islami konular, soru cevaplar, güncel hutbeler,almanca hutbe, türkce hutbe, mübarek gün ve geceler hakkinda.
28 Mayıs 2017 Pazar
SULTAN MAHMUD’UN EĞİTİM FERMANI:
SULTAN MAHMUD’UN EĞİTİM FERMANI:
“ÇOCUKLARI DİNİ EĞİTİMLE TERBİYE ETMEZSEK, ALLAH BİZİ GAZABIYLA TERBİYE EDECEK! “
Sultan II. Mahmud 1824’de çıkardığı bir ferman ile çocukların dini eğitimini almadan çıraklığa gönderilmesini yasaklamış ve böylece ailelerin bir an önce daha fazla para kazanalım derken dinden, diyânetten habersiz yetişen nesillerin Cenâb-ı Hakk’ın gazabına sebep olacağı konusunda anne babaları uyarmıştı..
Yani Sultan şöyle demekteydi: “Çocukların önce dini temelleri sağlam olsun, sonra para kazanmaya başlasınlar, yoksa bu işin sonu iyi değil..!”
İŞTE O FERMAN
“(…) vel hâsıl her şeyden evvel zarûrî dînî bilgileri öğrenmek, dünya işlerinin tamamından önce yapılması gereken bir farz iken, bir zamandan beri insanlar, analarının ve babalarının suçu olarak kendileri câhil kaldıkları gibi, çocuklarının da câhil kalmasına aldırmadan ve Rezzâk-ı Âlem olan Allahü Teâlâ hazretlerine tevekkülsüzlük ile hemen para kazanmak sevdasına düşerek çocukları, mektepten alıp bir usta yanına çıraklığa verdiklerinden, bu gibi çocuklar, küçükten cehâletle büyüyüp, sonradan da okuyup öğrenmeye heves etmediklerine binâen, bütün veballeri analarının ve babalarının boynuna olup, kıyâmet gününde bir taraftan bunlar, mes’ûliyet altına girecekleri gibi, bir taraftan kendileri buna pişman olacaklarından başka, Allah korusun bütün gençliği cehâlete sürüklemekten dolayı, bütün ekseri halk, dinden, diyânetten habersiz olduklarından, bu durum Cenâb-ı Hakk’ın gazabına sebep olacağının işâreti olup, Allah muhâfaza etsin böyle giderse Allah (c.c)’ın şiddetli azabıyla terbiye olacağımızı, akl-ı selîm olanların bildiği gibi, müslüman evladını o gibi dünya ve âhiret musibetlerinden halâs ve korumak lazım gelmektedir (…)”
Devleti Âliye-i Osmaniye çocuklar dini ahlakı öğrensin diye tedbir alıyor ve öğretilmezse ceza getiren ferman-emir-buyruk yayınlıyor..
Üstelik o zamanki Osmanlı ev ve cemiyet terbiyesine rağmen tehlikeli gidişatı gören, sorumluluğunu bilen bir idarecinin almaya çalıştığı mühim tedbir..
Buluğ çağına erinceye kadar gençlerin dini eğitimlerinin verilmesi için ferman ile kanun çıkarmak..
Ki o zaman evlere kadar girip zehir saçan internet yoktu, televizyon yoktu, şer akıtan medya yoktu, gençliğe kimliğini kaybettiren baskın popüler kültür ve bu kültürü her alanda dayatan süper devletler yoktu..
Bütün bunlara rağmen devlet, dini eğitim almayan gençlerin sebep olabileceği sıkıntılarla ürkmekte ve tedbir almaya çalışmaktaydı.. Bunun gerçekleştirilememesi durumunda ise devleti ve milleti kötü bir sonun beklediği görülüyordu..
Şerife Şevval Kardelen
Abdullah el- Ensârî (r.h.) hazretleri Kimdir ?
Abdullah el- Ensârî (r.h.) hazretleri Kimdir ?
Abdullah el- Ensârî (r.h.) hazretlerinin asıl İsmi, Abdullah bin Muhammed bin Ali el-Ensârî el-Hİrevî’dir.
Künyesi Ebû İsmail olup nesebi, Hâlid bin Zeyd Ebû Eyyûb-i Ensârî’ye dayanır. Bu sebeple Ensârî nisbesiyle tanınmıştır.
1005 (H.396)te Herat’ta doğdu. Hanbelî mezhebinin büyük fıkıh âlimlerindendir… Hadîs ilminde yüksek derecede âlim idi. Üç yüz binden ziyâde hadîs-i şerif ezberlemiştir. Ayrıca tefsir, fıkıh, kelâm, târih, neseb ve diğer ilimlerde âlim idi.
Dört yaşında ilim öğrenmeye başladı. Dokuz yaşından îtibâren Kadı Ebû Mensur ve Caruzî’nin sohbetlerine devam etti. Hafızası fevkalâde kuvvetli idi. Mektepte duyduğu ve yazdığı her şeyi hemen ezberlerdi. Daha o zamanlarda, çok güzel şiirler söylerdi. Gece-gündüz ilimle uğraştı. Abdül-Cebbâr el-Cerrâhî, Ebû Mensur el-Ezdî, Ebû Sa’îd es-Sayrafî ve başka birçok âlimden ilim öğrendi.
Kendisinden de; Ebü’l-Vakt Abd-ül-Evvel, Ebü’l-Feth Nasr bin Seyyar ve daha başka birçok kimse ilim öğrenip icazet, aldılar. Onun büyük bir âlim ve evliya olacağını Hızır aleyhisselâm müjdelemiştir. Şöyle ki: Hâce Ebû Âsim, Abdullah-i Ensârî hazretlerinin hocalarından ve akrabasından idi. Bir gün ziyaretine gitti. Hocası kendisine yemek ikram etti ve sohbet edip bazı şeyler öğretti. Ebû Âsım’ın hanımı ihtiyar idi. Evliyadan mübarek bir hâtûn idi ve Hızır aleyhisselâmdan ilim öğrenirdi. Bu hâtûn diyor ki:
Hızır aleyhisselâm bize geldiğinde, Abdullah’ı görüp kim olduğunu sordu. Böyle sormak onun âdetidir. Bildiği hâlde yine sorar. Ben; “Filân kimsedir.” dedim. Buyurdu ki: “Doğudan batıya kadar herkes onun adını duyar. Şeyh-ül-islâm ismi ile meşhur olur. Şimdi on yedi yaşındadır. Babası ve kendisi, ne olduğunu bilmez. Zamanında ondan büyük kimse olmaz. Yer yüzünde onun büyüklüğünü duymayan kalmaz.” 0 gerçekten müjdelendiği gibi yetişti. Kendini tamamen ilme verdi. Geceleri kandil ışığında hadîs-i şerif yazardı. Yemek yemeğe vakit bulamazdı. Annesi, ekmek parçalarını lokma lokma edip yedirirdi. Hadîs-i şerif toplamak için çeşitli memleketlere gitti. Çok sıkıntılara katlandı.
İlim uğruna emsaline az rastlanan gayret ve fedakarlıklar gösterdi. Bir defasında Nişâbûr’dan Dezbad’e gitmek üzere yola çıkmıştı. Yolda şiddetli bir yağmura tutuldu. Koynunda hadîs-i şeriflerin yazılı olduğu kitaplar, nüshalar vardı. Bunların yağmurdan ıslanmaması için yol boyunca rükû vaziyetinde eğilerek yürüdü.
Üç yüz âlimden hadîs-i şerif öğrendi. Bunların hepsi büyük hadîs âlimleri olup, hepsi de Ehl-i sünnet idi. Hiç biri bid’at sahibi değildi. Tefsîr ilmini Hâce Yahya Imârî’den öğrendi. Tasavvuf ilmini ise zamanının büyük âlimi tarikat-i âliyenin mürşid-i kâmili olan Ebü’l-Hasan Harkanı hazretlerinden ders alıp kemâle erdi.
Abdullah-! Ensârî, hazretleri, Hanbelî mezhebinin büyük âlimlerinden olup, çok yüksek bir velî idi. Kerametleri pek çoktur… Abdullah-ı Ensârî hazretleri buyurdu ki: ”
Malı seviyorsan, yerine sarf et de sana sonsuz arkadaş olsun! Eğer sevmiyorsan, ye de yok olsun.”
İnsana, âhirete giden yolda mutlaka şu dört şey lâzımdır:
Birinci olarak, îtikâd ve amel. Bunun için kendisine lâzım otan ilmi öğrenip tatbik etmek lâzımdır. Bu İlim yolcuya yön verir, idare eder.
İkinci olarak, bir zikir lâzımdır. Bu, yolcuya tenhâda arkadaşlık eder ve zikir yardımı ile yalnızlık çekmez.
Üçüncü olarak, bu yolcunun haram ve şüphelilerden sakınması ve dünyâya düşkün olmaması lâzımdır. Bu uygun olmayan düşünce ve başka şeylerin kendisini meşgul etmemesine sebeb olur.
Dördüncü olarak, bir yakın lâzımdır. Bu da, yolcuyu gideceği yere kadar götürür. İşte ömründe bu dört şeyden ayrılmayan saadete kavuşur.” “Nefsiniz sizi uygun olmayan şeylerle meşgul etmeden evvel, siz nefsinizi hayırlı şeylerle meşgul ediniz.
Mürşid-i kâmilin, mübarek cemâlini görmek ve sohbetine kavuşmak en büyük ganimetlerdendir. Onların güzel cemâli ve sohbeti her zaman ele geçmez. Onu elden kaçırmamalıdır. Arafat dâima olur, fakat onlar dâima bulunmaz. Bu büyük ganimeti lâyıkıyla değerlendirmeli, nîmetin kıymetini bilmelidir.” Kişinin sözü amelinden çok olursa noksandır. Ameli sözünden fazla olursa kemâldir.”
Abdullah-ı Ensârî (k.s.) hazretleri, 1088 (H.481) senesinde Herat’ta vefat etti. Türbesi çok ziyaret edilen yerlerden biridir.
Abdullah-ı Ensârî hazretlerinin yazdığı kıymetli kitaplardan bâzıları şunlardır:
1) Menâzil-üs-Sâyirîn,
2) Şems-ül-Mecâlis.
3) Envâr-üt- Tahkîk,
4} Teftîr-ül-Kur’ân.
5) Hülâsa fî Şerh-i Hadîs,
6) Şerh-üt-Taarruf li-Mezheb-it-Tasavvuf,
7) Menâkıb-ı İmâm Ahmed bin Hanbel.
Kaynak ; Dipnot : İsmail Hakkı Bursevi (k.s), Rûhu’l-Beyan Tefsîri :8/464-466.
KIBLE SAATİ VE DÜNYA KIBLE GÜNÜ NEDİR?
KIBLE SAATİ VE DÜNYA KIBLE GÜNÜ NEDİR?
Kıble saati; kıblenin güneş ile tespit edildiği saattir. Yani, güneşin, bulunduğumuz yerin kıble zâviyesine (açısına) veya belli bir zâviye farkına denk geldiği vakittir. Türkiye, Avrupa ülkeleri, Afrika Ülkeleri ve Türk Cumhuriyetleri ile Avustralya'nın Perth şehrinde; şehrin o günkü kıble saati vaktinde, güneşe doğru dönen kimse, kıbleye dönmüş olur.
Kıble saati, namaz vakitleri gibi günlük olarak değişir.
Kıble saatleri sadece adı geçen şehir için geçerlidir.
Herhangi bir yerin kıblesi pratik olarak şöyle tespit edilir:
O günün takviminde, bulunduğu şehrin namaz vakitleri cetvelinin son sütunundaki “Kıble Saati” (Kıble S) vaktinde güneşin bulunduğu yöne dönen, kıbleye dönmüş olur.
Kapalı bir mekânda ise meselâ, güneş gören pencerenin dik çerçevesinin yere düşen gölgesi kıble istikâmetini gösterir. Bu istikâmet işâretlenir ve böylece en pratik ve en doğru bir şekilde kıble yönü tespit edilmiş olur.
Dünya kıble günleri:
Mekke'nin arzı (enlemi) (21 derece 26 dakika) ile Güneş'in meyli (deklinasyonu) 21derece 26 dakika olduğundan Dünya Güneş etrâfında seyri sırasında 28 Mayıs ve 16 Temmuz günlerinde mâlum saatte Güneş'in irtisamı (izdüşümü) Mekke'nin tam üzerinde bulunur.
Türkiye saatine göre 28 Mayıs günü saat 12.18'de ve 16 Temmuz günü saat 12.27'de Edirne'den Kars'a kadar kıble saatleri aynı olmaktadır.
Dünyanın değişik ülkelerinde, kendi mahallî saatlerine denk gelecek şekilde kıble saatleri değişmekle birlikte günleri değişmediğinden bu güne yani 28 Mayıs ve 16 Temmuz günlerine Dünya Kıble Günü denilmektedir.
İSİMLERİMİZ: Erkek: Âkif, Kız: Merve
قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: اَلسَّحُورُ أَكْلُهُ بَرَكَةٌ فَلَا تَدَعُوهُ وَلَوْ أَنْ يَجْرَعَ أَحَدُكُمْ جُرْعَةً مِنْ مَاءٍ فَإِنَّ اللهَ عَزَّ وَجَلَّ وَمَلَائِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى الْمُتَسَحِّرِينَ. (حم)
Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) buyurdular: “Sahur yemeği berekettir. Bir yudum su ile de olsa sahûru terk etmeyiniz. Zîrâ sahûra kalkanlara Allâhü Teâlâ rahmet, melekleri de istiğfar ederler.” (Hadîs-i Şerîf, Müsned-i Ahmed)
26 Mayıs 2017 Cuma
TERÂVİH NAMAZI NASIL KILINIR?
TERÂVİH NAMAZI NASIL KILINIR?
Terâvih namazı, Ramazan ayına mahsûs, yirmi rek'atten ibâret bir sünnet-i müekkededir. Bu namaza Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ile dört halîfesi (rıdvânullâhi aleyhim) devam etmişlerdir. Terâvihin cemâatle kılınması da, sünnet-i kifâyedir. Mescidlerde terâvih namazı cemâatle kılındığı hâlde, bir özrü olmaksızın cemâati terk edip terâvihi evinde kılan kimse, fazîleti terk etmiş olur. Bu kimse evinde cemâatle kılsa, cemâat sevâbını alsa da, mesciddeki cemâatin fazîletine eremez.
Terâvih namazını, her iki rek'atte bir selâm vererek on selâm ile bitirmek daha fazîletlidir. Dört rek'atte bir selâm verilerek de edâ edilebilir.
Terâvih namazı, iki rek'atte bir selâm verilince, akşam namazının iki rek'at sünneti gibi kılınır.
Dört rek'atte bir selâm verilerek kılınacak olursa, yatsı namazının dört rek'at sünneti gibi kılınır.
Cemâatle kılındığı takdirde, cemâat hem terâvihe, hem de imâma uymaya niyet eder, imam da âşikâre kırâat eder (sesli okur).
Terâvih namazında sesi güzel ve hızlı okuyan değil, düzgün okuyan imâm tercih edilmelidir.
Bir kimse, imâmın yatsı namazını kıldırıp terâvihe başladığı sırada mescide gelse, önce yatsı namazını kılar, sonra terâvih için imâma uyar. Cemâatle terâvihi kıldıktan sonra noksan rek'atleri tamamlar. Sonra da vitir namazını kendi başına kılar. Evlâ olan budur. Bununla beraber vitir namazını imam ile beraber kıldıktan sonra terâvihi tamamlaması da câizdir.
Terâvih namazını imam ile kılmayan kimse, vitir namazını imâm ile kılabilir.
İmâm ve cemâat, yatsı namazını cemâatle kılmamış olursa, yalnız terâvih namazını cemâatle kılamazlar. Çünkü terâvihin cemâatı, farzın cemâatına tâbidir.
Terâvih -orucun değil- vaktin (Ramazan ayının) sünnetidir.
Mâzeretinden dolayı oruç tutamayanlar da terâvihi kılmalıdırlar.
25 Mayıs 2017 Perşembe
Hutbeler:Ramazan Ayına Girerken (26. Mayıs 2017)
Ramazan Ayına Girerken
(26. Mayıs 2017)
Kıymetli Mü'minler!
On bir ayın Sultanı Ramazan-ı Şerif”in arefesini Cuma namazı ile süsleyen Yüce Rabbimize hamd olsun. Allah nasip ederse bu akşam ilk teravih namazını kılacağız. Yarın da ilk orucumuza başlayarak Ramazan ayına girmiş olacağız. Şimdiden Ramazan ayınızı tebrik ediyor, yapacağımız tüm ibadetlerimizin makbul olmasını, on bir ayın sultanı Şehr-i Ramazan’dan azami derecede istifade edebilmemizi Yüce Mevla’dan niyaz ediyorum.
