islami konular, soru cevaplar, güncel hutbeler,almanca hutbe, türkce hutbe, mübarek gün ve geceler hakkinda.
31 Mayıs 2016 Salı
Düğün öncesi beslenme rehberi
Düğün öncesi beslenme rehberi
Düğün öncesi beslenmenize dikkat ederek formda bir bedene sahip olmak sandığınız kadar güç değil!
‘Kişiye özel diyet’ uygulayarak sağlıklı, hızlı ve kalıcı kilo vermeniz mümkün diyen Uzm. Diyetisyen İpek Ağaca’dan düğün öncesi fazla kilolardan kurtulmanın sırlarını anlattı.
Sağlıklı ve formda bir gelin/damat olmak istiyorsanız: Kahvaltı yapın!
Kahvaltı ederek güne başladığınız günler daha enerjik ve mutlu olursunuz; çabuk yorulmazsınız. Düzenli kahvaltı ile düğün hazırlıklarını daha konforlu yapabilirsiniz. Ayrıca kahvaltının kilo verme üzerindeki etkilerini de atlamayalım. Güne kahvaltı yapmadan başlayanların yağ depolama riskinin daha fazla olduğunu unutmayın. Tam buğday ekmeği, orta yağlı beyaz peynir, yağsız yumurta, ceviz, çiğ sebzelerden oluşan bir kahvaltı, gece uykuya dalan metabolizmanızı harekete geçirecek ve sizi gün boyu iyi hissettirecek.
Daha çok yürüyün; hareketsiz kalmayın!
Gideceğiniz yerlere mümkünse arabayla değil; yürüyerek veya toplu taşıma ile gitmeye çalışın. Gün içerisinde 45 dakika-1 saatlik yürüyüş kilo kaybı için çok etkili. Düzenli yürüyüşler kilo kontrolünde etkili olduğu gibi mutluluk hormonu da salgılatır ve kişiyi iyi hissettirir.
Düğün hazırlıkları arasında ara öğünlerinizi mutlaka yapın…
Sık beslenmek, kan şekerini dengeler; metabolizma hızında artışa yardımcı olur. Yapılan binlerce bilimsel çalışma bu sonucu doğrulamaktadır. Metabolizmanızın tıkır tıkır çalışması için ve kilo kaybını sağlamak için ara öğün yapmalısınız. Düğün hazırlıkları çok meşakkatlidir ve zaman alır. Damatlık/gelinlik provaları, organizasyonla ilgili yapılacak pek çok iş, mobilyacılar, beyaz eşyacılar, emlakçılar derken koşuşturmaktan yemek yemeyi unutursunuz. Ama bu kesinlikle doğru değil! Size önerim: çantanızda mutlaka bir taze meyve veya kuru meyveler; birkaç parça badem bulundurun. İçecek ikramı olduğunda ayran veya sütlü (gerçek süt) kahve tercih edebilirsiniz (Ve tabii yanında su!). Böylece ara öğününüzü atlamamış olursunuz. Ara öğününüzü düzenli yapmak, alışverişler sırasında daha sakin ve mantıklı olmanızı da sağlayacaktır. Unutmayın; çoğu insan kan şekeri düştüğünde sinirlenir; agresif veya alıngan olur...
Çayı, kahveyi bir kenara bırakın da; Su içmeyi unutmayın
‘Ben çok çay içiyorum, su ihtiyacımı karşılıyordur!’ cümlesi pek çoğumuz tarafından sıklıkla söylenir. Peki içilen çaylar, kahveler su ihtiyacını gerçekten karşılar mı? Günlük sıvı ihtiyacı kişiden kişiye değişkenlik gösterir. Vücudun, besinlerle alınan her 1 kalori başına 1,5 ml. sıvıya gereksinimi vardır. Bu da yetişkin bireylerde ortalama 2-3 litredir. Günlük sıvı gereksinmesinin ortalama %60-70’inin su olarak tüketilmesi gerekir. Örneğin 2,5 lt. sıvı ihtiyacınız olsun; bu sıvı ihtiyacının en azından 1,5 litresinin su olarak içilmesi gerekir. Yaz aylarında sıvı kayıpları olduğundan su ihtiyacı artabilmektedir. İçilen çaylar, kahveleri bir kenara bırakalım; günde ortalama 8-10 bardak su içmeye gayret edin. Yanınızda (çantanızda, arabanızda vb.) mutlaka su şişesi bulundurun.
Şişkinlik şikayetiniz varsa bu besinleri düğün öncesi tüketmeyin!
Düğün öncesindeki birkaç gün gaz ve şişkinlik yapıcı özellikteki besinlerin tüketiminden kaçınılmalı. Bunlar: Brokoli, karnabahar, Brüksel lahanası, lahana, pırasa, turp, salatalık gibi sebzeler; erik, çilek gibi meyveler; kuru fasulye, nohut, bezelye, mercimek, barbunya gibi kuru baklagiller; bulgur gibi besinler. Gaz ve şişkinlik şikayetlerini arttıran besinler kişiden kişiye değişkenlik göstermektedir; sizi rahatsız eden/gaz şikâyetine neden olan yiyecekleri tespit edin ve bu besinleri bu süre zarfında tüketmemeye çalışın.
Vücudunuz kolay ödem tutuyorsa beslenmenize dikkat!
Tuz ve tuzlu besinlerin (konserveler, salamura besinler, tuzlama yöntemiyle yapılmış besinler, turşu, şalgam suyu, vb.) tüketimi mümkün olduğunca azaltın. Tuz içeriği düşük olan bir beslenme programı uygulayarak yaşanabilecek ödem riskini azaltabilirsiniz. Maden suyu yüksek miktarda sodyum içerdiğinden düğünden önceki gün mümkün olduğunca uzak durulmalıdır; çok hassas bünyelerde ödem artışına sebebiyet verebilir.
“NAMAZI DOSDOĞRU KILINIZ VE ZEKÂTI VERİNİZ”
“NAMAZI DOSDOĞRU KILINIZ VE ZEKÂTI VERİNİZ”
Zekât, lügatte bereket, nemâ, temizlik ve sâf olmak mânâlarına gelir.
Zekât senelik mâlî bir ibâdettir ki Cenâb-ı Hakk’ın emrine itâat için, nisaba mâlik (zengin) Müslümanların her sene mallarından kırkta birini, Allâhü Teâlâ’nın tâyîn ettiği sekiz sınıftan birine vermelerinden ibârettir. Bu sekiz sınıf Tevbe Sûresi’nin 60. âyeti kerîmesinde bildirilmiştir:
“Sadaka (zekât)lar, ancak fakirlere, miskin; yoksullara, onun üzerine (zekâtın tahsiline) memur olanlara, müellefe-i kulûb (kalpleri İslâm’a ısındırılacak olanlar)a, (âzad edilecek) kölelere, borçlulara, Allah yolunda olanlara, yolda kalmışlara mahsustur...”
Zekât, İslâm’ın beş şartından birisidir. Hür, akıllı, bâliğ (ergen) ve nisâb miktârı mala mâlik olan Müslümanın zekât vermesi farzdır.
Zekâtta nisab: Aslî ihtiyaçlarından ve borçlarından sonra:
20 miskal (80,18 gr) altın veya bu değerde nakit para ve ticâret malı;
Otlayan hayvanlarda ise devede beş, sığırda otuz ve koyunda kırk adettir.
Zekât vermenin farz olması için nisâba kavuştuktan sonra malın üzerinden bir yıl geçmelidir.
Aslî ihtiyaçlar: Ev ve ev için lüzûmlu eşya, elbiseler, âletler, kitaplar, binek (at veya araba) ve bir aylık –sahîh görülen diğer bir görüşe göre bir senelik- erzaktır. Borç karşılığı para da aslî ihtiyaçlardandır.
Nisâb miktarının sene içinde eksilmesi, zekât vermeye mânî değildir. Nisâb miktarının senenin başında ve sonunda mevcut olması yeterlidir.
Zekât verirken veya vermek üzere ayırırken kalb ile zekâta niyet edilmesi lâzımdır. Dil ile söylemek lâzım gelmez.
Zekât niyeti ile verirken hediye veya borç olarak verdiğini söylemekte bir mahzûr yoktur.
قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: خَيْرُ النَّاسِ أَقْرَؤُهُمْ وَأَتْقَاهُمْ وَآمَرُهُمْ بِالْمَعْرُوفِ وَأَنْهَاهُمْ عَنْ الْمُنْكَرِ وَأَوْصَلُهُمْ لِلرَّحِمِ. (حم)
“İnsanların en hayırlısı, Kur’ân-ı Kerîm’i en çok ve en güzel okuyan, en takvâlı olan, insanlara ma’rufu (îmân ve tâati) en çok emredip münkerden (küfürden ve günahlardan) en çok nehyeden ve en çok sıla-i rahimde bulunan kimsedir.” (Hadîs-i Şerîf, Müsned-i Ahmed bin Hanbel)
30 Mayıs 2016 Pazartesi
Hz. Fatih Sultan Mehmet ’in 10 Unutulmaz Sözü
Hz. Fatih’in 10 Unutulmaz Sözü
1-Ya İstanbul beni alacak ya ben İstanbul’u:
Kuşatmanın en bunalımlı anlarından birinde söylenmiş olan bu söz, Venedik’ten gelen üç geminin Osmanlı donanmasını yararak Haliç’ten içeriye gıda ve asker yardımı getirmesi üzerine söylenmiştir. Bu noktada genç Sultan, orduya ve komutanlarına çöken moral bozukluğu atmosferini dağıtmak için bir yandan Şeyh Akşemseddin’e fethin müyesser olması için dua ricasında bulunurken öbür yandan askeri tedbirler alıyor, karadan gemileri yürüterek Bizans’ın moralini çökertiyordu. İşte tam bu aşamada söylenmiş olan bu söz, aynı zamanda İstanbul alınamazsa kendisinin iktidarının, itirabarının ve Osmanlı’nın cihan devleti misyonunun da biteceğini ima ediyordu.
2-Âhirûn:
Sultan Mehmed “Fâtih” olduktan sonra İstanbul’un fethine tek bir kelimeyle tarih düşürmüştü. Âhirûn kelimesi sonrakiler, ahir zamandakiler gibi anlamlara geliyordu. Belki de büyük Sultan İstanbul’un fethinin ahir zamandaki bir çiçeklenmeyi sağlayacağı ümidiyle hicri takvimle fetih tarihi olan 857 yılını veren bu kelimeyi bulmuştu. Nitekim İstanbul’un ilk belediye başkanı sayılan Hızır Bey Çelebi de bu esrarengiz kelimeyi hoş bir beyit içinde şöyle formülleştirmişti:
Feth-i Stanbul’a fırsat bulmadılar evvelûn
Feth idüp Sultan Mehemmed didi tarih “Âhirûn”.
3-Hüner bir şehr bünyad eylemekdür
Reâya kalbin âbâd eylemekdür
İstanbul’un fethinden sonra asıl büyük fethe, yani ilim ve irfan yoluyla fethi kalıcı hale getirecek ikinci fethe girişen Fatih Sultan Mehmed 10 yıl sonra Fatih Medreselerini yaptırırken vakfiyesine asıl hünerin bir şehir kurmak ve orada yaşayanların kalplerini âbâd etmek olduğunu ustaca böyle ifade etmişti. Şehrin sadece taştan, topraktan, betondan ibaret bir yapı olmadığını, orada yaşayanların kalplerinin de imar edilmesi gerektiğini ifade eden bu hoş formülü belediyelerimizin duvarlarına yazmakta fayda vardır..
4-Benim kudretimin yettiği yerlere imparatorunuzun ümit ve emeli bile yetişemez:
Yıl 1452’dir. Genç Sultan İstanbul’a Karadeniz’den gelebilecek yardımların yolunu kesmek için, dedesinin babası Yıldırım Bayezid’in müthiş bir uzak görüşlülükle Boğazın Asya tarafına yaptırdığı Anadolu Hisarı’nın tam karşısına bu defa Rumeli Hisarı’nın yapım emrini vermiştir. İnşaat devam ederken gelen Bizans İmparatoru Konstantin’in bir elçi göndererek burasının Galata Cenevizlilerinin mülkü olduğunu ve inşaat yapamayacağını hatırlatan elçiye söylediği rivayet edilir. Bu sözden korkan Bizans İmparatorunun onun öfkesini yatıştırmak için hisarda çalışan ameleye yiyecek gönderdiği söylenir..
5-Eğer padişah siz iseniz geliniz ve ordunun başına geçiniz. Yok, eğer padişah ben isem size emrediyorum! Gelip ordunun başına geçiniz:
Daha ilk saltanatının sonunda, 1446 yılında vezirlerin, özellikle de Çandarlı Halil Paşa’nın baskısıyla babasını tahta çağıran bir mektupta bu sözü söylediği ifade edilen II. Mehmed’in mantık ilmine hakimiyeti de hayranlık vericidir. Muhatabına hareket imkânı bırakmayan bu ifade onun zihninin keskinliğini de ifade eder..
6-Yapmak istediğimi sakalımın bir teli bile bilseydi, sakalımın o telini hemen koparır ve yakardım:
Fatih sırlı bir padişahtı, sır olarak sakladığı şeyi kimseye söylememesiyle meşhurdu. Bir defasında seferin nereye yapıldığını sormak isteyen birisine karşı söylenen bu söz ile sırrına sahip çıkmanın önemini anlatmak istemiştir. Hele ki devlet idaresinde sır saklamak bir erdemdir..
.
7-Elimizde İslam kılıcı vardır:
Trabzon’u fethe giderken kendisine elçi olarak gelen Akkoyunlu Uzun Hasan’ın annesi Sare hatunun sarp yamaçlarda atından inip yaya olarak dağlara tırmanması üzerine Fatih Sultan Mehmed’e söylediği: “Ey oğul bu Trabzon’a bunca zahmet nedendir? Burasını gelinime bağışla” sözü üzerine ilk Osmanlı tarihçisi Aşıkpaşazade’ye göre şöyle demiştir. “Ana bu zahmet din yolunadır. Ahirette Allah huzuruna varınca inayet ola. Zira elimizde İslam kılıcı var. Eğer bu zahmeti ihtiyar etmezsek bize gazi demek yalan olur.”.
8-İmtisal-i Cahidü fi’llah olubdur niyyetüm Din-i İslam’un mücerred gayretidür gayretüm
Fatih’in yazdığı bu beytin manası şöyledir: “Niyetim Allah uğruna cihad etmektir. Sadece İslam dini uğruna çalışmaktır gayretim.”.
9-Zülfünün zencirine bend eyledi şahum beni
Kulluğundan itmesün azad Allahum beni
Şahım beni saçının zincirine bağladı. Allahım beni kulluğundan azad eylemesin..
10-Ebaenced devletimüz çerağı küfr ehlinin yüreği yağı ile ruşendür:
Fatih bu sözü komutanlarıyla yaptığı bir istişare sırasında söylemiştir. Atalarımdan beri devletimizin çerağı (mumu) kâfirlerin yüreğini çok yaktığımız için onların yüreğinin yağıyla aydınlanmıştır..
.
FETVÂ VERMEKTE İHTİYATLI OLMAK
FETVÂ VERMEKTE İHTİYATLI OLMAK
Fetvâ ve hüküm vermekte ihtiyatlı olmak, vaaz ve ilim öğretmek için tâyîn edilmekte öne çıkmamak selefin (Ashâb-ı Kirâm ve Tâbiîn’in) âdetlerindendir. Çünkü Peygamber Efendimiz (s.a.v.):
“Sizin ateşe (atılmaya) en cüretli olanınız fetvâ vermeye en cüretkâr olanınızdır.” buyurmuştur.
Dinî hükümler anlatılırken -ilâve katmadan ve noksanlaştırmadan- olduğu gibi anlatılmalıdır. Zîrâ dînî hükümler vahye dayanır. Bir kimsenin ilimdeki hıyâneti, maldaki hıyânetinden daha kötüdür.
İnsan her duyduğunu anlatmamalıdır. Duymadığı veya yakînen bilmediği bir şeyi de söylememelidir. Çünkü duymadan, doğru olup olmadığını yakînen öğrenmeden dînî meseleler hakkında konuşan kişi için çok büyük vebal vardır.
Selef-i sâlihîn susup dinlemeyi, konuşmaktan daha fazîletli, adı-sanı bilinmemeyi, meşhur olmaktan daha şerefli sayarlardı.
Selef-i sâlihînin hepsi, din kardeşlerinden birinin fetvâ verip kendisine hâcet kalmamasını temennî ederlerdi. Hz. Ömer (r.a) bir hâdiseyle karşılaştığında sâdece kendi görüşüyle hüküm vermez, çoğu defa Bedir harbine katılan Ashâbı toplayıp onlarla istişâre ederdi.
