiz (s.a.v.): “Nasılsınız, iyi misiniz, görüşmeyeli ne yaptınız?” buyurarak iltifat ettiler. O da: “Yâ Resûlallah, anam babam size feda olsun, iyiyim.” dedi. Yaşlı kadın gidince: “Yâ Resûlallah, bu yaşlıya neden bu kadar iltifat buyurdunuz?” dedim. Peygamber Efendimiz (s.a.v.): “Yâ Âişe, çünkü o Hatice'nin zamanında bize gelirdi. Ahde vefa imandandır; müminlerin ahlâkındandır.” buyurdular. (Fethu’l-Bârî) EVLİYA ÇELEBİ NASREDDİN HOCA TÜRBESİ’NDE Evliya Çelebi, Nasreddin Hoca'nın türbesini ziyaretini Seyahatnamesinde şöyle anlatır: Nasreddin Hoca, Akşehir'de dört tarafı parmaklıklı ve üzeri kubbeli türbesinde medfundur. Gece yarısı göç boruları çalınıp bütün yükler giderken ben de hizmetçilerimi gönderdim. Bir kölemle gece yarısı şehirden dışarı çıktım. “Her kim Hoca Nasreddin'i ziyâret ederse bazı latifelerini hatırlayıp elbette güler.” diye düşündüm. “Anayolun sol tarafında mezarlığa doğru mübarek kabrine at ile vardım ve: - Esselâmü aleyküm ey kabir ehli! dedim. Hemen Hoca Nasreddin Türbesinden: - Ve aleykümselam ey himmetli can, diye ses geldi. Atım ürktü, iki ayak üzere kalkıp fırlayarak mezarlık içinde şahlandı. Bir ayağı bir kabre girdi, güçlükle zaptettim. Hemen yine Hoca Türbesi'nden: - Ağa sadakanızı verin de güle güle gidin, diye seslenildi. Meğer türbedar imiş. - Bire adam, ben kabir ehline selâm verdim. Sen dünya ehli iken niçin selâm aldın, dedim. Birkaç akçe sadaka verdim. O da: - Var yardımcın Allah ola! diye duâ etti. Bazan bunu hatırlar ve gülerim. (Yedikıta Tarih ve Kültür Dergisi)

12 Nisan 2017 Çarşamba

AMELLERİN EN SEVİMLİSİ: ALLAH İÇİN SEVMEKTİR

AMELLERİN EN SEVİMLİSİ: ALLAH İÇİN SEVMEKTİR Resûlullah Efendimiz (s.a.v.) buyurdular ki: “Îmânın en sağlam kulpu, Allah için sevmek ve Allah için buğzetmektir.” “Allah katında en sevimli olanınız, insanlarla geçinen, kendisiyle de geçinilebilen kimsedir. Allah katında en sevimsiziniz de koğuculuk yapıp, dostları birbirinden ayıran kimsedir.” (Taberârî) “Allah için birbirini sevenler kırmızı yâkuttan bir sütun üzerine kurulmuş yetmiş bin balkondan cennet ehlini seyrederler. Güneş dünya halkını aydınlattığı gibi, onların güzellikleri ve nûru da cennet halkını aydınlatır. Cennet ehli: “Gelin de şu Allah için birbirini sevenlere bakalım” derler. Onlar da üzerlerinde yeşil atlastan elbiseler, alınlarında “Allah için birbirini sevenler” ibâresi yazılı olduğu hâlde, güneş gibi cennet halkına parlarlar.” (Hakîm-i Tirmizî Nevâdiru’l-Usûl) Resûlullah Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdular: “Cenâb-ı Hak, Mûsâ Aleyhisselâm'a şöyle vahyetti: “Ey Mûsâ! Benim için bir amel işledin mi?” Hz. Mûsâ: “Yâ Rabbi! Senin için namaz kıldım, senin için oruç tuttum, sadaka verdim, seni zikrettim” dedi. Allâhü Teâlâ şöyle buyurdu: “Ey Mûsâ! Namaz senin için burhandır (îmânına kuvvetli bir delildir), oruç senin için cehenneme karşı koruyan kalkandır, sadaka mahşer meydanında gölgedir, zikir de nurdur. Benim için hangi ameli işledin?” Mûsâ Aleyhisselam: “Yâ Rabbi! Sırf senin için olan ameli bana bildir” dedi. Allâhü Teâlâ şöyle buyurdu: “Ya Mûsâ! Benim dostuma dost oldun mu, düşmanıma benim rızam için düşmanlık ettin mi?” Bundan bilindi ki Cenâb-ı Hak katında en makbûl amel, sevdiğini onun rızası için sevmek, sevmediğini de onun rızası için sevmemektir. Hz. Aliyyü'l-Mürtazâ (k.v.): “Dost edinin, onlar sizin için dünyâ ve âhiret sermâyesidir.” buyurmuştur. (İhyâu Ulûmiddîr) قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: إِنَّ أَحَبَّ الْأَعْمَالِ إِلَى اللهِ عَزَّ وَجَلَّ الْحُبُّ فِي اللهِ وَالْبُغْضُ فِي اللهِ. (حم) Resûlullâh Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) buyurdular: “Muhakkak Allâhü Teâlâ’ya en sevimli olan amel, Allah için sevmek ve Allah için buğzetmektir.” (Hadîs-i Şerîf, Müsned-i Ahmed)