Gündüzlerini oruçla, mukabelelerle, hayır ve hasenatla, gecelerini ise teravih namazlarıyla, dua ve zikirlerle geçireceğimiz yoğun ama bereketli bir aya girmeye hazır mıyız?
Değerli Müslümanlar!
Kur’an-ı Kerim’de orucun geçmiş ümmetlere de orucun farz kılındığı haber verilmiştir.[1] Bütün ilahî dinlerde emredilen oruç ibadeti, âkil-bâliğ olan, hastalık, yolculuk gibi geçerli bir mazereti bulunmayan her müslümana farzdır. Geçerli bir mazereti olmadığı halde orucunu tutmayan bir müslüman Allah’a karşı kulluk görevini yapmamış ve Ramazan’ın bütün bir yıla sârî feyiz ve bereketinden mahrum kalmış olur. Sevgili Peygamberimiz bu hususu şöyle ifade etmişlerdir: “Kim hasta ve bir mazereti olmaksızın Ramazan ayından bir gün oruç tutmazsa sonra senenin bütün günleri oruç tutsa yine bu orucu yerine getiremez”[2]
Kıymetli Müminler.
Ramazan bir ibadet ve tâât ayı olduğu kadar bir eğitim ayıdır. Oruçlarımızla sabrı, iftarlarımızla şükrü, zekât ve sadaklarımızla paylaşmayı öğreniriz. Bütün bu güzellikleriyle ufkumuza doğan Ramazan ayı, inşaallah, din, dil, meşrep ve mezhep ayrımı yapmaksızın bütün komşu, akraba ve kardeşlerimize olan hukukumuzun ve sorumluluklarımızın gözden geçirileceği, dargınlıkların terk edileceği, Ramazan sevinç ve neş’esinin bütün dünyamızı kuşatacağı bir ay olacaktır.
Zira Kur'an-ı Kerim, nasıl insanlığı karanlıklardan aydınlığa çıkarmışsa, biz de bu ayı fırsat bilmeli, nefret, kin, öfke gibi kötü ve zararlı duygularla kararmaya yüz tutmuş kalplerimizi bu ayda Kur'an'la yeniden aydınlatmalıyız. Oruçlarımızı açacağımız iftar sofralarımızda dünyanın dört bir tarafında açlık ve kıtlıkla imtihan olan kardeşlerimizi hatırlayarak onlara yardım elimizi acilen uzatmalıyız. Kalplerimizde huzur, sevgi, merhamet, paylaşma ve şefkat duygularının zirveye çıktığı bu ayda el açarak yapacağımız dualarımızda ise sadece kendimize değil, bilakis tüm İslam alemi ve insanlığın selameti ve esenliği için Rabbimize yalvarmalıyız.
Hutbemi Sevgili Peygamberimiz’in bir müjdesiyle bitirmek istiyorum: “Kim Ramazan ayının faziletine inanarak, karşılığını da Allah’tan bekleyerek, Ramazan ayını ihyâ ederse, geçmiş bütün günahları bağışlanır.”[3]
Arafat DEMİR
DİTİB Bremen Selimiye Camii
[1] Bakara, 2/183
[2] Ebû Dâvûd, Savm, 38
[3] Buhârî, Îmân, 28
Freitagspredigt:Zum Beginn des Ramadans (26.05.2017)
Zum Beginn des Ramadans
(26.05.2017)
Verehrte Gläubige!
Lob sei dem erhabenen Allah, der den Vortag (Arafa) des Monats Ramadan, der als Sultan der übrigen elf Monate gilt, mit einem Freitag geschmückt hat. Wenn Allah es uns gewährt, werden wir an diesem Abend das erste Tarawih-Gebet verrichten. Mit dem ersten Fasten am morgigen Tag werden wir den Ramadan beginnen. Schon jetzt gratuliere ich ihnen zu ihrem Monat Ramadan und wünsche von Allah, dass all unsere Gottesdienste angenommen werden mögen und wir vom Monat Ramadan als Sultan der übrigen elf Monate maximal profitieren können.
Sind wir bereit, einen segensreichten Monat zu begehen, dessen Tag mit Fasten, Koranrezitationen und Wohltaten und dessen Nächte mit Tarawih-Gebeten, Bittgebeten und Gottesgedenken (Dhikr) verbracht werden?
Werte Muslime!
Im edlen Koran wird berichtet, dass das Fasten den früheren Gemeinschaften auch obligatorisch vorgeschrieben wurde.1 Als ein vorgeschriebener Gottesdienst in den monotheistischen Religionen ist das Fasten für jeden Muslimen obligatorisch, der die geistige und körperliche Reife (aqil/balig) erlangt hat und nicht durch einen legitimen Hinderungsgrund wie Krankheit oder Reise verhindert ist. Ohne einen legitimen Hinderungsgrund sein Fasten nicht einzuhalten, bedeutet für einen Muslimen, die Aufgabe des Gottesdienstes gegenüber Allah nicht zu erfüllen. Ebenso bedeutet es, von dem auf das ganze Jahr wirkenden Überfluss und Segen des Ramadans entbehrt zu sein. Unser geliebter Prophet (s) drückt diesen Sachverhalt wie folgt aus: “Wer ohne krank zu sein und legitimen Grund das Fasten an einem Tag im Monat Ramadan nicht durchführt, kann dieses Fasten - auch wenn er an allen übrigen Tagen im Jahr fastet - nicht ersetzen.”2
Verehrte Gläubige!
Daneben, dass der Ramadan ein Monat des Gottesdienstes ist, ist er auch ein Monat der Erziehung. Mit unserem Fasten lernen wir die Geduld und den Dank; mit unseren Pflichtabgaben (Zakat) und Spenden (Sadaqa) lernen wir das Teilen. Mit all diesen Schönheiten geht der Monat Ramadan an unserem Horizont auf. Der Ramadan wird hoffentlich zu einem Monat, in dem wir unsere Verantwortung gegenüber unseren Nachbarn, Verwandten und Geschwistern – ohne nach Religion, Sprache, Tradition und Rechtschule zu unterscheiden – überprüfen, den vorhandenen Groll überwinden, sowie mit der Freude und dem Glück des Monats Ramadan unsere ganze Welt erfüllen.
Schließlich sollten wir diesen Monat so nutzen, dass wir unsere - durch böse und schädliche Empfindungen wie Hass, Groll und Wut - dem Verfinstern verkommenen Herzen erhellen, wie auch der Koran die Menschheit von den Finsternissen zum Licht übertragen und erleuchtet hat. An den Tischen, wo wir unser Fasten brechen werden, sollten wir uns an unsere Geschwister, die auf der ganzen Welt durch Hunger und Nahrungsknappheit geprüft werden, erinnern und ihnen unsere helfende Hand eilends ausstrecken. In diesem Monat erreichen die Empfindungen für Wohlwollen, Liebe, Barmherzigkeit, Teilen und Mildherzigkeit ihren Gipfel. Aus diesem Grund sollten wir mit unseren Bittgebeten nicht nur für uns selbst zu Allah beten, sondern den Frieden und das Wohl der ganzen islamischen Welt und der ganzen Menschheit erflehen.
Ich möchte meine Predigt mit einer Verheißung unseres geliebten Propheten beenden: “Denjenigen Personen, die an Allah glaubend und den Lohn nur von Allah erwartend das Fasten im Ramadan einhalten, werden die vergangenen Sünden vergeben.”3
Arafat Demir
Religionsbeauftragter DITIB Selimiye Moschee, Bremen
1 Koran, al-Baqara, 2/183
2 Abu Dawud, Savm, 38
3 al-Bukhari, Iman 28
2017-05-26
Alle Rechte vorbehalten. Kein Teil des Werkes darf in irgendeiner Form ohne schriftliche Genehmigung der DITIB reproduziert, vervielfältigt oder verarbeitet werden.
SEVÂD-I A’ZAM: EHL-İ SÜNNET VE CEMÂAT
SEVÂD-I A’ZAM: EHL-İ SÜNNET VE CEMÂAT
İmâm-ı Rabbânî Hazretleri buyurdular ki:
Kıymetli evlâdım! İnsanın inancını, kurtuluşa erecek olan fırkanın (Ehl-i Sünnet ve Cemâat'in) görüşlerine uygun olarak tashih etmesi, düzeltmesi lâzımdır. Bu Fırka-i Nâciye; Ehl-i Sünnet ve Cemâat (rıdvânullâhi teâlâ aleyhim ecmaîn) üzere olan fırkadır ki onlar sevâd-ı a'zam ve pek kalabalık bir cemâattir. Akâid bu şekilde tashih edilirse uhrevî ve ebedî kurtuluş mümkün olur.
Kötü (bozuk) îtikat -ki bu Ehl-i Sünnet ve Cemâat'a uymayan inançlardır- öldürücü zehirdir ve ebedî ölüme ve azâba götürür. Amelde ihmâlin mağfiret edilmesi ümid olunur. Ancak i'tikatta ihmalin mağfiret edilmesine ihtimâl bile yoktur. Allâhü Teâlâ şöyle buyurmuştur (meâlen): “Doğrusu Allah kendine şirk koşulmasını mağfiret etmez, ondan berisini dilediğine mağfiret buyurur.” (Nisâ sûresi, âyet 48) (Mektûbât-ı Şerîfe 2/ m. 169)
RAMAZÂN-I ŞERİF İN İLK AKŞAMI KILINACAK NAMAZ
Yarın akşam Ramazân-ı Şerîf ayının ilk gecesini idrâk edecek ve ilk terâvih namazını kılacağız. Şâbân'ın son gününü Ramazan ayının ilk gününe bağlayan gece, Ramazân-ı Şerîf'in ilk akşamı olması itibâriyle, akşamla yatsı arasında iki rek’at teşekkür namazı kılınır. Şöyle niyet edilir: “Yâ Rabbi, Ramazân-ı Şerîf ile müşerref kıldığın için, Allâhü Ekber” denilerek tekbir alıp namaza durulur.
Fâtiha'dan sonra birinci rek'atte 1 İnnâ a’taynâ, ikinci rek'at-te 1 İhlâs-ı Şerîf okunur.
Namazdan sonra: 70 istiğfâr-ı şerîf, 70 salevât-ı şerîfe okuyup duâ edilir. Salât-ı Münciye okumak daha fazîletlidir. (Duâ ve İbâdetler, Fazilet Neşriyat)
RAMAZAN AYI İCTİMÂI, RU’YET VE BAŞLANGICI
Hicrî Kamerî 1438 yılı Ramazan ayı ictimâ‘ı (25 Mayıs Perşembe) günü Türkiye yaz saati ile 22.44'dür.
Ru'yet, ise (26 Mayıs Cuma) Türkiye yaz saati ile 09.21'dir. Hilâl'in görüldüğü yerler: Avustralya kıtası, Endonezya, Malezya, Filipinler, Hindistan, Madagaskar, Kenya, Mozambik, Güney Afrika, Tanzanya, Afganistan, Pakistan, İran, Irak, Türkiye, Arap Yarımadası, Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere.
Hilâl’in görüldüğü günü takip eden 27 Mayıs Cumartesi günü de Ramazan ayının 1. günüdür.
24 Mayıs 2017 Çarşamba
Sırrı Saklayan Muradına Erer..
Sırrı Saklayan Muradına Erer..
Hazret-i Ali (kerremallâhü vecheh) buyurdu: “Sırrın senin esîrindir. Onu söylediğinde sen onun esiri olursun.”
Hazret-i Muâviye (radıyallâhü anh): Sırrımı her kime söylediysem muhakkak uzun pişmanlıklar çekmişimdir. Onu kalbime gömdüğümde hep bana yücelik ve iyilik kazandırmıştır” buyurdu.
Hazret-i Muâviye’ye (r.a.): “Sırrını -vezîrin ve en büyük müsteşârın- Amr bin Âs’a da söylemez misin?” dediler.
“Evet, ona da söylemem” dedi. Hz. Muâviye (r.a.): “Düşmanından sakladığın şeyi dostundan dahi sakla” derdi.
Amr bin Âs (r.a.) “Sırrımı bir dostuma söylesem ve o da onu ifşâ eylese burada suç bana aittir” dedi. Birisi “Bu nasıl olur?” deyince “Çünkü ben kendi sırrımı saklamaya dostumdan daha layıktım” buyurdu.
Ömer bin Abdülaziz (rah.): “Kalpler kapalı kaplardır. Onun kilitleri ağızlar, anahtarları dillerdir. Herkes sırlarının anahtarına sahip olsun.” demiştir.
Her kim sırrını saklarsa irâdesi elinde olur.
Töhmet yerlerine (itham edileceği mekanlara) giden kimse kendi hakkında sûizanda bulunanları ayıplamasın.
Kardeşinin işini kendi işini yapar gibi en iyi şekilde yap.
Arkadaşların doğru dürüst kimseler olsun. Zira, sâdık dost bolluk ve zenginlik zamanında ziynettir, belâ ve darlık zamanında sana yardımcıdır.
Sırrını saklarsan selâmet bulursun, ifşâ edersen pişman olursun. Sırrı saklamaya sabretmek, ifşâ edip de pişman olmaktan daha kolaydır. Bir insanın hırsız çalmasın diye malını saklarken kalbindeki sırrını ifşâ ederek kendisini düşmanına teslîm etmesi ne kötüdür.
,
Hikaye (Halkın Sevgisi ve Şirk)
Hikaye (Halkın Sevgisi ve Şirk)
Zinnûn-i Misrî (k.s.) hazretlerinden rivayet olundu. Buyurdular:
Ben bazı dağlarda iken, dağda kıyamda olup namaz kılan bir kişi gördüm. Çevresine yırtıcı hayvanlar (aslan ve kaplanlar) kuşatıp çömelmişlerdi. Ben o kişinin tarafına yöneldiğimde; yırtıcı hayvanlar, kaçtılar. Namazını kısa keserek adam:
Ey Ebu’l-Feyz! Eğer sen saf ve arınmış olsaydın; elbette yırtıcı hayvanlar, (yaklaşmak için) seni talep edecek ve dağlar senin için inleyeceklerdir.” dedi. Ben ona;
Senin saf ve arınmak sözünün manâsı nedir?” diye sordum. O:
Sen sadece ve sadece Allâhü Teâlâ hazretlerine hâlis olacaksın ve hatta senin muradın ve arzun o olacaktır!” dedi. Ben ona sordum:
Buna nasıl vâsıl olunur?” 0:
Sen, kalbinden şirki çıkarttığın gibi, halkın sevgisini de çıkartmadıkça bu makama vâsıl olamazsın!” dedi. Ben ona,
Vallahi! Bu iş bana çok zordur!” dedim. O kişi:
Bu ariflerin üzerine en kolay olan işlerdendir!” dedi.
Mutlak olarak halkın dostluğu, dalâlete sebep olduğu zaman, peki şeytanların dostluğu hakkında senin zannın nedir?
Bu şeytanlar ister insan şeytanları olsun ve isterse cin şeytanları olsun…
Muhabbetüllah
Elbette “Muhabbetüllah” Allah sevgisi lazımdır. Allâhü Teâlâ hazretlerinin sevgisinden geçip, mahlûkatın yani mâ sivâ’nın (Allâhü Teâlâ hazretlerinin sevgisinden gayrinin) sevgisini içinde besleyenlere yazıklar olsun!
Veyl onlar içindir!
Allâhü Teâlâ hazretleri onları; Allah’ı bırakmak,” kavl-i şerifiyle onları yerdi.
Allâhü Teâlâ hazretlerinden kalplerimizi bozmamasını isteriz. Bizi hidâyete ve muhabbetine hidâyet buyurup; taat ve ibâdetinin yoluna irşâd ettikten sonra (bizi sapıtmamasını isteriz…)
Kaynak : İsmail Hakkı Bursevi (k.s), Rûhu’l-Beyan Tefsîri, :8/455.
Câhiliyet ehli, Arab kabileleri, Beytüllâhı çıplak olarak tavaf ediyorlardı.
Câhiliyet ehli, Arab kabileleri, Beytüllâhı çıplak olarak tavaf ediyorlardı.