Selef-i sâlihîn, ancak dînin mühim meseleleri hakkında fetvâ verir, bunun dışındaki kapalı ve garip meselelerde asla fetvâ vermezlerdi. Onlar fetvâ vermekle, büyüklük, baş olmak, insanların hürmetini kazanmak, kalpleri kendine bağlamak, bir menfaat elde etmek, makam sâhibi olmak istemezlerdi. Onların bu husustaki gayretleri, Allâhü Teâlâ’nın sevâbını elde etmek, rızasını kazanmak, îlâ-yı kelimetullah (Allah’ın dînine yardım etmek), üzerlerindeki emâneti kendilerinden sonra gelen kardeşlerine teslim etmek içindi. Çünkü bunların hepsi onlar üzerine farzdı. (İslâm Ahlâkı ve Âdâbı, Fazilet Neşriyat)
İSİMLERİMİZ: Erkek: Fâtih, Kız: Elif
27 Mayıs 2016 Cuma
ZEKÂT VE SADAKANIN EN MAKBULÜ
ZEKÂT VE SADAKANIN EN MAKBULÜ
Bakara Sûresi’nin 273. âyetinin tefsiri:
“Emir ve teşvik olunduğumuz infak ve sadakalar Allah yolunda tutulmuş, (din uğrunda ilme, cihâda) kendini vakfetmiş, yeryüzünde şuraya buraya gidemeyen yani Allah yolunda meşgûliyetlerinden dolayı nafakalarını kazanmaya gücü olmayan fakirler içindir. (Hâllerini) bilmeyen -iffetlerini muhafaza için tahammül edip istemeye tenezzül etmediklerinden- onları zengin zanneder. Sen onları nezâhetlerinden, sîmâlarından tanırsın. İnsanlardan istemezler. Hele, ısrar hiç etmezler.”
Bu âyet-i kerîme Ashâb-ı Suffe hakkında nâzil olmuştur.
Ashâb-ı Suffe dört yüz kişi kadar vardılar. Medine’de -meskenleri, akrabaları- hiçbir şeyleri yoktu. Dâimâ Kur’ân-ı Kerîm öğrenirler, Resûlullah Efendimiz’in (s.a.v.) sohbetlerini dinleyerek istifâde ederler, bütün vakitlerini, ilim ve ibâdete ayırırlar, bir harb olursa giderlerdi. Bunlar, Resûlullah’ın (s.a.v.) medresesinin kendilerini Hz. Allah yoluna vakfetmiş talebeleri idiler.
Resûlullah Efendimiz (s.a.v.) bir gün Ashâb-ı Suffe’nin başlarında durup hallerine bakmışlar, fakirliklerini, çektikleri zahmeti görmüşlerdi. Kalblerini ferahlandırmak için buyurdular ki:
“Ey Ashâb-ı Suffe! Size müjdeler olsun ki her kim şu sizin bulunduğunuz hal üzere ve bulunduğu halden râzı olarak bana kavuşursa o (âhirette) benim refiklerimden (arkadaşlarımdan)dir.”
Bu (Bakara Sûresi, 273.) âyet-i kerîme Ashâb-ı Suffe hakkında nâzil olmakla beraber hükmü umûmîdir. Allah rızâsı için nöbet bekleyen, Allah rızası için ilim öğrenen, Allah yolundaki hizmetlere Allah rızâsı için kendisini vakfeden ve bu hâlde malı mülkü olmayan, muhtaç olduğu hâlde nafakasını kazanmaya vakit bulamayan veya yetişemeyen Müslüman fakirler bu âyetin hükmüne girer.
Bunlar da infak ve sadakaların verileceği en güzel yerlerdir. Bilhassa bu yerlere herhangi bir hayır yaparsanız Allâhü Teâlâ muhakkak onu bilir, ecir ve mükâfâtını zâyi etmez.
قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: أَشْرَافُ أُمَّتِي حَمَلَةُ الْقُرْآنِ وَأَصْحَابُ اللَّيْلِ .(هب)
Peygamber Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdular: “Ümmetimin en şerefl ileri, Kur’ân okuyup, ezberleyip onunla amel eden ve geceleri ibâdet edenlerdir.” (Hadîs-i Şerîf, Beyhakî, Şuabü’l-Îman)
26 Mayıs 2016 Perşembe
Almanya hutbeler: Birlikte Yaşama Ahlakı (27.05.2016)
Birlikte Yaşama Ahlakı
(27.05.2016)
Kardeşlerim!
Okumuş olduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Ey insanlar doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve bir birinizle tanışmanız için sizi kabilelere ayırdık Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır.”[1]
Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.s) de Veda Hutbesi’nde; “Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Babanızda birdir. Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız. Âdem ise topraktandır. Arabın arab olmayana bir üstünlüğü olmadığı gibi, beyazın siyaha, siyahın da beyaza bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvadadır”[2] buyurmuştur.
Kardeşlerim!
Allah insanı yeryüzünden yaratmış ve yeryüzünü imar etmekle görevlendirmiştir. Yeryüzünün imarı ise herkesin birbirinin hak ve hukukuna saygı çerçevesinde birlikte yaşama ahlakı ve kültürünün geliştirilmesiyle mümkündür.
Üzülerek belirtmek gerekir ki; birlikte yaşama konusu, günümüz toplumlarının en başta gelen problemlerinden biri haline gelmiştir. Bugün bir yandan bazı Batı toplumlarında Müslümanlara karşı nefret söylemleri, ayrımcılık politikaları gibi birlikte yaşama kültürünü zedeleyen gelişmeler yaşanırken diğer yandan da kimi İslâm toplumlarında mezhepçilik, meşrepçilik, ırkçılık, ideolojik ayrımcılık sebebiyle vahim iç çatışmalar yaşanmakta; masum nice canlar hunharca katledilmekte, şehirlerin tarihi ve kültürel dokuları tahrip edilmektedir.
Kardeşlerim!
Hepimiz yeryüzünde büyük insanlık ailesinin birer ferdi değil miyiz? Hepimiz Hz. Âdem ve Hz. Havva’nın kızları ve oğulları değil miyiz? Hepimiz bir Allah’ın kulları değil miyiz? O halde nedir birbirimizden alıp veremediğimiz!
Birlikte huzur ve güven içinde yaşayabilmek için ihtiyacımız olan erdem ve fazilet duygusu Yüce Allah tarafından fıtratımıza nakşedilmiş iken bunları fiiliyata geçirmek, söylem ve eylemlerimize yansıtabilmek ve ikincisi olmayan bu dünyayı daha güzel, yaşanabilir bir dünya yapabilmek bu kadar zor mu gerçekten?
Saygıyı, hoşgörüyü, merhameti, adaleti, affetmeyi, dürüstlüğü, paylaşmayı, sabrı hayatımıza hâkim kılmak, gökdelenler inşa etmekten; devletler, şirketler kurup yönetmekten daha mı zor, daha mı külfetli?
Kalplerdeki kin ve nefret duygularını, hırs ve intikam arzularını parçalamak, atomu, atom altı parçacıklara ayırmaktan daha fazla mı çaba gerektiriyor? Yüreklerde sevgi, muhabbet, şefkat üretmek, kocaman fabrikalar kurup silah üretmekten daha mı masraflı ve zahmetli?
Kardeşlerim!
Birbirine muhtaç bir şekilde yaratılan insanoğlu, hayatı beraber yaşamak zorunda olduğu diğer insanları Yüce Allah’ın kendisine bir lütfu ve nimeti olarak görmek zorundadır.
Asıl yere düştüğünde kaldırılması gereken insan ve insanlık değerleridir. Birbirimize muhtaçlığımızı unuttuğumuz zaman, Allah’a açılan yollardan birini kapattık demektir. Unutmayalım ki; dünya bize, biz birbirimize emanetiz.
Hutbemi Rahmet Elçisi (s.a.s)’in bir hadisi şerifi ile bitirmek istiyorum: “Mümin, cana yakın kimsedir. İnsanlarla dostluk kurmayan, kendisiyle dostluk kurulamayan kimsede hayır yoktur.”[3]
Hasan AKPINAR
Fürthen-Sieg DİTİB Ulu Cami Din Görevlisi
[1] Hucurat, 49/13
[2] İbn Hanbel, V, 411
[3] İbn Hanbel, II, 40
Almanca Hutbeler:Die Kultur Des Zusammenlebens (27.05.2016)
Die Kultur Des Zusammenlebens
(27.05.2016)
Meine Geschwister!
In dem anfangs rezitierten gnadenreichen Vers gebietet unser Herr folgendes: “O ihr Menschen! Fürwahr wir erschufen euch aus einem Mann und einer Frau und machten euch zu Völkern und Stämmen, damit ihr einander kennenlernt. Der Frommste unter euch ist der Angesehenste vor Allah.” [1]
Und unser lieber Prophet Muhammed (s) äußerte sich in seiner Abschiedspredigt wie folgt: “O ihr Menschen! Euer Herr/Rab ist derselbe. Auch euer Vater ist derselbe. Ihr seid alle Kinder Adams, er hingegen ist aus der Erde. So wie der Araber keinen Vorrang vor dem Nicht-Araber hat, besitzt der Weiße vor dem Dunkelhäutigen sowie der Dunkelhäutige vor dem Weißen keinen Vorrang. Denn der Vorrang liegt lediglich in der Frömmigkeit (taqwā)”[2]
Meine Geschwister!
Allah erschuf den Menschen aus der Erde und beauftragte ihn mit der verantwortlichen Gestaltung (îmâr) der Welt. Diese Gestaltung wiederum ist nur mit der Ausarbeitung einer Kultur des Zusammenlebens und der Moral sowie der Achtung und gegenseitigen Berücksichtigung der Rechte eines jeden möglich.
Bedauerlicherweise muss aber festgehalten werden, dass das Zusammenleben in den heutigen Gesellschaften zu einem der wichtigsten Probleme geworden ist.
Einerseits beobachten wir heute in einigen westlichen Gesellschaften Hass und Diskriminierung gegen Muslime, die die Kultur des Zusammenlebens zusehends in Gefahr bringen. Andererseits erlebt man in so manchen muslimischen Gesellschaften aufgrund von Rassismus, ideologischen Diskriminierungen, sektiererischen Ausgrenzungen schwerwiegende interne Gewaltkonflikte. Im folge werden zahlreiche unschuldige Menschen blutrünstig ermordet und historisches sowie kulturelles Erbe der Städte zerstört.
Werte Geschwister!
Sind wir denn nicht alle auf Erden ein Mitglied der großen Menschheitsfamilie? Stammen wir denn nicht alle von Adam und Eva ab? Zählen wir nicht alle zu den Dienern desselben Allahs, desselben Schöpfergottes? Warum können wir uns nicht vertragen?!
Ist es denn wirklich so schwer, das für das Zusammenleben nötige Gefühl der Tugendhaftigkeit in unseren Taten und Worten wiederspiegeln zu lassen? Allah hat doch diese Gefühle in unsere Natur hineingegeben. Wir müssten im Stande sein, diese Welt, von der es keine zweite mehr gibt, schöner und besser zu gestalten.
Was ist vortrefflicher? Der Einsatz für Respekt, Duldsamkeit, Gnade, Gerechtigkeit, Erbarmung, Aufrichtigkeit, Geduld und Teilen? Oder der Bau von Wolkenkratzern, die Gründung und Führung von Staaten und Firmen?
Ist der Aufwand für die Beseitigung der Gier- und Rachegefühle, Hass- und Abscheuempfindungen aus unserem Herzen größer als die Mühe beim Teilen der Atome! Verursacht das Stiften von Liebe, Zuneigung und Gutmütigkeit in den Herzen etwa mehr Kosten und Aufwand als das Gründen von großen und prächtigen Waffenfabriken?
Liebe Geschwister!
Der Mensch wurde mit dem Bedürfnis erschaffen, in Gesellschaft zu leben. Er ist in der Pflicht, seine Mitmenschen, mit denen er gemeinsam das Leben teilt, als eine Gabe und Gunst des erhabenen Allahs zu betrachten.
Die Menschen und menschlichen Werte sind es eigentlich, die wieder belebt werden müssen. Wenn wir unsere gegenseitige Bedürftigkeit vergessen, so bedeutet dies, dass wir somit einen der zu Allah führenden Wege schließen. Denn wir sollten nicht vergessen; die Welt ist uns und wir sind einander anvertraut.
Meine Rede möchte ich mit einem Ausspruch (Hadith) des Propheten der Barmherzigkeit (s) beenden: “Ein Gläubiger ist ein umgänglicher Mensch. Jemand, der mit den Menschen keine Freundschaft schließt und mit dem man sich nicht anfreunden kann, ist kein gütiger Mensch.”
Hasan AKPINAR
Religionsbeauftragter DITIB Fürthen-Sieg Ulu
[1] Koran, Hudschurat, 49/13
[2] Ibn Hanbel, V, 411
2016-05-27
Alle Rechte vorbehalten. Kein Teil des Werkes darf in irgendeiner Form ohne schriftliche Genehmigung der DITIB reproduziert, vervielfältigt oder verarbeitet werden.
Ankara müftülügü hutbeler.NAMAZ ARINMADIR(27.05.2016 )
27.05.2016 Tarihli Hutbe
İLİ : GENEL
TARİH : 27.05.2016
NAMAZ ARINMADIR
Kardeşlerim!
Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Sana vahyedilen Kitabı oku. Namazı da hakkını vererek kıl. Kuşkusuz namaz hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar…”
Kardeşlerim!
Efendimiz (s.a.s) bir gün ashabıyla sohbet ederken onlara, “Birinizin kapısının önünden bir nehir aksa ve o, günde beş defa bu nehirde yıkansa vücudunda kir kalır mı?” diye sordu.
Ashab, “Kalmaz, Ya Resulallah” diye cevap verdi. Bunun üzerine Kutlu Nebi (s.a.s) şöyle buyurdu: “İşte bilinç ve şuurla eda edilen beş vakit namaz da bunun gibidir. Kılınan bu namazlarla Allah günahları yok eder.”
Aziz Müminler!
Yüce Rabbimiz, göz kamaştıran güzelliğiyle kâinatı, insan için yaratmıştır. Biz sahipsizken O, bizi muhafaza etmiştir. Biz yolumuzu bilmezken, O, göndermiş olduğu kitap ve peygamberlerle bize yolumuzu, yönümüzü göstermiştir. O, bize ahlakı, insan olmayı, Âdem olmayı, İbrahim olmayı, İsmail olmayı ve kullukta yücelmeyi öğretmiştir. Yüce Rabbimizin bunca ikramı, biz kullarına nihayetsiz lütfundan bir katredir sadece. Aynı zamanda O’nun insana, insan hayatına vermiş olduğu değerin bir parçasıdır. Bütün bunlar karşısında bizlere düşen, O’na samimiyetle, sadakatle kul olmak ve nimetlerine şükretmektir.
Kardeşlerim!
Bir zikir, bir şükür, bir hamd ifadesi olarak namaz, bizim vazgeçilmezimizdir. Çünkü namaz, arınmadır. Namaz, günde beş kez bedeni temizlerken, kalpleri de kötülük kirinden uzak tutan, suyundan iyiliğin, erdemin, güzel ahlakın aktığı tertemiz bir pınardır.
Namaz, kurtuluştur; “Hayya ala’l felâh/Haydin kurtuluşa” diye semaları saran ezanıyla, insanı sonsuz rahmetin membaına çağıran kutlu bir davettir. Kulun bizzat Rabbine arzuhalidir namaz; Allah’ın huzurunda olduğu bilinciyle mümin gönüllerin titremesidir.
Namaz, nice hikmetle dolu manevi bir yolculuktur. Bu yolculukta niyetimiz, zihnimizi ve kalbimizi hazır kılma, varlığımızı Rahman’a sunma ifadesidir. Kıblemiz, bir olan Allah’a yönelişimizin, müminler olarak gönüllerimizdeki manevi bağ ve birlikteliğimizin simgesidir. İftitah tekbirimiz, bir yönüyle güzelliklere, ahlaka, erdeme kapı aralayışımızdır; bir yönüyle de Allah’tan ve O’nun rızasından başka her şeyden yüz çevirebileceğimizin sembolüdür. Kıyamımız, her gün bizim için bir istikamet, bir doğruluk dersidir. Kıraatimiz, Cenab-ı Hak ile konuşmamız ve ahitleşmemizdir. Rükûmuz, Allah’tan başkası için eğilmeyeceğimizin göstergesidir. Bize topraktan geldiğimizi ve tevazuu öğreten secdemiz, Rabbimize en yakın olma vaktimizdir. Tahiyyatımız, Rabbimizle ve bütün müminlerle bir esenlik ve barış oturumumuzdur. Selamımız, namazımızda taşıdığımız ruhu, âdâbı, erkânı hayatımıza taşıma irademizdir.
Kıymetli Kardeşlerim!
Namaz, tanıştıran, yakınlaştıran, kaynaştıran bir nimettir. Namaz, genç ile yaşlıyı, zengin ile fakiri, güçlü ile zayıfı, siyah ile beyazı aynı inanç, aynı amaç, aynı idealde buluşturan muazzam bir birlikteliktir.
Namaz, huzurdur; Rabbimizin sayısız nimetlerine şükretmenin verdiği bir sükunettir; türlü meşgale ve hengâmelerle daralan zihinlerimize, gönüllerimize bir şifadır.
Ve namaz, müjdedir; dünyadaki geçici ihsanların kat be katının, Rabbini terk etmeyen, O’nun sevgisinden vazgeçmeyenler için ebediyen hazırlandığını haber verir.
Kardeşlerim!
İslam’ın beş temel esasından biridir namaz. Unutulmamalıdır ki, dinimizin bizlerden istediği namaz, şekle indirgenmemiş, ruhu yok edilmemiş namazlardır.