11 Nisan 2017 Salı

CÖMERT, ALLÂH’A, İNSANLARA VE CENNETE YAKINDIR

CÖMERT, ALLÂH’A, İNSANLARA VE CENNETE YAKINDIR Zekât, fitre, kurban, nezir, öşür vermemek cimriliktir. Geçindirmekle mükellef olduğu kimselerden malı esirgemek de cimriliktir. Kalbin hastalıklarındandır. Cimriliğin ileri derecesi malı; yeme, içme ve giyme gibi kendi ihtiyâçlarına harcamamaktır. Hırsla birleşen bu cimriliğe şuh denir. Âl-i İmrân sûresinin 180. âyet-i kerîmesinde şöyle buyuruldu -meâlen- “Allâhü Teâlâ'nın kendilerine lütfundan verdiği şeyde cimrilik edenler, bunun kendileri için bir hayır olduğunu sanmasınlar. Hayır, bu cimrilik onlar için bir şerdir. O cimrilik ettikleri şey kıyâmet gününde boyunlarına dolanacaktır...” Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurdular ki: “Üç şey helâk edicidir: Hevâ ve hevesin ardından gitmek, aşırı cimriliğe boyun eğmek ve kişinin kendini beğenmesi.” “Cömertlik kökü cennette, cimrilik kökü cehennemde olan bir ağaçtır.” Zirâ cömertlik, rızkı takdîr eden Allâhü Teâlâ'ya îtimâdın, cimrilik ise Cenâb-ı Hakk'ın kullarının rızkına kefil olduğuna itimatsızlığın ve îmân zayıflığının alâmetidir. İbn-i Ömer (r.anhümâ) buyurdu ki: “Cömerdin yemeği devâ, cimrinin yemeği hastalıktır. Zîrâ o müsâfirine memnûniyetle değil de kalbine ağır gelerek (gönül hoşluğu olmaksızın) yedirir. Bu sebepten onun yemeği kalbe zulmet verir.” Cimriliğin sebebi; mal-mülk sevgisi, dünya ziynetine ve süsüne meyletmek, hiç ölmeyecek gibi dünyada hırslı olmak ve tûl-i emel yani gerçekleştirilmesi bir ömre sığmayacak uzun emellerdir. Hadîs-i şerîfte: “İnsan yaşlandıkça ondaki iki haslet (huy) gençleşir. Onlar: Hırs ve tûl-i emeldir” buyurulmuştur. Peygamber Efendimiz (s.a.v.): “Muhakkak cömert, Allâh'a yakındır, insanlara yakındır, cennete yakındır. Cimri ise Allah'tan uzaktır, insanlardan uzaktır, cehenneme yakındır.” buyurdular.