A’raf suresi- 26. ayeti kerimesinin sebebi nuzulu [ inmesinin sebebi ]
Câhiliyet ehli, Arab kabileleri, Beytüllâhı çıplak olarak tavaf ediyorlardı. Onlar;
Bizim kendisiyle günah işlediğimiz ve günah kiriyle kirlettiğimiz elbiseler içinde Kabe’yi tavaf edemeyiz!” diyorlardı.
Erkekleri gündüz ( çıplak bir halde ) Kabe’yi tavaf ediyordu.
Kadınlar da geceleri (çıplak bir şekilde) Kabe’yi tavaf ediyorlardı…
Bunun üzerine Allâhü Teâlâ hazretleri onlara elbiselerini giymelerini hiç bir mescidin yanında soyunmamayı emretti…
Mescide ister tavaf için girmiş olsunlar ve isterse namaz için girmiş olsunlar, fark etmez.
Arablar daha önce (câhiliyet döneminde) tavaf niyetiyle Kabe’ye geldiklerinde ta mescidin ötesinde elbiselerini soyuyorlardı….
Giyinik Hâlde Tavaf…
Haddâdî tefsir’inde buyurdu:
(Eskiden câhiliyet döneminde Arablar hac için, Arafat’a çıkıp, Müzdelifeye ve oradan da Minâ’ya gelir. Buradan da şeytan taşlama ve kurban kesme işlerinden sonra Kabe’ye (tavaf için) Minâ’dan ayrılırken, elbisesini soyar, yükünün içine koyarlardı.
Birisi eğer elbisesi üzerinde olduğu halde tavaf ederse, dövülür ve elbisesi (zorla) üzerinden çıkarılırdı.
Kadınlar ise, geceleyin çıplak bir halde Kabe’yi tavaf ederlerdi. Ancak kadınlar, seyrek şekilde kesilmiş olan püskülleri kalçalarının üzerine bağlarlardı. Püsküller kadınların en mahrem yerlerini bile tam olarak örtmezdi…
Setr-i Avret
Bu âyet-i kerime, namazda setr-i avret (avret mahallinin örtünmesinin) farz olduğuna asıl delildir. Manâsı şudur: [ Gerek namaz için olsun ve gerekse tavaf için olsun her mescidin yanında avret yerlerinizi örtmek için elbiselerinizi giyin – A’raf suresi- 26. ayeti.] demektir.
Bunun için setr-i avret (avret yerlerini örtmek) insana her zaman farz olduğu gibi, özellikle namazda ve tavafta da farzdır.
Ve bir müslümanın namazda mümkün olan en güzel durum ve şekilde bulunması sünnettir ki, cemaat ile namazda safların intizamı ve camiye giriş çıkış ve oturuş duruşta edep ve haya, vakar ve ağırbaşlılık da bu zinet ve güzel suret anlayışının işaretinde dahil olur. Elmalı tefsiri, c. 3, s.2153,
Setr-i Avret, avret yerlerini örtmek, demektir.
Namazda avret yerini örtmek bir şarttır.
Şöyle ki: Namazda örtülmesi farz olan ve başkalarının bakmaları caiz bulunmayan organlara “Avret yeri” denir.
Erkeklerin avret sayılan yerleri, göbekleri altından dizleri altına kadar olan yerdir. Diz kapakları da bu avret sayılan yere girer.
Kadınlara gelince: Hür olan kadınların yüzleri ile ellerinden başka, bütün bedenleri avrettir. Yüzleri ile elleri, namazda ve namaz dışında, fitne korkusu olmadıkça avret değildir. Ayaklarının avret olup olmaması ihtilaflıdır.
Sahih kabul edilen görüşe göre, kadınların ayakları da avret değildir. Çünkü bunlarla yolda yürümek ihtiyacı vardır. Bu bakımdan bunları örtmek, hele fakirler için, zordur.
Diğer bir görüşe göre, hür olan bir kadının namazı, ayağının dörtte biri açık bulunması ile bozulur.
Diğer bir görüşe göre de, namazda kadının ayaklan avret sayılmazsa da, namaz dışında avret yeri sayılır. Bu İhtilaftan kurtulmak için ayaklarını örtmeleri iyi olur. Sahih olan görüşe göre. hür kadınların kolları, kulakları ve salıverilmiş saçları da avrettir.
Güzel Giyinmek
(Avret mahallini örtmek farzdır.)
Elbise edinmek vâcibtir.
Güzel giyinmek sünnettir.
İmâm-ı Âzam’ın Elbisesi
İmam-i Azam Ebû Hanife (k.s.) hazretleri, gece namazları için bir elbise edindi. O elbisesi,
1- Gömlek,
2- Sarık,
3- Cübbe,
4- Ve Şalvar idi.
Bu elbiselerinin değeri binbeşyüz (1500) dirhem idi. tmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe hazretleri, her gece bu elbisesini giyerdi. Ve şöyle buyururdu:
Allâhü Teâlâ hazretleri için (güzel elbiseler giyerek) süslenmek; insanlar için süslenmekten daha evlâdır…”
Kaynak ; Büyük İslâm ilmihali, Ömer Nasûhî Bilmen,
İsmail Hakkı Bursevi (k.s), Rûhu’l-Beyan Tefsîri:8/458.
Anladıysam Arap olayım demek küfür olur mu?
Anladıysam Arap olayım demek küfür olur mu?
Bu sözü din düşmanları çıkarmıştır. Arap, güzel demektir; siyah, zenci demek değildir. Bugün Arap denilen kimseler Arap değil, çoğu fellah, kimileri de zencidir. Zengibar’dan, Habeşistan’dan gelenlere de, kasıtlı olarak Arap demişlerdir.
Peygamber efendimiz Arap idi. Araplar beyaz, buğday benizli olur. Bilhassa Peygamberimizin sülalesi beyaz ve çok güzel idi. Günümüzde de bu mübarek soydan gelen seyyidler var, hiçbiri zenci değildir. Peygamberimizin vefatında, Eshab-ı kiramın hepsi, sonra da evlatları, İslamiyet’i dünyaya yaymak için, Arabistan’dan çıktı. Asya’nın ötelerine, Afrika’ya, Kıbrıs’a, İstanbul’a, her yere dağıldı. Allah’ın dinini, Onun kullarına tanıtmak için canlarını feda ettiler. Bu geniş topraklar, o mübarek şehitlerle doludur. Sultan II. Abdülhamit Han’ın amirallerinden Eyüp Sabri Paşa, Mirat-ül-haremeyn kitabında, Mekke şehrinde, iki Arap evinin kalmış olduğunu yazmaktadır. Bugün ise hiç yoktur.
Bugün kendilerine Arap denilen kimselerin yanlışlıkları ve sapıklıkları yüzünden Arap kelimesine hakaret etmek yanlış olur. Seyyidler Arap’tır. Genelde, İslamiyet’i kötülemek için Arap kötülenmektedir. İslamiyet’i kötülemek için, dinin emirlerine irtica denmesi gibidir. Bu oyuna gelmemelidir. Dinimizde ırk üstünlüğü yoktur. Ama bazı milletler diğerlerinden daha faziletli olabilir. Bunun için Peygamber efendimiz buyuruyor ki:
(Müslüman Arabı sevmek imandandır.) [İ.Neccar]
Ebu cehil gibi dinsiz Arabı sevmemek de, imandandır.
Bela ve Musibetler, Günahlara Keffarettir.
Bela ve Musibetler, Günahlara Keffarettir.
Resûlullah Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) buyurdular:
“Allâhü Teâlâ, mü’minin bedenine isâbet eden ve ona eziyet veren her şey sebebiyle muhakkak onun günahlarını örter.”
(Hadîs-i Şerîf, Müsned-i Ahmed)
Bir kimseye Allâhü Teâlâ’dan bir nimet ulaşınca şükretmeli, kendisini ona ehil görmemeli, bu nimetin sırf Allâh’ın ihsânı olduğunu bilmelidir.
Başına bir musîbet geldiğinde de ona sabretmeli, Allâhü Teâlâ’nın kazâ ve takdirine râzı ve teslîm olmalıdır. Zira mü’min, başına gelen musibet ve belâlar sebebiyle Cenâb-ı Hakk’ın mağfiretine nâil olur.
Yahûdîlerden bir adam Müslüman olduktan sonra gözlerini kaybetti, malı telef oldu, evladı öldü. Hemen Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimize gelip: “Müslüman olmak üzere sana ettiğim bey‘atimi bozmak istiyorum” dedi. Peygamberimiz (s.a.v.) “İslâm bey‘ati bozulmaz” buyurdu. Adam: “Ben bu dinimden hayır görmedim; gözlerim kör oldu, malım telef oldu, evladım da öldü” dedi. Peygamber Efendimiz (s.a.v.): “Ey Yahûdi! Ateşin, demir, gümüş ve altından pası kiri temizlediği gibi İslâm da insanları temizler” buyurdu. Bunun üzerine: “İnsanlardan öylesi de vardır ki Allâh’a inhirâf (tereddüd) üzere ibâdet eder. Eğer ona bir hayır isâbet eder (gelir)se yüreği rahat eder ve eğer bir mihnet isâbet eder (belâ gelir)se yüzü üzerine dönüverir. O, dünyasını da âhiretini de kaybetmiştir. İşte apaçık ziyan budur” (meâlindeki Hac sûresinin 11. âyeti) nâzil oldu. (Dürrü’l-Mensur)
İbn-i Abbâs (r.anhümâ) Hazretleri anlattı:
“Peygamberlerden bir zât şöyle duâ etti: “Yâ Rabbi, mü’min bir kulun sana itâat eder, yasakladıklarını terkeder. Sonra sen ondan dünyayı uzaklaştırır, onu belâlara uğratırsın. Kâfir ve âsîlere ise küfür ve isyanlarına rağmen onlardan belâları uzaklaştırır dünyâyı onlara verirsin.”
Allâhü Teâlâ buyurdu ki:
“Kullar benim kullarımdır, belâ da ancak benim takdirimle iner. Mü’min kulun bir günahı olur, dünyayı ondan uzaklaştırıp belâlara mârûz kılarım, o günahına keffâret olur. Bana günahsız olarak kavuştuğunda da, hayırlı amellerinin mükâfâtını veririm.
Kâfirin iyi işleri olur, ona bol rızık vererek ve belâları ondan uzaklaştırarak dünyada iken mükâfâtını veririm. Huzuruma hiçbir hayırlı ameli kalmadığı halde gelir, günahlarıyla da cezalandırırım.”
Kaynak : Mişkâtü’l-Envâr
RAMAZÂN-I ŞERÎF’TE TAVSİYE EDİLEN BAZI İBADETLER
RAMAZÂN-I ŞERÎF’TE TAVSİYE EDİLEN BAZI İBADETLER
Mübârek Ramazân-ı Şerîf ayı, 11 ayın sultanıdır. Ümmet-i Muhammed’in ayıdır. Gündüzleri oruçla, geceleri terâvih namazlarıyla ihyâ edilir. Ramazân-ı Şerîf Kur’ân ayıdır. Bu itibarla, Kur’ân okumasını bilen herkes, bu ayda Kur’ân-ı Kerîm’i hatim etmelidir.
Kur'ân okumasını bilmeyenler bu ayı fırsat bilip öğrenmeye gayret etmelidirler.
Ramazan ayının evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu da cehennemden âzâda vesiledir.
Ramazân-ı Şerîf’te yapılması tavsiye edilen bazı ibâdetler:
• Birinci on gün içinde, mümkünse, tesbih namazı kılınır ve hatm-i enbiyâ yapılır.
• İkinci on gün içinde, mümkünse, yine tesbih namazı kılınır ve hatm-i enbiyâ yapılır.
• Üçüncü on gün içinde ise tevbe-istiğfar, hatm-i enbiyâ ve 7 salât ve selâmdan sonra mümkünse hatm-i istiğfar yapılıp, yâni 1001 defa, “Estağfirullâhe'l-Azîm ve etûbü ileyk” denildikten sonra da 7 veya 70 salât ve selâm okunur, duâ edilir.
• İftara yakın “Allâhümme yâ vâsia'l-mağfiratiğfirlî”
• İftarda da “Allâhümme leke sumtü ve bike âmentü ve aleyke tevekkeltü ve alâ rızkıke eftartü ve savme ğadin neveytü” duâları okunur. (Duâ ve İbâdetler, Fazilet Neşriyat)
BEYİT:
Mikdâr-ı meşâkka göredir kesb-i me'âlî
Terk etmelidir hâbı, heveskâr-ı te'âlî (Muallim Nâci)
(Yücelik meşakkatin mikdarına göre kazanılır. Yükselmek isteyenler, uykuyu bile terk etmelidirler.)
İSİMLERİMİZ: Erkek: Kâmil Kız: Kâmile
22 Mayıs 2017 Pazartesi
GÜNLÜK, SENELİK, ÖMÜRLÜK VE EBEDÎ PİŞMANLIK
GÜNLÜK, SENELİK, ÖMÜRLÜK VE EBEDÎ PİŞMANLIK
İnsanın vaktini zâyi edip varını yoğa satması, ömrünü boşa geçirmesi büyük gaflettir. Bir kimse ekilecek vakitte ekmeyip fırsatı geçirdikten sonra toprağa tohum atsa fayda etmez, mahsul yerine pişmanlık alır. Amma anbardaki mevcûd arpa ve buğdayı vaktinde toprağa atsa, eldekini telef etmemiş, belki muhafaza etmiş olur. Zira harman vaktinde mahsul kat kat olur.
Nedâmet (pişmanlık) dörttür:
Biri günlük nedâmettir: Bir kimse evinden yemek yemeden dışarı çıkar. Akşama kadar açlık çeker ve bir şey yemeden çıktığına pişman olur.
Biri de senelik nedâmettir: Ekini vesair tohumları vaktinde ekmemektir.
Biri de ömürlük nedâmettir: Meşrebine uymayan kadın ile evlenmektir.
Biri de ebedî nedâmettir: Allâhü Teâlâ'nın emrini terk etmektir. Bundan Allâh'a sığınırız.
Gerek dünya ve gerek dîni hakkında vaktini zâyi eden, boş geçirenler nedâmet fırınına düşerler ve tahassür (pişmanlık) ateşinde pişerler. Binâenaleyh tevbede acele edip elinden geldiğince âhirete hazırlanmak lazımdır.
ŞA’BÂN AYININ 27’NCİ GECESİNDE KILINACAK NAMAZ
Şa'bân'ın 27'nci gecesi, akşam ile yatsı arasında iki rek'at teşekkür namazı kılınır. Fatiha'dan sonra istediği her hangi bir sûreyi okur.
Namaza “Yâ Rabbi, beni Resûl-i Zîşân Efendimizin ayının sonuna yaklaştırdın. Resûlullah Efendimiz'i ve mübârek ayını bana hem şefeatçi ve hem de şâhid eyle.” diye niyet edip tekbir alır. Namazdan sonra:
70 defa İstiğfâr-ı şerîf: “Estağfirullâhe'l-azîm ve etûbü ileyk.”
100 defa da: “Allâhümme salli alâ rûh-i Muhammedin fil-ervâh ve salli alâ cesed-i Muhammedin fil-ecsâd ve salli alâ kabr-i Muhammedin fil-kubûr.” salevât-ı şerîfesini okuyup “Yâ Rabbi, senin huzûr-ı sırr-ı ehadiyyetine ilticâ ediyorum” denir. (Duâ ve İbâdetler, Fazilet Neşriyat)
20 Mayıs 2017 Cumartesi
BAZI MÜHİM TAVSİYELER
BAZI MÜHİM TAVSİYELER
Abdullah bin Abbas (radıyallâhu anhümâ) Hazretlerine bir adam gelip “Bana tavsiyede bulun.” dedi.
Abdullah bin Abbas (radıyallâhu anhümâ) buyurdular ki:
“Sana şu altı şeyi tavsiye ediyorum:
1- Allâhü Teâlâ'nın kefil olduğu şeylerde (mesela rızıkta) Allâhü Teâlâ'nın kefâletine yakînen kalbin ile inan.
2- Farz namazları vaktinde kıl.
3- Daima Allâhü Teâlâ'yı zikirle meşgul ol.
4- Şeytana uyma. Muhakkak şeytan insanlara hased eder.
5- Devamlı dünyayı mamur etmekle uğraşma, âhiretini harab edersin.
6- Dâima Müslümanlara nasihatte bulun.”