Bugün namaz konusunda bize düşen en büyük görev, namazlarımızı samimiyetten mahrum, süresi kısalmış, son ana kadar ertelenmiş, etkisini yitirmiş, solgun namazlara dönüştürmemektir. Namazlarımızın, merhametimizi artırması, bizi örnek bir insan yapması ve ahlakımıza ahlak katması için gayret göstermektir.
Kıymetli Kardeşlerim!
Hutbemi şu dua ile bitirmek istiyorum:
Allahım! Bizi ve aile fertlerimizi namazı hakkıyla eda edenlerden eyle!
Rabbimiz! Bizleri namazlarını ihlas, huşu ve samimiyetle kılanlardan eyle!
Allahım! Namazlarımızı bizler için her türlü süfli arzu ve isteklerimizden arınma ve ebedi kurtuluş vesilesi eyle!
Ankebût, 29/45.
Müslim, Mesâcid, 283.
Müslim, Tahâret, 14.
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
ankara müftülügü hutbeler, izmir müftülügü hutbeler, istanbul müfzülügü hutbeler.
25 Mayıs 2016 Çarşamba
EBEDÎ KURTULUŞ İLİM, AMEL VE İHLAS İLEDİR
EBEDÎ KURTULUŞ İLİM, AMEL VE İHLAS İLEDİR
İmâm-ı Rabbânî Hazretleri buyurdular:
“İnsanın ebedî kurtuluşa erebilmesi için üç şey lâzımdır:
İlim, amel ve ihlas.
İlim iki kısımdır.
Birincisi, amel etmek için öğrenilen ilim ki bu fıkıh ilmidir.
İkincisi ise sâdece i’tikad ve yakîn-i kalbî kasdedilen kısımdır. Bununla alâkalı mevzular, fırka-i nâciye (kurtuluşa eren topluluk) olan Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâat Mezhebi’nin görüşleri, ilm-i kelâmda (Akâid kitaplarında) tafsîlâtıyla anlatılmıştır.
Ehl-i sünnet ve cemâatin büyüklerine tâbi olmadan kurtuluşa imkân (ve ihtimâl) yoktur. Eğer onlara kıl kadar bir muhâlefet olursa iş büyük bir tehlike içindedir. Hem de ne tehlike!.. Bu söz, sahîh keşif ve sarîh ilham ile sıhhat cihetinden yakîn mertebesine ulaşmıştır. Bu sözlerin doğru olmama ihtimâli de yoktur.
Ehl-i sünnete tâbî olmaya muvaffak olan ve onları taklid etme şerefine nâil olanlara müjdeler olsun.
Ehl-i sünnet büyüklerine muhâlefet eden, onlardan yüz çeviren, onların usullerini terk edip onların zümresinden çıkarak dalâlete düşen ve düşürenlere,
Ru’yeti (mü’minlerin Allâhü Teâlâ’yı cennetten göreceğini) ve şefâati inkâr edenlere,
Peygamber Efendimiz’le (s.a.v.) sohbetin faziletini ve sahâbenin üstünlüğünü anlamayanlara,
Resûlullâh’ın ehl-i beytine muhabbetten ve
Hz. Fâtıma’nın evlâtlarına sevgiden mahrum olup da Ehl-i Sünnet’in nâil olduğu birçok hayırdan mahrum olanlara yazıklar olsun. (Mektûbât-ı İmâm-ı Rabbânî, 1/m.59)
İSİMLERİMİZ: Erkek: Bedir, Kız: Bedriye
قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: تَرَكْتُ فِيكُمْ أَمْرَيْنِ لَنْ تَضِلُّوا مَا تَمَسَّكْتُمْ بِهِمَا كِتَابَ اللهِ وَسُنَّةَ نَبِيِّهِ. (موطأ)
Peygamber Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdular: “(Ey ümmetim) Size iki şey bıraktım. Bu iki şeye sarıldığınız müddetçe aslâ dalâlete düşmez, doğru yoldan ayrılmazsınız: Allâhü Teâlâ’nın kitâbı ve peygamberinin sünneti.”(Hadîs-i Şerîf, İmâm Mâlik, Muvatta)
24 Mayıs 2016 Salı
Mezhepsiz-lik Dinsizliğe Götüren Köprüdür.
Mezhepsiz-lik Dinsizliğe Götüren Köprüdür.
Mezhepsiz-lik dinsizliğe götüren köprüdür. Akaid bahsi olduğu için müslüman şahsiyetlerin Amentü Billahi suresini dil ile ikrar edip, kalp ile tasdik ettikten sonra ilk iş olarak dört hak mezheplerden bir tanesini seçmek gibi bir zaruriyeti vardır. Bir defa bu seçimi yapıp, ömrünün sonuna kadar bununla amel etmelidir. Bırakın mezhepsizliği birkaç defa mezhep değiştirenlere Alimlerimiz fesatçı demişlerdir. Mezhep taklidi mezhep değiştirme durumu değildir. Bu konunun bu kadar net çizgilerle belirlenmiş olmasıyla birlikte tartışılması dahi uygun görülmemiştir. Bir kelime ile (şehadet kelimesi) İslam’a giren kişi yine bir kelime ile İslam dairesinden okun yaydan fırladığı gibi çıkabilir. Hz. Enes Bin (Ra) Aktarıyor.
“Benim ümmetimde 73 fırkaya ayrılacaktır. Bunlarında biri dışında hepsi cehenneme girecektir. Sahabe-i Kiram “Ya Resûlallah kurtuluşa eren bu fırka kimlerdir?” diye sordular. Buyurdular ki “Onlar benim ve Ashabım’ın yolu üzere olanlardır.”
Görüldüğü üzere kurtulacak olan fırka Peygamber ve Ashabının yolu üzere olanladır. Kuran ve Sünneti seniyye’ye harfiyen uyanlardır. Peki mütevatirlik derecesinde böyle bir Hadis mevcutken birileri çıksa;
“Bana Kuran yeter.”
“Sünnet diye bir şey yoktur.”
“Hadisler uydurmadır.”
“Şefaat yoktur.”
“Kabir ziyareti yoktur.”
“İmam-ı Azam mezarından kalksa bize tabi olur.”
gibi cümleler kursa… Ona nasıl davranmalıyız biliyor musunuz? Hemen söylemeliyim;
“ O Alim, Molla yahut hoca müsvettesine ateşle oynadığını, bin yıllık İslam akidesi ile oynamaması gerektiğini aksi halde kendisinden bizzat Peygamber (s.a.v) şikayetçi olacağını söylemeli ve onu daha fazla dinlemeden bulunduğumuz mekanı terk etmeliyiz”
Mezhepsizliği savunan bu akım 1800’li yıllarda Hindistan’da baş göstermiştir. Selefilik adıyla da bilinen bu fırka takibi zorlaştırmak için bir çok defa isim değiştirmiştir. Siyer, Tasavvuf, İslam Tarihi, Hadis, Kuran gibi alanlarda eserler yazmışlardır. Delhi’de Fetva ve Takva Makamı olarak İslam İlimleri Akademisini kurmuş başına İngiliz Oryantalist Sprenger’i koymuşlardır. Özellikle ilgilendikleri alan hadis ve Kuran alanlarıdır. Bu konuda bir çok eserler sunmuşlardır. Eserlerinde hadislerin uydurma olduğunu iddaa etmiş, Kuranı ise Peygamberler’e söz vermeden akla sunmuşlardır. Onların sohbetlerinde Kuranı anlamada akıl ön plana çıkar. Devamlı olarak akletmeye vurgu yaparlar.
Akıl dolu bu cemiyete birkaç sorumuz olacak “Kur-an bize yeter” diyorsunuz;
Öğle namazını kılmanın farz olduğunu Kur-an’da okudunuz. Peki dört rekat olduğunu…
Kabe’yi tavafın yedi defa olduğunu…
Zekat miktarlarını…
Abdestin nasıl alındığını…
Bu kuralları bize Kur-an’ı Kerimde hangi ayetten almışlar gösterebilirler mi acaba? Şimdi diyeceklerdir ki bu konular Hadis-i Şeriflerde var. Ama siz hadislere de uydurma demiştiniz. Galiba yine akledemediniz.
Peki bu cemiyet bunca şeyi aklederken nasıl olurda “Benim ümmetimin velîleri, benî israilin nebîleri gibidir.” Hadisini okuyup evliyaların peygamber varisi olduğunu görmezler. Görmezler çünkü bu evliyaların hepsinin kabul ettiği bir mezhep vardır. Bu kadar akıldan bahsedip bir o kadar akılsız olmak çok şaşırtıcı doğrusu. Yine aynı şekilde önceki yüzyıllarda yaşamış büyük alimlerimizin hayatlarına ve kitaplarına baktığımızda görüyoruz ki hepsi kendine bir mezhep seçmeyi zaruret görmüştür. İmam Gazli Hazretleri bende İmamı- Azam Ebu Hanife kadar ilim okudum dememiş, aksine kendine Hanbeli mezhebini seçmiştir. Tevfik ve İnayeti ile…..
ONUR BALCI
05 Mayıs 2016
İLMİHAL: NAMAZLARDA SECDE
İLMİHAL: NAMAZLARDA SECDE
Secde, namazın bir rüknü olduğundan farzdır. Namaz kılan kimse, rükûdan sonra secdeye varır: Alnını, burnunu, iki ayağını ve iki eli ile iki dizini yere veya yere bitişik bir şey üzerine koyar. Hak Tealâ Hazretlerine ta’zimde bulunur. Bu secde, her rek’atta birbiri ardınca iki defa yapılır.
Namazda secde için yere alın konulduğu hâlde -bir özürden dolayı- burun konulmasa secde yine câiz olur. Ancak bir özür yoksa mekruhtur. Burun konulduğu hâlde bir özürden dolayı alın konulmasa secde ittifakla câiz olur. Bir özür yoksa İmâm-ı Âzam’a göre mekruh olmakla beraber câizdir. İmameyne göre caiz olmaz.
Bir özür olsa da yanak veya çene ile secde yapılamaz. Alında veya burunda secdeye mâni bir özür bulunsa başı ile îmâ ederek yapılır.
Secdede elleri, dizleri yere koymak sünnettir. Ancak İmâm-ı Züfer, İmâm-ı Şâfiî ve İmam Ahmed’e göre farzdır.
İki ayağın veya bir ayağın parmakları yere konulmadıkça secde câiz olmaz. Muhtar olan kavil (tercih edilen görüş) budur. Bir ayağın yalnız bir parmağını veya ayağın yalnız üstünü yere koymak yetmez.
Rükû ve secde rükünlerinin yerine getirilmiş olması için rükû ve secde denilebilecek kadar bu vaziyetlerde durmak kâfîdir.
Rükûda “Sübhâne Rabbiye’l-azîm” ve secdede “Sübhâne Rabbiye’l-a‘lâ” tesbihlerini okumanın sünnet miktarının en azı üçer kere okumaktır. Ortası beş, kâmili de yedişer tesbih okumaktır. Tek başına namaz kılan beş kereden az okumamaya gayret etmelidir. Fakat imam olan zat, cemaatin rızası bulunmadıkça üçten ziyâde tesbihte bulunamaz. Cemaatı usandırmak, kaçırmak uygun değildir.
Her rek’atta iki secde yapılır. Bunlardan biri kasten terk edilse namaz fâsit olur, bozulur. Sehven terk edilse selâmdan sonra dahi hatırlansa namaza aykırı bir şey yapılmamış ise secdeye varılır, sonra son ka’de iâde edilerek (ettehiyyâtü ve salevat okuyarak) sehiv secdeleri yapılır. (B. İslâm İlmihali)
عَنْ عَائِشَةَ قَالَتْ: كَانَ إِذَا رَفَعَ رَأْسَهُ مِنَ الرُّكُوعِ لَمْ يَسْجُدْ حَتَّى يَسْتَوِيَ قَائِمًا. (د)
“Peygamber Efendimiz (s.a.v.) rükûdan başını kaldırıp dimdik doğrulmadan secdeye gitmezdi.” (Hadîs-i Şerîf, Sünen-i Ebû Dâvûd)
23 Mayıs 2016 Pazartesi
Cübbeli Ahmet Hoca - Süleyman Efendi Hazretlerinin Cemaatine Özür Ve Hel...
Cübbeli Ahmet Hoca - Süleyman Efendi Hazretlerinin Cemaatine Özür Ve Helallik 5.5.16
Annenin Günümü Olurmuş Ya
Annenin Günümü Olurmuş Ya
( Yılın her günü anneler günü, zamanın her anı anneler anı olmalıdır)
İslam Dinimizde anne ve babaya çok büyük önem verilir. Yüce Allah Kur’an- keriminde onlarca tarif edilecek ayetlerde, anne ve baba için büyük ikazlar yapmaktadır. “Rabbin kesin olarak şunları emretti: Ancak kendisine ibadet edin, anne ve babaya iyilik edin. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, sakın onlara “öf” bile deme ve onları azarlama. İkisine de tatlı ve güzel söz söyle”. “İkisine de acıyarak tevazu kanatlarını indir. Ve şöyle de: “Ey Rabbim! Onların beni küçükten terbiye edip yetiştirdikleri gibi, sen de kendilerine merhamet et.” (İsra-23-24. Ayetler).
“Biz insana, ana babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Eğer onlar, seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi (körü körüne) bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme………” (Ankebut-8). “Hani bir vakitler İsrailoğulları’ndan şöylece misak (kesin bir söz) almıştık: Allah’tan başkasına kulluk etmiyeceksiniz, ana-babaya iyilik, yakınlığı olanlara, öksüzlere, çaresizlere de iyilik yapacaksınız, insanlara güzellikle söz söyleyecek, namazı kılacak, zekâtı vereceksiniz. Sonra çok azınız müstesna olmak üzere sözünüzden döndünüz, hâlâ da dönüyorsunuz. (Bakara-83).
Anne ve babasına yaşadıkları müddetçe öf be diyenler, cehennemdeki ateşlerini üflemiş olurlar. Aklı başında her Müslüman ana-babaya hizmette ve hürmette asla kusur etmez.
Biz Müslümanlar için sadece mayıs ayının ikinci pazarı anneler günü olmamalı, yılın her günü anneler günü, zamanın her anı anneler anı olmalıdır. Çünkü annemiz bizi ne zahmet ve çilelerle dokuz ay karnında taşıyan, doğuran, insandır. Sadece bir gün için onları hatırlamak yeterli değildir.
Kısacası anne, baba, eş ve çocuklar; senede bir gün anmak değil, her gün anılır, sevilir. Temennimiz ise; Müslümanların kapitalizmin bu iğrenç ve kirli oyununa alet olmaması ve tüketim çılgınlığı ile hem ailenin, hem de ülkenin bütçelerini israf etmemeleridir.
Şerife Şevval Kardelen
Son Yılların Garabet Modası – ( Süsliman Lolita )
Son Yılların Garabet Modası – ( Süsliman Lolita )
Yazımızın başlığından da anlayacağınız gibi tesettür kelimesini sadece herhangi bir şekilde örtünmek olarak algılayan bir moda trendi var son yıllarda..
Japonya’da çıkan bu ilginç ve uygunsuz trendin adı “müslüman lolita” imiş. İsmi bile itici ve bir o kadar edep dışı bu sözümona trendi çıkaran iki genç kız, müslümanlık adına leke getirmeye, alay etmeye ve gerçek tesettür kavramını altüst etme derdinde.
Tesettür giyimde tepeden tırnağa örtünmek dışında, kadınların vücut hatlarını belli etmeyecek şekilde giyinmeleri de esastır. Tesettür, Allah’ın emridir.
Gelelim bu iğrenç, aşağılayıcı saçma tesettür modası(!)na.. Noor ve Alyssa adındaki bu iki Japon kızı, ağır makyajlar ve belirli dünya markası oldukça pahalı kıyafetlerle ortalığa çıkmışlar ve sanki bu mini etekli elbiselerle, kafalarına eşarp üstüne yaptıkları micky mouse tarzı kocaman kurdalelerle tesettürü övüyorlar, müslümanlığı güya herkese sevdirmeye çalışıyorlar.
Mini Elbiseli Müslüman (!)
Tesettür Modası (!)
İşte yukarıda gördüğünüz bu resimdede müslümanlık sanki böyle olmalıymış, böyle daha güzelmiş gibi görünüyor, gösteriliyor. Tesettür modası ve müslüman lolita kıyafetleri olarak tanıtılan bu resimdeki görüntülerin tesettürle alakası yoktur..
Tesettür modası diye bir ibare bile doğru değildir aslında. Çünkü tesettürün modası yoktur.
Allah’ın emri, ilk örtünme emrinden bu yana hiç ama hiç değişmemiştir.
Tesettür giyimde de baştan ayak ucuna kadar dikkat etmek gerekir.
Şerife Şevval Kardelen
ÜBEY BİN KA‘B (R.A.)
Ashâb-ı Bedir………………ÜBEY BİN KA‘B (R.A.)
Übey bin Ka‘b radıyallâhü anh hazretleri Ensâr’dan ve Hazrec kabîlesindendir. İkinci Akabe’de bulunmuş, Bedir Harbi’nden îtibâren bütün harblere katılmıştır.