10 Nisan 2017 Pazartesi

Ey Beytullah Yolcusu…

Ey Beytullah Yolcusu… Ey! Beytullah yolcusu, Ey! Fazilet zengini; Meleklere vermedi, Rabb’im senin dengini. Ah! Bir görsen yüzünün, o nûrâni rengini; Ne mutlu ki, en kârlı ticaret şimdi senin; Karşılığı yüzbindir, Kâbe’de bir secdenin… Ey! Beytullah yolcusu, Ey! Davetli misâfir; Nebîler sana yoldaş, Peygamberler müzâhir. Darlık yüzü yok artık, sana dünya ve âhir; Arafat müjdesinden, şüpheye düşme sakın; Yeniden doğmuş gibi, olacağın gün yakın… Bekliyor şimdi seni, bir sabır imtihanı; Önce kendi içinde gizlenen nefsi tanı. Öfke ve isyan ile sevindirme şeytanı; Kazanmak istiyorsan, Mina’daki savaşı; İbrahim gibi fırlat, elindeki her taşı… Yakında giyeceksin, beyaz ihramlarını; Çözeceksin ölümün, ölümsüz sırlarını. Bıraktın… Gidiyorsun, işte bütün varını; Sana hüzün vermesin, çoluk çocuk ve eşin, Beytullah’ta bekliyor, milyonlarca kardeşin… Kâbe’yi ilk gördüğün, o muhteşem anda sen; Nasıl bir vecd içinde, ürpereceksin bilsen. Ne tende can kalacak, ne dünyada bir hissen; Unutma ki makbûldur, o anda tüm dilekler, Etrafında, pervane misâlidir melekler… Kalkınca gözlerinden, asırların perdesi; Bir yanda çınlayacak, Bilâl’ in yanık sesi, Bir yanda sahâbenin, meleklerle secdesi, Resûl’ü göreceksin, mihrâbında Kâbe’nin; Şâhidi olacaksın, daha nice sahnenin. Hâcer’i göreceksin, koştururken Merve’de, İbrahim, insanlara haccı haber vermede, Âdem’i göreceksin, o Cebel-i Rahme’de; Açtıkça göreceksin, o gönül gözlerini; Arafat kumlarında, Peygamber izlerini…. Ey! Beytullah yolcusu, tevekkül âbidesi; Söküp attın içinden, artık hevâ hevesi. Şimdi ”zikrullah’ diyor, bedenin her zerresi; Var git artık rehberin, İlâhi Kelâm olsun Gurbet elden sılaya, binlerce selâm olsun… Cengiz Numanoglu

ANA BABANIN VAZİFELERİ

ANA BABANIN VAZİFELERİ Anne ve baba çocuğunun doğumuna sevinmelidir. Nitekim Resûl-i Ekrem (s.a.v.) “Çocuk dünyada sürûr (sevinç), âhirette nûrdur” buyurmuştur. Kız çocuğu olursa, daha çok sevinip, onlara hürmet etmelidir. Zira evladın hayırlısıdır. Nitekim Habîb-i Ekrem (s.a.v.) “İlk çocuğunun kız olması kadının bereketindendir. Ben Allâhü Teâlâ'dan ağırlığı ve zahmeti olmayan evlad istedim, bana kız çocukları verdi.” diye buyurmuştur. Çocuğa güzel bir isim vermelidir. Yedinci gününde veya daha sonra akîka kurbanı olarak oğlan için iki, kız için bir kurban kesmelidir. Yedinci günden on yaşına kadar olan zaman içinde oğlunu sünnet ettirmelidir. Oğlu veya kızı altı yaşına gelince, onlara Kur'an'ı, dinin farzlarını ve edeblerini (ilmihal bilgilerini) öğretmelidir. Çocuklarının eğitimine ihtimam göstermeli, ok atmayı, yüzmeyi ve bir san'atı öğretmelidir. Zira hadîs-i şerîfte: “San’at fakirlikten emniyettir.” buyurulmuştur. Din ilmine rağbet ederse, ona hidayet olur. Kız çocuklara bilhassa yemek pişirmek, dikiş dikmek gibi lüzumlu sanatları öğretmelidir. Süsleme, giydirme, yedirme ve hediye vermekte bütün çocuklarını bir tutmalıdır. Turfanda meyveyi önce kız çocuğuna vermelidir. Zira onların yürekleri daha yumuşak ve zayıftır. Çocuklarına çok merhametli davranmalıdır. Onları şefkatle öpmeli, acıyarak kucağına almalıdır. Onlarla oynayıp güler yüzle konuşmalıdır. Çocuklara hakaret ve bedduâ etmeyip hayır duâ etmelidir. Zîra bedduâ, fakirlik sebeblerindendir. Bazan kabul oluverir de onlara zarar verir. On yaşına gelen erkek ve kız çocuklarını ayrı yataklarda yatırmalıdır. Çocuklarını, evlenme çağına geldiklerinde rızaları ile evlendirmelidir. Çocuğunun yapamayacağı hizmeti ona emretmemelidir. Böylece âsî olmalarına sebep olmamalıdır. Yanında olan çocuklarına kendi yediğinden yedirmeli, giydiğinden giydirmelidir. Hiç kimsenin evladı hakkında kötü düşünmemeli ki, onun zararı kendi çocuğuna dönmesin. (Marifetnâme) قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: إِنَّ اللهَ تَعَالَى يُحِبُّ أَنْ تَعْدِلُوا بَيْنَ أَوْلَادِكُمْ حَتَّى فِي الْقُبَلِ. (كنز) Resûlullâh Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) buyurdular: “Muhakkak Allâhü Teâlâ çocuklarınız arasında, onları öpmekte bile adâletli olmanızı ister.” (Hadîs-i Şerîf, Kenzü’l-Ummâl) anne baba hakki, anne baba dikkat, ana baba hakki, anne babanin vazifeleri