Ebu'l-Leys Semerkandî Hazretleri buyurdular:
Müslüman'ın Müslüman kardeşine nasihatte bulunması ve onlara karşı merhametli olması lazımdır. Zira bu, saâdetin bir alâmetidir. (Tenbîhü'l-Gâfilîn)
İKİNCİ BÂYEZÎD HAN’IN HASSÂSİYETİ
Osmanlı Pâdişâhı İkinci Bâyezîd Han (Saltanatı: 1481-1512), adâletli, âlim ve ilmiyle amel eden bir padişahtı. Takvâ sahibi olup nefsiyle ve din düşmanlarıyla hep cihâd ederdi. Hayır işlerine çok hevesli idi. Nice yerlerde medreseler, camiler, köprü ve geçitler inşâ ettirdi.
Sultan Bâyezîd Han, çıktığı gazâlarda elbisesi üzerine toplanan tozları biriktirip saklardı. Eceli yaklaşınca bu tozlarla bir kerpiç yapılmasını ve vefât edip kabre konulurken o kerpicin sağ yanağı altına konulmasını vasiyet etti. Vasiyeti yerine getirildi. Bunu Resûlullah Efendimizin (sallallâhü aleyhi vesellem) “Kimin ayakları Allah yolunda tozlanırsa Allâhü Teâlâ o kimseyi cehenneme haram kılar” hadîs-i şerifinin müjdesine kavuşmak için yapmıştı.
Padişahlığı otuz bir seneden birkaç gün noksan olup 62 yaşında vefât etti. Rahmetullâhi aleyh. (Târîh-i Selâtîn-i Âl-i Osman, Karamânî)
“NAMAZI DOSDOĞRU KILINIZ VE ZEKÂTI VERİNİZ”
“NAMAZI DOSDOĞRU KILINIZ VE ZEKÂTI VERİNİZ”
Zekât, lügatte bereket, nemâ, temizlik ve sâf olmak mânâlarına gelir.
Zekât, senelik mâlî bir ibâdettir ve Cenâb-ı Hakk'ın emrine itâat için, nisaba mâlik (zengin) Müslümanların her sene mallarından kırkta birini, Allâhü Teâlâ'nın tâyîn ettiği sekiz sınıftan birine vermelerinden ibârettir. Bu sekiz sınıf Tevbe Sûresi'nin 60. âyeti kerîmesinde bildirilmiştir:
“Sadaka (zekât)lar, ancak fakirlere, miskin; yoksullara, onun üzerine (zekâtın tahsiline) memur olanlara, müellefe-i kulûb (kalpleri İslâm'a ısındırılacak olanlar)a, (âzad edilecek) kölelere, borçlulara, Allah yolunda olanlara, yolda kalmışlara mahsustur...”
Zekât, İslâm'ın beş şartından birisidir. Hür, akıllı, bâliğ (ergen) ve nisâb miktârı mala mâlik olan Müslüman'ın zekât vermesi farzdır.
Zekâtta nisab: Aslî ihtiyaçlarından ve borçlarından sonra:
20 miskal (80,18 gr) altın veya bu değerde nakit para yahut ticâret malı;
Otlayan hayvanlarda ise devede beş, sığırda otuz ve koyunda kırk adettir.
Zekât vermenin farz olması için nisâba kavuştuktan sonra malın üzerinden bir yıl geçmelidir.
Aslî ihtiyaçlar: Ev ve ev için lüzûmlu eşya, elbiseler, âletler, kitaplar, binek (at veya araba) ve bir aylık -sahîh görülen diğer bir görüşe göre bir senelik- erzaktır. Borç karşılığı para da aslî ihtiyaçlardandır.
Nisâb miktarının sene içinde eksilmesi, zekât vermeye mânî değildir. Nisâb miktarının senenin başında ve sonunda mevcut olması yeterlidir.
Zekât verirken veya vermek üzere ayırırken zekâta kalb ile niyet edilmesi lâzımdır. Dil ile söylemek lâzım gelmez.
Zekât niyeti ile verirken hediye veya borç olarak verdiğini söylemekte bir mahzûr yoktur.
18 Mayıs 2017 Perşembe
Hutbe: Ailenin Önemi (19.05.2017)
Ailenin Önemi
(19.05.2017)
Muhterem Müslümanlar!
Hepimizin yakînen bildiği gibi aile, toplumun en küçük yapı taşıdır. Çocuğun yetişmesinde, hayata hazırlanmasında ailenin önemi büyüktür. Aile, geleceğimizin teminatı olan çocuklarımızın doğup büyüdüğü, temel bilgilerini aldığı, karakterlerinin şekillendiği, sevgi, şefkat, merhamet ve sorumluluk bilinci gibi güzel duyguların paylaşıldığı ve öğretildiği bir eğitim yuvasıdır.
Nitekim Cenab-ı Hak, hutbemizin başında okuduğum ayet-i kerimede, “Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır”[1] buyurarak aile yuvasının önemine dikkat çekmektedir.
Aziz Mü’minler!
Yüce Dinimiz, meşru beraberliğin şartı olan evliliği teşvik etmiş; buna mukabil yuvaların yıkılmasına, çocukların anne ve baba şefkatinden yoksun büyümek zorunda bırakılmasına sebep olabilecek boşanmayı ise tüm çabaların tükendiği anda başvurulabilecek son çare olarak değerlendirmiştir. Sevgili Peygamber Efendimiz (s.av.) de boşanmanın sevimsizliğine işaretle, “Yüce Allah’ın en sevmediği helal boşanmadır.”[2] buyurmuşlardır.
Değerli Mü’minler!
Allah Teâlâ, “Eğer karı kocanın aralarının açılmasından endişe ederseniz, erkeğin ailesinden bir hakem, kadının ailesinden bir hakem gönderin. İki taraf (arayı) düzeltmek isterlerse, Allah da onları uzlaştırır. Şüphesiz Allah, hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdardır”[3] buyurarak, boşanma noktasına gelen eşlere, aralarındaki sıkıntıları çözme noktasında uzlaşamadıkları durumda aile büyüklerini devreye sokarak onların hakemliğine başvurmalarını tavsiye etmiştir. Zira boşanmayı sadece iki kişi arasında gerçekleşen bir ayrılık olarak değil, millet ve toplum varlığımız açısından maliyeti ağır bir gelişme olarak değerlendirmek gerekir.
Aziz Mü’minler!
Öyleyse geliniz, aile yuvalarımızı huzurun ve mutluluğun paylaşıldığı, sevgi, şefkat ve merhametin hâkim olduğu mekânlar haline getirmek için çaba sarf edelim. Ailemizin her bir ferdini kendimize göz aydınlığı kılalım. Şu mübarek Cuma vaktinde Rabbimize yönelerek şöyle dua edelim:
Allah’ım! Yuvalarımıza huzur ve mutluluklar nasip eyle! Çocuklarımızı ve eşlerimizi bizlere göz aydınlığı kıl! Sevgi, şefkat ve merhametten bizleri ayırma! Eşlerimiz ve çocuklarımızla olan ilişkilerimizi iyilik, doğruluk ve hakkaniyet üzere sürdürebilme iradesi lutfet! Aile bireylerimizi her türlü kötülüklerden muhafaza eyle!
Keramettin GENÇ
Bremen DİTİB Eyüp Sultan Bahçe Camii Din Görevlisi
[1] Rum, 30/21
[2] İbn Mace, Talak, 1
[3] Nisa, 4/35
2017-05-19
Freitagspredigt: Die Bedeutung der Familie (19.05.2017)
Die Bedeutung der Familie
(19.05.2017)
Verehrte Muslime!
Wie Sie bereits wissen ist die Familie der kleinste Baustein einer Gesellschaft. Dieser Baustein hat vor allem bei der Erziehung der Kinder und bei deren Vorbereitung auf das Leben eine große Bedeutung und eine wichtige Rolle. Familie ist der Ort, wo unsere Kinder erzogen werden, die die Sicherheit für unsere Zukunft sind. Da erlernen sie die fundamentalen Kenntnisse und da formen sich der Charakter unserer Kinder. Familien sind der Bildungshort, worin schöne Tugenden und Empfindungen wie Liebe, Fürsorglichkeit, Barmherzigkeit und Verantwortungsbewusstsein vermittelt und geteilt werden.
In dem am Anfang meiner Predigt rezitierten Vers sagt Allah, der Erhabene: “Und es gehört zu Seinen Zeichen, daß Er euch aus euch selbst Gattinnen erschaffen hat, damit ihr bei ihnen Ruhe findet; und Er hat Zuneigung und Barmherzigkeit zwischen euch gesetzt. Darin sind wahrlich Zeichen für Leute, die nachdenken.”1 Allah lenkt damit die Aufmerksamkeit auf die Bedeutung der Familie.
Verehrte Gläubige!
Unsere erhabene Religion fördert die Ehe als Vorbedingung für eine erlaubte Zusammenkunft. Auf der anderen Seite hat unsere erhabene Religion, die Scheidung als letzte Lösung erlaubt wenn alle anderen Bemühungen gescheitert sind. Denn nämlich könnten die Kinder durch die Scheidung gezwungen sein, von der Liebe der Mutter und des Vaters entbehrt aufzuwachsen. Unser geliebter Prophet (s) wies auf die Missgunst Allah’s gegenüber der Scheidung hin, indem er sagte: “Das unbeliebteste Erlaubte (halal) für Allah, den Erhabenen, ist die Scheidung.”2
Ehrenwerte Gläubige!
Der erhabene Allah sagt: “Und wenn ihr Widerstreit zwischen den beiden befürchtet, dann setzt einen Schiedsrichter aus seiner Familie und einen Schiedsrichter aus ihrer Familie ein. Wenn sie (beide) eine Aussöhnung wollen, wird Allah sie (beide) in Einklang bringen. Gewiß, Allah ist Allwissend und Allkundig.”3 In diesem Vers empfiehlt Allah denjenigen Ehepartnern, die die Scheidung erwägen, die weisen Familienangehörigen für die Schlichtung einzuschalten, um zu den Problemen zwischen ihnen eine Lösung herbeizuführen. Die Scheidung sollte nämlich nicht nur als eine Trennung von zwei Personen gewertet werden, sondern als eine Entwicklung, die hohe Preise für die Existenz unserer Gemeinschaft und Gesellschaft hat.
Geehrte Gläubige!
Lassen sie uns folglich Bemühungen anstellen, durch die unser Zuhause zu einem Ort wird, wo das Wohlergehen und Glück geteilt wird, sowie Liebe und Barmherzigkeit herrschen. Lassen sie uns alle Familienmitglieder als Freude für uns erachten. Lassen sie uns diese gesegnete Zeit des Freitagsgebetes zum Anlass nehmen, uns Allah zuzuwenden und wie folgt zu beten:
O Allah! Gib unseren Kindern Wohlergehen und Glück! Lass unsere Kinder und Ehegatten Anlass für Freude für uns sein! Nimm uns nicht die Liebe, das Mitleid und die Barmherzigkeit! Gewähre uns die Möglichkeit, unsere Beziehungen mit unseren Ehegatten und Kindern auf Basis der Güte, Aufrichtigkeit und Gerechtigkeit fortzuführen! Bewahre unsere Familienangehörigen von jeglichem Bösen!
Keramettin Genç
Religionsbeauftragter DITIB Bremen Eyüp Sultan Moschee
1 Koran, ar-Rum, 30/21
2 Ibn Madscha, Talaq, 1
3 Koran, an-Nisa, 4/35
2017-05-19
Alle Rechte vorbehalten. Kein Teil des Werkes darf in irgendeiner Form ohne schriftliche Genehmigung der DITIB reproduziert, vervielfältigt oder verarbeitet werden.
12 Mayıs 2017 Cuma
Hutbeler: HELAL-HARAM DUYARLILIĞI (05.05.2017)
HELAL-HARAM DUYARLILIĞI
(05.05.2017)
Aziz Müminler!
Hutbemin başında okuduğum ayet-i kerimede Yüce Allah şöyle buyuruyor:
``Ey iman edenler! Eğer siz sadece Allah'a kulluk ediyorsanız, size verdiğimiz rızıkların iyi ve temizlerinden yiyin ve Allah'a şükredin.`` 1
Değerli Kardeşlerim!
Yüce Rabbimiz içinde yaşadığımız kâinatı sayamayacağımız nimetlerle istifademize sunmuştur. Bu nimetlerin pek çoğunu bizlere helal kılarken bir kısmına ise sınırlamalar getirmiştir. Lakin bu sınırlamalarda yine insanların yararı gözetilmiştir. Allah, gönderdiği kitaplar ve elçiler aracılığıyla neyin haram, neyin de helal olduğunu açıklamış ve kendisine inananların bu yasaklara dikkat etmesini istemiştir. Hakkında yasaklayıcı bir hüküm bulunmayan şeylerde ise insanlar serbest bırakılmışlardır.
Kardeşlerim!
Helal, dinin kurallarına aykırı olmayan, dinen yapılması veya yenip içilmesi yasaklanmayan, serbest bırakılan şey demektir.
Haram ise, kesin olarak yasaklanan şeydir. Helal ve haramı belirlemek ise sadece Allah’a ve O’nun izniyle de Hz. Peygamber’e aittir. Bu bakımdan insanların kendi arzularına göre helal ve haram sınırlarını belirlemesi şiddetle yasaklanmıştır.
Aziz Müminler!
Dinimiz helal ve haram duyarlılığına sahip olmamızı, her alanda olduğu gibi helal ve haram konusunda da sorumluluk bilinciyle hareket etmemizi emretmektedir. Her konuda bize en güzel örnek olan Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) helal-haram duyarlılığı hususunda da: “Helal bellidir; haram da bellidir. İkisinin arasında ise birtakım şüpheli şeyler vardır ki insanların çoğu bunları bilmezler. Kim şüpheli şeylerden sakınırsa, dinini ve ırzını (namus ve haysiyetini) korumuş olur. Kim de şüpheli şeylere düşerse, harama düşmüş olur...”2 uyarısını yaparak sadece haramdan ve harama giden yollardan kaçınmamızı değil, haram şüphesi taşıyan işlerden de uzak durmamızı öğütlemektedir.
Muhterem Müminler!
Hiç şüphe yok ki helal-haram duyarlılığı başta insanlar arasında olmak üzere hayatın her alanında hak ve hukukun gözetilmesine vesile olur. Bu duyarlılık insanları iyiliğe, doğruluğa ve helal kazanca yöneltirken, diğer taraftan insanların huzurunu bozan hırsızlık, gasp ve yetim malına el uzatma gibi meşru olmayan her türlü kazançtan uzak durmaya sevk eder. Bu nedenle helal-haram duyarlılığımızı en üst seviyede muhafaza etmemiz, ailemizin nafakasını helal yollardan temin etmemiz, toplumların temel hak ve özgürlüklerini ihlal edecek her türlü davranıştan uzak durmamız gerekir.
Helal ve haramlara dikkat ederek yaşayan, iman ve takva ile Allah`ın huzuruna çıkabilenlere ne mutlu!
Muhammed GÜLLÜCE
DITIB Ronnenberg Camii Din Görevlisi
1 Bakara, 2/172
2 M4094 Müslim, Müsâkât, 107
Freitagspredigt: Sensibilität für Erlaubtes und Verbotenes (Halal und Haram) (12.05.2017)
Sensibilität für Erlaubtes und Verbotenes (Halal und Haram)
(12.05.2017)
Verehrte Gläubige!
In dem am Anfang meiner Predigt rezitierten Vers sagt Allah, der Erhabene: “O die ihr glaubt, esst von den guten Dingen, mit denen Wir euch versorgt haben, und seid Allah dankbar, wenn ihr Ihm (allein) dient!1
Meine geehrten Geschwister!
Unser erhabener Allah hat uns das Universum mit unzähligen Gaben zur Verfügung gestellt. Die meisten dieser Gaben sind Güter deren Gebrauch von Allah erlaubt worden sind. Jedoch hat Er uns Begrenzungen für einen Teil dieser Gaben aufgezeigt. Diese Begrenzungen wiederum haben einen Nutzen für die Menschen. Allah erklärte durch die offenbarten Bücher und die gesandten Botschafter was verboten (haram) und was erlaubt (helal) ist. Allah forderte von seinen Gläubigen, sich an diese Verbote zu halten. Alle Dinge, wozu es kein verbietendes Urteil gibt, sind hingegen für den Menschen erlaubt.
Geschwister!
Erlaubt (halal) ist, was nicht gegen die Regeln der Religion verstößt. Ebenso sind die Menschen zur Ausführung von Handlungen oder zum Genuß von Essen oder Getränken freigestellt, die religiös nicht verboten wurden. „Haram“ ist hingegen, was definitiv verboten wurde. Das Festlegen vom Erlaubten und Verbotenen ist nur Allah und durch seine Erlaubnis dem Propheten (s) vorbehalten. Aus dieser Sicht ist es strikt verboten, dass Menschen die Grenze des religiös Erlaubten und Verbotenen nach ihrem eigenen Belieben selbst festlegen.