Vahiy kâtiblerinden idi. Aynı zamanda Resûlullâh Efendimiz’in (s.a.v.) kâtiplik hizmetinde bulunurdu.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) hayatta iken Ashâb-ı Kirâm arasında Kur’ân-ı Azîmüşşân hafızlığıyla meşhur olan altı zâttan idi. Onların tamâmı Ensâr’dan olup diğer beş zât şunlardır: Zeyd bin Sâbit, Muâz bin Cebel, Ebu’d-Derdâ (Âmir veya Uveymir), Sa‘d bin Ubeyd, Ebû Zeyd Kays bin Seken (radıyallâhü anhüm).
Hazret-i Übey, Kur’ân-ı Kerîm’i en güzel kırâet edenlerden idi. Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) bir gün ona buyurdular ki:
“Allâhü Teâlâ ‘lem yekünillezîne keferû…’ sûre-i celîlesini sana okumamı emretti.” O da:
“Yâ Resûlallâh, Hak Teâlâ zât-ı âlînize benim ismimi böylece söylediler mi?” diye sormuş, Peygamberimiz “Evet” buyurunca sevincinden ağlamıştır.
Hz. Ömer (r.a.) zamanında ilk terâvîh imamlığı yapan zattır.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ona ‘Seyyidü’l-Ensâr’ ismini vermişlerdi. Hazret-i Ömer de ona Seyyidü’l-müslimîn derdi.
Hazret-i Übey, Hazret-i Ömer’in halîfeliği zamanında hicretin 19. senesinde Medîne-i Münevvere’de vefât ettiler.
Ashâb-ı Kirâm: “Yâ Resûlallah! Yakalandığımız hastalıklarda bizim için bir ecir var mıdır, ne buyurursunuz?” diye sordular, Peygamber Efendimiz (s.a.v.):
‘(Günahlara) Keffâret olur.’ buyurdu. Übey bin Ka‘b (r.a.):
“Ya Resûlallah, ya hafif bir şeyse?” diye sordu.
“Bir diken batması veya ondan biraz fazlası bile olsa (keffârettir)” buyurdu.
Bunun üzerine Übey (r.a.), hac, umre, cihad ve farz namazı cemâatle kılmaktan alıkoymamak şartıyla yakalandığı sıtma hastalığının ölünceye kadar devam etmesi için duâ etti... Ölünceye kadar onun vücûduna dokunan mutlaka hararetini hissederdi.” (El-İsâbe fi Temyîzi’s-sahâbe)
EVVÂBÎN NAMAZI
EVVÂBÎN NAMAZI
Akşam namazının sünnetinden sonra iki rek’atta bir selam ile kılınan altı rek’at namazdır. Evvâb, bir günah işlediği vakit derhal tevbeye koşandır.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurdular:
“Her kim akşamdan sonra altı rek’at namaz kılarsa evvâbînden (tevbekârlardan) yazılır.” (Mebsut)
“Akşam namazından sonra konuşmadan altı rek’at namaz kılanın elli senelik günâhı mağfiret (aff) olunur.” (Kenzü’l-Ummâl)
“Akşam namazından sonra altı rek’at namaz kılanın günahları deniz köpüğü kadar (çok) da olsa mağfiret olunur.” (Taberânî, Sağîr)
“Kim akşam namazından sonra aralarında kötü bir şey konuşmadan altı rek’at (evvâbîn) namazı kılarsa, bu onun için on iki senelik (nâfile) ibâdete denk gelir.’’
(Sünen-i İbn-i Mâce)
“Akşamla yatsı arasındaki namaza (Evvâbîn namazına) devam ediniz. Zîrâ o namaz gündüz vaki olan hataları, günahları giderir, günün sonunu da süsler.” (İhyâu Ulûmiddîn)
İLİM ÖĞRETME USÛLÜ
Hoca, insanlara güzel muâmele etmeli, bildikleriyle amel etmelidir. Hem sözü, hem de hâliyle insanları hayra dâvet etmelidir. Çünkü ilmiyle amel edenin vaaz ve nasîhatı, hedefine isâbet eden ok gibi tesirlidir. İlmiyle âmil olmayanın vaaz ve nasîhatı ise tesirli olmaz.
Okutup öğretme vazîfesini yaparken hilim (yumuşaklık) ile acele etmeden ve müsâmaha ile hareket etmelidir. Sözü dinlenmediği zaman canını sıkmamalı ve “Bana düşen dâvet etmektir. Hidâyet ise Allâhü Teâlâ’dandır.” demelidir. (İslâm Ahlâk ve Âdâbı, Fazilet Neşriyat)
İSİMLERİMİZ: Erkek: Mehmed, Kız: Hatîce
19 Mayıs 2016 Perşembe
Berat Gecesi (20.05.2016)
Berat Gecesi
(20.05.2016)
Muhterem Kardeşlerim!
Okumuş olduğumuz ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor. “De ki: Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”[1]
Değerli Mü’minler!
21 Mayıs 2016 Cumartesi gününü Pazar’a bağlayan gece Cenab-ı Hakk’ın lütfu ve inayetiyle yeni bir Berat Kandilini daha idrak edeceğiz. Hızla akıp giden ömür içerisinde bizleri bu mübarek gecelere kavuşturan Cenab-ı Hakk’a ne kadar şükretsek azdır.
Her yıl gelişiyle pek çok güzelliğin yaşandığı rahmet, mağfiret ve arınma mevsimi Ramazan-ı şerife yaklaştığımızın habercisi olan Berat Kandili; borçtan, hastalıktan, suç ve cezadan berat etme, kurtulma, günahlardan arınma, temize çıkma, ilâhî af ve rahmete nâil olma anlamlarına gelmektedir.
Berat gecesi; diğer gecelerimiz gibi her birimiz için birer, tefekkür, tezekkür ve yenilenme gecesidir.
Berat gecesi; kırılan kalpleri onarma, dargınlık duvarlarını yıkma, kin, nefret ve intikam duygularını aşma günüdür. Yüce Yaradan’ın affına erebilmek için yaratılanı affetme günüdür.
Kardeşlerim
Kur’an-ı Kerim’ de “Namaz kılın, oruç tutun” buyuran Rabbimiz, bizlere aynı zamanda “tövbe” etmeyi de emrediyor. Çünkü günah kalbin kiri, tövbe ise cilasıdır. Rabbimizin kul hakkı hariç affetmeyeceği hiçbir günah yoktur. Tövbe kapısı sonuna kadar açıktır.
Bu durumu Mevlana veciz bir şekilde şöyle ifade ediyor; “Kapı açılır, sen yeter ki vurmayı bil! Ne zaman, bilmem! Yeter ki o kapıda durmayı bil!”
Bu geceyle ilgili Yüce Allah’ın sonsuz rahmet ve bereketini müjdeleyen Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) ise şöyle buyurmaktadır: “Şaban ayının 15. gecesini ibadetle geçirin, gündüzünde de oruç tutun. Çünkü Yüce Allah, bu gece dünya semasına rahmetiyle tecelli eder ve 'Yok mu tövbe eden, tövbesini kabul edeyim! Yok mu rızık isteyen, rızık vereyim! Yok mu şifa isteyen, şifa vereyim! Yok mu başka isteği olan, ona da istediğini vereyim."[2]
Aziz Kardeşlerim!
Bu gecede bol bol tövbe istiğfar edelim, Kur’an okuyup, Efendimiz’e salavat getirelim. Ana-babamız başta olmak üzere, kardeş, akraba ve komşularımızın hal-hatırlarını soralım, tebrikleşelim. Uzakta iseler, telefonla arayalım. Kendimiz, ailemiz ve tüm Müslümanlar için dua edelim.
İslam âlemi olarak çok zor bir dönemden geçiyoruz. Rabbimiz tüm bu zorluklarımızı kolaylaştırsın. Rabbim birliğimizi, dirliğimizi, kardeşliğimizi daim eylesin. Tüm insanlığa huzur ve mutluluk versin.
Bu duygularla yapacağımız ibadet, dua ve yakarışların bizleri istikamet sahibi yapmasını temenni ediyor, bu gecenin; ülkemizin, İslâm âleminin birlik, dirlik ve beraberliğine; insanlığın hidayet, barış ve huzuruna; bütün müminlerin tövbe ve dualarının kabulü ile arınma ve affına vesile olmasını Yüce Allah’tan niyaz ediyorum.
Hutbe Komisyonu
[1] Zümer, 39/53
[2] İbn Mâce, Sünen, "İkâmetü's-salât", 191.
Die Berat-Nacht (20.05.2016)
Die Berat-Nacht
(20.05.2016)
Meine verehrten Geschwister!
In dem rezitierten gnadenreichen Vers spricht Allah: “Sag: O meine Diener, die ihr euch maßlos gegen euch selbst gewendet habt. Gebt nicht die Hoffnung auf die Barmherzigkeit Gottes auf. Fürwahr, Allah vergibt alle Sünden. Denn Er ist verzeihend und barmherzig.”[1]
Werte Gläubige!
In der Nacht von Samstag, dem 21. Mai, auf Sonntag werden wir mit der Gnade und Güte Allahs eine weitere Berat-Nacht, die Nacht der Vergebung, begehen. Wir können Allah nicht genug dafür danken, dass Er uns in diesem schnell vergehenden Leben an solch segensreichen Nächten teilnehmen lässt.
Die Berat-Nacht kündigt uns von Jahr zu Jahr den nahenden Ramadan an, der uns viel Schönes, Barmherzigkeit, Gnade und Läuterung bringt. Berat trägt die Bedeutung, sich von Schulden, Krankheit, Vergehen und Strafen zu befreien. Und es bedeutet Errettung, Befreiung von Sünden, Bereinigung, Empfangen göttlicher Vergebung und Barmherzigkeit.
Wie unsere anderen gesegneten Nächte ist auch die Berat-Nacht eine Nacht des Nachsinnens, des Gottgedenkens und der Erneuerung.
Die Berat-Nacht bietet die Möglichkeit, gebrochene Herzen zu heilen, Streitigkeiten beizulegen, Hass-, Abscheu- und Rachegefühle zu überwinden. Es ist nun der Tag, dem Geschöpf zu vergeben, um die Vergebung des erhabenen Schöpfers zu erlangen.
Meine Geschwister,
Unser Herr schreibt uns im gnadenreichen Koran das rituelle Gebet und das Fasten genauso vor, wie die Reue (Tewbe). Denn die Sünde ist die Verunreinigung des Herzens, während die Reue seine Aufpolierung ist. Außer dem Unrecht gegenüber anderen, gibt es keine Sünde, die unser Herr nicht vergibt. So ist das Tor der Reue weit geöffnet.
Dschalaladdin Rumi bringt das mit folgenden Worten auf den Punkt: “Das Tor wird sich öffnen, wenn du nur anzuklopfen weißt. Wann, weiß ich nicht. Hauptsache du weißt, vor dem Tor zu stehen.”
Unser geliebte Prophet (s) wiederum, der die unendliche Barmherzigkeit und den Segen Allahs hinsichtlich dieser Nacht als Frohbotschaft verkündet, sagt: “Verbringt die 15. Nacht des Monats Schaabân mit gottesdienstlichen Handlungen und fastet am Tage. Denn Allah, der Erhabene, offenbart sich in dieser Nacht am Weltenhimmel und spricht: Gibt es denn niemanden, der Reue zeigt, so dass ich seine Reue anerkennen kann? Gibt es denn niemanden, der um Unterhalt bittet, so dass ich ihm Unterhalt gewähre? Gibt es denn niemanden, der Heilung möchte, so dass ich ihm Genesung geben kann? Gibt es denn niemanden, der noch andere Wünsche hat, so dass ich ihm gebe, was er wünscht?“[2]
Verehrte Geschwister!
Lasst uns in dieser Nacht ausgiebig Reue zeigen, den Koran rezitieren und unserem Propheten den Segensgruß erwidern. Lasst uns nach dem Wohlbefinden unserer Eltern, Geschwister, Verwandten und Nachbarn fragen und uns gegenseitig reichen Segen wünschen. Wenn sie in der Ferne leben, so lasst uns einfach anrufen. Lasst uns für uns, für unsere Familien, für die Muslime und die ganze Menschheit beten.
Als islamische Welt durchleiden wir eine schwierige Zeit. Möge unser Herr uns all diese Last erleichtern. Möge unser Herr unserer Einheit, unserer Geschwisterlichkeit und unserem Wohlergehen Beständigkeit verleihen. Er möge der ganzen Menschheit Frieden und Freude schenken.
Ich wünsche, dass Gottesdienste, Bittgebete und Flehen mit diesem Gefühl uns auf den rechten Weg bringen. Allah, den Erhabenen, bitte ich darum, dass diese Nacht zur Einheit und zum Wohlergehen beiträgt, der Menschheit Rechtleitung, Frieden und Behaglichkeit bringt. Ich bete dafür, dass die Bittgebete und die Reue aller Gläubigen angenommen werden und ich bete dafür, dass dies zu ihrer Vergebung und Läuterung führt.
Die Predigtkommission
[1] Koran 39/53
[2] Ibn Madsche, Sunan, "Íqamat as-salat", 191.
2016-05-20
Alle Rechte vorbehalten. Kein Teil des Werkes darf in irgendeiner Form ohne schriftliche Genehmigung der DITIB reproduziert, vervielfältigt oder verarbeitet werden.
MAHREMİYETİ YİTİRMEK MAHRUMİYETTİR (20.05.2016)
20.05.2016 Tarihli Hutbe
İLİ : GENEL
TARİH : 20.05.2016
MAHREMİYETİ YİTİRMEK MAHRUMİYETTİR
Aziz Müminler!
Okuduğum âyet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “De ki: Rabbim açık ve gizli bütün fuhşiyatı, günahı ve haddi aşmayı haram kılmıştır.”[1]
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “İnsanlığın, nübüvvetin başlangıcından itibaren peygamberlerden duyduğu ortak söz, ‘Hayâ etmiyorsan, dilediğini yap!’ sözüdür.”[2]
Kıymetli Kardeşlerim!
İffet ve hayâ, İslâm ahlâkının vazgeçilmez iki temel değeridir. İffet ve hayâ, bütün erdemlerin ve ahlaki güzelliklerin özüdür. Zira insan için hayâ, hayattır. İnsan olmanın ve mümince yaşamanın bir gereğidir. İffet ve hayâ, insanın Allah, tabiat, eşya karşısında haddini ve sorumluluklarını bilmesi ve idrak etmesidir. Bünyesinde hayatı ve var olmayı, rahmet ve berekete ulaşmayı barındırır. İffet ve hayâ, her türlü çirkinlik ve kötülükten uzak kalmayı, hakkı teslimde kusur etmemeyi ifade eder.
Hayâsızlık ise alçalmanın, insanlığı yitirmenin, varlığın amaç ve hikmetini unutmanın ifadesidir. Yine hayâsızlık, insan için manevi anlamda ölümün adıdır. İsyanın, inkârın, sınır tanımamanın, tahribat ve haksızlığın göstergesidir.
Kardeşlerim!
İffet ve hayâ ile birbirini tamamlayan önemli bir değer daha vardır. Bizler, ona “mahremiyet” diyoruz. Mahremiyet, hürmettir; izzet, onur ve saygınlıktır. Mahremiyet, kişinin ve ailenin kendine özgü ve özel alanları, sınırlarıdır. Mahremiyet, her şeyden önce her hal ve şartta bu alan ve sınırların muhafaza edilmesidir.
Kardeşlerim!
Mahremiyet, haramdan gelir. Haram, Yüce Rabbimizin bizler için koyduğu yasaklardır. Bazı şeylerin haramlığı bizzat kötü ve çirkin olmasından kaynaklanır. İçki içmek, kumar oynamak, zina etmek, kötü ve zararlı olduğu için haramdır. Bazı şeylerin haramlığı ise hürmetten, saygıdan kaynaklanır. Anne-baba, saygın oldukları için onlara “öf” demek bile haramdır. Dünyadaki cennetimiz ailenin mahremiyeti de Allah’ın aileye yüklemiş olduğu saygınlıktan kaynaklanır. Aile mahremiyeti ihlal ve ifşa edildiğinde toplumda büyük kötülükler, bozulmalar ortaya çıkar. Bunun içindir ki Rabbimiz, insanlığa ilk olarak Hz. Âdem ve Havva aracılığıyla insanın ve ailenin mahremiyetini öğretmiş ve bu mahremiyetin korunmasını emretmiştir.
Kardeşlerim!
Irz, namus, hayâ, iffet ve mahremiyet gibi insana özgü değerler, zamanla sadece belli bir cinsiyette bulunması gereken değerler gibi telakki edilmişlerdir. Zira ırz, namus, hayâ ve iffet gibi kavramlar, herhangi bir cinsle sınırlı olmaksızın kadın erkek herkesi kuşatmaktadır. Irz ve namus, hayâ ve mahremiyet, kadını ne kadar yüce, saygın ve müzeyyen kılıyorsa erkeği de o derece yüce ve saygın kılmaktadır. İffetsizlik ve hayâsızlık, kadını ne kadar aşağıların aşağısına çekiyorsa erkeği de o derece alçaltmaktadır.
Kardeşlerim!