9 Nisan 2017 Pazar

Allah’a Vasıl Olmanın Yolu

Allah’a Vasıl Olmanın Yolu Her şey Allah’a (CC) kavuşmakla son bulur. Sen de Hakk’a (CC) vasıl olduğun zaman manen ve maddeten tekamülünü tamama erdirmiş sayılırsın. Mevlaya (CC) vasıl olmanın manası: Halkı kalben bırakmış olmandır. Heva ve hevesin kötü yolunu terk etmendir. İrade ve şahsi arzularını bırakmış olmandır; irade ile gitmek, bu yolda iyi sayılmaz. Bu iyi olmayan ahvali bırakıp Allah’ın (CC) emirlerine bağlandığın gün, manevi yollar artık sana açılmış demektir. Bu hale erdikten sonra iyi olmayan eski huylara doğru hiçbir kıpırdanma olmamalı. Başkası da seni alakadar etmemeli… Hakk’ın (CC) emri ve O’nun (CC) hikmetli işlerini görmelisin. Bu zikrettiğimiz hal fena halidir. Hakk’ın (CC) hikmetlerinde kendini kaybetmek makamıdır. Bu makama: Vuslat, tabirini kullanırlar. Hakk’a (CC) kavuşmak, vasıl olmak; bilinen belli başlı halkın birbirine kavuşmasına benzemez. Hakk’ı (CC) bu gibi şeylerden tenzih etmek lazımdır. O’na (CC) hiçbir şey benzemez. O (CC) hakikaten gören ve işitendir. Ama bizim gibi değil. O (CC) yücedir, mahlukatın hiç biri ile kıyas olunamaz. Bu alemi, ona kavuşan ehl-i vuslat bilir. Hakk’a (CC) kavuşmanın ne demek olduğunu Allah (CC) onlara bildirmiş ve göstermiştir… Bu ehl-i vuslattan her birinin ayrı makamı vardır. Biri, diğerinin yerine geçemez. Aynı zamanda Allah-ü Teala (CC) her veli ve Peygambere (AS) değişik yönlerden tecelli eder. Hiçbir Peygamber (AS) diğerinin; hiçbir veli diğer velinin sırrına eremez, vakıf olamaz… Ve yine bu misalden olarak bir mürid şeyhinin haline akıl erdiremez. Aynı zamanda müridin de şeyhden ayrı çeşitli halleri vardır. Bunu da şeyh bilemez. Müridin yolu bazen şeyhin sırrına yaklaşır, yine de anlayamaz. İşte burada şeyhinden ayrılır. O müridi bundan sonra Mevla (CC) idare eder… Artı o mürid Hakk’a (CC) teslim olmuştur. Hakk (CC) onu halktan keser. Önce şeyh onun için bir mürebbi vazifesi görüyordu, o da mahluk olduğuna göre mürid ondan kesilir. İki yılı geçtikten sonra çocuğa süt verilmez. Bu da bir bakıma onun gibidir. Nefis ezildikten sonra halka ihtiyaç kalmaz. İstek gittikten sonra kimseden bir şey beklenilmez. Şimdi o mürid yükselmiştir. Şayet şeyh, heva ve nefisle kaldıysa müride muhtaç olur… Sonra nefis ve iradeye gelince: Bunları Mevla (CC) yola getirir, yok olmak olmaz. Çünkü yok olmak bir nevi noksan sayılır. Bu yolda ise noksanlık yoktur. Nefis ölmez, ıslah olur. Böylece Hakk’ a (CC) vasıl olduktan sonra, kendini masivadan emin gör, huzur içinde bil. Hak ve hakikatten başka bir şey görme, ondan başkasına bir varlık tanıma… Bu yolun icabı elbette bunu gerektirir. Bulunduğun makamda iyilik, kötülük, vermek, almak, korku, ümit, hiç birinde Hakk’tan (CC) başkasının tesiri olmaz. Çünkü kendinden korkanlara yine kendisi sahip olur. Hataları örtecek yine O’dur (CC). Kendini bu mertebeye getirdikten sonra, Mevla’nın (CC) hikmetli işlerini görmeğe çalış… Çok hikmet taşıyan emirlerini yapmaya gayret et. Takib edeceğin yol bu olmalı. O’nun (CC) taatıyla meşgul ol. İster dünyaya, isterse ahirete ait olsun; bütün mahluk şeylerden elini çek. Hepsinden kalben ayrıl. Bütün mahlukatı topla. Aşağıda hikayesi anlatılacak adam gibi zavallı ve çaresiz olduklarını tahayyül et. Şanı, şöhreti her tarafa korkunç bir şekilde yayılmış, emirleri kesin, saltanatı tam bir padişah… Bir adamı yakalatıyor, ayaklarına ve boynuna zincir vurduruyor. Sonra dalgası dehşetli, derinliğine derin, akıntısı şiddetli bir nehir üzerindeki ağaca astırıyor. Sonra; çok kıymetli, yüce ve maddi değer biçilmesi imkansız olan tahtına oturuyor. Yanına da bir çok oklar, silahlar, mızraklar ve daha nice elemeli, paralayıcı ve öldürücü aletler alıyor… Şimdi, padişah, o asılmış adama, rastgele okları, kurşunları yağdırmağa başlamıştır. Hal böyle olunca… O korkunç manzarayı temaşa eden biri için o padişahtan korkmadan, merhamet nazarına sığınmamak ve korkmamak, o saltanatı görmeden geçip, asılmış adama bakmak ve ondan korkmamak doğru olur mu? Sonra böyle şeyi, akıl mantık nasıl doğru bulur? Hayır, hiçbir zaman doğru bulmaz ve seyircinin haline şu hükmü verir: – “Aklı gitmiş, hissiyatı bozulmuş ve neticede bir hayvandır, ki; insana benzemez.” Her şeyin hakikatına erdikten sonra, basiretsiz, görmez olmaktan Allah’a (CC) sığınırız. Hakk’a (CC) vardıktan sonra ayrılmaktan, Hakk’a (CC) yaklaştıktan sonra tekrar maneviyatın kapanmasından, imandan sonra küfre, hidayetten delalete düşmekten yine O’na (CC) sığınırız… Dünya, anlattığımız o büyük ırmaktır. O her gün taşmakta olan su ise, insanoğlunun şehveti ve lezzetidir. İnsanlara çarpan, kötü mahluklar da dalgalardır. Kader-i İlahinin cereyan eden bela ve mihnetleri ise, o oklar ve silahlardır. Evet, insan oğlunun başına bu dünyada en çok gelen şey, bela ve mihnettir. İyilik ara sıra gelir, fakat zahmetler, incitici şeyler o ara sıra gelen iyiliği unutturur. Ara sıra gelen hoşluklar olsa bile, yine onda çeşitli felaketler gizlidir. Eğer insan, ibret nazarı ile bakacak olsa, hayatı ve iyi geçimin yalnız öbür aleme mahsus olduğunu anlayacaktır. İyi inanmış olan bunu böyle bilir. Çünkü bu hali bilip anlamak, içinde yaşatmak ehli imana mahsustur. Peygamber (SAV) Efendimiz buyuruyor: – “ Hayat ancak ahiret hayatıdır.” Yine buyuruyor: – “Mümin Allah’ına (cc) kavuşmadıkça rahata eremez.” Bu sözler imanlı hakkındadır. Yine buyuruyor: – “Dünya müminin zindanı, kafirin cennetidir. “ Yine buyuruyor: – “Allah (CC) korkusu ile dolan kalb, Hakk’a (CC) bağlıdır.” Bu ayan beyan haberlerle birlikte, bu dünyada nasıl rahatlık iddia edilir? Şu muhakkak ki; bütün rahatlık Allah’a (CC) bağlanmakta, O’nun (CC) emirlerini yerine getirmektedir. Her halde O’na (CC) uymaktır. O’nun (CC) yolunda boynu eğik olmaktadır. Kul, ancak anlattığımız şekilde dünya belasından kurtulabilir. Kurtulunca da gönlü merhametle dolar, kendisine lutuflar, ihsanlar olur. Her işi ve her yaptığı doğru olur. Bu da Allah (CC) tarafından ona bir iyilik olarak verilir. Kaynak : Futuhu`l Gayb – Abdulkadir Geylani Hazretleri