Verehrte Gläubige!
Unsere Religion gebietet uns, dass wir sensibel gegenüber Erlaubten und Verbotenen sind und uns dementsprechend verhalten. Unser geliebter Prophet ist in jeder Hinsicht das beste Beispiel für uns. Zur Sensibilität für Erlaubtes und Verbotenes sagte er uns folgendes: “Das Erlaubte ist klar; auch das Verbotene ist klar. Zwischen beiden gibt es bestimmte zweifelerregende Dinge, das die meisten Menschen nicht kennen. Wer sich von zweifelhaften Dingen fernhält, bewahrt auch damit seine Religion und Geschlechtsehre (Keuschheit und Würde). Wer sich zweifelhaften Dingen zuwendet, verfällt dem Unerlaubten...”2 Mit dieser Aussagt riet er, uns nicht nur vom Unerlaubten und von den Wegen zum Unerlaubten fernzuhalten, sondern er riet uns vielmehr, uns auch von zweifelhaften Dingen fernzuhalten, die auch unerlaubt sein könnten.
Geehrte Gläubige!
Zweifellos führt die Sensibilität für Erlaubtes und Verbotenes dazu, dass die gegenseitigen Rechte in der Beziehung zwischen den Menschen beachtet werden. Diese Sensibilität lenkt die Menschen zum Guten, Rechten und zum erlaubten Verdienst. Daneben führt dieses Verständnis die Menschen dazu, dass sie jeglichen nicht erlaubten Verdienst und alles Illegale, wie Diebstahl, Raub und das Antasten des Besitzes von Waisen meiden. Wir sollten ein hohes Bewusstsein für Erlaubtes und Verbotenes entwickeln, damit wir unsere Familie über erlaubte Wege mit ehrlich verdientem Unterhalt versorgen und von Handlungen fern bleiben, durch die die Grundrechte und die fundamentalen Freiheiten von Menschen verletzt werden.
Gesegnet sind diejenigen, die ein Leben führen indem sie Erlaubtes und Verbotenes beachten und mit dem Glauben sowie der Frömmigkeit vor Allah treten können.
Muhammed Güllüce
Religionsbeauftragter DITIB Ronnenberg Moschee
1 Koran, al-Baqara, 2/172
2 M4094 al-Muslim, Musaqat, 107
2017-05-12
Alle Rechte vorbehalten. Kein Teil des Werkes darf in irgendeiner Form ohne schriftliche Genehmigung der DITIB reproduziert, vervielfältigt oder verarbeitet werden.
“ÖMER, CENNET EHLİNİN KANDİLİ VE İSLÂM’IN NÛRUDUR”
“ÖMER, CENNET EHLİNİN KANDİLİ VE İSLÂM’IN NÛRUDUR”
Hazret-i Ömer (radıyallâhü anh) Hazretlerinin halifeliği zamanında, bir harpten çok ganimet getirmişlerdi. Hazret-i Ömer (r.a.), bu ganimetin beşte birini hakkı olanlara taksim ederken, Hazret-i Hasan ve Hz. Hüseyin'e (r. anhümâ) biner dirhem verdi. Sonra, oğlu Abdullah'a (r.a.) beş yüz dirhem verdi. Abdullah (r.a.) dedi ki: Efendim, ben nice defa gazaya gitmiş, Resûlullah (s.a.v.) Hazretlerinin önünde kılıç çekmiş ve nice başlar düşürmüş yetişmiş yiğitken, bana beş yüz dirhem verdin. Hazret-i Hasan ile Hazret-i Hüseyin -ki, henüz taze yiğitlerdir- onlara biner dirhem verdin. Bu lâyık mıdır?
Hazret-i Ömer (r.a.) buyurdular ki: “Ey Abdullah! Sen onlar ile bir mi olmak istersin? Onların Hazret-i Ali gibi babaları, Hazret-i Fâtımâtü'z-Zehrâ gibi anaları, Hazret-i Fahr-i Âlem (sallallâhü aleyhi ve sellem) gibi dedeleri, Hazret-i İbrâhîm gibi dayıları vardır (İbrâhîm, Hazret-i Resûl-i Ekrem'in oğludur). Hazret-i Ümmü Gülsüm, Zeyneb ve Rukayye (radıyallâhü anhünne) gibi teyzeleri vardır, Hazret-i Ca'fer-i Tayyâr ve Hazret-i Ukayl gibi amcaları vardır.”
Hazret-i Ali (k.v.), Hazret-i Ömer'in (r.a.) böyle söylediğini işitince “İşte bunun için Resûl-i Ekrem (sallallâhü aleyhi ve sellem) Hazretleri: ‘Ömer, Cennet ehlinin kandili ve İslâm’ın nûrudur.’ buyurmuştu” dedi. Hazret-i Hasan ve Hüseyin, Hazret-i Ömer'in yanına varıp bunu müjdelediler Hazret-i Ömer (r.a.), Sahâbe-i Güzîn'den bir cemâat ile Hz. Ali'ye (r.a.) geldi. Hazret-i Ömer “Yâ Ali, sen Resûlullah (s.a.v.) Hazretlerinden ‘Ömer, Cennet ehlinin kandili ve İslâm'ın nûrudur' diye işittin mi?” diye sual buyurdular. Hazret-i Ali de, ‘evet' dedi. Hazret-i Ömer, dedi ki, ‘Şimdi bana bunu yaz.' Hazret-i Ali de mübârek eline kalem alıp yazdı.” Hazret-i Ömer (r.a.) o yazıyı alıp, evlâdından birine verdi ve ‘Ben vefât ettiğimde, bunu kefenime sararsın. Bununla Allâhü Teâlâ'nın huzûruna çıkayım' buyurdu. (Menâkıb-ı Çâryâr-ı Güzîn)
11 Mayıs 2017 Perşembe
Gerçeğinle Yüzleşmeye Hazır Mısın?
Gerçeğinle Yüzleşmeye Hazır Mısın?
Ey nefsim, kendi gerçeğinle yüzleşmeye hazır mısın?
Hesaptan önce hesap vermeye ne dersin?
Halkın sevgisini ararken, ALLAH’ın (cc) nefretinden emin misin?
Kendine karşı sadakatini kaybetme…
“Elest” bezmindeki ahd-ü misakını unutma…
Ey kendi başına buyruk nefsim!
Sevdaların, korkuların, kaygıların?!
Evet biraz açar mısın? Kalp ritmini zorlayan heyecanlarından bahsetsene!
Hangi limana demir attın ?
Göze gireyim derken, gözden düştüğünün farkında değilsin…
Övünmek ve saygınlık kazanmak için bu ne hırs?
Kendini beğenen nefsim şöyle demen gerekmiyor mu ?
“RABBİM BENİ BANA BEĞENDİRME.”
Bilmediklerine “ben bilirim” demekten vazgeçmeyecekmisin?
Hala “bilmiyorum” demeyi bir nâkısa (eksiklik) olarak mı göreceksin ?
NEFSİM !
Kitabın’a karşı neden soğuksun?
Namaza neden ağırsın?
Kardeşlerine niçin mesafelisin?
Dunyaya ve dunyalıklara meraklı, Ahiret’e duyarsızsın…
Hangi kulvarda geziniyorsun?
Başını almış nereye gidiyorsun ?
Ne zaman samimi olacaksın…
Riya ile kendine zulmetme…
Toplum içinde kıldığın namaz ile yalnız iken kıldığın namaz arasındaki farkı nasıl izah edeceksin?
Nefsim! Rabb’imin “Feveylün” (Yazıklar olsun) dediğini duymuş olman lazım…
Namazında_kendine yazık etme…
Riya bulaşan namaz başına bela olmasın…
Okuduğun Kur’an-i Kerim sana zulmetmesin…
Nice Kur’an-ı Kerim okuyanlar var ki, Kur’an onlara lanet eder.
Bunu biliyorsun. Ey kendine zulmeden nefsim!
Günah işlemekte ne kadar cesursun…
Ateşe dayanma gücünü nerden alıyorsun?
Nefsim ebedi ve ezeli düşmanına, şeytana açık veriyorsun…
Düşmanını küçümsüyorsun…
Nefsim! Niçin susuyorsun?
Çünkü suçlusun… Haydi itiraf et… Dönsene… Gel tevbeye…
Ey nefsim hala kendini temize çıkarmaya devam edecek misin?
Oysa Hz. Yusuf Nebi şöyle diyordu: “Ben nefsimi temize çıkarmıyorum.” Yusuf’un (as) yapmadığı tezkiyeyi yapıyorsun. Bak dinle Kur’an-ı Kerim ne buuruyor: “Nefislerinize tezkiye etmeyiniz.” (Necm- 32)
Ey nefsim! Kendini güvende mi hissediyorsun?
Oysa Hz. Muhammed (s.a.v), kızı Fatıma’ya (ra) güvence vermemişti… “Kızım Fatıma nefsini ateşten koru, kıyamet günü senin için elimden bir şey gelmez.”
Yoksa kimsenin bilmediği güvencelerin mi var?
Hz. Muhammed’in (sav) kızına vermediği garantiyi sana veren mi var?
Nefsim topraktan geldiğini unutmuş gibisin…
Azrail (as) ile randevunu erteledin mi yoksa?
Ey yaşam hırsı ile sersem hırsım!
Hz. Muhammed’den (sav) geriye kalan neydi?
Nefsim! Mutmain misin? Samimi misin? Haydi Rabbine dön!
Sen dönmek istemesende dönüş O’nadır…
Sen Rabb’inden? Rabb’in senden razımı?
Uyarıya muhtaç nefsim, kendini müstağni görme…
Yoksa samimiyetsizliğini gizlemek için mi samimiyet edebiyatı yapıyorsun.?
EY NEFSİM! HALİS OL Kİ, HALAS BULASIN!
Şerife Şevval Kardelen
RESÛLULLÂH’A TÂBİ OLMAK FARZ-I AYINDIR
RESÛLULLÂH’A TÂBİ OLMAK FARZ-I AYINDIR
Resûlullâh'a tâbi olmak hiçbir halde terki câiz olmayan farz-ı ayındır. Ona muhâlefet etmek de İslam nimetinin yok olmasına çalışmaktır. İnanılması farz olan bir şeye inanmayıp terk etmek îmânı yok eder. Muhakkak Muhammed Aleyhisselam'ın ümmeti, ona tâbî olan kimselerdir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurdular ki:
“Arzu ve hevâsı benim getirdiklerime tâbi olmadıkça sizden hiçbiriniz îmân etmiş olmazsınız!”
“Kim benim sünnetimi (amel etmeyerek) zâyi ederse, ona şefâatim haram olur.”
“Kim benim sünnetimi ihyâ ederse beni sevmiş olur. Beni seven kimse de kıyâmet günü cennette benimle beraber olur.” (Kenzü'l-Ummâl)
“Kim benim sünnetimi (amel etmek sûretiyle) muhâfaza ederse Allâhü Teâlâ ona dört haslet ikrâm eder: İyilerin kalbinde ona karşı muhabbet, kötülerin kalbinde heybet, rızkında bolluk ve dîninde itimat.”
Müslümanların amel etmesi ve kuvvetle sarılması gereken sünnet; ilk üç asrın, yani Resûlullah Efendimizin ve onu gören Ashâbı'nın ve Ashâbı gören tâ'biîn'in ve onlardan sonra gelenlerin itikâd, amel ve ahlâkına uymaktır.
Bunlardan sonra, dinde onların gittiği yola uymayan şeyler ihdâs etmek ise bid'attir. Dindeki her bid'at dalâlettir, sapıklıktır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Kim dînimiz hakkında, ondan olmayan bir şey ihdâs ederse bu reddolunmuştur.” buyurdular.
Ashâb-ı Kirâm (rıdvânullâhi aleyhim ecmaîn), az veya çok olsun, büyük veya küçük olsun, muâmelede veya ibâdette veyahut zikirde olsun, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) zamanında olmayan bir şey ihdâs eden kimselere şiddetle karşı çıkar, onları reddederlerdi.
Müslümanlar, Peygamber Efendimizin (s.a.v.) sünnetine sımsıkı sarılmalı, onunla amel etmeli, başkalarını da buna davet etmeli; bid'atlere meyletmemeli ve bid'at ehlinin sözlerine kulak vermemelidir. (Şerhu Şir'atü'l-İslâm)
10 Mayıs 2017 Çarşamba
BERÂT GECESİNİN FAZİLETLERİ
BERÂT GECESİNİN FAZİLETLERİ
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurdular:
• Şa’bân ayının yarısı olunca gecesinde kâim olunuz (namaz kılınız), gündüzünde oruç tutunuz. (Sünen-i İbn-i Mâce)
• “Her kim bu (Berât) gece(sinde) yüz rek’at namaz kılarsa, Allâhü Teâlâ ona yüz melek gönderir. Bunlardan otuzu ona cenneti müjdeler, otuzu cehennem azâbından emniyette olduğunu söyler, otuzu da dünyâ âfetlerini ondan geri çevirir. On melek de o kimseyi şeytanın tuzaklarından muhâfaza eder.”
• “Kim şu beş geceyi ihyâ ederse o kimseye cennet vâcib olur: Terviye gecesi (Arefeden önceki gece), Arefe gecesi, Kurban Bayramı gecesi, Ramazan Bayramı gecesi, Şa’bân’ın on beşinci gecesi.” (et-Tergîb ve't-Terhîb)
Berât gecesinin husûsiyetlerinden bazıları:
• Hikmetli her iş -kulların rızıkları, ecelleri ve sâir işleri bu gecede ayırt edilir; yazılır.
• Bu gecede ibâdet etmek çok fazîletlidir.
• Bu gecede rahmet iner. Hadîs-i şerîfte:
“Şa'bân ayının yarısı olduğu (on beşinci) gece de Allâhü Teâlâ(nın rahmeti) dünya semâsına iner...” buyuruldu.
• Mü'minler mağfiret olunur, günahları bağışlanır.
• Resûlullah Efendimize (s.a.v.) tam şefâat salâhiyeti bu gecede verilmiştir.
Peygamber Efendimiz Şa'bân'ın on üçüncü gecesinde Allâhü Teâlâ'dan ümmeti için şefâat istedi. Allâhü Teâlâ, ümmetinin üçte biri için şefâat izni verdi.
On dördüncü gecesi, kalan ümmeti için şefaat istedi.
Allâhü Teâlâ ümmetinin üçte ikisine şefaat izni verdi.
On beşinci gecesi, kalan ümmeti için şefaat izni istedi.
Allâhü Teâlâ -devenin sâhibinden kaçtığı gibi Allâhü Teâlâ'dan kaçanlar hariç- ümmetinin tamamına şefâat etmesine izin verdi.
• Bu gecede zemzem suyunun âşikâr bir şekilde artması Allâhü Teâlâ'nın bir sünneti (âdet-i ilâhîsi)dir. Bunda ilâhî ilimlerin, hakîkat ehlinin kalbinde artacağına işâret vardır.
قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: ... فَإِنَّ اللهَ يَنْزِلُ فِيهَا لِغُرُوبِ الشَّمْسِ إِلَى سَمَاءِ الدُّنْيَا فَيَقُولُ أَلَا مِنْ مُسْتَغْفِرٍ لِي فَأَغْفِرَ لَهُ أَلَا مُسْتَرْزِقٌ فَأَرْزُقَهُ أَلَا مُبْتَلًى فَأُعَافِيَهُ أَلَا كَذَا أَلَا كَذَا حَتَّى يَطْلُعَ الْفَجْرُ. (هـ)
“Muhakkak Allâhü Teâlâ Şa’bân ayının on beşinci (Berât) gecesi akşam olunca dünya semasına (rahmetiyle) tecelli eder ve sabah namazı vakti oluncaya kadar ‘Benden mağfiret dileyen yok mu, onu mağfiret edeyim, benden rızık isteyen yok mu, onu rızıklandırayım, belâya uğramış yok mu, ona âfiyet vereyim. Şöyle olan yok mu? Böyle olan yok mu?’ buyurur.” (Hadîs-i Şerîf, Sünen-i İbn-i Mâce)
8 Mayıs 2017 Pazartesi
HAKKI ŞİKAYET ETMEMEK
HAKKI ŞİKAYET ETMEMEK
Sana tavsiye: İhsan edildiğin hiçbir hayrı kimseye söyleme… İsterse bu dostun olsun…
Sonra… Hikmeti icabı sende yapacağı ve tecrübe için vereceği bazı belalardan dolayı Allah’ı (CC) ithama kalkışma… Bil ki; sana düşen vazife, bela olursa sabır göstermektir, hayra da şükretmek…
Nimeti bulmadan bulmuş gibi görünüp şükretmek, içinde bulunduğun bir felaketi şikayet etmekten daha iyidir…
Nimet-i İlâhiye’den mahrum olan tek kişi gösterebilirmisin? Hayır!.. İşte ayet:
– “Allah’ın (CC) nimetlerini saymağa kalksanız bitiremezsiniz…”
Sende o kadar Nimet-i İlâhiye var ki; hiç birini görmek istemiyorsun…
Kalben hiçbir mahluka gönül verme. Ve, kalben hiçbir kimse ile ünsiyet etme…
Bulunduğun hali kimseye anlatma. Ülfetin Allah’a (CC) olsun. O’na (CC) güven.