İnsanı insan, mümini kâmil kılan bu erdemlerin hemen hepsi, hayatı ve var olmayı ifade etmektedir. Eğer bir insan, bu erdemleri kaybetmiş ve mahremiyet anlayışını yitirmişse o insanın varlığıyla yokluğu arasındaki fark ortadan kalkmıştır. Gerçek şu ki; dünyada bazı şeylerden mahrum olmak, insan için zor ve kötü bir durumdur. Unutulmamalıdır ki en kötü mahrumiyet, mahremiyetten mahrum ve yoksun olmaktır.
Kardeşlerim!
Bugün iletişim ve teknoloji çağında yaşıyoruz. İletişim araç ve gereçleri hayatımızı bir yönüyle kolaylaştırırken diğer yönüyle zorlaştırmaktadır. Kitle iletişim araçları ve sosyal medyanın sınır tanımaksızın ve ölçüsüzce mahremiyeti hiçe sayarak kullanımı, kişisel, ailevi ve toplumsal birçok sorunu da beraberinde getirmektedir. Bu nedenle ailemizi, yavrularımızı, gençlerimizi bütün bu kötülüklerden koruyacak bir merhamet ve mahremiyet eğitimine ihtiyacımız var. Bugün, çocuklarımızı her geçen gün hakikat dünyasından koparıp sanal dünyaya mahkûm eden bu gidişata karşı bilinçlendirmeye çok ihtiyacımız var. Ailenin temelini oluşturan muhabbet, merhamet, sevgi, sadakat ve mahremiyet gibi değerleri korumak ve gelecek nesillere aktarmak hususunda hepimize düşen büyük görevler ve sorumluluklar var. Yüce Rabbimiz, bizleri sorumluluklarının bilincinde olan kullarından eylesin.
Kardeşlerim!
Yarın akşam on bir ayın sultanı Ramazan’ın habercisi olan Berat Kandilini idrak edeceğiz. Kandilinizi şimdiden tebrik ediyorum. Berat Kandilinin hep birlikte ebedi kurtuluş beratımız olmasını; ülkemiz, gönül coğrafyamız, Âlem-i İslam ve bütün insanlığa hayırlar getirmesini Yüce Rabbimizden diliyorum.
[1] A’râf, 7/33.
[2] Buhârî, Edeb, 78.
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
18 Mayıs 2016 Çarşamba
Bir baba evlenmek üzere olan oğluna tavsiyesi
MUTLAKA OKUYUN DERİM..
Bir baba evlenmek üzere olan oğluna tavsiyesi
Baba, ocağa aynı büyüklükte üç kap koymuş, hepsini suyla doldurup üçünün de altını yakmış.
“Şimdi, istediğim her şeyden iki tane vereceksin bana” demiş oğluna. Sırasıyla havuç, yumurta ve kavrulmamış kahve çekirdeği istemiş… Oğlu hepsinden ikişer tane vermiş babasına.
Adam iki havucu birinci kaba, iki yumurtayı ikinci kaba ve iki kavrulmamış kahve çekirdeğini üçüncü kaba koymuş. Her üçünü de yirmi dakika süreyle kaynatmış. Daha sonra kapları indirip yemek masasına buyur etmiş oğlunu.
Yemek masasında üç tabak duruyormuş. Kaplarda kaynayan havuçları, yumurtaları ve kahve çekirdeklerini büyük bir özenle tabaklara yerleştirmiş. Sonra oğluna dönüp sormuş: “Ne görüyorsun?”
Oğlu düşünürken açıklamaya başlamış.
“Havuçlar haşlandıkça aslını kaybedip yumuşamış.
Yumurtalar görünüşte baştaki gibi sert duruyorlar ama içleri katılaşmış.
Kahve taneleri ise olduğu gibi duruyor, başta neyseler sonunda da öyleler.. ”
Sonra asıl tavsiyesine sıra gelmiş:
“Evlilikte aşk ve şefkat birlikte olmalıdır.
Aşksız bir evlilikte her iki eş de şu gördüğün havuçlar gibi birbirlerini tüketirler, eskitirler, pörsütürler.
Şefkatsiz bir evlilikte ise eşler birbirlerine ne kadar tahammül etseler de, şu gördüğün yumurtalar gibi içten içe katılaşırlar, birbirlerinden uzaklaşırlar.
Aşkın da şefkatin de olduğu bir evlilikte ise, şartlar ne olursa olsun, eşler tıpkı şu kahve taneleri gibi, birbirlerinin yanında kalırlar, kendi kişiliklerini yitirmezler. Kahve tanelerinin tekrar kaynatılmaya hazır olmaları gibi, onlar da birbirleriyle baş başa uzun yıllar geçirmeye isteklidirler.
Oğlu aldığı bu dersten tatmin olmuşa benziyordu.
“Asıl ders bu değil!” dedi baba. Oğlunun elinden tuttu, ocağın üzerinde bıraktığı kapların içinde kalan suları gösterdi.
“Havuçlardan ve yumurtalardan arta kalan suya bak…
İkisinde de bir tat yok ” Kahve çekirdeklerini çıkardığı kaptaki suyu yavaşça bir fincana boşalttı. Mis gibi taze kahve kokuyordu. Fincanı oğluna uzattı. “İçmek istersin herhalde” dedi. Oğlu kahvesini yudumlarken konuşmasını sürdürdü.
“Kahve çekirdekleri gibi birbirlerini tüketmeyen eşlerin paylaştığı yuva da işte böyle olur. Mis gibi, temiz ve huzur verici. Başka herkesin fincanına koyup yudumlayacağı taze kahve gibi…
Çünkü onlar birbirlerini harcamayarak, birbirlerine aşkla ve şefkatle davranarak hayata kendi tatlarını, kokularını ve renklerini katmayı başarırlar.”
Düşündüren Bilgilendiren
Yazın göz makyajınız akmasın
Yazın göz makyajınız akmasın
Sıcak yaz günlerinde de gönlünüzce göz makyajı yapabilmenizi sağlayacak 4 öneri...
Makyaj yapmayı seven kadınlar için yaz sıcakları zaman zaman kabusa dönüşebilir. Özellikle bir de buna yağlanmaya meyilli gözkapakları eklenirse, göze sürülen ürünleri yanaklarınızda bulmak çok da hoş olmaz. Yazın göz makyajınızı daha kalıcı hale getirmek için uygulayabileceğiniz yöntemleri deneyin ve alışkanlık haline getirin, böylece mükemmel eyeliner’larınızdan yazın vazgeçmenize gerek kalmaz!
Nemlendirin
Öncelikle makyaj yapmadan önce cildinizin temiz olduğundan emin olun ve makyaja başlamadan önce bir nemlendirici ile göz çevrenizi nemlendirin. Ama eğer yağlanan göz kapaklarına sahipseniz içerisinde yağ barındırmayan bir göz kremini makyaja başlamadan 20 dakika önce uygulayın.
Kapatıcınızın akmasını engelleyin
Kapatıcınızı mutlaka pudrayla sabitleyin. Fondöten ve kapatıcı gibi ten ürünleri sıcağa çok da dayanıklı değildir. Sıcakla karşılaştıklarında erimeye çok müsait olduklarından kırışıklıklarınıza dolması çok kolay olacaktır. Bu nedenle gözaltı kapatıcınızı mutlaka bir pudra ile sabitleyin.
Far bazı kullanın
Far bazları genellikle silikon gibi bir yapıda olduklarından göz kapağınıza sabitlenir ve farın gözünüzde saatlerce kalmasını sağlar. Bunun yanında kullandığınız farların da pigmentasyonunu arttırır. Bir taşla iki kuş…
Yaza özel ürünler seçin
Suya dayanıklı rimel ve eyeliner kullanın. Her ne kadar akşam eve döndüğünüzde gözünüzden çıkarmak çok kolay olmasa da suya dayanıklı ürünler ter ve sıcağa rağmen gün boyu gözünüzde duracaktır. Evet, micellar su ile çıkarmak biraz zor olur ama öncesinde doğal bir yağ ile gözlerinizi ovuşturursanız hemen kendilerini salacaklardır.
Duş alırken kilo verebilirsiniz
Duş alırken kilo verebilirsiniz
Soğuk duşun birçok kültürde uzun bir geçmişi var. Finlandiya, Tayland, Kore ve Japonya gibi ülkelerde bu gelenek hâlâ da sürdürülüyor.
1920'lerde Vincenz Priessnitz isimli bir çiftçi soğuk duşu bir anda ünlü yaptı. Hidroterapi adıyla medikal bir tedavi olarak piyasaya sunduğu soğuk duş konseptinin birçok hastalığa iyi geldiğini söylüyordu. 20. yüzyılın ikinci yarısına gelindiğinde ise hidroterapi popülaritesini oldukça yitirdi. Çünkü insanlar doktorlara ve ilaçlara daha fazla güvenmeye başlamışlardı. Bununla birlikte geçerli bir tedavi yöntemi olarak hidroterapi kullanımı devam etti.
Bağışıklığı Güçlendirir:
Soğuk duşlar nezle, grip ve enfeksiyonlara karşı koruyucu bir etki sunuyor. Prag'ta yapılan bir araştırmada haftada 3 kere 14 derecedeki soğuk suya 6 hafta boyunca giren kişilerde 2 tip akyuvar (monosit ve lenfosit) sayısında artış gözlenmiş. Lenfositler bakteri, virüs ve toksinlerin ortadan kaldırılmasında çok önemli bir role sahiptir. Araştırmacılar vücudun kendini ısıtmak istemesi sonucu artan metabolizma hızının bağışıklı sistemini aktivite ettiğini, böylece de daha fazla akyuvar hücresi ürettiğini düşünüyor. Bu yüzden düzenli olarak soğuk duş alanlarda nezle, grip ve hatta bazı kanser türleri riski azalıyor.
Kan Dolaşımını İyileştirir:
İyi kan dolaşımı kardiyovasküler sağlık için çok önemlidir. Soğuk duşa geçmenizle beraber kan dolaşımı iyileşir. Soğuk suyla temas ettiğinde kan damarları daralır. Bu daralma kanın akış hızını artırır. Peki kan dolaşımının iyi olması neden önemli? İyi kan dolaşımı yüksek tansiyonu önler ve kan damarlarını güçlendirir. Kan dolaşımı iyi olduğunda bütün vücut sistemleri daha iyi çalışır, böylece daha iyi görünür ve daha iyi hissedersiniz.
Sıcaklığı Düzenler:
Soğuk duşlar termojeneze (vücut ısısının üretilmesi) yol açan stresin iyi bir formunun oluşmasını sağlar. Böylece vücudunuzdaki onarım sistemleri aktive olur. Eğer kronik olarak soğuk el ve ayaklardan şikayetçiyseniz ya da çok fazla terliyorsanız, soğuk duşu deneyin.
Metabolizmayı Hızlandırır ve Kilo Verdirir:
Kahverengi yağ hücreleri, beyaz yağ hücrelerinin tersine enerji üretiminde sıkça kullanılır. Soğuk suyla temas kahverengi yağ hücrelerinin üretilmesini sağlar. Bu hücreler glikoz yakarak, daha fazla ısı enerjisi üretmeye çalışırlar. Daha fazla kahverengi yağ hücresi daha fazla enerjinin yakılmasına, böylece de daha hızlı kilo kaybına neden olur. Artan kahverengi yağ düzeyi, artan kan basıncı ve vücut sıcaklığı ile beraber kimyasal reaksiyonlar daha hızlı olur. Metabolizma hızını artırmak birçok insanın aradığı şey. Çünkü böylece hem kilo kaybı hızlanır, hem de kas üretimi artar.
Depresyonu Azaltır:
Soğuk duş depresyona yardım etmede ve önlemede de yardımcı olur. Virginia Common Wealth Üniversitesi'nde yapılan bir araştırmaya göre soğuk su beynin mavi noktalarını uyarıyor. Mavi noktalar beynin noradrenalin üretim bölgesi. Noradrenalin ise depresyonu önlemede kullanılan bir hormon.
Lenf Sistemini Güçlendirir:
Lenf sistemi atık maddeleri vücuttan dışarı çıkararak patojenlerle (hastalıklarla) savaşır. Atık maddelerin taşınması lenf sıvısı ile sağlanır. Lenf sıvısının hareketi kasların kasılması ile olur. Soğuk duş bütün vücuttaki kasların kasılmasını sağladığı için lenf sistemi de daha iyi çalışır. Böylece atık maddeler vücuttan daha hızlı atılır. Eğer lenf sistemi iyi çalışmazsa atık maddeler vücudun uç noktalarında toplanır. Bu da çeşitli sağlık sorunlarına neden olur.
Nefesi Derinleştirir:
Soğuk duşun etkisini nefesinizde net bir şekilde hissedeceksiniz. Soğuk duş ciğerleri açarak daha fazla oksijen alınmasını sağlar. Böylece daha az yorgun hissedecek ve spor yaparken daha az yorulacaksınız.
Cildi ve Saçı Sağlıklı Tutar:
Sıcak su cildi ve saçı kurutur. Diğer yandan soğuk su saçı daha parlak, cildi daha sağlıklı yapar. Soğuk su gözenekleri daralttığı için sivilce oluşumunu engeller. Ayrıca detoksifikasyona katkıda bulunarak, toksin ve atık maddelerin ciltten atılmasını sağlar. Böylece cilt daha temiz ve genç görünür.
Enerjiyi ve Canlılığı Artırır:
Duşlarınızı soğuk suyla bitirmenin birçok avantajı var. Eski samuray savaşçılarının her sabah başlarını soğuk suya soktukları bilinir. Bu ruhsal düzeyde bir arınma ritüeliydi. Böylece ruhlarını temizlediklerine ve güne taze bir başlangıç yaptıklarına inanırlardı. Soğuk duş kesinlikle daha canlı ve enerjik yapar. Kalp atmaya başlar ve uykudan kaynaklı letarji ortadan kaybolur.
Hormon Üretimini Artırır:
Soğuk duş hormon bezlerinin aktivitesini artırarak, vücutta daha fazla hormon salgılanmasını sağlar. Örneğin, üreme sisteminde büyük yarar sağlayarak çocuk sahibi olmak isteyenlere yardımcı olabilir.
Nasıl Başlamalı?
Derece derece sıcak sudan soğuk suya geçişi sağlayabilirsiniz. Birçok kişi için, ani bir değişiklik kaldırılamayacak kadar büyük bir stres kaynağı olabilir. Soğuk duşu günlük rutine eklemenin iyi bir yolu duşlarınızın son bir dakikasında soğuk suyu açmaktır.
Sadece 2 adımda güzelleştiren tüyolar
Sadece 2 adımda güzelleştiren tüyolar
İyi göründüğümüzde iyi hissediyoruz, bu yüzden güzellik sırlarından yararlanıp hayatımıza mutluluk ve özgüven getirebiliriz.
Sadece 2 malzeme kullanarak daha güzel görünebilirsiniz!
Daha canlı görünüm için
Yüzünüze biraz pembelik, canlılık kazandırmak için nemlendirici krem ve bronzlaştırıcı allık size yeter! Nemlendiriciyi avuç içine alıp içine biraz allık ekleyip karıştırın ve yüzünüze parmak uçlarıyla uygulayın. Hafif güneşte yanmış gibi doğal görünecektir.
Mükemmel tırnaklar için
Tırnaklarınızın mükemmel görünmesi için tırnak süngeri ve açık tonlarda oje size yeter! Ellerinizi yıkayıp hafif nemliyken krem sürüp yedirin. Tırnak süngeriyle ovalayın ve açık tonlarda oje sürün. Anında daha iyi görüneceksiniz.
Yumuşacık ayaklar için
Yaz geliyor, açık ayakkabıların içinde mükemmel görünüm için vazelin ve çorap size yeterli! Duştan sonra ayaklarınıza vazelin sürüp pamuklu çorap giyin, gece boyunca bakım yapılacak ve yumuşacık ayaklara sahip olacaksınız.
Doğal dalgalar için
Dalgalı saç modeli yapmanın en kolay yolu için saç spreyi ve klipsli toka size yeterli! Saçlarınızı yıkayıp hafif nemli kalacak şekilde kuruttuktan sonra ortadan ikiye ayırın. Her bir tutamı sarmal olacak şekilde kıvırıp tokayla tutturun. Fön makinesini biraz saçlarınızda bekletin ve açın.
Hacimli saçlar için
Hacimli ve dolgun saçlar için fırça ve saç spreyi yeterli! Fırçanıza saç spreyi sıkarak saçlarınızı taramayı deneyin. Böylece saçlarınızı hacimlendirmiş ve daha dolgun bir görünüm kazandırmış olursunuz!
İstenmeyen tüyler için
İstenmeyen tüylerden kurtulmanın en acısız, kolay ve hızlı yolu kadınlara özel jilet kullanmaktır. Lütfen, erkek jiletlerini kullanıp cildinize karar vermeyin! Tüyleri almak istediğiniz bölgeye biraz bebe yağı sürüp yumuşatın, jiletle aşağıdan yukarı doğru alın. Göreceksiniz pamuk gibi olacaktır.
Sumaklı limonata tarifi
Sumaklı limonata tarifi
Klasik limonataya farklı bir lezzet katmak istiyorsanız işte size harika bir limonata tarifi.