8 Nisan 2017 Cumartesi

RECEB AYINDA KILINACAK NAMAZ

RECEB AYINDA KILINACAK NAMAZ Receb’in 1’i ile 10’u arasında 10 rek’at, 11’i ile 20’si arasında 10 rek’at ve 21’i ile 30’u arasında 10 rek’at kılınacak Hâcet Namazı vardır. Bunların üçünün de kılınış şekli aynıdır. Yalnızca namazların sonlarında okunacak duâlarda fark vardır. Bu 30 rek’at namazı kılanlar, hidâyete ererler. Bu namazı kılanın kalbi ölmez. Bu 30 rek’at namaz Resûlullah Efendimizin (s.a.v.) berberi Selmân-ı Pâk (r.a.) Hazretleri tarafından rivâyet edilmiştir. Bu namazlar, akşamdan sonra da, yatsıdan sonra da kılınabilir. Fakat, cuma ve pazartesi gecelerinde ve bilhassa teheccüd vaktinde kılınması daha fazîletlidir. Kılınışı: Hâcet Namazı’na şu niyetle başlanır: “Yâ Rabbi, teşrifleriyle dünyâyı nûra gark ettiğin Efendimiz hürmetine, sevgili ayın Receb-i Şerîf hürmetine, beni feyz-i ilâhîne, afv-ı ilâhîne, rızâ-yı ilâhîne nâil eyle, âbid, zâhid kulların arasına kaydeyle, dünyâ ve âhiret sıkıntılarından halâs eyle, rızâ-yı şerîfin için” Allâhü Ekber. Her rek’atte 1 Fâtiha, 3 Kul yâ eyyühe’l-kâfirûn, 3 İhlâs-ı şerîf okuyup, 2 rek’atte bir selâm verilir. Böylece 10 rek’at tamamlanır. • İlk on gün içinde kılınan namazdan sonra, 11 defa “Lâ ilâ-he illallâhü vahdehû lâ şerîke leh, lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdü yuhyî ve yümît, ve hüve Hayyün lâ yemûtü biyedihi’l-hayr ve hüve alâ külli şey’in kadîr” okunup duâ edilir. • İkinci on gün içinde yani Receb'in 11'i ile 20'si arasında kılınan 10 rek’atten sonra, 11 defa: “İlâhen Vâhıden Ehaden Sameden Ferden Vitren Hayyen Kayyûmen dâimen ebedâ” okunup duâ edilir. • Üçüncü on gün içinde, yani Receb'in 21’i ile 30'u arasında kılınan 10 rek’atten sonra da 11 kere: “Allâhümme lâ mânia limâ a’tayte, velâ mu’tıye limâ mena’te, velâ râdde limâ kadayte, velâ mübeddile limâ hakemte, velâ yenfeu ze’l-ced-di minke’l-ceddü. Sübhâne Rabbiye’l-Aliyyi’l-a’le’l-Vehhâb, Sübhâne Rabbiye’l-Aliyyi’l-a’le’l-Vehhâb, Sübhâne Rabbi-ye’l-aliyyi’l-a’le’l-Kerîmi’l-Vehhâb, Yâ Vehhâbü yâ Vehhâbü yâ Vehhâb” okunur ve duâ edilir. (Duâ ve İbâdetler, Fazilet Neşriyat)