Derdini O’nun (CC) kuvvetiyle O’na (CC) açarsın… Arada ikinci bir varlık göremezsin… Çünkü başkası varlığını ispat edip zarar veya menfaat vermeğe haklı değildir. Belayı senden yine O (CC) defeder. İzzeti ve zilleti O (CC) meydana getirir… O’ndan (CC) başkası ne yükseklik vaad eder; ne de aşağı derecelere indirir.
Başkası ne zengin edebilir, ne de fakir. Ve hiçbir şeyi hareket ettiremez ve durduramaz. Hepsini HakK (CC) yaratır ve hepsi O’nun (CC) yed’inde ve O’nun (CC) iznindedir. Her şey O’nun (CC) emriyle cereyan eder ve yürür. Her şey muayyen vakte bağlıdır. Kafi derecede gelir. Sonra gelecek evvel gelmez. Evvel gelecek de
sonraya kalmaz. Allah-ü Teala (CC) şöyle buyuruyor:
– “Allah (CC) sana bir zarar verecekse alacak yine O’dur (CC). Şayet sana bir hayır murat edecekse, o hayrı senden çevirecek yoktur.”
İhsanını istediği kullara verir. O (CC) hem Rahîm (CC), hem de Gafûr’dur (CC)…
Afiyette bulunduğun halde Hakk’ı (CC) şikayete kalkışma. Yanında Allah’ın (CC) bol nimeti olduğu halde fazlasını isteme. Sana verdiği nimeti görmez olup inkar yoluna sapma. Bu halin bir nevi istihza olur. Sonra, Allah-ü Teala (CC) seni inceden inceye hesaba çeker. Dünyada belanı arttırır, ahirette ise seni azarlar. Cehenneme atar.
Sonra, seni manevi halden soyar, rahmet nazarını senden çeker.
Hakikaten şekva[1] etmekten sakın. Etlerin makaslarla parça parça doğransa da itiraz yoluna sapma.
Sakın ha sakın itiraz etme:
– “Allah (CC), Allah(CC)…” De… Kurtuluş iste. Fakat şekva etmekle değil. Hazer[2] et… Yanlış yola sapmaktan kork. Şekva yolunu tutmaktan çekin. Çünkü ademoğlunun başına gelecek belalar ancak itirazından dolayı gelir…
O (CC), Erhamerrâhimîn olduğu halde, nasıl O’ndan (CC) şikayet edilir? Hakîm (CC), Habîr (CC); kullarına en çok acıyan ve lütfunu esirgemeyen O (CC) olduğu halde, nasıl O’ndan (CC) dert yanılır? O (CC), kullarına zulmetmez. Kuvvetli, işinden iyi anlayan bir doktora kızılır mı? Evladına acıyan bir ana cinayetle itham edilir mi?
Peygamber (CC) Efendimiz şöyle buyuruyor:
– “Allah-ü Teala (CC) kuluna çok merhamet eder; bir ananın evladını o kadar esirgemesi imkansızdır.”
Ey zavallı, Allah’a (CC) karşı edep tavrını takın. Zorla gelen belaya sabret, sabretmeye çalış. Güçlükle de olsa kendini bu yola uydurmaya alıştır. Rıza ve muvafakat yolunu tut. Maneviyattan az buçuk nasibin varsa, bu yolu tutarsın.
Hakikaten bu yola devam edersen eşi bulunmaz bir cevher olursun. Aksi halde her şey elinden gider, artık bir daha bulmana da imkan kalmaz.
Allah-ü Teala’nın(CC) şu ayetini dinle:
– “Kıtâl[3] size farz oldu. Halbuki siz bundan hoşlanmazsınız… Bununla beraber sizin sevdiğiniz şey iyi olabilir, sevdiğiniz şey belki de fenadır; bunu siz anlayamazsınız, ancak Allah (CC) bilir.”
Çünkü hakikat ilimleri gizlidir. Böyle olunca, her hangi bir şeyi hissiyatına göre iyi veya kötü görerek uygunsuz bir yola sapma.
Eğer takva halinde isen, Allah’ın (CC) emirlerine uymaya bak. Böyle olmak, yolumuzda ilk basamağı teşkil eder. İkincisi velayet halidir. Burada da sakin ol.
Hiçbir işe karışma. Nefsini güzelleştirmeye bak. Haddi hiçbir zaman aşma. Son mertebe gavs’lık, bedeliyet hallerine vardığın zaman, kader yolunda sıddıkiyet mertebesine çıktığın zaman, bütün yolları gönlüne aç. Yalnız, nefsine meydan verme. Kötü isteklerini araya sokma.
Dilini şikayetten sakla…
Bu halleri özüne benimsettikten sonra, her şey sana hoş gelir. Gelecek hayır olursa senin için güzelleşir. Şer gelirse korkma; seni, taat ibadet yolunda felaketlerden Hakk (CC) saklar. Seni o beladan dolayı halka rüsvay etmez. Hatta, o belanın, gelip gidişinden senin haberin bile olmaz. Bir karanlığın
gelişi gibi, akşam gelir; gün doğunca gider. Gidince de her taraf ışıkla dolar. Ve o bela, senin için sıcak karşısında yok olan soğuk gibi olur.
Bu anlatılan güzel işleri, kendine örnek al ve misallerden ibret almaya çalış. Bu bela geldikten sonra günaha, kötülüğe yaklaşma… Kerim olan Mevlanın (CC) huzuruna günahla giremezsin. Oraya ancak iyiler girerler. O (CC), kapısına ancak
temizleri sokar. Kapısına ancak bütün manevi hastalıklardan beri olanları alır. Nasıl ki, bir padişahın huzuruna, bütün koku ve kirlerden temiz olanların girmesi icap eder. Hak’ka da (CC) ancak saf, temiz olanlar gider.
Beladan korkma….
Onlar günahlara kefaret olur. Nasıl ki; Peygamber (SAV) Efendimiz bu hali işaret ederek:
– “Bir günlük sıtma, bir yıllık günaha kefaret sayılır.”
Buyurmuştur. Zahirde bela gibi görünen haller, seni daha da olgunlaştırır; bulunduğun hali muhafaza hakkı sana tanınır. İlahi sırları saklamaya emin görünürsün. Kalbin nurlanır, gönlün açılır. Lisanında bir fesahet olur. Bu fesahetin sebebiyle hikmetli konuşmalar yaparsın. Sana muhabbet, sevgi yolları açılır, hep
bunları anlatırsın… Sendeki bu üstünlük sebebi ile herkesin sevdiği bir varlık olursun. İnsanlar da seni sever, başka yaratılmışlar da… Dünya da sana koşar, ahiret de….
Sen artık Allah’ın (CC) sevgilisi oldun. Her şey seni sevmeğe başlar. Mahlukatın sevgisi, Hakk’ın (CC) sevgisine bağlıdır. Aynı şekilde buğzu da, O’nun (CC) buğzuna bağlıdır.
Allah (CC) seni sevince; seni her şey sever. Buğzedince de her varlık sana düşman olur.
Bu makama yetiştiğin zaman Hakk’a (CC) kavuşmuş olursun. Kendi varlığın gider.
Bir şey dileyemez olursun. Yanılıp da istekte bulunacak olsan, alacağın zaman bir de bakarsın ki, o şey kaybolmuş gitmiş.
Bu halinde, dünyadan sana pek az nasip verilir. Asıl çoğu senin için öteki aleme saklanır. Burada isteyip alamadığını ötede bol bol alırsın. Bunların arasında o kadar büyük nimetler vardır ki, akıl bir türlü onun aslına eremez… Yükseğin yükseği ve gönlün mesrur olacağı her büyük nimet orada bulunur…
Eğer bunları beklemeden, bu meşekkâtli teklif evinde onlara kavuşmak istersen, az bir şey alabilirsin, fakat buna mukabil kalbin safiyeti gider, basiretin söner. Asıl istenen ve tahakkuku ahirete kalan nimetlere kavuşmaktan mahrum edilirsin.
Halbuki senin isteyeceğin ne dünyaya ne de ahirete ait olmalı; sebepleri yaratan, yeri seren, semayı yükselten Mevla (CC) olmalı. Halbuki sen, ne buranın, ne de öteki alemin nimetini beklemeden az bir dünyalığa razı oluyorsun.
Kullarına doğru yolu O (CC) nasip eder, O (CC) Sübhân’dır (CC), en iyiyi bilen O’dur (CC)…
[1] Şikayet, hoşnutsuzluk, sızlanma
[2] Sakınma,korunma, kaçınma
[3] Savaş, birbirini öldürme
Kaynak : Futuhu`l Gayb – Abdulkadir Geylani Hazretleri
Eyy Bacım Boş Ver Kim Ne Derse Desin
Eyy Bacım Boş Ver Kim Ne Derse Desin
Unutma!
Sen Ümmet-i Muhammedin Umudusun
Sen Ey İffeti Hz. Meryem’den günümüze taşıyan hayâ ve edep timsali bacım!
Gör ki günümüz hayâdan utanan, iffeti ayıplayan, edebi aşağılayan insan müsveddesi hemcinslerinle dolu…
Hemcinslerin, şeytanın süslü ve cazibeli gösterdiği hayatların gönüllü cariyeleri, şehvetperest çağdaşların doymak bilmez nefs sofralarının mezesi, yitirilen kadınlık onuruyla veyl deresinin yolcusudurlar bugün…
İşte sen, günümüze iffet güneşi olarak doğmak zorundasın bu yüzden…
Allah’ın (cc) sana emrettiği tesettürünle, tesettürünü tamamlayan hayâ ve edebinin çevreye salacağı ışığınla şeytanın karanlığa gömdüğü kadınlık onurunu diriltmelisin yeniden…
Senin yaydığın hayâ ışığından rahatsız olanlar, insanlığın kurtuluş ümidi olmanı engellemek için hassas kalbinin kaldıramayacağı eza ve sıkıntılar vereceklerdir sana…
Öyle ki, varisi olduğun Meryem annemiz gibi; “keşke ben bundan önce ölmüş olsaydım da unutulup gitseydim” temennisinde bulunacaksın belki de…
Ama yine de Allah’ın dinini yaşarken yaşadığın zorlukları Rabbine sunacağın bir hediye ve imanını güçlendiren bir takviye olarak görmeli, Allah’ın her an yanında olduğunu bilerek “…mahzun olma, çünkü Allah bizimle beraberdir… diye fısıldamalısın yüreğine…
Tıpkı Meryem annemiz gibi adak olmalısın Allah’a, Allah’ın dinine ve Allah’ın Peygamberine… Sanki Hz. Zekeriya’nın mübarek elinde yetişen güzel bir bitki’ misali açmalısın çağımızın edep ve hayâdan nasipsiz kalmış çöllerinde…
Görevin ağır senin, çünkü çürümüş toplumu tedavi edecek, karanlığa gömülmüş gönülleri aydınlatacak, yolunu kaybetmişleri selamet sahillerine ulaştırmak için kılavuz görevini üstlenecek, dalalet bataklığına düşmüşlere hidayet ipini sarkıtacak İsa’lara (as) annelik yapacak sensin yine…
Ey müslüman bacım!
Sen ümmetin yarısısın, Diğer yarısını da doğuransın, Dolayısıyla sen, Ümmetin bütünüsün. Sevdan ulvi, görevin kutsal, hedefin mukaddestir senin! Her zamankinden daha muhtaçtır bugün insanlık sana ve her zamankinden daha bir iştiyakla bekliyor seni…
Şerife Şevval Kardelen
Bütün İlimler Peygamberlerden Gelmiştir.
Bütün İlimler Peygamberlerden Gelmiştir.
İlimler içinde en muteber olan ilim Kur’ân ilmidir. Kur’ân-ı Kerîm’de bütün ilimler vardır. Onun için bir kimse Kur’ân hâfızı olup onun îcâbıyla amel etse, cehennem ateşinden kurtulduğu gibi cennette derecesi başkalarından da yüksek olur. Zira o vakitte ona “oku ve yüksel” derler. Kur’ân-ı Kerîm’i başından sonuna kadar hem okur, hem de derecelerle yükselir.
Müslüman, evladını dört yaşını dört ay geçtiğinde dinini öğretmesi için hocaya götürmelidir.
Bir kimse hâfız değilse bari her gün Mushaf-ı Şerîf’in yüzünden olsun bir miktar okumalıdır. Geceleri okumak daha faziletlidir. Zira gece, kalp dünya fikirlerinden sâfî olur. İnsan gündüzün yorgunluğundan dinlenmiştir.
Allâhü Teâlâ gündüzü helâl rızık kazanılması için yaratmıştır. Bütün kazanç yolları bize babamız Âdem Aleyhisselâm’dan kalmıştır. Âdem Aleyhisselâm meşgûl olduğu işlerin tamamını evladlarına öğretti. Bu cihetten her zanaatın aslı Allâhü Teâlâ’dandır. Yani bir şey Hak Teâlâ tarafından öğretilmedikçe insan aklı ona yetmez. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de karga hikâyesi malumdur.
Âdem Aleyhisselâm’ın oğlu Kâbil, kardeşi Hâbil’i öldürdüğünde uzun müddet sırtında taşıyıp ne yapacağını bilemedi. Sonunda bir karganın bir kargayı öldürdüğünü ve sonra gagasıyla bir çukur kazıp onu toprağa gömdüğünü gördü. Bunun üzerine Kâbil: “Yazık bana ki bu kadar zamandır kardeşimi sırtımda taşıdım da onu karga gibi yer altına defnetmeyi bilmedim.” dedi ve orada bir kabir kazıp onu defnetti.
Kaynak : İ. Hakkı Bursevî, Tuhfe-i Atâiyye
Tesettürü Moda`ya Değil Ayet’e Uydur…
Tesettürü Moda`ya Değil Ayet’e Uydur…
Bizi adım adım tarihinizden, dininizden uzaklaştıran bu yapılanmayı görün artık.
Tesettürünüzü santim santim açarak iffetinizi çiğneyenlere muhabbet izhar etmeyiniz.
Sen açıldıkça, sen tessettürü modaya uydurdukça, küfür yobazları bayram yaptı. “Çağdaşlık işte bu“; “Açıl kızım utanma, bu devrin modasıdır.” Denildi.
Bugün öyle bir noktaya gelindi ki bu hali ne Yahudilik, ne de Hritiyanlık kabul etmekte.
Hayvandan daha aşağı hayatı yaşamanın adı çağdaşlık oldu.
Hayvanlar arasında bile kıskançlık duygusu var.
Sahillerde eşlerini soyup erkeklere gösterenleri hangi vicdanla anlayacaksınız?
Gece kulüplerinde, gazinolarda sarhoş kusmukları arasında eşlerini dansa kaldıranları; resmi bayramlarda kızını bir erkekle göğüs göğüse dans ederken seyreden babaları, insaniyetin hangi özelliğiyle anlatacaksınız?
Şerife Şevval Kardelen
ARAZİ-TOPRAK MAHSULLERİNİN ZEKÂTI: ÖŞÜR
ARAZİ-TOPRAK MAHSULLERİNİN ZEKÂTI: ÖŞÜR
Öşür arâzisinden çıkan mahsûlün zekâtına, -onda bir (1/10) demek olan- öşür denilmiştir. Öşür; âyet, hadîs ve icmâ ile sâbit bir farzdır. Âyet-i kerîmede (meâlen): “Ey îmân edenler! Kazandıklarınızın ve yerden sizin için çıkardıklarımızın temiz (helâl) lerinden infâk edin (zekât ve öşür verin). Gözünüzü yummadan (sıkılmadan) alıcısı olmadığınız şeylerin yaramazını vermeye yeltenmeyin. Ve bilin ki Allah Ganî'dir (sadakalarınız sizin menfaatiniz içindir) ve Hamîd'dir (herkes Allâh'a hamd ve şükür borçludur).” (Bakara Sûresi, âyet267) buyurulmuştur.
Bir arâzî, yağmur, çay veya ırmak sularıyla sulanırsa mahsûlâtı onda bir nisbetinde; dalyanlar, dolablar, hayvanlar veya satın alınacak sular ile bütün sene veya senenin yarısından fazla sulanırsa yirmide bir nisbetinde öşür verilir. Tohumlar veya amele ücretleri vesâir masraflar bundan düşülmez.
Öşürde, arâzî sâhibinin akıllı, bâliğ (ergen), zengin olması şart değildir. Öşürde itibâr, arâzî sâhibine değil, arâziyedir. Yânî, mal sâhibi; çocuk, deli veya fakir de olsa öşür ile mükelleftir.
Altın, gümüş, para ve ticâret mallarından yılda bir defa zekât vermek lâzımdır. Arâzide ise yılda kaç mahsûl elde edilirse, hepsinden ayrı ayrı öşür vermek lâzımdır. Diğer malların zekâtında, malın-paranın üzerinden bir yıl geçmesi şart olduğu hâlde, mahsûllerde bir yıl geçmesi îcâb etmez.
Bal, ceviz, susam, fındık, fıstık, çam fıstığı, payam (badem), zeytin, pamuk, palamut, pelit, keten tohumu, şeker kamışı, şeker pancarı, çay yaprağı, çayır otu, dut yaprağı, fesleğen yaprağı, buğday, mısır, pirinç, nohut, mercimek, bakla, fasulye, soğan, sarımsak, kavun, karpuz, salatalık, üzüm, incir, elma, armut, şeftali, erik gibi her türlü mahsülden ve yulaf, fiğ, burçak gibi her türlü hayvan gıdasından öşür verilir.
Öşrü verilen üzüm bağının içinde meyve ağaçları olsa veya bağ arasında soğan, sarımsak ekilse, o ağaçların meyvelerinden ve ekilenlerden de öşür vermek lâzımdır. Öşür arâzisi içinde, ekilmediği hâlde kendiliğinden çıkan mahsûlden de öşür verilir.
Hülâsâ, İmâm-ı A'zam Hazretleri: “Arâzîden elde edilen mahsûlün azında da çoğunda da öşür farzdır.” buyurdular.
7 Mayıs 2017 Pazar
“MÜ MİNİN NİYETİ AMELİNDEN HAYIRLIDIR”
“MÜ MİNİN NİYETİ AMELİNDEN HAYIRLIDIR”
Resûl-i Ekrem (sallallâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz:
“Mü’minin niyeti amelinden hayırlıdır” buyurmuşlardır. Zira amelin sonu var, niyetin ise sonu yoktur.
Mü'minin ömrü kısa da olsa Müslüman olarak öldüğünde cennette ebedî kalır, cehenneme girse bile ebedî kalmaz.
Kâfir ise ömrü ne kadar kısa olsa da cehennemde ebedî kalır.
Eğer mücâzât yani âhirette verilen karşılık, işledikleri amele göre olsaydı bu iki sınıftan her biri; yani mümin cennette, kâfir cehennemde ebedî olarak kalmazlardı. Lâkin cennet yahut cehennemde ebedî kalmak niyetlerine göredir.
Zira Müslümanın niyeti ebedî olarak Müslüman kalmaktır. Kezâ kâfirin niyeti de ebedî olarak küfürden dönmemektir.
Ebedî nimet yahut ebedî azâb, ebedî niyetlerine karşılıktır. (Zehretü'r-Riyâz)
DÖRT DEFA HAMDEDERİM
Allâhü Teâlâ'ya her halde, yani nimette (hamdedildiği gibi) dünyaya ait bir musibette de Allâh'a hamd etmelidir.
Hz. Ömer'in (r.a.) Kûfe'ye kâdı tayin ettiği Tâbiîn'in büyüklerinden Kâdı Şureyh (r.a.) dedi ki:
“Başıma dünya nimetleri ile alâkalı bir musibet geldiği zaman Allâhü Teâlâ'ya dört defa hamdederim.
1- Gelen musibet daha büyük olmadığı için hamdederim.
2- O musibete sabır nimetiyle beni rızıklandırdığı için hamdederim.
3- Sevab umarak o musibetten dolayı “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn” (Meâli: Biz herhalde Allâh'ın kullarıyız ve nihâyet ve behemehal ona dönüp varacağız) demeye muvaffak kıldığı için hamdederim.
4- O musibet dînimle alâkalı bir şey olmadığı için hamdederim.” (Şuabü'l-Îmân)
5 Mayıs 2017 Cuma
Hutbe: BERAT KANDİLİ (05.05.2017)
BERAT KANDİLİ
(05.05.2017)
Muhterem Müslümanlar!
10 Mayıs Çarşamba gecesi Ramazan ayının habercisi mübarek Berat Kandili’dir. Mü’minler olarak, Yüce Allah’ın affına, merhametine, yardım ve bereketine vesile olan böyle bir geceye erişecek olmanın heyecan ve mutluluğunu yaşıyoruz. Hamdolsun.
Değerli Kardeşlerim!
Günah, borç ve cezadan kurtulmak gibi anlamlara gelen Berat, günahlardan arınma, Rabbimizin rahmet ve mağfiretine ulaşmanın adıdır. Allah’ın affı ve bağışlamasının çok olacağı müjdelendiğinden bu geceye Berat gecesi adı verilmiştir.
Yüce Allah, bu gecede ilahi rahmetini bol bol indirmekte, rızık ve şifa kapılarını sonuna kadar açarak bizleri sonsuz ikramlarına davet etmektedir. Nitekim Sevgili Peygamberimiz (sav) bu gecenin af ve mağfiretimiz bakımından nasıl bir fırsat gecesi olduğunu şöyle anlatmaktadır: “Şaban ayının onbeşinci gecesini ibadetle geçirin, gündüzünde de oruç tutun. Çünkü Yüce Allah, bu gece rahmetiyle tecelli eder ve insanlara şöyle seslenir: ‘Tevbe eden yok mu; tevbesini kabul edeyim. Rızık isteyen yok mu; rızık vereyim. Şifa isteyen yok mu; şifa vereyim. Başka isteği olan yok mu; ona da istediğini vereyim.’”1
Aziz Mü’minler!
Evet, Berat gecesi, af ve mağfiret gecesidir. Sevgili Peygamberimiz (sav), bu gece vesilesi ile pek çok kişinin Rabbimizin af ve mağfiretine nail olacağı müjdesini vererek şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teala rahmetiyle Şaban ayının onbeşinci gecesi dünya semasında tecelli eder ve Kelb Kabilesi’nin koyunlarının kıllarının sayısından daha fazla kişiyi bağışlar.”2
Bu itibarla, Berat gecesini idrak eden herkes yüce Allah’ın; “Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah bütün günahları affeder. Çünkü o çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.”3 müjdesinin farkına vararak kendi özüne dönmeli, ümitlerini canlandırmalı, bağışlama ve bağışlanma duygularını güçlendirmelidir.
Değerli Mü’minler!
Bu ve benzeri geceler iman, ibadet ve düşünce bakımından kendimizi yenilememiz; geçmişimizi muhasebe, geleceğimizi planlama ve ümitlerimizi tazelememiz için büyük bir fırsattır. Bu gece münasebeti ile içimizdeki rabbanî sesine kulak vererek günahlarımıza tövbe edelim. Kendimiz, ailemiz, ülkemiz, bütün Müslümanlar ve insanlık için Allah’a dua ve niyazda bulunalım.
Bu gecenin, çağın getirdiği sıkıntılarla bunalan, manevi hayatın ihmali ile daralan kalplerimize bir şifa ve insanlığın barış, huzur ve saadetine vesile olmasını yüce Allah’tan niyaz eder, hepinizin Berat kandilini tebrik ederim.
1 İbn Mace, Sünen, İkametüs-Salat 119.
2 Tirmizi, Savm, 39.
3 Zümer, 39 / 53
Süleyman MALKOÇOĞLU
Mescidü’l-Furkan Camii Din Görevlisi/Köln
Hutbe: Nacht der Vergebung (Berat) (05.05.2017)
Nacht der Vergebung (Berat)
(05.05.2017)
Ehrenwerte Muslime!
Als Vorbote des Ramadans ist die Nacht des nächsten Mittwochs am 10. Mai die gesegnete Nacht der Vergebung. Als Gläubige empfinden wir die Freude und Aufregung, eine solche Nacht, die Gelegenheit für die Vergebung, Barmherzigkeit, Hilfe und den Segen des erhabenen Allahs ist, zu erleben. Lob und Preis sei Allah.
Meine verehrten Geschwister!
Berat ist der Begriff dafür, die Barmherzigkeit und Vergebung Allahs zu erlangen und es hat die Bedeutung der Erlösung von Sünden, Schulden und Strafe. Diese Nacht wurde als Nacht der Vergebung bezeichnet, weil verheißen wurde, dass Allah in dieser Nacht besonders viel Vergebung und Sündenbegnadigung übt.
Der erhabene Allah lässt in dieser Nacht seine göttliche Barmherzigkeit besonders reichhaltig herab, öffnet die Türen der Gaben und Heilung bis zum Anschlag und lädt uns damit zu seinen unendlichen Gaben ein. Schließlich erklärt unser geliebter Prophet (s) die Gelegenheit dieser Nacht für die Vergebung und Sündenbegnadigung wie folgt: “Verbringt die Nacht des fünfzehnten des Monats Schaban mit Gottesdienst und dessen Tag mit dem Fasten. Denn Allah, der Erhabene, offenbart sich in dieser Nacht mit seiner Barmherzigkeit und ruft den Menschen wie folgt zu: “Gibt es Niemanden, der seine Sünden bekennt (tauba), dessen Reue ich annehme? Gibt es Niemanden, der um Gaben bittet, den ich beschenke? Gibt es Niemanden, der um Heilung bittet, dem ich Genesung schenke? Gibt es Niemanden, der andere Wünsche hat, dem ich erfülle, was dieser wünscht?”1
Geehrte Gläubige!
Ja, die Berat-Nacht ist die Nacht der Vergebung und Sündenbegnadigung. Unser geliebter Prophet hat verheißen, dass aufgrund dieser Nacht sehr viele Menschen die Vergebung und Sündenbegnadigung Allahs ernten werden indem er sagte: “Allah offenbart sich in der fünfzehnten Nacht des Monats Schaban auf den Weltenhimmel und vergibt noch mehr Menschen als die Wollhaare der Schafe des Stammes Kalb.”2
In diesem Sinne sollte sich jeder Mensch der folgenden Verheißung Allahs bewusst werden: “Verliert nicht die Hoffnung auf Allahs Barmherzigkeit. Gewiß, Allah vergibt die Sünden alle. Er ist ja der Allvergebende und Barmherzige.”3 und jeder sollte eine Kehrtwende zu seinem eigenen Wesen machen, seine Hoffnungen auferwecken und seinen Willen bestärken, andere zu vergeben sowie den Willen für die Vergebung für sich zu bestärken.
Verehrte Gläubige!
Diese und ähnliche Nächte sind große Gelegenheiten für uns, uns selbst aus Sicht unseres Glaubens, unserer Gottesdienste (ibada) und Gedanken zu erneuern. Auch sind sie Gelegenheiten, uns selbst für unsere Vergangenheit in Rechenschaft zu ziehen, unsere Zukunft zu planen und unsere Hoffnungen zu erneuern. Lassen sie uns aus Anlass dieser Nacht der göttlichen Stimme Gehör verleihen und reumütig um Begnadigung unserer Sünden bitten (tauba). Lassen sie uns durch Bittgebete und Wünsche an Allah wenden für uns selbst, unsere Familie, unser Land, alle Muslime und die ganze Menschheit.
Ich hoffe und wünsche von Allah, dem Erhabenen, dass diese Nacht dazu beiträgt, dass unsere Herzen, die aufgrund der gegenwärtigen Probleme bedrängt werden und die durch Vernachlässigung der spirituellen Praxis beengt werden, Heilung finden. Ich hoffe und wünsche, dass diese Nacht zum Anlass für den Frieden, das Wohl und Glück der Menschheit sein möge und gratuliere ihnen zur Nacht der Vergebung.
1 Ibn Madsca, Sunan, Iqamatu´s-Salah 119
2 at-Tirmidhi, Sawm, 39
3 Koran, az-Zumar, 39/53
Süleyman MALKOÇOĞLU
Religionsbeauftragter,
Mescidü’l-Furkan Moschee, Köln
2017-05-05
Alle Rechte vorbehalten. Kein Teil des Werkes darf in irgendeiner Form ohne schriftliche Genehmigung der DITIB reproduziert, vervielfältigt oder verarbeitet werden.
4 Mayıs 2017 Perşembe
Dert ve belâdan kurtulmak için okunacak duâ
Dert ve belâdan kurtulmak için okunacak duâ
Hadis-i şerifte buyuruldu ki,
“Birinize derd ve belâ gelince, Yûnüs Peygamberin duâsını okusun! Allahü teâlâ Onu muhakkak kurtarır.
Duâ şudur: Lâ ilâhe illâ ente sübhâne-ke innî küntü minez-zâlimîn”.
Yine hadis-i şerifte, “Sabah, kalkınca, üç kere Bismillâhillezî lâ-yedurru ma’asmihî şey’ün fil’ardı velâ fissemâ ve hüvessemî’ul’alim, okuyana akşama kadar, hiç derd, belâ gelmez” buyuruldu.
“Bismillâhirrahmânirrahîm ve lâ-havle ve lâ-kuvvete illâ billâhil’ aliyyil’azîm.” Duâsı da, ruhi hastalıklar ve bütün hastalıklar için okunur.
Derdlerden kurtulmak için ve murâda kavuşmak için beşyüz kerre okunur. Evvelinde ve âhirinde yüzer def’a salevât-ı şerîfe okuyup duâ etmelidir.
“Yâ Allahü biketehassantü ve biabdike ve resûlike seyyidine Muhammedin sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem estecertü.”
Kayak : 365 Gün Dua – Mehmet Oruç
dert beladan kurtulma duasi, bela dan kurtulma duasi
Ashâb-ı Bedir. EBÛ EYYÛB EL-ENSÂRÎ
Ashâb-ı Bedir. EBÛ EYYÛB EL-ENSÂRÎ
Ebû Eyyûb Hazretleri, Ensâr'dan ve Hazrec kabilesindendir. İsmi Hâlid bin Zeyd bin Küleyb en-Neccârî'dir.
Hicretten iki sene kadar önce Hac mevsiminde Mina'da Medînelilerden 73 kişi, canları uğruna Resûlullah Efendimizi (s.a.v.) koruyacaklarına bey‘at etmişti. İkinci Akabe Bey‘ati denilen bu bey‘atte Ebû Eyyûb Hazretleri de vardı. Medîne'ye döndüğünde Müslüman olduğunu ilan etti. Onunla birlikte zevcesi Ümmü Eyyûb de Müslüman oldu. İkisinin de Peygamber Efendimize büyük hizmetleri vardır. Peygamberimizin hicretini işitince gelişini beklediler, ona yardımcı olmak için hazırlıklar yaptılar.
Peygamberimiz (s.a.v.) hicrette Medîne'yi teşrîf ettiklerinde Ebû Eyyûb Hazretlerinin evine müsâfir oldu. Mescid-i Nebevî ve hâneleri yapılıncaya kadar (takriben yedi ay) orada kaldılar. Peygamberimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem), Ebû Eyyûb'u (r.a.), Mus‘ab bin Umeyr (r.a.) ile kardeş yapmıştı.
Ebû Eyyûb Hazretleri, Ashâb-ı Kirâm'ın büyüklerinden ve Kur'ân-ı Kerîm tefsîrini, haram ve helâli en iyi bilenlerinden idi. Daima nefsiyle cihâd ederdi. Son derecede mütevâzi idi. Bir vâizin: “Muhakkak dirilerin, amelleri, ruhlar âleminde ölülere gösterilir” dediğini işitince “Âh, -evvelce vefât etmiş olan- Ubâde bin Sâmit ve Sa‘d bin Ubâde amellerimi gördüklerinde nasıl mahcûb olurum” dedi. Hâlbuki kendisi Ashâb-ı Kirâm'ın en çok ibâdet edenlerindendi.
“Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) ‘Kostantıniyye surları (yanında) salih bir zat defnolunur' buyurdular. Ebû Eyyûb el-Ensârî bu hadîs-i şerîfi naklettikten sonra: ‘Umulur ki o salih zat ben olurum.” demiştir. (Ikdü'l-Ferîd)
Allah yolunda devamlı cihâd ederdi. Bedir'den itibaren Peygamberimizle birlikte bütün gazâlara iştirâk ettiği gibi Hulefâ-yı Râşidîn devirlerinde de birçok gazâlarda bulunmuştur.
Aslâ riyâset peşinde olmamıştır. Şehîd olduğu son İstanbul gazâsına henüz genç yaştaki Yezîd'in kumanda ettiği ordu ile gitmişti. Şöyle derdi: “Allâhü Teâlâ yüce kitâbında -meâlen-: ‘Gerek hafif, gerek âğır (hangi halde olursanız olun) Allah yolunda canlarınız ve mallarınızla cihâda çıkın. Bu sizin için daha hayırlıdır.' (Tevbe Sûresi, âyet 41) diye buyuruyor. Ben de bakıyorum, cihâdın kendime bazan hafif, bazan da ağır geldiğini görüyorum ve hep gazâya çıkıyorum.” (Cilâülkulûb ve Keşîü’l-Kürûb bi-Merâkıb-i Eyyûb)
3 Mayıs 2017 Çarşamba
28 yıllık emek heba oldu kahroluyorum!
28 yıllık emek heba oldu kahroluyorum!..Vayyy Beee…
Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez Bey, Gaziantep’te Kutlu Doğum haftası ile ilgili olarak son günlerde yaşanan gelişmelere değinerek “28 yıllık emek heba oldu kahroluyorum!” demiş. Şaşırdım doğrusu.
Neden kahroluyorsun?
28 yıllık emek heba oldu ha… Hangi emek ve kimin emeği heba oldu Sayın Görmez?
28 yıldır Fetö projelerini tek tek gerçekleştirmek için çekilen emeğin elden gitmesine mi kahroluyorsunuz? Lütfen artık şunları görün!
28 yıldır Kutlu Doğum haftaları ile Peygamber Efendimiz’in neredeyse oyun ve eğlencelere konu edinildiğini,
Bir Fransız bilim adamının tavsiyesiyle Peygamber Efendimiz’in yılda sadece bir yönüne değinildiğini,
Kelime-i Şehadet’in esastan bozulmasını,
Reşit Haylamaz’ın Peygamber inancını yıktığı kitabını Kutlu Doğum haftalarında binlerce adet dağıtıldığını,
Camilerin müzikal mekânlara çevrilişini,
Vaiz ve vaizelerin hanende ve sazende oluşunu…
Evet, bütün bunları göremezseniz kahrolursunuz Sayın Görmez! Zira aynen sizin gibi sizden önceki yedi diyanet başkanı da göremediler.
Diyanet’ten sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Aydın’ın, “Kur’an-ı Kerim’in %40′ı atılmalıdır. Peygamber postacı gibidir, haber verip gitmiştir. Camiler sosyal mekân olmalıdır.” gibi hezeyanlarına da ses çıkarmadılar.
Fetö’nün Abant Toplantıları’nda projeler geliştirdiler. Prof. Dr. Mehmet Aydın orada talimat gibi tebliğler sunuyordu. Siz de oralarda idiniz. Son Abant Toplantısı’na kimler katıldı bir bakınız ve düşününüz!? Yıllarca onlarla birlikte idiniz işte.
28 yıldır Fetö’nün hangi projesinden dönüldü söyler misin Sayın Görmez!?
Ali Bardakoğlu, Diyanet İşleri Başkanı iken, “Diyanet Sünni bir kuruluş değildir!” demişti. Yoksa hala Sünnileşmedi mi Sayın Görmez!?
Tek tutunduğunuzdal 28 Şubat kaldı Sayın Görmez!
Diyorsunuz ki 28 Şubatçılar Kutlu Doğum’a karşı çıkıyorlardı. Bu sebeple parti kapatacaklardı. Lütfen şunları da, anlayın artık Sayın Görmez.
28 Şubatçılar, İmam Hatip Liseleri’ni kapatarak Fetö’ye otoban açtılar. Gençleri hep onun okullarına yönlendirdiler. Diğer cemaatleri ezerek milleti Fetö’ye yem ettiler.
Kutlu Doğum projesi de onundu. Peygamber Efendimiz’in yolunu, sünnetini onunla bozacaktı. Dikkat ederseniz ona dokunulmadı.
Nitekim 2005 Nisanın da ki Kutlu Doğum haftasında Ailem Dergisi’nde Fetö elebaşının iman esaslarını 3’e düşürdüğünü ve bunun 25 milyon insana ulaştırıldığını hiç duydunuz mu Sayın Görmez!? Bu konuda hiçbir sözünüz oldu mu?
Bu arada artık Fetö ile ilişkilerinizi de gözden geçirmeniz gerekiyor.
Binlerce hadisi ayıkladığınızı iddia ettiniz. Bunları birinin talimatı ile mi yaptınız?
Fetö elebaşına imzalayıp gönderdiğiniz kitaba yazdığınız “Şahsım da dâhil çağımız İslam nesillerinde büyük emekleri olan zat-ı alilerinin yüksek ıttılâına ve tenkidatına arz etmekten şerefyab olduğumu ifade eder… 25.04.2013” diyerek övdüğünüz birinin projelerini önlemek mi size ağır geliyor Sayın Görmez?
İçeriği ve ismi ile bir Fetö projesi olan Kutlu Doğum haftası toptan kaldırılmalıdır. Bu Fetö projelerinin adı bile yok olmalıdır.
Bunları kaldırmak size ağır geliyorsa istifa etmek de bir erdemdir Sayın Görmez!
Millet, diğer kandiller gibi Mevlid Kandili’ni de nasıl idrak edeceğini bilmektedir.
Siz kahrolmayınız Sayın Görmez…!
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
01.05.2017
Göle Tesettürlü Girmek
Göle Tesettürlü Girmek
Hazret-i Hasan, Hazret-i Hüseyin ve Abdullah bin Cafer hazretleri, (herhangi bir göl suyuna çimmek için girdiklerinde) o suda yaşayanlara karşı tesettürlü bir şekilde üzerlerinde don olduğu halde suya girerlerdi…
Hikaye ( Tesettür )
Ahmed bin Hambel (r.h.) hazretlerinden hikâye olunur. Buyurdular:
(Gençliğimde) ben, soyunup suya giren bir cemaat ile beraberdim. Ben Efendimiz (s.a.v.) hazretlerinin şu haberiyle amel ettim.
Efendimiz (s.a.v.) hazretleri buyurdular: -“Kim Allah’a iman ediyor ve âhiret gününe inanıyorsa; peştamalsız olarak hamama girmesin.
Bu hadis-i şerif ile amel ettim. Soyunmadım. O gece bir rüya gördüm. Sanki biri bana şöyle sesleniyordu:
“Müjdelen (sevin) ey Ahmedl Efendimiz ( s.a.v.) hazretlerinin sünnetiyle amel etmenin bereketi ve sebebiyle Allâhü Teâlâ hazretleri, seni bağışladı.” Ona;
Sen kimsin?” dedim. O;
Ben Cebrail’imi Allâhü Teâlâ hazretleri seni (mezhepte) imam kıldı. Sana tabi olunacaktır!” buyurdular….
Kaynak : İsmail Hakkı Bursevi (k.s), Rûhu’l-Beyan Tefsîri:8/427-428.
Bilindiği üzere “Hamam“. Yıkanmak maksadıyla yapılan yer ve bina, çok sıcak bir yer. islâm dini maddî ve ruhî temizliğin üzerinde titizlikle durmuştur. Bunun için namazda ve diğer bazı ibadetleri yapmakta bir tür maddî ve manevî temizlenme olan abdesti emretmiştir.
Ayrıca dinimiz cünüplük, hayız ve nifâsın kesilmesi gibi hallerde de büyük temizlik olan guslü, yani bütün bedeni yıkamayı farz kılmıştır. Bu hadis-i şerifte hamama girmek kesinlikle haramdır gibi bir manâ çıkarılmamalıdır. Hamam hakkında ilmihal kitaplarında şöyle denilmektedir: “Erkeklerin ve kadınların temizlenmek için kendilerine mahsus hamamlara gitmelerinde bir beis yoktur. Umumi bir ihtiyaçtan dolayı bu tecviz edilmiştir. Elverir ki avret mahallerini örtsünler. Erkeklerin ve kadınları kendi aralarında peştemal tutmayarak açık bir şekilde yıkanmaları haramdır. Hatta bir kimse yalnız başına bir yerde yıkanacağı zamanda bile peştemal tutmalıdır. Edebe muvafık olan da budur. Tenha bir yerde peştemali sıkmak veya temizlik yapmak için az bir zaman peştemaisiz durmak caiz olabilir”
Kaynak : Ö. Nasûhi Bilmen Büyük İslam İlmihali, s. 458
SALEVÂT-I ŞERÎFEYE DEVAM EDEN ŞEFÂATE KAVUŞUR
SALEVÂT-I ŞERÎFEYE DEVAM EDEN ŞEFÂATE KAVUŞUR
Her zaman ve bilhassa cuma günü ve geceleri, çok salevât getirmek, Peygamber Efendimizin (sallallâhü aleyhi ve sellem) şefâatini, cennette komşuluğunu ve dostluğunu kazandırır.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurdular:
• “Kıyâmet gününde insanların bana en yakını, bana en çok salevât getirendir.”
• “Her cuma günü bana çok salevât okuyunuz. Çünkü ümmetimin salevâtı bana cuma günü arz olunur. Derecesi, mertebesi bana en yakın olan, bana en çok salevât okuyandır.”
• “Cuma günü bana çok salevât okuyunuz. Çünkü melekler buna şâhitlik eder. Bana salevât getiren kimsenin salevâtı -salevât getirir getirmez- muhakkak bana arz olunur.”
• “Allâhü Teâlâ muhakkak bana selâm eden kimsenin selâmını bana bildirir ve ben de ona selâm ederim.”
Bir müslüman, ne zaman Peygamber Efendimizin (s.a.v.) ismi zikredilse veya Peygamber Efendimiz'i (s.a.v.) hatırlasa selâm ile beraber salevât getirir, ‘Aleyhi'ssalâtü ve's-selâm' der. Nasıl ki Allah ismini işiten kimsenin Sübhânallâh, Tebârekallâh veya Teâlâ diyerek tâzim (hürmet) etmesi lâzım ise, Peygamber Efendimizin (s.a.v.) ismi zikredildiği zaman salevât getirmek de vâcibtir.
İmâm Tahâvî'ye göre, Peygamber Efendimizin (s.a.v.) ismi her anıldığında salevât getirmek icab eder.
İmâm-ı Kerhî'ye (r.h.) göre, bir kimsenin ömründe bir defa salevât getirmesi vâcibtir.
Bazı âlimler, bir mecliste bir defa salevât getirilmesi kâfîdir, demişlerdir.
Peygamber Efendimizle (s.a.v.) beraber diğer peygamberlere de salevât getirilir. Ancak Peygamber Efendimiz (s.a.v.) diğer peygamberlerden önce zikredilir. (İslam Ahlâkı ve Âdâbı, Fazilet Neşriyat)
Kısa bir salevât-ı şerîfe: ‘Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli seyyidinâ Muhammed.’
2 Mayıs 2017 Salı
Dini Nİikah İle Resmi Nikah Arasındaki Fark..
Dini Nİikah İle Resmi Nikah Arasındaki Fark..
( Sadece Resmi Nikah Yeterlimidir )
İslam’da müslüman olan kişilerin evlenmek için nikahlanmaları farzdır ve farz olan nikah dini nikahtır. Rasmi nikahı ve dini nikah arasındaki farklar oldukça belirgindir, sizlere bu farkları hemen anlatalım. Cumhuriyet kurulana kadar İslam yasaları ile yönetilen Osmanlı Devleti’nde de esas olarak dini nikah alınmış, evlenen kişilere sadece dini nikah kıyılmıştır. Cumhuriyetten sonra ise medeni hukuk sistemine geçilen ülkemizde esas olarak resmi nikah kıyılmış, imam nikahına ise devlet karışmamıştır. Yani imam nikahı kıyıp kıymamak kişilerin dinlerine ve inançlarına bağlı bir durumdur. İmam nikahı ve resmi nikah arasında bulunan farklar dini nikahın ayrıca kıyılmasını gerektirir.
Bazı İslam ülkelerinde kıyılan resmi nikah, dini nikaha yakın, ondan esinlenilerek oluşturulan nikahtır. Yani dini nikah ne gerektiriyorsa resmi nikahta da o yapılır ve sadece evlilik sonucunda işlem resmi belgelerle kayıt altına alınır. Bu gibi bir nikah sonrasında dini nikahı tekrar kıymak gerekmez. Çünkü dini nikahta olması gereken şartlar resmi nikahta da yapılmış, akit eksiksiz olarak tamamlanmıştır.
Fakat ülkemizde kıyılan resmi nikah dini nikahın yerini tutamaz. Bu nedenle resmi nikahtan sonra ya da önce, gelin ve damat yakınlaşmadan bu nikah kıyılmalıdır.Dini nikah kıyılmadan aynı evde kalmak, aynı yatağa girmek ve ilişkide bulunmak zina sayılır. Dini nikah ile resmi nikahın en belirgin farkları şunlardır:
Dini nikahta mehir en büyük şartlardan biriyken resmi nikahta böyle bir şey söz konusu değildir.
Dini nikahı kıyılan çiftlerde kadının boşanmaya hakkı yoktur, ancak mehir olarak eşinden boşanma hakkı talep edebilir. ☡Resmi nikahlı olan kadının boşanma hakkı vardır.
Dini nikah sırasında ayet ve hadisler söylenir, vekil imam nikah duasını okuduktan sonra nikah tamamlanır. Resmi nikahta dua ve ayet okunmaz.
Dini nikahta tarafların şahitlerinden bir erkek şahit olması zorunludur. Fakat resmi nikahta kadın ve erkek eşittir, bu da dine ters düşer.
Vekil imam taraflara (zevc-zevce olarak kabul ettinmi diye sorulur) gelin ve damatta “ettim” diye cevap vermesi gereklidir☡.Eredim veya ediyorum gibi ifadeler bile nikahı sahih etmezken resmi nikahta “evet” demesi geçerli sayılır.
İmam “akdiniz mübarek olsun” diye söyler resmi nikahtada “belediye başkanlığının bana verdiği yetkiyle” diye söyler.
Şerife Şevval Kardelen
BELÂLAR, ÂFETLER VE ZELZELELER NİÇİN GELİR
BELÂLAR, ÂFETLER VE ZELZELELER NİÇİN GELİR
Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) buyurdular:
“Ümmetim onbeş şeyi yaptığı zaman onlara bela gelir.” Ashâb-ı Kirâm:
“Yâ Resûlallah, onlar nedir?” diye sorunca buyurdular ki: “Ganimet malları zenginlerin elinde dolaşıp fakirler mahrum bırakıldığı zaman,
Emanet, ganimet sayıldığı zaman,
Zekât vermenin zor geldiği ve zarar sayıldığı zaman, ,
Kişi zevcesine (karısına) itaat edip Annesine isyan ettiği, karşı geldiği zaman,
Mescitlerde sesler yükseldiği (dünya işleri konuşulduğu) zaman,
Kişi arkadaşına iyilik edip Babasına eziyet ettiği zaman,
Bir kimseye sırf şerrinden korkulduğu için hürmet gösterildiği zaman,
Bir topluluğun kötüleri (en cimri, hasep ve nesepçe en rezili) başa geçtiği zaman,
Şarkıcı köleler ve Çalgı aletleri ortaya çıktığı zaman,
İçki (açıkça ve çokça) içildiği zaman,
(Erkekler) ipek giydikleri ve bu ümmetin sonra gelenleri evvelkilere (Ashâb-ı Kirâm, Tâbiîn, Tebe-i Tâbiîne) lanet etmeye başladığı zaman.
İşte o zamanda kızıl rüzgârları, zelzeleyi, yeryüzünde toprağın kaybolup insanların sûretlerinin değişmesini bekleyin.” (en-Nihâye, İbn-i Kesîr)
İSİMLERİMİZ: Erkek: Bilâl, Kız: Hümeyra
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)