Malzemeler:
4 adet limonun suyu
800 ml. soğuk su
Sumak ekşisi için:
25 gram tane sumak
1 su bardağı sıcak su
Şeker şurubu için:
1,5 su bardağı toz şeker
1 su bardağı sıcak su
Yapılışı:
- Sumak ekşisi için sumak tanelerini kapaklı bir tencereye koyun.
- Üzerine bir su bardağı kaynar suyu ekleyin ve tencerenin kapağı kapalı olarak oda ısısına gelene kadar bekletin.
- Şeker şurubu için toz şeker ve sıcak suyu bir sos tenceresine alıp, kısık ateşte arada karıştırarak şekeri tamamen eritin. Bir kenarda soğumaya bırakın.
- Limonatayı servis edeceğiniz sürahiye sumak suyunu bir süzgeç yardımıyla süzün. Taneleri almayın.
- Şeker şurubunu, dört adet limonun suyunu ve soğuk suyu ekleyin ve karıştırın.
- Limonatanız hazır. Dilerseniz biraz daha soğuması için dolapta bekletebilir, ardından sevdiklerinizle paylaşabilirsiniz.
Pastırmalı kuru fasulye
Pastırmalı kuru fasulyeli dilim ekmek tarifi
Sıra dışı bir lezzet...
Malzemeler
400 g haşlanmış kuru fasulye
60 g mascarpone peyniri
1 yemek kaşığı sızma zeytinyağı
4 dilim kızarmış ekmek
4 parça pastırma
¼ demet mikro turp filizi
Tuz
Karabiber
Hazırlanışı
Haşlanmış kuru fasulye, mascarpone peyniri, zeytinyağı, tuz ve karabiberi blenderden geçirip püre haline getirin. Kızarmış ekmeklerin üzerine önce zeytinyağı, daha sonra kuru fasulyeli karışımıdan sürün. Pastırma dilimlerini üzerine ekleyin. Turp filizi yaprakları ve karabiber ile süsleyip servis yapın.
Her daim genç kalmanın formülleri
Her daim genç kalmanın formülleri
Yaşlanmamayı, her daim genç kalmayı kim istemez? Peki bu mümkün mü derseniz, işte formül...
Her daim genç kalabilmek herkesin hayali. Aslında birkaç pratik öneriyle zinde ve enerjik hissetmek mümkün. Yapılan araştırmalar genç kalmaktaki en önemli şeyin kendini önemsemek, aileye vakit ayırmak ve bol kahkaha atmaktan geçtiğini gösteriyor. Liv Hospital Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Murat Aksoy genç ruhlu ve zinde bir şekilde yaş almanın püf noktalarını anlattı.
Diyet bağımlısı olmayın: İnsanlar genelde birkaç parça meyve ya da sebzeyle sağlıksız diyetler yapıyor. Diyetinizi yaparken mutlaka bir uzmandan yardım alın, yiyeceklerinizi, hazırlayış şeklinizi değiştirin. Arkadaşlarınızla yemekte buluşarak sosyal hayatınızı hareketlendirin. Tabi kilonuzu ortalama bir yerde tutmayı ihmal etmeden. Diyetiniz hayat boyu yeme şekliniz olmalı. Pazartesileri veya haftanın belli gününde başlaması planlanan diyet programları başarısızlığa mahkumdur. Günde beş porsiyon meyve veya sebze yemeyi ihmal etmeyin.
Yürüyüş yapın: Hava şartları izin verdiği sürece açık hava yürüyüşleri yapın. Tabii güneş ışınlarından korunmayı ihmal etmeyerek. Gün içinde en yarım saat tempolu yürüyüş yaparak hem fiziksel he de ruhsal olarak rahatlayabilirsiniz.
Kahve yerine bitki çayı tercih edin: Kahvenin fazlası sağlık için yararlı değildir. Gün içinde pek çok sayıda kahve tüketiyorsanız 2 fincanı bitki çayıyla değiştirebilirsiniz. Meyve ve sebzeler önemli oranda antioksidan içerir. Antioksidanlar yaşlanmayı hızlandıran serbest radikalleri etkisiz hale getirir.
Zeytinyağı tüketin: Zeytinyağının faydaları saymakla bitmiyor, ömrü uzatıyor, kalp damar hastalıklarına iyi geliyor, doğal bir anti-aging etkisi yapıyor.
Her gün bir porsiyon yeşil salata tüketin: Salatalarınızı yaparken çeşitli yeşillikler kullanmayı ihmal etmeyin. Salatalara ıspanak, semiz otu ve hindiba gibi sebzeler ekleyin. Yeşil yapraklı bitkiler, kalp ve kanser gibi hastalıklardan korunmaya yardımcı olan antioksidanla doludur.
Sigara içmeyin: Sigara içmeyin ve sigara dumanı olan yerlerden uzak durun.
Bronzlaşmayın: Güneşin ısı verme, D vitamini yapımı, insan psikolojisine olumlu etkisi gibi pek çok faydası var. Ancak son yıllarda ozon tabakasında oluşan incelme sonucu güneş ışınları yeryüzünü daha çok etkiliyor. Buna bağlı olarak güneş yanıkları, deri kanseri oluşumu, ışığa bağlı alerjik hastalıklar ve ışığa bağlı cilt yaşlanması riski artırıyor. Bu nedenle özellikle yaz aylarında güneşten bilinçli bir şekilde korunmak gerekiyor. D vitaminini üretmek için, dışarıda yapılan ve uzun süre güneşte kalmanızı gerektirmeyen aktiviteler yeterlidir. Unutmayın fazla güneş cildinizi yaşlandırır ve sizi daha yaşlı gösterir.
Hayatınızdan kahkahayı eksik etmeyin: Her şeyi gereğinden fazla ciddiye alarak kendinize gereksiz dertler yüklemeyin. Bu sizi yıpratacak hatta yaşlandıracaktır.
Aile candır: Yoğun iş hayatı, günlük koşuşturma içinde ailenize vakit ayırmayı unutmayın. Ailenizle birlikte oldukça ve bağlarınızı güçlendirdikçe kendiniz daha iyi ve zinde hissedecek, her türlü zorluğun üstesinden geldiğinizi göreceksiniz.
Yüksek tansiyon, kolesterol ve diyabete dikkat edin: Kronik hastalığınız varsa kontrollerinizi sakın ihmal etmeyin. Ve hastalığınızla yaşamanın ipuçlarını mutlaka doktorunuzdan öğrenin.
Kendiniz için ve çevreniz için iyi şeyler dileyin: Günümüz insanlarının en büyük sorunu hastalıkların oluşmasında büyük etkiye sahip olan stres ve depresyon. Yapılan araştırmalar inançlı olmanın ve dua etmenin olumsuz düşünceleri olumluya çevirdiğini gösteriyor.
Hobi edinin: İş ve hayat sıkıntılarından kaçış için kendinize zaman ayırın ve sizi daha iyi hissettirecek ve arkadaşlarınızla paylaşabileceğiniz hobiler edinin.
MEZHEBLERİN TARİHÇESİ
MEZHEBLERİN TARİHÇESİ
Resûlullâh Efendimiz’e (s.a.v.) vahiy gelir, Ashâb-ı Kirâm da bizzat Resûlullâh’tan âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfler dinleyerek ilim öğrenirlerdi. Dâimâ Resûlullah’ın (s.a.v.) mübârek meclis ve huzûrunda ilim nûru ile nurlanır, kalbleri saf, îtikâdları doğru, amelleri hâlis ve şüpheleri çözülmüş olurdu. Resûlullâh’ın (s.a.v.) vefâtından sonra Ashâb- ı Kirâm (aleyhimürrıdvân) İslâmiyet’in yayılması işini mühim görüp ona çalıştılar. Bu yüzden Kur’ân-ı Kerîm’den ve hadîs-i şerîflerden çıkardıkları birçok hükümleri kitaplara yazmaya elleri değmedi. Zîrâ onların çoğu müctehid olduklarından ihtiyaç olduğunda kendi içtihâdları ile amel ederlerdi. Resûlullâh’ın (s.a.v.) mübârek meclisinde az bir zaman bulunan bir Müslüman köylü bile hikmetli şeyler söylemeye başlardı.
Ashâb-ı Kirâm’dan sonra, Tâbiîn ve onlardan sonrakiler zamanında Müslümanlar ve hâdiseler çoğaldı, câhillik yayıldı, nice bid’at ve dalâletler türedi. Bunun için o zamanın âlimlerinin çalışıp ictihâd etmeleri, halka fetvâ vermeleri, Kur’ân-ı Kerîm’den ve hadîs-i şerîflerden hükümler ve mezheb çıkarıp yazmaları ve insanlara öğretmeleri lâzım ve vâcib oldu. O büyük âlimler de her meseleyi deliliyle, her suâli cevabı ve her müşkili fetvâsı ile bildirdiler. Böylece mezhebler meydana geldi.
Her birine bir topluluk uydu. Kimi İmâm Ebû Hanîfe’ye, kimi İmâm Şâfiî’ye, kimi İmâm Mâlik’e, kimi İmâm Ahmed’e, kimi Süfyân-ı Sevrî’ye, kimi Dâvûd-ı Zâhirî’ye ve kimi de diğerlerine uydular (rahimehümullah). Fakat zamanımızda ehl-i sünnetin dört mezhebi ‘Hanefî, Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî’ vardır. Diğerlerine uyan kalmamıştır.
Bütün bu müctehidler, amelde bazı meselelerde ayrı iseler de, itikadda birdirler; hepsi Ehl-i sünnet ve cemâattir.
Müctehidlerin ihtilafları Allâhü Teâlâ’nın izni ile olmuştur.
Bu imamların hepsi hidâyet üzeredir. Bir kişi amelini, alışverişini, nikâhını ve diğer işlerini bu imamlardan birine uyarak yaparsa doğrudur. Kıyâmette sevâba kavuşup Cennet’e girer. (Birgivî Vasiyetnâmesi)
قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: اِخْتِلَافُ اُمَّتِى رَحْمَةٌ. (الجامع الصغير)
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurdular: “Ümmetimin (müctehidlerinin dînî hükümlerde) ihtilâfı rahmettir.” (Hadîs-i Şerîf, Süyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr)
17 Mayıs 2016 Salı
ÖŞÜR nedir?
FIKIH...............................................ÖŞÜR
Öşür arâzisinden çıkan mahsûlün zekâtına, -onda bir (1/10) demek olan- öşür denilmiştir. Öşür; âyet, hadîs ve icmâ ile sâbit bir farzdır. Âyet-i kerîmede (meâlen): “Ey îmân edenler! Kazandıklarınızın ve yerden sizin için çıkardıklarımızın temiz (helâl)lerinden infâk edin (zekât ve öşür verin). Gözünüzü yummadan (sıkılmadan) alıcısı olmadığınız şeylerin yaramazını vermeye yeltenmeyin. Ve bilin ki Allah Ganî’dir (sadakalarınız sizin menfaatiniz içindir) ve Hamîd’dir (herkes Allâh’a hamd ve şükür borçludur).” (Bakara Sûresi, âyet 267) buyurulmuştur.
Bir arâzî, yağmur, çay veya ırmak sularıyla sulanırsa mahsûlâtı onda bir nisbetinde; dalyanlar, dolablar, hayvanlar veya satın alınacak sular ile bütün sene veya senenin yarısından fazla sulanırsa yirmide bir nisbetinde öşür verilir. Tohumlar veya amele ücretleri vesâir masraflar bundan düşülmez.
Öşürde, arâzî sâhibinin akıllı, bâliğ (ergen), zengin olması şart değildir. Öşürde itibâr, arâzî sâhibine değil, arâziyedir. Yânî, mal sâhibi; çocuk, deli veya fakir de olsa öşür ile mükelleftir.
Altın, gümüş, para ve ticâret mallarından yılda bir defa zekât vermek lâzımdır. Arâzide ise yılda kaç mahsûl elde edilirse, hepsinden ayrı ayrı öşür vermek lâzımdır. Diğer malların zekâtında, malın-paranın üzerinden bir yıl geçmesi şart olduğu hâlde, mahsûllerde bir yıl geçmesi îcâb etmez.
Bal, ceviz, susam, fındık, fıstık, çam fıstığı, payam (badem), zeytin, pamuk, palamut, pelit, keten tohumu, şeker kamışı, şeker pancarı, çay yaprağı, çayır otu, dut yaprağı, fesleğen yaprağı, buğday, mısır, pirinç, nohut, mercimek, bakla, fasulye, soğan, sarımsak, kavun, karpuz, salatalık, üzüm, incir, elma, armut, şeftali, erik gibi her türlü mahsülden ve yulaf, fiğ, burçak gibi her türlü hayvan gıdasından öşür verilir.
Öşrü verilen üzüm bağının içinde meyve ağaçları olsa veya bağ arasında soğan, sarımsak ekilse, o ağaçların meyvelerinden ve ekilenlerden de öşür vermek lâzımdır. Öşür arâzisi içinde, ekilmediği hâlde kendiliğinden çıkan mahsûlden de öşür verilir.
Hülâsâ, İmâm-ı A’zam Hz.leri: “Yerden, arâzîden elde edilen mahsûlün azında da çoğunda da öşür farzdır.” buyurdular.
قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: اَلْبَخِيلُ الَّذِي مَنْ ذُكِرْتُ عِنْدَهُ فَلَمْ يُصَلِّ عَلَيَّ. (ت)
Peygamber Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdular: “(Asıl) cimri, ben yanında zikredildiğimde (ismim söylendiğinde), bana salevât getirmeyendir.” (Hadîs-i Şerîf, Sünen-i Tirmizî)
16 Mayıs 2016 Pazartesi
Bir Kavme Benzemek
Bir Kavme Benzemek
Sokakta etek giyen bir ERKEK görseniz tepkiniz ne olur.?
Muhtemelen gülersiniz, yadırgar, ayıplarsınız.. Tepki haklı olarak böyle olur çünkü etek KADIN kıyafetidir erkek giyemez. Kilit soruyu soralım o halde; kadın neden ERKEK kıyafeti olan pantolonu giyiyor? Neden bu insanların gözüne ayıplanacak, yadırganacak ya da gülünç gelmiyor? Hâlbuki peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
(Kadın elbisesi giyen erkeğe, erkek elbisesi giyen kadına lanet olsun!) [Hakim]
(Erkeğe benzemeye çalışan kadın, kadına benzemeye çalışan erkek bizden değildir.) [İ.Ahmed]
(Kadın gibi davranan erkeğe, erkek gibi davranan kadına lanet olsun!) [Buhari]
O zaman bu kadar normalleştiren nedir? Medya mı reklam mı cazibe mi? Yoksa nefs mi? Asrısaadetten mi gelmiş bu pantolonlar ve taytlar, dinimizde olmayan şeyleri dinimize sokmak için modacılar bir birleriyle yarış halindeler… Makyajıyla pantolonuyla bizim Müslüman kızların onlardan bir farkı yok, bir birlerine o kadar benziyor ki aradaki yedi farkı bulun oyunu oynasak hiçbir fark bulamayacağız.
.
KAFİRLERDEN BİZİ AYIRAN BİR ŞEY OLMALI KILIK KIYAFETİMİZDE..
O nedir? İslam’ın emirlerine Kulak asmak uygulamaktır. Nitekim hadisi şeriflerde benzemek hakkında söylenenler gayet açık ve nettir.
“Kim bir kavme benzerse, o da onlardandır.” Ebû Dâvud,Ahmet
“Bizim dışımızdakilere benzeyen bizden değildir” Tirmizî
“Kimde bir kavmin özelliği galipse, o da onlardandır” İbn Mes’ûd
Hazreti Peygamber de şöyle buyurur:
Yahudi ve Hıristiyanlara benzemeyin. Bizden başkasına benzemeye çalışanlar bizden değildir. (Tirmizi, Ebû Dâvûd)
Bir kişi diğer bir kişinin ameline, yoluna ve âdetine razı olursa, muhakkak ki o, onlardandır. (Kenzül-Ummal)
İnsanların hepsi çalışır (amel işler); kimi nefsini (Allah yolunda) satarak kurtarır, kimi de (şeytan yolunda satarak) helak eder. Bugün amel var, hesap yok; yarın hesap var amel yok. Ve ameller, sonlarına göre değerlendirilir. (Müslim ve Nesai)
Hazreti Huzeyfe şöyle der: Ahlak ahlaka benzemedikçe kılık kılığa benzemez.(Deylemi, Musnedu’l-Firdevs)
İbni Mesud’hazretleride kalp kalbe benzemedikçe kılık kılığa benzemez. der
(İbnu Ebi Şeybe, Musannef)
Şerife Şevval Kardelen
KUR’AN’IN KIYAMET’E KADAR MUHÂFAZASININ SIRRI
KUR’AN’IN KIYAMET’E KADAR MUHÂFAZASININ SIRRI
Allahü Teâlâ (meâlen) “Şüphe yok o zikri (Kur’ân’ı) biz indirdik biz, her halde biz onu muhâfaza da edeceğiz.” (Hıcr sûresi, âyet 9) buyurmaktadır.
Allahü Teâlâ, bu âyet-i kerîme ile Kur’ân-ı Kerîm’in kıyâmete kadar ziyâde, noksan ve tahriften korunacağını bildirmiştir. Burada müfessirler Allâhü Teâlâ’nın Kur’ân’ı korumasının keyfiyyeti hakkında bir kaç vecih beyan etmişlerdir. Şöyle ki:
1 - Hz. Allah’ın muhâfazası, bir mûcize olarak halkı ziyâde ve noksandan âciz bırakmak sûretiyledir. Çünkü Kur’ân’a bir şey ilâve edecek veya eksiltecek olsalar Kur’ân’ın nazmı değişir ve bütün aklı erenlere onun Kur’an’dan olmadığı tezahür eder. Binâenaleyh Kur’ân’ın i’câzkâr olması (benzerini getirmekten insanları âciz bırakması) bir şehrin etrâfındaki sur ve istihkâm gibi onu muhâfaza eder.
2 - Allâhü Teâlâ hiç kimseye Kur’ân’a muâraza edebilecek (benzerini söyleyebilecek) kudret vermemek sûretiyle onu muhâfaza etmiştir.
3 - Allâhü Teâlâ, Kur’ân’ı dâimâ muhâfaza eden ve insanlara öğreten bir topluluğu vazîfelendirmek sûreti ile onu muhâfaza eder.
4 - Bir kimse Kur’ân’ın bir harfini veya bir noktasını değiştirecek olsa bütün âlem ona “Bu yanlıştır, Hz. Allah’ın sözünü değiştirmektir” der. Hattâ büyük, heybetli bir adam Kitabullah’ın bir harfinde veya harekesinde kazârâ bir hatâ yapacak olsa çocuklar bile ona “Efendi, yanıldın, doğrusu şöyledir” deyiverirler.
Fahruddîn-i Râzî der ki Kur’an’ın muhâfazası gibi bir muhâfaza hiç bir kitaba nasib olmamıştır. Bunca dinsizlerin, Yahudi ve Hıristiyanlar’ın Kur’ân’ı değiştirmek ve bozmak üzere çok hırslı bulunduğu hâlde bu kitabın tahriften her cihetle korunması en büyük mûcizelerdendir.
Bir de Allah bunun böyle mahfuz olarak bakâsını bu âyetle haber vermiş, şimdiye kadar da bunca zaman geçmiştir. Binâenaleyh bunun bir gayb haberi olduğu tahakkuk etmiş bulunuyor. Bu bir büyük mûcizedir. (Hak Dini Kur’ân Dili Tefsiri, Fazilet Neşriyat)
قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: صَلُّوا عَلَيَّ صَلَّى اللهُ عَلَيْكُمْ. (فيض)
Peygamber Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdular: “Bana salavât-ı şerîfe okuyunuz ki Allâhü Teâlâ da size rahmet etsin.” (Hadîs-i Şerîf, Feyzu’l-kadîr)
15 Mayıs 2016 Pazar
PEYGAMBERİMİZ’İN (S.A.V.) BAZI HUSÛSİYETLERİ
PEYGAMBERİMİZ’İN (S.A.V.) BAZI HUSÛSİYETLERİ
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) yaratılışta peygamberlerin ilkidir. Zîrâ hadîs-i şerîfte “Âdem (a.s.), ruh ile ceset arasında iken bana peygamberlik verildi” buyrulmuştur.
“Elestü bi rabbiküm: Ben sizin rabbiniz değil miyim?” buyrulduğu gün “Belâ, evet Rabbimizsin” diyenlerin ilkidir.
Hz. Âdem (a.s.) ve bütün mahlûkât onun hürmetine yaratılmıştır.
Allâhü Teâlâ onun mübârek ismini arş, gökler ve cennetler üzerine yazmıştır.
Allâhü Teâlâ bütün peygamberlerden Âl-i İmran sûresi 81. âyetinde Resûlullah Efendimiz’e (s.a.v.) iman etmek için ahit (söz) almıştır. Hz. Ali (k.v.): “Allâhü Teâlâ, Âdem aleyhisselamdan Peygamberimiz’e (s.a.v.) kadar, ne kadar peygamber gönderdiyse hepsinden şu hususta ahid ve mîsâk almıştır: Kendi hayatlarında Peygamberimiz (s.a.v.) peygamber olarak gönderilecek olursa ona îmân edip yardımda bulunacaklar ve ümmetlerinden de böyle yapacaklarına dâir ahit alacaklardır.”
Geçmiş bütün kitaplarda onun geleceği müjdelenmiştir.
Âdem aleyhisselamdan beri onun nesebi; doğumları ve nesilden nesile çoğalmaları hep nikâh ile olmuştur.
Mûcizeleri kıyâmet gününe kadar devam edecektir. Diğer peygamberlerin mucizeleri onun vaktinde sona erip sadece haberleri kalmıştır. Peygamberlerden en çok mûcizesi olandır. En çok ümmeti olan peygamberdir.
Hâtemü’l-enbiyâdır. Yani: Bütün peygamber ve resullerin sonuncusudur. Dîni kıyâmete kadar devam edecektir. İslam dîni önceki peygamberlerin şerîatini nesh etmiş, hükmünü kaldırmıştır.
Cinlere ve meleklere de peygamber olarak gönderilmiştir.
Âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir.
Allâhü Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’de diğer peygamberlere yâ Âdem, yâ Nûh, yâ İbrâhîm diye isimleriyle hitap etmiş fakat Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.) yâ eyyüherrasûlü, yâ eyyühennebiyyü… (Ey Resul, ey Nebî yani ey Peygamber) diye hitâb etmiştir. (Mevâhib-i Ledünniyye)
قَالَ اللهُ تَعَالَى: قُلْ يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنِّي رَسُولُ اللهِ إِلَيْكُمْ جَمِيعًا... الآية. (سورة الاعراف، 158)
Allâhü Teâlâ şöyle buyurdu (meâlen): “(Habîbim Ahmed!) De ki: Ey insanlar! Haberiniz olsun ben size, sizin hepinize Allâh’ın resûlüyüm.” (A’raf sûresi, âyet 158)
SULTAN NÛREDDİN ZENGİ KIMDIR?
ÂDİL MELİK: SULTAN NÛREDDİN ZENGİ
Nûreddin Zengi rahmetullâhi aleyh, Selçukluların Haleb atabeği olup Selçuklu sultanı Rükneddin Mesûd’un damadıdır. Oğuzların Avşar boyundandır. Âdil bir hükümdar idi. Elliden fazla şehri Haçlılar elinden almış ve Kudüs’ün fethine de zemin hazırlamıştır. Kendisine daima Ömer bin Abdülazîz’i örnek alırdı. 11 Şevvâl 569 (15 Mayıs 1174)’de vefât etti.
“Müslümanlar, firenk elinde esir iken Hak Teâlâ’nın beni tebessüm eder iken görmesinden hayâ ederim” derdi.
Büyük İslam Tarihçisi İbnü’l-Esîr der ki: “İslâm’dan önce ve sonraki hükümdarların tarihlerini okudum. Hulefâ-i Râşidîn’den ve Ömer bin Abdülazîz’den sonra Âdil Nureddin’den daha dindar, adâleti onun kadar araştıran, insâf sahibi kimse görmedim. Gece gündüz; ya adâletin yerine getirilmesi veya cihâda hazırlanmak, yahut bir zulmü kaldırmakla veya bir ibâdetle meşgul olurdu. Son derece iffet sâhibi idi. Kendisi ve âilesinin yiyecek ve içeceklerinde çok iktisatlı idi.”
“Bütün merhamet ve yumuşaklığına rağmen son derece heybetli olup düşmanları ondan gayet korkardı. Onda haşinliğe ve kabalığa varmayan bir heybet ve şiddet, zaafa düşmeyen bir incelik ve hilim vardı.”
“İşte bu sebeplerden dolayı halk da onu çok sever ve hürmet ederlerdi. Öyle ki, bir defa hastalandı, bütün Şam onunla birlikte hasta oldu. Sonra âfiyet buldu, bütün Müslümanlar bundan dolayı çok sevindiler.”
“Bütün memleketinde bid‘atleri kaldırıp sünnetleri ihyâ etmişti. Râfızîlerin ve Bâtınîler’in bâtıl îtikatlarını tamamen yok etmek için medreseler inşâ etti. İslâm memleketini firenklerden kurtardıktan sonra en büyük fethi, yüzlerce sene Mısır’da hüküm sürmüş sapık Şîî Fâtımî Devleti’ni ortadan kaldırmak olmuştur.” (el-Kâmil fi’t-Târih, İbnü’l-Esîr)
İSİMLERİMİZ: Erkek: Sâlih, Kız: Sâliha
عَنْ مُعَاذٍ أَنَّهُ قَالَ: يَا رَسُولَ اللهِ أَوْصِنِي قَالَ: اِتَّقِ اللهَ حَيْثُمَا كُنْتَ (أَوْ أَيْنَمَا كُنْتَ). (حم)
Muaz (r.a.)’dan: “Yâ Resûlallah! Bana tavsiyede bulun” dedim. “Ne zaman veya nerede olursan ol Allah’a karşı gelmekten sakın” buyurdular. (Hadîs-i şerîf, Müsned-i Ahmed)
13 Mayıs 2016 Cuma
SALEVÂT-I ŞERÎFE’NİN BAZI FAİDELERİ
SALEVÂT-I ŞERÎFE’NİN BAZI FAİDELERİ
Allâhü Teâlâ’nın rahmetine sebep olur.
Resûlullâh Efendimiz’in (s.a.v.) şefâatine kavuşturur.
Melâike-i Kirâm’a uyulmuş olur. Meleklerin Peygamberimiz’e salât ve selâm getirdiklerini âyet-i kerîme beyan buyurmaktadır.
Münafıklara ve kâfirlere muhâlefet edilmiş olur.
Günahların affına vesîledir. Peygamberimiz (s.a.v.) buyurdular ki: Kim bana Cuma günü seksen salevât okursa seksen yıllık küçük günahları bağışlanır.”
İhtiyaçların görülmesine sebeptir. Peygamberimiz (s.a.v.) buyurdular: “Kimin bir ihtiyâcı olursa bana salevât okumayı çoğaltsın. Zîrâ onunla müşkilleri çözülür, başındaki belâlar açılır, hüzün ve üzüntüleri gider, rızkı artar.”
Zâhiri ve bâtını (içi, dışı) nurlandırır. Peygamberimiz buyurdular ki: “Kim bana çok salevât okursa Allâhü Teâlâ onun kalbini nurlandırır.” Zîrâ günahlar kalbi karartan noktalar gibidir. Kul bir günah işlediğinde kalbinde siyah bir nokta olur. Günaha devam ettikçe noktalar büyür ve nihâyet kalbin tamamını kaplar. Kulun lisânı salevât-ı şerîfeye devâm ettiği müddetçe günahları dağlar kadar da olsa bağışlanır. Günahı bağışlanınca kalbindeki o siyah noktalar da gider ve nurlanmaya başlar.
Cehennem azâbından kurtuluşa sebeptir. Peygamberimiz (s.a.v.) buyurdular ki: “Bana salevât okumak sırât üzerinde nurdur.” Sırat üstünde nur ehlinden olan cehennem ehlinden olmaz.
Gaffâr (mağfireti çok olan) Allâhü Teâlâ’nın selâmına nâil kılar. Zîrâ salevât okumak cennete kavuşturur. Cennetliklere de “Rahîm olan Rabb’in söylediği bir selâm da vardır.” (Yâsîn s., â. 58) buyuruldu. Abdurrahmân bin Avf buyurdu: “Allâhü Teâlâ peygamberi Muhammed Mustafâ’ya buyurdu ki: Sana salevât getirene ben de salevât (rahmet) ederim. Sana selâm edene ben de selâm ederim.” Bunun üzerine Peygamber Efendimiz şükür secdesine vardı. (Dürrü’l-kelâm.)
قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: إِنَّ مِنْ أَفْضَلِ أَيَّامِكُمْ يَوْمَ الْجُمُعَةِ فَأَكْثِرُوا عَلَيَّ مِنَ الصَّلَاةِ فِيهِ فَإِنَّ صَلَاتَكُمْ مَعْرُوضَةٌ عَلَيَّ. (د)
Peygamber Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdular: “En faziletli gününüz Cuma günüdür. Öyleyse o günde bana çokça salevât okuyunuz. Zira okuduğunuz salevâtınız bana arz olunur.” (Hadîs-i Şerîf, Sünen-i Ebû Dâvûd)
12 Mayıs 2016 Perşembe
Hutbe: HUZUR VE MUHABBET OCAĞI: AİLEMİZ (13.05.2016)
13.05.2016 Tarihli Hutbe
İLİ : GENEL
TARİH : 13.05.2016
HUZUR VE MUHABBET OCAĞI: AİLEMİZ
Aziz Müminler!
Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Kendileri ile huzura eresiniz diye sizin için eşler yaratması ve aranızda sevgi ve merhamet var etmesi de Allah’ın varlığının ve kudretinin delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.”1
Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyurmaktadır: “En hayırlınız, ailesine karşı en hayırlı olanınızdır.”2
Kardeşlerim!
Ailemize karşı her daim güzel davranmamızı öğütlüyordu bizlere Rahmet Elçisi. Onun aile anlayışını özellikle Hz. Hatice annemize olan muhabbet, bağlılık ve vefasında görmek mümkündür. Şöyle ki; Hz. Hatice validemiz, Peygamberimiz (s.a.s)’in sadakat timsali eşiydi. Efendimiz, kendisinden önce ebediyete irtihal eden eşini hayatı boyunca hep hayırla yâd etti, onu gönlünden hiç çıkarmadı. Ona olan vefasını sıklıkla dile getirdi. Bir gün kendisine bunun sebebi sorulduğunda Allah Resûlü şu cevabı verdi: “İnsanlar bana inanmazken o bana inandı. İnsanlar beni yalanlarken o doğruladı. İnsanlar yardımlarını benden esirgediklerinde o bana malıyla destek oldu. Yüce Allah bana ondan çocuklar ihsan etti.”3
Kıymetli Kardeşlerim!
Aile, eşlerin Allah’ın adını anarak birbirleriyle ahitleşmesidir; ömür boyu sürmesi niyetiyle yapılan bir sadakat sözleşmesidir. İnsanoğlunun ruhuna huzur ve sükûnet veren bir nimettir aile. Aile, Rabbimizin rahmeti ile desteklenen, sevgi, saygı, şefkat ve muhabbetle güzelleşen bir sığınaktır. Kişiyi olumsuzluklara, tehlikelere karşı koruyan sağlam ve güvenli bir limandır.
Kardeşlerim!
Her fert değerlidir, saygındır ailede. Anne, şefkat timsalidir; sevgi doludur; onun yüreğinin kapısı her daim açıktır. Anne, fedakârlığın adıdır; emeğinin hesabını tutmaz. Bu nedenledir ki, Peygamberimiz (s.a.s), ilgimizi ve iyiliğimizi en fazla hak eden kişiler olarak tanımlar biricik annelerimizi.4
Baba, saygı, güven ve merhametin temsilcisidir. O, ailesini kötülüklere karşı koruma uğrunda her türlü meşakkat ve zorluğa göğüs gerer. Ve bilir ki; ailesinin geçimi uğrunda akıttığı alın teri, cennetin anahtarıdır. Babalarımız, Efendimizin ifadesiyle, bizler için cennete açılan bir kapıdır.5
Göz aydınlığı çocuklarımız, yuvanın en tatlı meyveleridir. Şefkat, merhamet, ilgi ve sevgiye muhtaçtırlar. Anne ve babanın elinde yarınlar için hazırlanması gereken bir değerdirler.
Kardeşlerim!
Ailede herkes birbirine emanettir ve ailenin bütün fertlerine düşen sorumluluklar vardır. Bazen anneyle, babayla, çocukla bir imtihandır aile. Bu imtihanda aile mensuplarının izzet, onur ve saygınlığını zedelemek değil, korumak ve yüceltmek vardır. Bu imtihanda üzmek, kırmak, şiddete başvurmak değil, şefkat ve merhamet, nezaket ve nezahet vardır. Bu imtihanda “bir” ve “biz” olma vardır. Sevinçte ve kederde, varlıkta ve darlıkta hemhal olma, hayatın yükünü birlikte omuzlama vardır.
Aziz Müminler!
Ailenin bir mahremiyeti ve bir saygınlığı vardır. Bu mahremiyet ve saygınlığı zedelemeye, tahrip etmeye hiç kimsenin hakkı yoktur. Ancak ne acıdır ki, günümüzde ailenin bu saygınlığını tehdit eden birçok olumsuzluk bulunmaktadır. Özellikle bazı yayınlarda ve sosyal medyada hiçbir değer ve sınır tanımaksızın aile mahremiyeti gözler önüne serilebilmektedir. Zaman zaman da gayr-ı meşru ilişkiler, nikâhsız birliktelikler adeta özendirilmektedir. Şüphesiz ki bu durum, toplumumuzun en önemli değerlerinden olan aile kurumunu yıpratmaktadır.
Kardeşlerim!
Yüce Rabbimizin bizlere bir lütfu olan ailenin önemi günümüzde kimilerince tam anlamıyla idrak edilememekte ve aile, bir külfet olarak görülebilmektedir. Ailenin huzur veren ortamı, sorumsuzluklara, şuursuzluklara, heva ve heveslere kurban edilebilmektedir. Ne yazık ki sadakatsizlik, vefasızlık, tahammülsüzlük ve şiddet gibi sebeplerle nice yuvalar yıkılabilmektedir. Yıkılan bu yuvaların acı ve ibretlik sonu tüm olumsuzluğuyla toplum olarak karşımızda durmaktadır. Aile kurumunun dağılmasının en ağır bedelini ise daha hayat yolculuğunun başında hayatın yükü altında ezilmeye mahkûm edilen minik bedenler ödemektedir.
Kardeşlerim!
Unutmayalım ki Allah’ın adıyla nikâhladığımız eşlerimiz ve bizlere lütfedilen çocuklarımız bizler için büyük bir nimettir. Bize düşen, anne-babamızla, eşimizle, çocuklarımızla el ele verip hep birlikte hangi koşulda olursa olsun bu emaneti zayi etmemek ve bu nimetin kıymetini bilmektir.
Hutbemi Rabbimizin, Kerim Kitabımızda bize öğrettiği şu dua ile bitirmek istiyorum: “Rabbimiz! Eşlerimizi ve çocuklarımızı bize göz aydınlığı kıl ve bizi Allah’a karşı gelmekten sakınanlara önder eyle!”6
1 Rûm, 16/21.
2 İbn Mâce, Nikâh, 50.
3 İbn Hanbel, VI, 118.
4 Buhârî, Edeb, 2.
5 Tirmizî, Birr ve sıla, 3; İbn Mâce, Talâk, 36.
6 Furkân, 25/74.
Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
Cuma hutbesi: İletişim Dünyası ve Biz (13.05.2016)
İletişim Dünyası ve Biz
(13.05.2016)
Aziz Kardeşlerim!
Yüce Rabbimiz, Kur’an-ı Kerim’de biz insanları en güzel surette yarattığını[1], sayamayacağımız kadar nimet ve imkânları hizmetimize verdiğini[2], dünya ve ahiret mutluluğumuzu sağlayacak şeyleri bizlere öğrettiğini[3] haber veriyor.
Değerli Mü’minler!
İnsana verilen bilgi ve üretme yeteneği sayesinde teknoloji alanında baş döndürücü gelişmeler yaşanmaktadır. Öyle ki iletişim ağı olan -internet temelli- sosyal medya ile dünyanın dört bir tarafındaki insanlarla tanışma ve dostlarımızın sevinç ve hüzünlerine ortak olma imkânını bulabilmekteyiz.
Sosyal medya, irade ve niyetimize bağlı olarak, sunduğu fırsatlar kadar, riskleri de beraberinde getirmiştir. Sosyal medyanın bilgi alışverişinde ve insan hayatını kolaylaştıracak alanlarda kullanılması gerekirken, ne yazık ki; fitne, dedikodu, yalan, iftira, suizan, insanların giydiği markanın, yediği yemeğin reklamını yaptığı ve zamanın israf edildiği bir platforma dönüştürüldüğünü üzülerek müşahede ediyoruz. Hatta bazı paylaşımlar; gerçek hayatımızda en mahrem görüntülerimiz sayılırken, bunların sosyal medyada uluorta sergilenebildiğine şahit oluyoruz.
Değerli Kardeşlerim!
Müslüman bir kimsenin, gerçek hayatta sahip olması gereken doğruluk, adalet, ahlak, edep ve nezaket gibi hasletleri sanal âlemde de sergilemesi gerekir. Çünkü yüce kitabımızda; “İnsan hiç bir şey söylemez ki onun yanında yaptıklarını gözetleyen ve kaydeden hazır bir melek bulunmasın”[4] ayetiyle bizim her daim Yüce Yaratanın murakabesi, gözetimi altında olduğumuz ifade edilmektedir.
Yine yüce Rabbimiz Kur’anı Kerim’de: “Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur.”[5] buyurarak, doğruluğu belli olmayan, zanna dayalı haber ve bilgilerin yayılmasından kaçınılmasını emretmektedir. Müslümanın, gerçek hayatta olduğu gibi sosyal medya ortamında da elinden ve dilinden kimsenin zarar görmediği bir kimlik ortaya koyması gerekmektedir.
İnsanlara kin güderek veya haberin kaynağını araştırmadan nakil ve iftiralarda bulunanlar ise Kur’an’da çok sert bir şekilde ikaz edilmiştir. Nitekim bir ayet-i kerimede Cenab-ı Hak, insanların haysiyet ve onurlarını hedef alan iftira ve dedikodularla ilgili bizleri şöyle uyarmaktadır: “Mü’min erkekleri ve mü’min kadınları işlemedikleri şeyler yüzünden incitenler, bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmişlerdir.”[6]
Hutbemi Sevgili Peygamber Efendimizin bir hadisiyle bitiriyorum. Peygamberimiz: “Müslüman, elinden ve dilinden insanların emin olduğu kimsedir”[7] buyurmuştur.
Hayatın her anında bu esasa göre hareket etmek dileğiyle cumanız mübarek olsun.
Ömer AKYÜREK
Köln/Meschenich El Aksa Camii Din Görevlisi
[1] Tîn, 95/4
[2] İbrâhim, 14/34
[3] Alak, 96/5
[4] Kaf, 50/18
[5] İsra, 17/36
[6] Ahzab, 33/58
[7] Tirmizî, Îmân, 12
Freitagspredigt : Die Kommunikationswelt und Wir (13.05.2016)
Die Kommunikationswelt und Wir
(13.05.2016)
Meine verehrten Geschwister!
Im gnadenreichen Koran teilt uns unser erhabener Herr Allah mit, dass er uns Menschen in der schönsten Gestalt erschaffen1 hat, uns so viel Gaben geschenkt und Möglichkeiten gegeben hat, dass wir sie nicht aufzählen2 können, sowie uns die Dinge beigebracht3 hat, die unser weltliches und jenseitiges Glück gewährleisten werden.
Geehrte Gläubige!
Aufgrund der kognitivien Fähigkeit des Menschen und der Begabung zur Produktion werden sehr rasante Entwicklungen im technologischen Bereich verzeichnet. Es geht so weit, dass - basierend auf Internet - wir durch die Kommunikationsnetzwerke in den sozialen Medien Bekanntschaften mit Menschen aus allen Regionen der Welt schließen können und finden die Möglichkeit, uns an der Freude sowie Trauer der Freunde mitzubeteiligen.
Gebunden an den Willen und die Absicht des Menschen bergen die sozialen Medien neben ihren Möglichkeiten auch Risiken. Obwohl die sozialen Medien in den Bereichen des Informationsaustausches und der Erleichterung des menschlichen Lebens eingesetzt werden sollten, hat es sich - wie wir leider beobachten - zu einer Plattform entwickelt, in der Zwietracht, Nachrede, Lüge, Verleumdung, Argwohn, sowie die Reklame der getragenen Kleidung oder der eingenommenen Speisen gemacht werden und Zeit vergeudet wird. Sogar ist zu beobachten, dass es einiges an willkürlich Geteiltem in den sozialen Medien gibt, obwohl sie die intimsten Bilder unseres realen Lebens wiederspiegeln.
Meine geehrten Geschwister!
Eine muslimische Person sollte die Regeln wie Aufrichtigkeit, Gerechtigkeit, Charakter, Anstand und Anstand, die man sich im realen Leben zu eigen gemacht hat, auch in der virtuellen Welt darlegen. Mit dem Vers: “Kein Wort äußert der Mensch, ohne daß bei ihm ein beobachtender [und aufzeichnender] Engel bereit wäre.”4 wird uns verdeutlicht, dass wir jederzeit unter der Beobachtung und Aufsicht des erhabenen Herren Allah stehen.
Wiederum gebietet unser erhabener Herr Allah gebietet im gnadenreichen Koran: “Und verfolge nicht das, wovon du kein Wissen hast. Gewiß, Gehör, Augenlicht und Herz sind davon verantwortlich.”5, dass man sich von der Verbreitung von auf Zweifel beruhenden Nachrichten und Informationen fernhalten sollte. Wie im realen Leben sollte der Muslim auch im Umfeld der sozialen Medien seine Identität so darlegen, dass aus seiner Hand und Zunge niemand einen Schaden erleidet.
Im Koran werden diejenigen ermahnt, die hasserfüllt gegenüber den Menschen oder ohne die Quelle der Nachrichten zu erforschen Gerüchte und Verleumdung verbreiten. Schließlich ermahnt der erhabene Allah in einem gnadenreichen Vers zu Verleumdungen und Gerüchten, die die Würde und Ehre der Menschen abzielenden: “Und diejenigen, die den gläubigen Männern und den gläubigen Frauen Leid zufügen für etwas, was sie nicht begangen haben, laden damit Verleumdung und offenkundige Sünde auf sich.”6
Ich beende meine Predigt mit einem Hadis unseres geliebten Propheten (s): “Der Muslim ist derjenige, vor dessen Hand und Zunge die Menschen sicher sind.”7
In der Hoffnung, dass auf allen Bereichen des Lebens entsprechend dieser Prinzipien zu handeln gratuliere ich zu ihrem gesegneten Freitag.
Ömer Akyürek
Religionsbeauftragter El-Aksa Moschee, Köln-Meschenich
1 Koran, at-Tin, 95/4
2 Koran, Ibrahim, 14/34
3 Koran, al-Alaq, 96/5
4 Koran, Qaf, 50/18
5 Koran, al-Isra, 17/36
6 Koran, al-Ahzab, 33/58
7 at-Tirmidhi, Iman, 12
2016-05-13
Alle Rechte vorbehalten. Kein Teil des Werkes darf in irgendeiner Form ohne schriftliche Genehmigung der DITIB reproduziert, vervielfältigt oder verarbeitet werden.
Mürşide baglilik
Mürşide Tabi Olmak İnsana Ne Kazandırır..
Mürşide tâbi olmak, Cenâb-ı Hakk’ın yüce tecellilerine ulaşmaya vasıta olur. Bu da mürşidin sohbetlerine, derslerine, vaazlarına devam etmekle ve verdiği evrâd ve ezkârın yerli yerinde yapılmasıyla mümkündür.
Cenâb-ı Hakk’a vasıl olmak zorlu bir mücadeleyi gerektirir. Tehlikeli vadileri selametle aşmak tek başına mümkün olmaz. Yalnız gitmenin imkanı yoktur. İman cevherini muhafaza etmek ehlullahın rehberliğiyle mümkün olur.
Ey mümin kardeş! Her halükârda sana Hak yolunu gösterecek, Cenâb-ı Hakk’a vuslata ermiş, Resûlullah’ın naibi bir mürşidi kamili ara. Hüsnü niyetle hareket edecek olursan Cenâb-ı Hak elinden tutacak ve seni maksadına eriştirecek bir kâmile muvaffak edecektir.
Kâmil kulluk, temiz yaratılışını marifetullaha muvaffak kılmaktır. Bir mümin için Hz. Allah (c.c)’a ibadet ve kulluk gibi sermaye, saadet ve marifetullaha ermek gibi şeref ve meziyet olamaz. Marifetullahın hâsıl olması, edeplere ve rükünlere dikkatle kulluğun yerine getirilmesine bağlıdır.
Mükellef olanın fiillerine taalluk eden bedeni ve mali ibadetler farz, vacip, sünnet, müstehap ve âdab olmak üzere beşe ayrılır. Farzı vacipler tamamlar. Vacibi sünnetler, sünneti müstehaplar tamamlar. Müstehapları da edepler kemale erdirir. Bunların mükemmel olması ise terbiyeye muhtaçtır. Terbiye de ancak kâmil mürebbi ile kaimdir.
Şerife Şevval Kardelen
SALEVÂT-I ŞERÎFE’NİN FAZÎLETİ
SALEVÂT-I ŞERÎFE’NİN FAZÎLETİ
Allâhü Teâlâ kullarının âhirette azâbdan kurtulmalarına bir vesîle olması için peygamberlerin efendisi Hazret-i Muhammed Mustafâ’ya salevât getirmeyi emretmiştir.
Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) buyurdular ki: “Ey insanlar! Kıyâmet gününün korkunç hâllerinden ve zorlu geçitlerinden ilk önce kurtulacak olanınız bana dünyâda en çok salevât getireninizdir.”
Allâhü Teâlâ peygamberini şereflendirmek için salât eder. Melekler fazîletini ikrâr ve hürmet için, biz de cennette yüce makâmlara ermek için salât ve selâm okuruz. Allâhü Teâlâ -meâlen- “Muhakkak ki Allah ve melekleri peygambere hep salât ile tekrîm (ikrâm) ederler. Ey îmân edenler! Haydin ona teslîmiyetle salât ve selâm getirin.” (Ahzâb sûresi, âyet 56) buyurmuştur.
Bir zât ki onu Hak Teâlâ methetmiştir; bütün yaradılmışlar onu hakkıyla medhetmekten elbette âcizdir. Allâhü Teâlâ biz kullarının Resûlullâh Efendimiz’in (s.a.v.) hakkını ödemekten âciz kalacağımızı bildiği için ona salât ve selâm okumamızı bize emir buyurmuştur. Ümmeti olarak ona salât ve selâmı, gücümüz yettiğince çok getirelim ki kıyâmet gününde şefâatçimiz olsun.
Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) buyurdular ki: “Muhakkak Allâhü Teâlâ istiğfâr ettiğinizde günahlarınızı bağışlar. Kim sâdık bir niyetle Allâhü Teâlâ’ya istiğfâr ederse elbette onu affeder. Kim lâ ilâhe illallâh derse mîzânında hasenâtı (iyiliklerinin sevâbı) ağır gelir. Kim de bana salevât okursa kıyâmet gününde ona şefâatçi olurum.”
Ensâr-ı Kirâm’dan bir genç Resûlullâh Efendimiz’in (s.a.v.) huzûruna geldi. Peygamberimiz ona yer açıp Hazret-i Ebûbekir’le arasına oturttu. Sonra Hz. Ebûbekr’e:
“Aramıza şu genci oturtmam sana güç gelmiş olabilir” buyurdu. Hazret-i Ebûbekir (r.a.):
“Vallâhi öyle Yâ Resûlallâh, aramızda başka birinin olması bana güç gelir” dedi. Peygamberimiz (s.a.v.) buyurdular ki:
“Yâ Ebâbekir! Bu genç bana ümmetimden hiç kimsenin getirmediği gibi salât getiriyor.”
11 Mayıs 2016 Çarşamba
ASHÂB-I KİRÂM ARASINDAKİ KARDEŞLİK
ASHÂB-I KİRÂM ARASINDAKİ KARDEŞLİK
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in Enes bin Mâlik’in (r.a.) evinde Muhâcir ile Ensar arasında tesis buyurduğu kardeşlik, tarihte eşi ve örneği görülmeyen ictimâî bir yardımlaşma ve dayanışmadır.
Muhâcirler bütün mal ve mülklerini Mekke’de bırakarak Medine’ye hicret etmişlerdi. Medine Müslümanları, bu dindaşlarını evlerinde müsâfir etmişlerdi. “Ensar, kendileri için şiddetli bir ihtiyaç olsa bile Muhâcirler’i kendilerine tercih ederlerdi.” meâlindeki Haşr sûresinin 9. âyet-i kerîmesinde buyrulduğu üzere Ensar, Muhâcirler’e son derece müsâfirperverlik gösteriyordu.
Mescid-i Nebevî’nin inşâsından sonra Resûlü Ekrem (s.a.v.) bir gün Enes bin Mâlik’in (r.a.) evinde Muhâcir ve Ensar’dan doksan sahâbî arasında ikişer ikişer çağırıp aralarında kardeşlik akdettikten sonra kendileri de Ali bin Ebû Tâlib’in (k.v.) elini tutarak:
“Bu da benim kardeşimdir.” buyurdu.
Bu kardeşliğin pek büyük tesiri görüldü. Hiç tereddüt etmeden denilebilir ki çeyrek asır zarfında İslâm nûrunun bütün âleme yayılması, İran’ın tamamen fethi hep bu kardeşliğin eseridir.
Ashâb-ı Kirâm bu kardeşlikten şahsen de istifâde ediyorlardı. Medine’nin en zengini olan Sa’d bin Rebi’ (r.a.) kardeş olduğu Abdurrahman bin Avf’a (r.a.) servetinin yarısını hibe etmişti. Fakat Abdurrahman bin Avf (r.a.) bunu kabul etmemiş, süt, peynir, yoğurt satmakla başladığı ticareti sayesinde az zamanda binlerce dirhem sadaka verecek bir servete mâlik olmuştu.
Bu kardeşliğin hedefi, kardeşlerin birbirlerine yardım, sıla ve ihsan, nasîhat ve rehberlik etmeleridir. Bu kardeşlik ve yardımlaşma, samîmiyetle devam etmiştir. (Tecrîd-i Sarih Terc.)
İSİMLERİMİZ: Erkek: Osman, Kız: Sultan
قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: وَاللهُ فِي عَوْنِ الْعَبْدِ مَا كَانَ الْعَبْدُ فِي عَوْنِ أَخِيهِ. (د)
Peygamber Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdular: “Kul, mü’min kardeşine yardımcı olduğu müddetçe Allâhü Teâlâ da o kulunun yardımcısıdır.” (Hadîs-i Şerîf, Sünen-i Ebû Dâvûd)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)