OSMANLI DEVRİNDE KA‘BE’NİN AÇILIŞ GÜNLERİ

OSMANLI DEVRİNDE KA‘BE’NİN AÇILIŞ GÜNLERİ Ka‘be-i Muazzama, Osmanlı zamanında üç aylarda, mübârek gün ve geceler ve bunlara yakın günlerde açılırdı. Rebîulevvel'in yirminci günü açılır, Mekke Emiri, vâli, miftâhdâr (anahtarcı), müftüler ve diğer memurlar Beytullâh'a girerek zemînini Zemzem ve gülsuyu ile yıkarlar ve duvarlarına da gül yağı ve türlü nefis kokular sürer, içinde ûd, buhur ve anber gibi şeyler yakarak güzel kokularla buhurlarlardı. Muharrem'in onuncu günü erkeklerin ve on ikinci günü kadınların ziyâretine açılırdı. Rebîulevvel'in on ikinci gecesi Peygamber Efendimizin (s.a.v.) kâinatı şereflendirdiği gün olması hürmetine açılır içine girilmez, önünde Müslümanların Halîfesinin ömrünün uzun olması için duâlar edilirdi. Bu gecenin sabâhında erkekler için, on üçüncü gecesi de kadınlar için açılırdı. Receb-i Şerîf'in birinci Cuma günü (Regâib gecesinin) sabahı erkeklere, ikinci günü sabahı kadınlara açılırdı. Receb'in yirmi yedinci (Mi'râc) gecesi Ka‘be'nin kapısı açılır, fakat içeri girilmeyip karşısında duâlar edilirdi. Ertesi günü sabahtan erkekler ve akşamleyin de kadınlar Ka‘be'ye girip ziyâret ederlerdi. Şaban'ın on beşinci (Berât) gecesi Halîfe Hazretlerine duâ edilmesi için Ka‘be kapısı açılırdı. Bu gecenin sabahı erkeklere, ertesi gün de kadınlara açılıp ziyâret ederlerdi. Ramazân-ı Şerif'in birinci Cuma günü erkeklere, ertesi günü de kadınlara açılırdı. Hz. Ali'nin yaralandığı gün olan Ramazan'ın on yedinci gecesi, Hazret-i Ali Efendimizin doğduğu evde hatm-i şerîfin okunmasının ardından Ka‘be-i Muazzama'nın kapısı açılırdı. Zilkâde ayının on beşinde erkek ve kadınlara açılarak ziyaret edilirdi. Zilkâde ayının sonuna doğru yukarıda zikrolunduğu üzere yıkanırdı. Zilkâde'nin yirmi sekizinci günü Ka‘be'ye ihrâm gibi beyaz kumaş giydirilerek bazı İslâm büyükleri için husûsî olarak açılırdı. Ka‘be'nin açılacağı gün, biri gümüşten ve diğeri sac ağacından yapılmış merdivenler kullanılırdı. (Osmanlı Padişahlarının Haremeyn Hizmetleri, Çamlıca B.Y.) قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: أَوَّلُ بُقْعَةٍ وُضِعَتْ فِي الْأَرْضِ مَوْضِعُ الْبَيْتِ ثُمَّ مُدَّتْ مِنْهَا الأَرْضُ وَإِنَّ أَوَّلَ جَبَلٍ وَضَعَهُ اللهُ عَلَى وَجْهِ الأَرْضِ أَبُو قُبَيْسٍ ثُمَّ مُدَّتْ مِنْهُ الْجِبَالُ. (الجامع الصغير) Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) buyurdular: “Yeryüzünde ilk yaratılan mekân Beytullah’ın olduğu yerdir. Arz (yeryüzü) ondan genişletilmiştir. Allâhü Teâlâ’nın yeryüzünde ilk yarattığı dağ, Ebû Kubeys dağıdır, (diğer) dağlar ondan uzatılmıştır (yaratılmıştır).” (Hadîs-i Şerîf, Suyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr)